1- SORU SORMAK NEDİR?
1- ) Soru Sormak Nedir?
“Soru”nun karşılığı TDK sözlüğünde: Bir şey öğrenmek için birine yöneltilen ve karşılık gerektiren söz veya yazılı soru sormak. Bir konu hakkında bilgilenmek üzere soru yöneltmek, sormak denilmektedir.
Bizce soru sormak ise toplumda, ülkemizde ve dünyada yaşanan, yaşanmış, bir durum hakkında bilgi edinmek ve öğrenmek için yapılan fiildir.
Örnek: “İş cinayetleri nedir?”, “neden iş kazası değil de, iş cinayeti denir?” vb gibi…
Soru sormaktaki asıl amacımız ilk gerçeğe, nedenlerine, ulaşmaktır. Soru sormak; bir olayın, sorunun nedenlerini bulup ortaya çıkarmada ve o sorunun çözümünde bize yardımcı olacaktır.
2- ) Soru Sormadaki Asıl Amacımız Ne Olmalıdır?
Soru sormadaki asıl amacımız gerçeği ve nedenlerini öğrenmek olmalı.
Her şeyden önce sorularımız gelişi güzel, sadece, “soru sormak” için olmamalıdır. Mücadelemizi, kavgamızı büyütmeyen, bizi araştırmaya, öğrenmeye itmeyen, ufkumuzu genişletmeyen sorular zaman kaybı olacağı gibi, bizi de geliştirmez! Sorularımız bu düzenin gerçeğini sorgulamalı, çözümün nerede olduğunu öğrenmeye dönük olmalıdır.
Devrimci mücadele, soru sormadaki amaç kişi, bölge, bilim vb. ile ilgili tüm ayrıntılarına kadar gerçeği, üzerine bastığımız zemini öğrenmek amacı ile ele alınmalıdır. Örnek: Bir mahallede çalışma yapılacaksa o mahallede kimlerin yaşadığı, ne gibi sorunlarının olduğunu bilmek üzerine sorularımız olmalıdır. Bu sorulardaki amacımız doğruya ulaşmak ve bu doğrular üzerinden sağlıklı çözümler üretebilmek olmalıdır.
3-) “Gerçeğe, Doğru Bilgiye Ulaşmak İçin Doğru Sorular Sormalıyız” Sözünden Ne Anlaşılmalıdır?
Türkiye halklarının neden açlık, yoksulluk çektiği, ülkemizin neden bağımsız olmadığı, faşizmle yönetildiği vb. birçok sorularımız olmalıdır.
Örneğin; bugün emperyalizmin değiştiği, demokratik emperyalizm denilerek dünya halkları yaşamış oldukları açlığın, yoksulluğun, sömürünün kader olduğu vb. söylemlerle kandırılmaya çalışılıyor. Doğru soru; Bugün dünyanın birçok ülkesinde yaşanan açlığın, zulmün, ölümlerin kimler tarafından yapıldığı, nedenlerini ve çözümünü soran, sorgulayan sorular sorulmalıdır.
Dayı bunun için: “Düşünen insan soru soran insandır. Sorular cevapları, cevaplar da gerçekleri açığa çı
karır” demiştir. Sorulara yön veren halkların penceresi, devrimci duruşumuz olmalıdır. Yoksa yalnızca egemenlerin açıklamalarına bakarak bir olay hakkında sorular sormak doğru değildir. Devrimciler sınıf mücadelesinde kendi bulundukları M-L ideolojisi çerçevesinde doğru sorular sorarak gerçek ve doğru bilgiye varırlar.
4-) Doğru Soru Sormada 5N 1K’nın Önemi Nedir?
“5N 1K” basın yayın alanında sık kullanılan bir formülasyondur. N ile başlayan 5 soru ve K ile başlayan 1 soru şunlardır.
Ne olmuş? Nasıl olmuş? Ne zaman olmuş? Niçin(hangi sebeple) olmuş? Nerede olmuş? Kim yapmış?
Her haber bu bilgileri kapsamalıdır. Bir haberde ancak bu bilgiler net olarak bulunuyorsa o haber üzerine yapılan yorum ve değerlendirmeler yerine oturtulabilir. Ve eğer bir haber genişletilecekse de önce bunları içermesine bakılmalıdır.
