1) Öncelikle direniş hakkında kısa bir özet yaparak bilgi verebilir misiniz?
Direnişimizin 170’li günlerine yaklaşmaktayız. 13 Aralık’ta dayanışma amaçlı düzenlediğimiz etkinliğimizde Grup Yorum ve bizler polisin yoğun saldırısına uğradık. Etkinliğimiz polis tarafından iki gün boyunca terörize edildi. Grup Yorum üyeleri ile birlikte 5 arkadaşımız gözaltına alındı. Polis Direniş çadırıma ve pankartlarımıza saldırdı ve parçaladı. Polisin bu saldırısı ile 13 Temmuz’da direnişime, bana ve devrimci arkadaşlara, avukatlarıma linç saldırısında bulunan DİSK ve Genel-İş sendikacılarının tavrı aynıydı.
O gün GENEL-İŞ Sendikasının şuanki Başkanı Remzi Çalışkan da linç için gelen sendikalılara “süpürün bunları” emrini veriyordu, 13 Aralık’ta polis amiri de “süpürün” emri ile bize saldırdı.
14 Aralık’ta polis saldırısı sonrası parçalanan çadırımın yerine yeni çadırımı kurarak direnişimi sürdürmeye devam ediyorum.
2) Sizi hangi gerekçeyle işten atmışlardı? İşten atılma gerekçenizde ne yazıyordu?
Çalıştığım Genel- İş Sendikasında bu konuda, benimle hiçbir sendikacı muhatab olmadı, konuşmadı, uyarmadı.
Sendikaya gönderilen bir tebligat postacı tarafından bana verildi. 28 Haziran tarihli tebligatta “30 Haziran’dan itibaren iş akdimin sonlandırıldığı“ yazıyordu.
DİSK ve o dönemin Genel Başkanı Kani Beko ile şu anda Genel-İş Başkanı olan ve o tarihte Genel-İş Genel Sekreteri olan Remzi Çalışkan imzasını taşıyan yazının içeriğinde “yönetim kurulunun aldığı karar ile iş akdiniz sonlandırılmıştır. Muhasebeyi arayıp bilgi alabilrsiniz.“ yazıyordu.
Ne bir gerekçe, ne de bir açıklama yoktu. Sosyal–İş üyesiydim. Usul gereği benim iş aktim sonlandırılmadan sendikama da sorulmamış ve bilgi verilmemişti. Sosyal-İş ben direnişe başladıktan 6 gün sonra yine benim aramam ile bilgi sahibi oldu.
3) İşten atılma gerekçeniz olarak emekli olduğunuz söylendi ve hala bu söyleniyor? Buna ne diyorsunuz?
Bana gönderilen yazıda iş aktimin feshinin kesilmesinin nedeni olarak hiçbir gerekçe gösterilmemişti.
Ben 2010 yılında Genel-İş Sendikası’nda işe başlamıştım. İşe girdiğimde zaten emekliydim. İşe alınmamın nedeni ise ; sendikanın neden olduğu 23 yıllık bir emek mağduriyetinin sonucuydu.
1988 senesinde Eminönü Belediyesinde çalışmaya başladım. İlk bir yıl içinde sendika üyesi olmuştum. Eminönü ve Fatih Belediyeleri birleştiğinde tüm personelin Fatih Belediyesine aktarılması sonucunda tüm çalışanlara ama özelliklede kadın işçi arkadaşlara uygulanan baskı , yıldırma, taciz uygulamaları ile Eminönü Belediyesinden gelen memur ve işçi arkadaşların çoğu emekliliğe zorlandı. Bende emekliliğe zorlanan işçilerdendim. Bu baskılardan dolayı sendikaya başvurdum. Genel-İş sendikasının avukatı Fatih Belediyesine benim adıma bir dilekçe yazarak noter kanalıyla gönderdi.Baskılar devam ediyordu. Yine sendikanın avukatı ikinci kez noterden yazı gönderdi. Fatih Belediyesi bunun üzerine disiplin kurulu kararı ile iş aktimi sonlandırdı.
