Okmeydanı Açlık Grevi Günlüğü
Açlık Grevimizin 47+5 Günlüğü
Bugün ilk konuklarımız Grup Yorum Anadolu korosu üyeleri. Çalışmalara başlamadan önce bizi ziyaret etmeye geliyorlar.
Konsere iki gün kaldı. İlk kez geniş bir kitle önünde sahneye çıkacaklar. Hazırlıklar, çalışmalar, düzenlemeler yapılıyor.
Yoğunluk olmasından da son derece memnunlar. Çalışmalarını İdil Kültür Merkezi’nde yapıyorlar. Aynı heyecan İdil Kültür Merkezi çalışanlarında da var. Her biri ile yakından ilgilenmeye çalışıyorlar. Gelenler arasında koro üyeleri dışında estrümanter çalanlar da var. Onlar da orkestra ile birlikte çalacaklar. Anadolu’nun her yerinde bir Grup Yorum ekibi oluşturmak hayalleri arasında. Onlarla türküler üzerine konuşuyoruz. Bir kısmı halk türkülerini koro çalışması esnasında dinlemeye başlamışlar. Yörelerinde bulunan türküleri araştırmaya başlamışlar. Türküler halkın yarattığı değerlerdendir. Birleştirici bir gücü vardır. Bunu belki de ilk kez hissettiler…
Zaman geçiyor, bugün Çiğdem ve Berna’nın cenazelerinin verilip vermeyeceğini takip ediyoruz. Arkadaşlarımız hala Adli Tıp Kurumu önünde. Polis bizi Adli Tıp Kurumuna sokmamak için elinden geleni yapıyor. Savcıya talimat veriyor. Savcı da onu paşa paşa dinliyor. Savcı “sen bana nasıl talimat veriyorsun” diyemiyor işte. Yasaya göre polisin amiri savcıdır. Polis, savcının talimatlarına uymak zorundadır. Oysa yaşanan bunun tersidir. Polise ses çıkartabilen bir savcı görsek sevineceğiz…
Polis bizim içeriye girmemize neden izin vermiyor diye merak edenler vardır.
Aile Adli Tıp Kurumuna girdikten sonra polis aileyi alıp sohbet adı altında tehdit ediyor. Cenazenin nerede, ne zaman, hangi biçimde kalkacağına kendisi karar versin istiyor. Cenazeyi aileyi vermeme, kimsesizler mezarlığında defnetme haklarını olduğunu söyleyip aileyi korkutuyorlar. Haklarında dava açılıp tutuklanabileceklerini bile söyleyebiliyorlar…
Biz bunu Günay Özarslan cenazesinde de yaşadık. İçeriye aile ile birlikte girdik. Biz ailenin yanında olduğumuz için onları kandıramadılar. Günay’ın ailesine biz yanındayken, “biz nereye istiyorsak oraya gömülecek” diyerek yalan söylediler. Aileyi istedikleri gibi etkileyemedikleri için bir daha bizim içeriye girmemize izin vermediler…
Çiğdem ve Berna’nın ailesini de etkilemiş, korkutmuşlar. Çiğdem’in ailesi cenazeyi alıp Eskişehir’e yola çıkmış. Hemen arkasından arkadaşları da bir büyük araç ayarlayıp çıkmışlar. Berna’nın babasını da saatlerce içerde tuttular. Normalde yarım saatte bitecek bir kimlik tespiti işlemi için içeriye girmişti. 4-5 saat tutmuşlar. Bu sürede babayı ikna etmek için uğraşmışlar. Berna’nın vasiyeti Ankara-Karşıyaka mezarlığına, Bahtiyar Doğruyol’un yanına defnedilmekti. Çünkü Bahtiyar’la uzun bir mücadele geçmişleri vardı. Birlikte girmişlerdi kavgaya, birçok şeyi paylaşmışlar, birlikte, omuz omuza birçok saldırıyı göğüslemişlerdi… Yine birlikte olmaktı Berna’nın isteği. Birlikte dövüştükleri, aynı havayı soludukları, aynı sevdayı paylaştıkları Bahtiyar’la aynı toprağı paylaşmak… Ama çok gördüler Berna’ya bunu. Bari arkadaşlarıyla son kez vedalaşsaydı. Salına salına yürüdüğü, sokaklarını adımladığı Gazi’de, gelinlik kız gibi son kez salınsaydı yine… Bu da olmuyor. Ailesi alıp apar topar Kıbrıs’a götürüyor. Arkadaşları bırakmıyor elbet Berna’yı. Onlar da Kıbrıs’a gidiyor Berna’yla birlikte. Son yolculuğunda Berna’yla birlikte olacaklar. Gazi’nin sokaklarını dolaşamayacaklar belki ama Kıbrıs’ın sokaklarını dolaşacaklar birlikte. Kıbrıs da güzeldir elbet… Ama böyle olmamalıydı… İçimiz acıyor. Berna gibi yiğit bir kıza bu kadarcık istek nasıl çok görülür… Bin kat daha artıyor bu lanet olası düzene öfkemiz.