Eğer haberde bu unsurlar tamamsa haberimizin niteliğine ve hacmine, yayınlanma koşullarına uygun olarak genişletilebilir.
5N-1K, kendi sorduğumuz sorularda ve vereceğimiz cevaplarda da olmalıdır! 5N-1K’sız sorular ve cevaplar, doğru soru ve cevaplar değildir. Boşuna zaman kaybı olduğu gibi doğru cevaplara da ulaşmamızı engeller.
5-) Bu Düzen Neden Sormayan Sorgulamayan Nesil İstiyor?
Düzen ideolojik propaganda araçlarıyla halkı kandırıyor. Bütün ideolojik propaganda araçları devletin ve egemenlerin elindedir. Bunlarla gerçekleri gizler; yalan, demagoji ve ayrıca gözdağına dayalı propagandayla daha çocukluktan başlayıp halkın beynini yalanlarla doldurur.
Örneğin; düzen “böyle gelmiş böyle gider” anlayışını kitlelerde hakim kılmak ister. Halkın dikkatlerini
sömürü ve zulüm düzeninin dışında başka şeylere yöneltmek için her yola başvurur. Burjuvazinin yoz kültürünü halkı yozlaştırmak için kullanır. “Gemisini kurtaran kaptan” “sadece kendini düşün”, köşeyi dön”, “anı yaşa” vb gibi “ben” odaklı yoz anlayışı yerleştirmeye çalışır.
Uyuşturucu, cinsellik ve her türlü pespaye yaşam biçimini özgürlük adı altında beyinlere yerleştirir.
Çünkü uyuşan beyinler,”ben”i içselleştiren beyinlerdir aynı zamanda. Bu beyin sormaz, sorgulamaz. Bu durum egemenlerin istediğidir. Bu tür insanlar çok rahat yönlendirilir ve yönetilir.
Soran- sorgulayan beyin; açlığı, zulmü, işsizliği, adaletsizliği, yoksulluğun nedenlerini sorar, sorgular ve doğruya gider. Bu insan, yani her şeyi soran- sorgulayan insan, egemenler tarafından istenmez. Çünkü ahlaksızlıkları, hırsızlıkları, katillikleri, sömürüleri ortaya çıkaracaktır. Özcesi bu düzene göre sormayan-sorgula- mayan insanlar “en iyi“ insanlardır.
6-) “Devrimciler İlk Nedene Ulaşmak İçin Sürekli ‘Neden’ Sorusunu Sorarlar” Neden?
Neden sorusu bizim doğruya ulaşmadaki ilk sorumuzdur. İlk nedeni ortaya çıkardığımız zaman, sonuç bizi şaşırtmayacak çözümleri de ilk bulduğumuz nedenler üzerine kurabileceğiz. İlk nedenle bulmayıp da sadece sonuçla ilgilenirsek, gerçeğe varamayacağımız gibi, doğru çözümler de bulamayız.
Bu nedenle devrimciler hep ilk nedene ulaşmaya çalışırlar.
Normal olmayan şeylerin normal gibi gösterdiği, insanların beyinlerinin sayısız önyargılarla kuşatıldığı bunların sonucunda sömürü sistemindeki birçok şeyin kanıksandığı bir ortamda mücadele yürütüyoruz.
Devrimciler sınıfsal bakar! Kapitalizm ve faşizm gerçeğini akıldan çıkarmadan, sürekli neden sorusu sorulmalıdır.
Açlığın, zulmün, işsizliğin nedenlerini burjuvazi kader olarak söyler. Oysa yaşadığımız kapitalist toplumu sorgulayınca kader olmadığını biliyoruz!
50 milyon yoksul, 14 milyon açlık sınırı altında insanın yaşadığı ülkemizde “kalkındığımızdan” ekonomik olarak büyüdüğümüzden” “açlığın, yoksulluğun olmadığından” bahsediyor bu düzenin devamını isteyenler.
Neden sorusu çoğaldıkça, düzenin bu gerçeğini öğreneceğiz, çözümler bulacağız.