Ben Belediye tarafından zorla işten atıldım. Çünkü Eminönü Belediyesi çalışanlarının çoğu örgütlü işçilerdi. Yeni belediye yönetimi AKP’liydi. Belediye Başkanı bugünde Başkan olan Mustafa Demir’di. Asıl atılma nedenim ise sendikal anlamda bilinçli bir işçi olmamdı. Çünkü ben 1988’den itibaren sendikal mücadelede, eylemlerde, hak mücadelesinde, direnişlerde, grevlerde hep yer aldım. Şube yönetiminde yapabildiğim kadar görevler aldım sendika için çalıştım.
Belediyeden atıldığımda uğradığım bu adaletsiz uygulamalar karşısında işime geri dönmek istiyordum. Bunun için sendikama güveniyordum ve onların alacağı karara güvenerek hareket ettim. Sendika yöneticileri fiili direniş yerine hukuk yoluyla hak arama yolunu tercih ettiler. Asıl olarakta AKP’li Belediye yönetimini karşılarına almak istemediler. Beni de hukuk yolu ile işe geri dönebileceğime kesin gözüyle baktıklarını söyleyerek ikna ettiler.
Ancak sonuç öyle olmadı. İşe dönüş davasını sendikanın avukatı kaybetti. Mahkeme Belediye yönetiminin lehine “haklı fesih“ kararı verdi. Bu karar ile birlikte hem işe geri dönüşüm ortadan kalktı hem de 23 yıllık kıdem tazminatını alabilmemin önü hukuken kesilmiş oldu. Yani iki kat mağduriyet ile karşı karşıyaydım.
İşe dönüş davası kaybedilmişti. Direnmek istedim. Ancak sendikacılar “artık zaman geçti. Başarılı olamayız“ dediler. Ekonomik olarak da mağduriyet yaşadığım için emekliliğe başvuru yaptım.
İşten atılalı 13 ay olmuştu. Mahkemede kaybedilmişti. Başta bu durumdan sendikacılar sorumlulardı. Çünkü onlarla bu kararları aldık ancak mağdur olan ben oldum. Bu arada sendikada eleman açığı doğunca çalışmak için başvuruda bulundum.
Türkiye koşullarında emeklilik maaşı ile ev geçindirmenin mümkün olmadığı ortadadır. Yoksulluk sınırında emekli maaşı alan bizler maalesef ikinci işte çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu durumda olan milyonlarca emekliden biri de benim. Üstelik 23 yıllık birikmiş kıdem tazminatımı da alamayınca geçinebilmek için çalışmak zorundaydım.
Ve 2010 senesinde Genel-İş Sendikası Avrupa Bölge Başkanlığında işe başladım.
Sendika da temizlik ve çay hizmetinde bulunuyordum. İşten atılana kadarda bu işi yapıyordum.
4) Sendikanın işten atma gerekçesi olarak bir başka iddiası ise sizin sendikaya gelen işçilere çay vermediğiniz, hor gördüğünüz ve kötü davrandığınız söyleniyor. Buna ne diyorsunuz?
Benim işten atılmamda Sendika yöneticileri imzası bulunan Kani Beko ve Remzi Çalışkan tarafından bana hiçbir gerekçe gösterilmediğini yukarda belirtmiştim. Kaldı ki ne sözlü ne de yazılı bir uyarı, eleştiri, gerekçe vb. gibi yapılmadı.
Eminönü Belediyesinde de çöp ve temizlik işlerinde çalıştım. Park ve Bahçelerde park temizliği yaptım. Ben 29 senemi emeğimle kazandım, işçiyim. İşçi olmamın gerektirdiği her hizmeti onurumla ve namusumla yaptım. Hiç bir işten gocunmadım. Hayatımı emekçilikle kazandım. Bundan da onur duyuyorum. Bu bana bunu gerekçe gösterenler tarafından yapılmış bir hakarettir. İftiradır.
