25 OCAK 2016 –AÇLIK GREVİMİZİN 12 GÜNÜ – ADALET İSTİYORUZ
Sabah çadırımıza gittiğimizde Selçuk Abi’yi kapıda sohbet eder bulduk. Süleyman Çayı demlemiş misafirleri bekliyordu. Biraz temizlik yapıp gazetelerimizi okuduk. Dijital araçların kullanılmaya başlamasından sonra kâğıttan okuma alışkanlığını kaybediyoruz. Tutuklu iken birkaç günlük gazeteyi neredeyse satır satır okuyorduk. Ama dışarıda birçok haber bir twitter mesajının harf kotası değerine hapsoluyor.
Her geçen gün mahallemizi daha çok seviyoruz. Sabahları İstanbul’un dört bir yanına dağılan insanlar. Önümüzden geçip gidiyor, hafif bir gülümseme ya da meraklı gözler çevriliyor üstümüze. Onlar dış görünüşleri ve tavırları ile Kadıköy’de Nişantaşı’nda Avcılar’da gördüğümüz herhangi bir İstanbullu. Ama evlerine döndüklerinde her şey değişiyor. Buraya otobüs girmediği için uzunca bir yolu yürümek zorunda kalıyorlar. Girişte kendilerini çoklu MOBESSE ler ve zırhlı polis araçları bekliyor. Mahallelerine girdiklerinde gaz bombaları plastik mermiler ve bunlara karşılık atılan sloganlar taşlar Molotoflar ile karşılaşıp arada kaldığı günler az değildir. Sokaklarda yürüyen genç yaşlı insanları tanır. Ve her şeye rağmen vazgeçmez burada yaşamaktan. Belki Sivas’tan Tokat’tan Giresun’dan Ordu’dan Yozgat’tan gelmiştir ama onun yurdu vatanı artık burasıdır; Okmeydanı.
Bizim daha önce dinlediğimiz ancak şimdi baro özel sayısında yayınlanması sebebiyle gazetelerde yer bulan bir haber var. Tahir Elçi’ye arkadaşları bu süreçte dört ayaklı minarenin ayaklarına kurşun sıkılması ile ilgili eylemi ertelemesini ister tehlikesinden bahsederler. Tahir Elçi vazgeçmez ve “Öleceksem dört ayaklı minarenin ayaklarının dibinde öleyim” der. Gerçekten de kendi ölümü ile birlikte dört ayaklı minarenin ayaklarına sıkılan kurşunları tüm dünyaya duyurur. Ve böylece bölgede uygulanan ilhak imha asimilasyon politikasını teşhir eder. Gerçekten de vatan sevgisi tarih bilincidir. Sur da süren kuşatmanın ne anlama geldiğini tarih bilinciyle kavrıyoruz.
Yine bütün avukat meslektaşların basın açıklaması bittikten sonra Tahir Elçi nin oradan ayrılmamasının sebebi bir yaşlı çift ile sohbet ediyor olması. Bu yaşlı çift Tahir Elçi’ye bir şeyler anlatıyorlar. Dinlememezlik yapılmaz. Onlar da tarih çünkü. Ve halkı sevmek halktan öğrenmek demektir. Bu ablukanın altında baro başkanının gelip minare ile ilgilenmesi halka güç veriyor umut oluyor. Tahir Elçi bu anlamda saldırılara karşı mütevazı bir barikattır. Ve bu saldırının ona yönelmesi boşuna değildir. Bir kez daha bu derin yurtseverlik duygusu için Elçi yi sevgiyle anıyoruz.
Gün boyu misafirlerimizle sohbetlerimizde bu konuyu konuşuyoruz. Tarihten öğrenmeliyiz, Antep’i ve Karayılan’ın Karayılan olmazdan evvelki öyküsünü anlatıyoruz.
Halk ve vatan sevgisi bize genellikle ilk olarak ders kitaplarının anlattığı bir kavram olduğu için önce soğuk gelir ve mekanik olarak algılarız. Oysaki ne kadar değerlidir ve güçlü bir duygudur aslında.
Bizim vatanseverliğimiz ceddimizle övünmek için değildir, geçmişe yönelen soyut bir şey değildir. Biz geçmişte de bugün de vatanı halk kavramı olmadan düşünmeyiz. Bu halkın içinde sömürgenler yoktur. Yalnızca ezilenler vardır, emekçiler vardır. Geleceğe ait bir motivasyon kaynağıdır. Bu yurtta bu halk ile kurulacak yeni bir dünyayı ve düzeni kurmanın duygu adıdır. Halk ve vatan sevgisi olmadan insan kendi kılını bile tehlikeye atmaz. Dört ayaklı minareye de surların dibine de gitmez, bir gün dahi aç kalmaz, işini memuriyetini riske atmaz, hapis yatmaz. Kısacası direnemez.