“Neden” sorusunu bir olayı, gelişmeyi durumu anlayabilmek için peş peşe sormalıyız. Çünkü; görünen, yüzeyde olan şey bizi yanıltabilir. Gerçeğe ulaşmak öze inebilmek için “Neden” sorusuna aldığımız her cevaba yine neden sorusunu sormalıyız. O bizi ilk nedene, yani sonuca ulaştıracaktır.
Tüm faaliyetlerimizde doğruya, ilk nedene ulaşmak için yani sonuca ulaşana kadar peşpeşe ‘neden’ sorularını sormalıyız!
7-) Soru Sormayan,
Doğru Sorularla Doğru Cevap Alamayanlar Hangi Bilgilerle Hayatlarına Yön Verirler?
Kitleler bu düzende yaşadıklarının; açlığın, yoksulluğun, adaletsizlik vb. nedenlerini, niçinlerini bilmemelidirler, hatta buna hiç kafa yorma- malıdırlar. Burjuvazi böyle ister. Kadercilik düşüncesini bunun için körükler. Kitleler için her şeyin “bilinmez, anlaşılmaz” hale dönüşmesini ister. Burjuvazi işsizlik, açlık, yoksulluk, adaletsizlik ve bunların nedenlerinin, niçinlerinin sorulmasını engeller ve kendi anlattıklarıyla yetinilmesini ister.
Bunun içindir ki, kitleler burjuvazinin yönlendirdikleriyle hayatlarına yön verir. Kitlelere gerçekleri, onlara bu düzeni sorup sorgulayan, nedenlerini, niçinlerini ve çözümünü anlatacak olan bizleriz.
Elbette bunların olabilmesi için, doğru soruları bizler sorup doğrulara öncelikle bizim ulaşmamız gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de, okumak, araştırmak, bilgilenmek önemlidir.
8-) Neden Ülkemiz Emperyalizme Bağımlıdır ve Faşizmle Yönetilmektedir?
1945’lerden sonra emperyalizmle girilen ilişkiler sonrasında, emperyalizmin yeni sömürgecilik yöntemiyle o tarihten itibaren emperyalizme ekonomik, siyasal, askeri vb. göbekten bağlı bir ülke olmuşuzdur. Ülkemizdeki bir avuç asalak, işbirlikçi tekelci burjuvanın kendi çıkarları için gerçekleşmiş olan bu ilişki sonucu, ülkemizin yeraltı, yerüstü tüm zenginlikleri, alınterimiz, emeğimiz, ulusal onurumuz emperyalizme satılmıştır. Bir yanda emperyalizm, diğer yanda işbirlikçisi oligarşi bizi sömürmektedir.
Bu bağımlılık ve çifte sömürü beraberinde ülkemizde açlık, yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik de her geçen gün büyümeye başlamıştır. Açlığın, zulmün olduğu yerde isyanlar, direnişlerde olacaktır elbette. İşte bu halk muhalefetinin meşru ve haklı mücadelesini bastırmak için baskıya, teröre, işkenceye yani zora dayalı yönetime ihtiyacı vardır. Bu da faşizmdir. Bazen açık icra eder, bazen gizli ama ülkemizde yönetim biçimi sürekli faşizmdir.
9-) Neden Nasıl Sömürülüyoruz?
Nasıl Örgütlenmeli ve Mücadele Etmeliyiz?
Ülkemiz emperyalizme göbekten bağımlı ve onların işbirlikçisi oligarşi tarafından yönetiliyor. Açlığımızın, yoksulluğumuzun, sömürünün nedeni emperyalizm ve oligarşidir.
Binlerce yıllık sınıf mücadelesi ve gerçekleşen devrim deneyimleri göstermiştir ki bir ülkede devrimci mücadeleyi ileriye taşımak ve devrimi gerçekleştirebilmek için örgütlenmek bir zorunluluktur. Her devrimci halka güvenmeli onların güvenini kazanmalı ve onları örgütlemeyi başarmalıdır.
Örgütleyeceğimiz halk kesimleri geniştir. Onları buluşturan ortak paydalarının en başında yoksulluk gelir. Çünkü egemenler servetlerine servet katarken halk her gün biraz daha yoksullaşır.