İşten atmalarını gerektirecek hiçbir haklı neden olmadığı için bu tip çirkin saldırılar yapmaktadırlar. Linç saldırısına zemin hazırlarken, insanları bana karşı kışkırtmak için bu gerekçeler ortaya atılmıştır. Ben işimi küçümseseydim emekli maaşıma razı olur çalışmazdım. Bugünde işim için bu kadar zorluğu, saldırıyı, hakareti göze almazdım. Emeğin ve alınterinin bir değer olduğuna inanan ve bunu yaşayarak saygı duyan bir insanım. Benim için benim ne düşündüğüm ve ne yaptığım önemlidir. Haklıyım ve emeğime saldıran herkese, her şeye karşı direneceğim.
5) O zaman sizin işten atılmanızın asıl nedeni sizce nedir?
Asıl neden çok açıktır. Benim bu şekilde işten atılmamda, direnişime saldırılması da tamamen tasfiyenin bir sonucudur. Neyin tasfiyesi diyeceksiniz. Sendikalar bugün işçi sınıfının mücadelesini geliştiren mevziler olmaktan çok uzaktır. Diğer işyerlerinden bir farkı kalmamıştır. Adeta patron-işçi ilişkisi yöneticiler, üyeler ve çalışanlar arasında kurulmuştur.
Benim yerime yönetimden birilerinin tanıdığı istediği başka birisi işe alınmak istenmiştir. Bu onlar için ne kadar önemlidir ben bilemem ama bir sendikacının asla yapmaması gereken bir davranıştır. Bunu ancak bir egemen bir işçiye yapar çünkü onun sınıfının gereğidir bu. Kendisine işçi diyenler, hele hele devrimciyim, yurtseverim diyenlerin asla kabul etmemesi gereken bir durumdur benim yaşadığım.
Bu da sendikaların ve bunları yöneten anlayışların sınıftan ne derece uzaklaştığının, emeğe ve emekçiye ne derece yabancılaştığının bir göstergesidir.
6) Kaç yıldır Genel-İş Sendikasının çalışanısınız? Daha önce nerelerde çalışıyordunuz?
2010 senesinden Haziran 2015 senesine kadar Genel-İş sendikasında temizlik, çay hizmetinde çalışmaktaydım.
Eminönü Belediyesine başlamadan önce 3 ay kadar tezgahtarlık yaptım.
Sonrasında 5 ay kadar özel bir şirkette işçi olarak çalıştım.
1988 senesinde Eminönü Belediyesinde işçi olarak işe başladım.
2009 senesine kadar da Fatih Belediyesinde çalıştım.
7) Direniş boyunca neler yaşadınız? Bundan da bahsedermisiniz? Linç saldırısına uğraşmıştınız örneğin. Yeni tehditler oluyor mu?
Direniş boyunca patronların işçilere, polislerin hak arama ve adalet mücadelesi veren devrimcilere, halka uyguladığı tüm saldırıları neredeyse yaşadım.
Direnişime başladığım anda Genel-İş Sendikası yöneticileri ve DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ve arkadaşlarının saldırıları, iftirası, ayak oyunları, yalan ve entrikaları ve yok saymalarıyla karşılaştım.