Bizim yurtseverliğimiz aynı zamanda antiemperyalist olmaktır. Asimilasyonun kaynağıdır O. Halkları yok eden, yurtlarından eden bu canavara kin duymaktır. Bu duygular olmadan gerçek düşmanı göremezsiniz, Amerikan bombalarına karşı çıkamazsınız, elçiliklerin kapısına dayanamazsınız. Bugünün dünyasında antiemperyalist olmadan vatanınızı halkınızı mahallenizi koruyamazsınız. Antiemperyalistlik olmadan yurtseverlik eksik kalır.
Bugün Selçuk Abi gelen misafirlerimize Açlık Grevi eyleminin anlamını anlatıyor. İnsanların neden açlık grevi, başka bir yolu yok muydu? Diye sorması çok değerli. Evet, bizim isteğimiz biraz da bu soruyu sordurmak.
Sevgili Ahmet ile tanışıyoruz ama sanki yıllardır tanıyor gibiyiz kararlılıkla yolunu çizen bu genç adam etkiledi bizi. Mahalleden gelen ziyaretçilerimiz genç yaşlı çocuk… Birçoğu hemen her gün uğruyor bize. Kapıdan bakıp giden olduğu gibi yerinden kalkmadan bütün misafirleri yolculayanı da var. İstabul’un dört bir yanından birer ikişer insanlar geliyor. Elbette bireysel ziyaretler değerli ama örgütlü ziyaretleri daha çok önemsiyoruz.
Yunanistan halk cephesi arıyor,Bağcılardan , Gazi Mahallesinden arıyorlar..Sağ olsunlar… biz de çadırın selamlarını iletiyoruz
İzmir de direnen İMBAT işçileri arıyor. Ne güzel seslerini duymak..birbirimize güç veriyoruz.bir dağ başında kışın ayazına karşı tek istedikleri haklarını almak. Ama bu dağ başında tam 3500 üçbinbeşyüz işçi üç Vardiya geçiyor önlerinden. Onlarsa zorluklara alışkın. Her zaman porton için zorluklara katlanıyorlardı şimdi de kendileri için mücadele ederken çekiyorlar zorluğu. Şimdiki ağır gelmiyor onlara. Direnen İMBAT işçilerini mutlaka ziyaret etmeliyiz.
ÖHD Özgürlükçü Hukukçular Derneğinden Avukat Arkadaşlarımız toplu ziyaret ediyorlar. Sohpetimizin konusu aynı. Bir arkadaşımız “Mahkeme kararı aldırdık şimdi de mahkeme kararını uygulatamıyoruz“ diyor. Hukuk yollarını tüketip kazansanız bile mahkemenin eli ayağı yok. Adaletsizlik bir sistem sorunu mahkeme sorunu değil gerçekten. Şu anda Cizre de 28 yaralı tedavi edilmeyi bekliyor.
Pir Sultan Abdal Derneği Beyoğlu Şubesi destek ziyaretine geliyor. Yerlere oturuyoruz ama yine bir kısım arkadaş çadırın dışında kalıyor. Herhalde bugüne kadar ki en kalabalık ziyaret. Sloganlarla terk ediyorlar çadırı.
Bir başka toplu ziyaret de HTKP li avukat arkadaşlardan geliyor…sağ olsunlar ayaklarına sağlık..
Selçuk abi anlatmaya devam ediyor. On ikinci gün açlık grevlerinde önemli bir eşikmiş. Normalde bugün protein bağları çözüldüğü için vücut yıkıma uğrarmış. Yani bugün yatağa düşmüş olacaktık eğer şeker kullanmıyor olsa idik. Açlık grevinde kullandığımız şeker protein bağlarını ayakta tutuyor ve B1 vitamini ise beynin komutları iletmesini sağlıyor. Ayakta kalmayı bu iki küçük şeye borçluyuz.
Ve tüm dünyanın yoksulları ne kadar güçlü ki protein yokluğunda bu kadar direnebiliyor. Hastalıkların, ölümün, cehaletin kaynağı yoksulluk. Yani sömürü… Yani zenginlik.
Tüm sömürgenlerden nefret ediyoruz…