Devrim iddiası olan bir örgütün de, devrimden en çok çıkarı olan sınıf ve katmanlar başta olmak üzere tüm halk kesimleri içerisinde örgütlenil- mesi bir zorunluluktur.
Bu örgütlenme biçimleri halk meclisleri, halk komitelerinde, sendikalarda ve alanın, birimin, bölgenin özelliklerine uygun örgütlenmeleridir. Ve bu temelde emperyalizme ve faşizme karşı mücadele yürütülmelidir.
10-) Bu Düzen Nasıl Değişecek Sorusunun Bir Cevabı Var Mıdır?
Elbette vardır. Bu düzeni devrimle devireceğiz. Devrim mevcut egemen sınıfların iktidarının aşağıdan yukarıya halk hareketiyle zora dayalı olarak ele geçirilmesi ve ele geçirilen bu iktidar vasıtasıyla da yukarıdan aşağıya yeni bir toplumsal üretim ilişkisinin, yani sosyalist üretim ilişkilerinin örgütlenmesidir.
Devrime, örgütlenmiş halk ile ulaşacağız. Bu nedenle halkı, halk komitelerinde, halk meclislerinde örgüt- lemeliyiz.
Yürüyüş 468-syf.37-38-39
2-CÜRET
1-) Cüret ve Cüretli Olmak Nedir?
Cüretin TDK sözlüğünde karşılığı: “Yüreklilik, ataklık, cesaret, ataklık etmek, yürekli davranmak” olarak geçiyor. Cüretli olmak denilince akla gelen devrimci cürettir, yüreklilikle düşmandan hesap sormaktır. Atılganlıktır, en öne atılıp kavgaya koşmaktır.
Cüretli olmak; haklılığımıza, meşruluğumuza, halkın yaşadıklarının, vatanımızın parsel parsel satılmasının, şehitlerimizin hesabının sorulacağına sonsuz derecede inanmaktır.
Cüretli olmak; halka güvendir, kendine güvendir, bir adım değil, 5 adım öne çıkmaktır. Adaletsizliğe karşı “halkın adaleti” olmaktır.
Cüretli olmak; korkuları, zaafları yenmektir, eleştiriye-özeleştiriye, yoldaşlarına, hareketine karşı açık olmaktır. Ve yeni insan olma yolunda emin adımlarla yürümektir. Ve cüret tüm haksızlıkların karşısında olmak, bunun için bilinciyle ve inancıyla savaşı omuzlamaktır, mücadeleyi örgütleyebilmektir.
2- ) Kavgada Neden Cüretli Olmalıyız?
Emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı yürüttüğümüz kavgada cüretli olmak zorundayız. Cüretli olmazsak kaybeden, yok olan taraf biz oluruz.
Ezilen dünya halklarının, Türkiye halklarının umudu, Marksist-Leni- nist ideolojinin savunucuları olarak, tüm emperyalist saldırıların karşısına tarihsel haklılığımızla, sınıf bilincimizle, cüretimizle çıktık-çıkacağız.
Çünkü; bu kavga sınıf kavgasıdır, gerekirse bedel ödeyip, savaşı büyüterek nihai zafere taşıma kavgasıdır.
Çünkü; birbirine düşman iki sınıf vardır. Ve bu savaşta biri yok olacak.
Düşmanımızı yok etmek için cüretli olmak zorundayız. Bu kavgada açlığa, yoksulluğa, sömürü ve katliamlar yaratan bu düzene son verip yerine, Devrimci Halk İktidarını kurma kavgasıdır.
Haklı olan meşru olan bizleriz. Onun için de sonuna kadar cüretli olması gereken de bizler olacağız.
Kavgada cüretli olmalıyız. Çünkü; cüret atılganlıktır, militanlıktır, tarihsel ve sınıfsal haklılığımızın pratik kanıtıdır. Ki, kavgada cüretli olanlar kazanır.
Cüret, kurtuluştur, bağımsızlıktır, demokrasidir, özgürlüktür, sosyalizmdir. Halk ve vatan sevgisidir, yaşatılan adaletsizliklerin hesabını sormaktır. Bunun için onurlu ve şanlı kavgamızın nihai zaferi için cüretli olmalıyız.