Devamında bu durum fiili saldırıya dönüştü. Hepinizin bildiği gibi 13 Temmuz’da Genel-İş Sendikası, DİSK Başkanı Kani Beko, DİSK Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun birlikte organize ettiği ve kendi tabanlarını, yandaşlarını Diyarbakır, İzmir, Ankara, Mersin ve İstanbul’dan 4 otobüs toplayarak getirdikleri bir linç saldırısı gerçekleşti. Bu saldırının emrini beni işten atan Remzi Çalışkan “SÜPÜRÜN BUNLARI” diyerek verdi. Saldırı karşısında benimle birlikte yanımda devrimci işçi hareketinden arkadaşlar, şişli Belediye işçilerinden bazıları ve ÇHD avukatları vardı. Toplam 15 kişi kadardık. Onlar ise 300 kişi ile geldiler. Ve saldırdılar. Saldırı sırasında ben ve arkadaşlarımdan bir çoğu yaralandı. Hakarete uğradı. Bir arkadaşımız yüzüne atılan yumrukla yaralandı. Yüz kemikleri kırıldı.
Polis gibi azgınca saldırdılar. Karşılarında sanki düşman vardı öyle kindar öyle öfkeli saldırdılar.
Oysa işi için direnen bir işçiydim. Bu sendikacıları patronların, belediye başkanlarının karşısında çiçekler sunarken, ceketlerini saygıdan iliklerken onlarca kez gördüm. Patronlara saygı ve sevgi gösterenler devrimcilere ve bana bu şekilde saldırdılar.
LİNÇ saldırısı sonrası yoğun olarak teşhir olmalarına rağmen, taciz, hakaret, yıldırma ve tehditlere devam ettiler.
Ağustos ayında DİSK’e silahlı adam gönderdiler. Kani Beko’nun odasında 1 saat kadar oturan kişi çıkarken bana ve arkadaşlarıma silahını göstererek çıktı. Aynı günün akşamı bu kişi facebook hesabımdan tehdit etti.
Bugüne kadar sosyal medya üzerinden, sendikaya girip çıkarken bir çok küfür , hakaret ve tehdritle karşılaştım.
Ekim ayında Ankara’da gerçekleşen Genel-İş Genel kuruluna protesto için gittiğimizde ise Remzi Çalışkan’ın başını çektiği yönetimin polise şikayeti ile polis saldırısına uğradık. Bize polis saldırdıktan sonra Genel-İş yöneticileri polise yemek ikram ettiler. Bense saldırıda fenalaştığım için hastaneye kaldırılmıştım.
DİSK Başkanlar Kurulunda bir önceki kurulda aldıkları karar gereği oluşturulan direnişle ilgili çözüm komisyonunun raporu benim haklılığım doğrultusunda olduğu için kabul edilmedi ve hatta bu rapor ortadan kaldırılmak istendi. Çünkü raporda benim haksız yere işten atıldığım ve bu durumun giderilmesi gerektiği yönünde görüş belirtilmişti kurulda yer alan sendikacılar tarafından.
Eylül ayındaki DİSK Başkanlar Kurulunda bu rapor yok sayılarak direnişimi bırakıp DİSK’ten gitmem için süre verildi. Uyarıldım. Yeni linç saldırısının çağrısı yapıldı. DİSK yönetimide direnişime saldırıyordu. Ancak kararlılığım karşısında bu saldırıyı gerçekleştiremediler.
Her gün sosyal medya üzerinden twiter ve fecabook hesaplarından bu sendikacılar tarafından tehdit ediliyorum, hakaretler ediliyor ve kışkırtıcı saldırılarda bulunuluyor.
13 Aralıkta düzenlediğimiz dayanışma gecesinde Grup Yoruma ve bizlere polis saldırısı olmadan önce bu sosyal medyadan adeta saldırı emri veriliyordu. Genel-İş sendikasında sözde eğitim daire başkanlığıda yapmış olan Hüseyin Yaman isimli sendikacı “bu bir işgaldir. Bu sahte tiyatroya bir son vermek gerekir” diye çağrılar yaptı. Bu kişi 5 aydır hemen her gün provokasyon yaratacak mesajlar atmaktadır. Bu kişinin Şu anki Genel-İş yönetiminden bağımsız olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü linç saldırısının olduğu tarihte ve Ekim ayına kadar da Genel –İş Genel merkez yöneticisiydi.