Bugün çadırımızın bulunduğu sokakta oturan iki abla ziyaretimize geldi. İkisi de Çiğdem ve Berna’nın katledilmesinden etkilenmişler. Daha yaşlı olan abla gece uyuyamadığını söyledi. “Devlet nasıl katledebiliyor göz göre göre” dedi…
Biraz halktan şikayet ederek, biraz temenni ile düşüncelerini söyledi. Berkin’in soruşturmasının ne aşamada olduğunu sordular, anlattık. Çadırımıza hiç gelmemişti. Yanında geçip gitmişler. Karşı komşumuz da çadırı izlemiş. Herkesi tanıyor. Bir saat oturdular. Yaşlı abla açlık grevinin nasıl yapıldığını öğrendiğinde cebindeki şekerleri bıraktı. Marketten çikolata almış, bunları da bırakmak istedi. Açlık grevinde çikolata yemediğimizi öğrenince çocuklara dağıttı çikolatayı…
Akşama doğru bizi hiç yalnız bırakmayan TAYAD’lı aileler geldi. Kıbrıs’a gidecekler, hazırlıklarını anlattılar.
Açlık grevi nöbetini devraldıktan sonra yoğunluktan ötürü Umut Hukuk Bürosu’ndaki arkadaşlar toplu olarak gelememişlerdi.
Bugün gelip gelişmeleri aktardılar. Onlar da bu süreçte ya gözaltı işlemleri ile ilgilenmişlerdi ya da Adli Tıp Kurumu önünde beklemişlerdi.
Başımız her sıkıştığında yanı başımızda gördügümüz Ekim Hukuk Bürosu’ndan avukat arkadaşımız Bülent Şimşek de ziyarete gelenler arasında. Bize Bursa’da Renault fabrikasında yaşananları aktardı…Bu fabrikada sürekli bir baskı ve iş şartlarının değiştirilmesi, örgütlenme hakkına saldırı söz konusuydu. En son on kişinin işten çıkartılmasına tepki gösteren, onları destekleyen 23 işci de gözaltına alındı. Savcı bunları serbest bırakacakken bir anda fikrini değiştirmiş ve tutuklama talebi ile mahkemeye sevk etmişti işçileri.
Aynı iş yerinde 200 işçinin işten çıkartıldığı duyumunu almışlar. Fakat Birleşik Metal-İş sendikası herhangi bir ses çıkartmıyor. Avukatları sadece işe iade davası açıyormuş… Sendikaların nasıl patron sendikalara dönüştüğünü konuşuyoruz. İşyerinde direniş örgütleme, işçilerin bilinçlerini yükseltme, ekonomik mücadeleyi siyasi mücadeleye çevirme gibi asli görevlerinden nasıl da uzaklaşmışlar… İşverenin istediği gibi sendikalara dönüşmüşler…
İki günden sonra sakin bir akşam geçirdiğimizi söyleyebiliriz. Sadece gece saat 02.00 gibi mahallede sürekli tur atan akreplerden bir tanesi gelip çadırın önünde durmuş. Nöbetçi arkadaşımız dışarı çıkınca çekip gitmiş. Anlaşılan kimse olup olmadığını kontrol ediyor. Ona göre rapor veriyordur amirlerine…
Gelsinler, buradayız. Geri adım atmayacağımızı bilirler.