3-) İdeolojik Olarak Cüret Nedir?
İdeolojik olarak cüret, ideolojik netliktir. Ve bu ideolojik netlik doğrultusunda, belirlenen stratejiyle hedefe ulaşmak için cüretle, inançla kavgayı büyütmektir, sonuç almaktır.
İdeolojik cüret, Marksizm- Leninizm’in ideolojisinin gücüyle, anti-emperyalist, anti-oli- garşik hedefli kavgayı sürdürmek, hiçbir kaygıya, yanılgıya düşmeden, tarihsel haklılıkla, sınıf bilincinden şaşmadan, iktidar hedefinin önüne çıkarılan tüm engelleri bir bir aşmaktır.
İdeolojik olarak cüret: “Söylediğini yapmak yaptığını savunmaktır… İdeolojisinden, ilke ve kurallarından ödün vermeden, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin her türlü saldırısına, oyalama taktiklerine, demokrasicilik oyunlarına karşı pragmatizme düşmeden, yaratılan açlığın, yoksulluğun, adaletsizliğin hesabını sormak ve milyonların adalet özlemine tercüman olmaktır. İdeolojik cüret, milyonlarca insana iktidar hedefini gösterip örgütlemektir.
İdeolojik cüretin adı bugün M-L ideolojiden bir milim bile sapmadan silahlı mücadeleyi her koşulda büyüten devrim ve sosyalizm kavgasını büyüten Cephe’dir.
4-) Politik Olarak Cüret Nedir?
Politik olarak cüret; her şart altında koşullara teslim olmadan ve düşman saldırısının boyutu ne olursa olsun teslimiyete düşmemektir. Tüm, bedelleri göze alıp halkın adaleti ve direniş geleneğinin bir halkası olmaktır. Çünkü tarihi direnenler yazar. Bu tarihin yaratılmasının gücü politik cürettir, boyun eğmemektir.
Politik cüret; politikalarına inanıp, bu politikalar etrafında halkı örgütleyip, savaşı büyütmektir.
Emperyalizmin ve işbirlikçisinin yozlaştırma başta olmak üzere tüm saldırıları halka olduğu gibi aynı zamanda bizim politik düşüncemizedir. Politik cüret ise, bu saldırıların karşısında aldığımız tavır, ortaya koyduğumuz politikanın ve stratejimizin pratikte de uygulaması ve savaşımı-
zın büyümesidir.
Politik cüret; düşman cephesini zayıflatmak, halkın cephesini büyütüp bu düzenin yıkılmasını sağlamak içindir.
5-) Mahir ve Dayı Cüretin Adıdır Aynı Zamanda Neden?
Mahir ve Dayı cüretin adıdır. Çünkü Mahir ve Dayı demek devrim demektir. Anadolu ihtilalinin büyü- tülmesidir. 45 yıllık tarihimizin yaratıcılarıdır Mahir ve Dayı’mız.
Mahir Çayan, cüretiyle bu kavga ateşini yakan olmuş, Dayı’mız kavga ateşini büyüterek cüreti kitlesel- leştirmiştir. Bunun içindir ki, Mahir ve Dayı’nın adları aynı zamanda kavgada cüretle anılmaktadır.
Mahir ve Dayı; emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye vurdukları darbelerle dünya halklarına umut oldukları için cüretin adı oldular. Emperyalizmin vatan topraklarımızı işgal etmelerinin hesabını sorup cüret ve adaletin adı oldular.
En zor koşullarında dahi, tüm imkânsızlıklara rağmen tarih yazdıkları için cüretin adı oldular.
6-) “Cephe’nin Tarihi Cüretle Dolu Bir Tarihtir” Sözünden Ne Anlıyoruz?
Cephe’nin tarihi cüretle doludur. Çünkü; tam 45 yıldır bu topraklarda sosyalizm umudunu milyonlara taşıyan ve adaletsizliklerin karşısında halkın adaleti olandır. Cephe “söylediğini yapan, yaptığını savunan”, ideolojisinden, stratejisinden bir milim dahi sapmadan kavgayı omuzlayan, direnişleri yaratıp zaferler kazandıran, düşmana geri adımlar attırandır.