Arzu Çerkezoğlu ise başından itibaren yalan ve entrika ile DKÖ’leri yanılttı, kandırdı. Kendisini adeta mağdur durumuna düşürerek başından itibaren bu saldırıların ve işten atılmamın sorumlusu olduğunu gizlemeye çalıştı. Halkı ve işçileri yanılttı. Oysa işten atılmam dahil ki çünkü benim yerime Genel-İş’te işe alınmak istenen Arzu Çerkezoğlu’nun yönetimindeki Dev Sağlık-İş üyesi bir işçidir.
Şu da açıktır ki son dönemde Dev Sağlık-İş’in taşeronlardaki Hizmet iş kolunda yetki Genel-İş’e kaydırılmıştır. Genel-İş ve Dev Sağlık-İş yönetimi iş yerlerinde işbirliği içinde örgütlenerek sendikaları ve şubelerini kadrolaştırmaya çalışmaktadırlar.
Yani Arzu Çerkezoğlu ve yönetimi Genel-İşte kadrolaşma çabasındadır. İşçi sınıfının tabandan örgütlenmesi ve mücadelesi ile var olmak, örgütlenmek yerine sendikalarda yönetimler devlet işleyişini esas alarak kadrolaşma yolunu seçmektedirler. Bu da sendikaların sınıfın çıkarını değil, yöneticilerin çıkarını esas aldığının en tipik göstergesidir. İşte herkesin tanıdığı Arzu Çerkezoğlu böyle bir sendikacılık anlayışını hayata geçirmektedir. Bunu gerçekleştirirken bir emekçinin işinden olması onun için önemli değildir çünkü kadrolaşma sevdası ve hırsı içinde benim hakkımı çiğnemekten geri durmamış işimi geri istediğim içinde saldırmıştır.
Arzu Çerkezoğlu ve Genel-İş yönetimi ile paralel olan diğer DKÖ’lerin yöneticileri de onları desteklemekten geri durmamış bir emekçinin işiyle oynayarak siyaset yapmayı, sendikacılık yapmayı esas edinmişlerdir. Bu büyük bir acizliktir.
8) Şu anda direnişin geldiği aşamadan bahseder misiniz?
Direnişin başladığı 8 Temmuz 2015’ten bugüne tüm kararlılığımla direnmeye devam ediyorum. Bugüne kadar DİSK önünde ve içinde devam eden direnişimde direnişimi besleyen bir çok eylemde bulunduk. Direnişimi en başından beri Devrimci İşçi Hareketi ile birlikte sürdürüyoruz.
Bugüne kadar taleplerimle ilgili sendikacılardan çözüm anlamında hiçbir adım atılmadı. Aksine sürekli kışkırtıcı, saldırgan, hakaret eden, özel hayatıma kadar ahlaki olarak da saldıran pozisyonda oldular.
Ama ben haklıyım. Ciddi bir haksızlıkla karşı karşıyayım. İşimi istiyorum. Ve sendikacılar tarafından onurum çok kırıldı. İŞİM VE ONURUM İÇİN SONUNA KADAR DİRENMEKTE KARARLIYIM.
9)Sizin talebiniz nedir?
Talebim TÜM HAKLARIMLA İŞİME GERİ ALINMAM.
10) Sorunun çözümü için atılan bir adım var mı?
Sendikacıların bu konuda attıkları hiçbir adım yok. Beni işe alacak onlar. Bu anlamda onların adım atması yarattıkları bu hukuksuzluğa son vermeleri gerekmektedir. Başta Remzi Çalışkan ve Kani Beko olmak üzere tüm Genel-İş Sendikası yöneticileri bu durumun sorumlusudurlar. Sorunun çözümü de onlardadır.
Bense işim için haklılığımı sonuna kadar direnişimle savunacağım. Böyle düşünmeseydim tüm saldırılar karşısında 170 gün direniyor olmazdım.