Anti-emperyalist cepheyi geliştirmek için bedel ödeyen, emperyalizmden, işbirlikçi oligarşiden yaptıkları katliamların hesabını sorandır ve Kızıldere’den 1984, 1996, 2000-2007 ölüm oruçlarına ve bugünlere kadar girdiği tüm direnişlerde cüretle, emin adımlarla yürüyen, ilkler yaratan, öncülük eden Cephe’mizin tarihi, cüretle dolu bir tarihi ve can-kan bedeli yaratılmıştır. Son rehine eylemiyle Bahtiyar ve Şafak, işbirlikçi AKP’nin katil polislerinin korkulu rüyası olmuş Elif cüretin adı olmuştur. Bu yüzdendir ki, Cephe’nin ve Cephelinin adı hep cüretle anılır.
7-) “İktidar İddiasına Sahip Olanlar Cüretli Olur” Derken
Ne Demek İstiyoruz?
İktidar iddiası olanlar, tüm bedelleri göze alanlardır. Düşman saldırılarına karşı, dik durup, halkı örgütleyecek devrimci şiddetle karşı çıkanlardır.
Bizim gibi yeni sömürge ülkelerde, hem emperyalizme, hem de oligarşiye karşı verilen kavganın yürüten iktidar hedefli savaşın nihai zafere ulaşması için, cüretli olmak zorundayız. İktidar iddiasına sahip olanlar cüretli olmak zorunda yoksa düşman saldırısı karşısında yok olurlar.
Cephe her koşulda iktidar iddiasından bir milim sapmadığı için cüretlidir. Cüretimizi M-L ideolojisinden, bu doğrultuda şekillenen stratejimizden ve hedefimizden alıyoruz.
8-) Düşmandan Tüm Ezilen Halkların Hesabını
Sormak İçin Cüretli Olmak Ne Demektir?
Emperyalistlere ve işbirlikçilerine “Halkın da bir adaleti var” dedirtmektir cüretli olmak.
Her geçen gün büyüyen, açlığın, yoksulluğun, katmerleşen sömürünün karşısında, halkların örgütlü gücü olabilmektir cüretli olmaktır.
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yarattığı çelişkileri derinleştirmek, iktidar hedefini gösterip sınıf bilincini taşımaktır ezilen halklara cüretli olmak.
9-) Devrimci Halk İktidarı İçin, Mücadeleyi Büyütmek İçin Cüretli Olmaktan Ne Anlıyoruz?
Devrimci Halk İktidarı için cüretli olmayı “Güçlü olan emperyalizm değil halklardır” diyen, Dayı’mızın cüretini anlıyoruz. Ve emperyalizme, işbirlikçisi oligarşiye karşı savaşı her geçen gün daha da büyütmeyi” halkı savaştırmak, savaşı halklaştırmak için iktidar perspektifiyle hareket edip, anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeleyi örgütleyip savaşı nihai zafere taşımayı anlıyoruz.
Düşman saldırıları karşısında sonuna kadar direnmeyi emperyalizme ve oligarşinin psikolojik, ideolojik saldırısının karşısında, meşruluğumuza, iktidar bilincimizle M-L ideolojimizle emin adımlarla devrime, sosyalizme yürümeyi anlıyoruz.
10-) Kolektif Olmadan Cüretli Olunabilir Mi? Cüret Bireysel Midir?
Kelime olarak düşünüldüğünde bireysel bir anlama gelebilir. Ama tam tersi, cüreti ortaya çıkartan kolektivizmdir. Cüret etmek bir Cepheli için bireysel bir eylem değil, kolektif bir eylemdir.
Yine cüretle birlikte ortaya çıkan yaratıcılığın gücü de yine bu kolektivizm de gizlidir.
Yürüyüş469-syf.38-39
3-İRADİ OLMAK
1-) İrade nedir?
İrade Türkçe sözlükte “bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü-is- tenç” olarak tanımlanıyor.
Dayı irade için; “emek ve cürettir” diyor.
İrade, karar verilen herhangi bir amaca veya hedefe ulaşma isteği, gücü, kararlılığıdır.
2-) İradi olmak ne demektir?
– İradi olmak kısacası alınan bir kararı hedefe götürmede, sonuç almada, istençli, kararlı olmaktır.
Mesela Cephe iradesi, 122 şehit ve 500’den fazla sakat-gazi pahasına, yalnız kalmasına rağmen iradi olarak Büyük Direnişi zafere kadar sürdürmüştür. 22 Ocak 2007’de oligarşiye kabul ettirilen 45/1 Nolu Genelge ile haftalık 10 saatlik sohbet hakkı kazanılarak tecritte gedikler açılmıştır. Siyasi olarak da emperyalizmin devrim ve sosyalizm düşüncemizi, iktidar iddiamızı teslim alma saldırısına boyun eğilmemiş, devrim inancımız ve örgütlülüğümüz korunarak, büyük bir zafer elde etmiştir. Zaferin mayasında Dayı’nın önderliğinde somutlanan Cephe’nin iradesi vardır.
3-) Bir kararı uygulamadairadi olmanın önemi nedir?
– Alınan kararı uygulamak için sonuna kadar sağa-sola sapmadan ve en iyi şekilde hayata geçirebilmek için, iradi olmak şarttır. Aksi hüsrandır.
Mesela oportünistler, reformistler hiçbir karan, hiçbir zaman sonuna kadar iradi olarak uygulayamazlar. Çünkü iradeleri zayıftır, ideolojik olarak güçsüz ve inançsızdırlar.
Cephe’de ise 7 yıl boyunca bir direnişi (Büyük Ölüm Orucu Direnişi) içerisiyle-dışansıyla sansürleri, cezaları, saldırıları, katliamları göğüsleyerek sürdürme iradesi vardır. “Nasıl olsa halk bilmiyor,, kimse duymuyor, kimse farkında değil” vb. gibi inançsız, umutsuz duygulara yer yoktur Cephe kültüründe. Halka, zafere inanmayanlar bir tas çorbaya inançlarını satmışlardır. Cephe ise ihanetlere, herkese-her şeye rağmen direnişi zafere ulaştırmıştır.
İradi olmak zaferin olmazsa olmazı, direniş ve zaferlerin en önemli özelliklerindendir.
4-) Nasıl bir örgüt devrimi gerçekleştirme iradesine sahip olur?
-Birincisi, iktidar iddiasına sahip olmayan bir örgüt devrim yapamaz.
İkincisi; M-L devrim anlayışına sahip olmayan bir örgüt devrim yapamaz.
Üçüncüsü; kendi ülke koşullarına göre devrim stratejisine sahip olmayan, bu stratejiyi hayata geçirecek bir örgütlülüğe sahip olmayan, örgüt stratejisine uygun taktik ve politikaları hayata geçirecek kadrolara sahip olmayan bir örgüt devrim gerçekleştiremez. Devrim yapma iradesine de sahip olamaz.
5-) Cephe’nin iradesine tabi olmak ne demektir?
-Her şeyden önce, devrim istemek ve inanmaktır. Devrimin iradesi olan Cephe’nin iradesi, tüm iradelerin üstünde temel iradedir. Devrim ve iktidar iddiası, inancı olan tüm devrimciler, Cepheliler kayıtsız şartsız Cephe’nin iradesine tabi olmak zorundadır. Eğer bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülkede yaşamak, halka ve vatana ekmek, adalet ve özgürlük getirmek istiyorsa, Cephe’nin M-L iradesine tabi olmak artık bir gönüllülük değil tarihsel ve siyasal bir zorunluluktur.
6-) Kendiliğindenliğin tersi olan iradilik nedir?
Kendiliğindenlik örgütsüzlüktür. İradesizliktir, başka iradelere tabii olmaktır. Düzenden yana olmaktır.
İradilik ise öncelikle örgütlü olmaktır. Geli şmektir; kendiliğindenlik ne kadar düzenden yanaysa, iradilik bir o kadar devrimcidir. İstek, ısrar, denetim, disiplin, plan-program, iktidar perspektifli bakış açısı, emek ve cüret ira- diliğe has özelliklerdir. Ve tüm bunlar örgütlü düşünen, örgütlü yaşayan bir beynin ürünleridir. Düşünme şeklidir.
7-) İradi olmak için ne gereklidir?
– İradi olmak için öncelikle cüretli ve emekçi olmak gereklidir. Kararlılık, ısrar, vazgeçmeme, M-L’ye, devrime, örgütüne, halka sonuna kadar inanç ve bağlılık gereklidir. Feda ruhu ile Cephe saflarında mücadele edenler, ideolojik donanımını güçlendirenler iradidir. Verilen kararlan da eksiksiz yerine getirmek için var güçleriyle çalışırlar ve işi asla şansa, amalara, fakatlara, ancaklara bırakmazlar.
8-) Halkların ortak iradesi olan Cephe’nin kararlarına harfiyen uyup talimatlarını uygulamak ile iradi olmanın arasındaki bağ nedir?
– İradi olmayı başarabilen her Cepheli, Cephe’nin kararlarını ve talimatlarını harfiyen uygular ve yerine getirebilmek için insanüstü, çaba harcar. İradi olmak bir işi sonuçlandırmanın ve zaferin anahtarıdır.
9-) Cephe’nin iradesine tabi olmayanlar ve uymayanlar, hangi iradeye tabidirler ve hizmet etmektedirler?
– İki sınıf, iki ideoloji, iki sistem vardır. Biri işçi sınıfıdır; ideolojisi ise Marksist-Leninist sosyalizm anlayışıdır. İkincisi burjuvazidir; ideolojisi ise kapitalizmdir.
İki irade, iki düzen bizim tercihimiz dışında zaten vardır ve çatışmaktadır. Biz bu çatışmada ezilenlerin, yoksulların, işçi sınıfının yanındayız. Çünkü sömürü düzenini ve sahiplerini yok etmek istiyoruz. Sosyalizmi yaşamak istiyoruz. İrademiz ya işçi sınıfının, yoksul halkların emrine girecek ya da kapitalist düzenin sahipleri burjuvazinin, emperyalistlerin, ara yol yoktur.
Bugün ülkemizde ve tüm dünyada yoksulların, ezilenlerin baskı, zulüm ve sömürüden kurtuluş bulgusunu ve iradesini temsil eden Cephe’dir. Bu yüzdendir ki, Cephe’nin iradesini yok sayanlar düzenin, emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşinin, faşist AKP’nin iradesine dolaylı veya dolaysız; bilerek veya bilmeyerek, girmiştir ve hizmet ediyor demektir.
Cephe iradesine tabi olmamak, düzenin iradesine girmek ve hizmet etmek demektir.
10-) Bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülke kurma savaşında 45 yıldır, kesintisiz bir şekilde iradi, kararlı, uzlaşmaz bir mücadele yürüten Cephe’nin iradesine tabi olmanın devrimci mü
cadele açısından önemi nedir?
– Cephe’nin önderlik ettiği devrim cephesine güç katmak, umudu ve kavgayı büyütmek için Cephe’nin iradesine amasız, ancaksız tabi olmak çok önemlidir ve zorunluluktur. Zira devrimci mücadelenin önderi Cephe’nin safları sıklaştıkça emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşinin, faşist AKP’nin safları seyrekleşecek, devrim süreci daha da hızlanacak ve büyük zafer daha da yaklaşacaktır.
Yürüyüş470-sf-34-35
4-Düzen Partileri ve Onlara Oy Veren Kitleler
1-) Seçimler, parlamento ve düzen partileri kitleler için kurtuluş mudur?
Seçimler, parlamento ve düzen partileri kitlelere kurtuluş, umut olarak gösteriliyor. Oligarşik düzen kendi alternatifinin olmadığını, tek çözümünün bu düzende ve düzenin kurumlarında olduğunun sürekli propagandasını yapıp, kitlelerin bilincini bulandırıyor. Oysa, gerçek böyle değildir. Oligarşinin seçim sandıklarından parlamentosundan ve düzen partilerinden kitleler için demokrasi, adalet, özgürlük çıkmaz. Çünkü, oligarşik iktidarın parlamento dahil tüm kurumlan bağımlısı oldukları emperyalist tekellerin ve kendilerinin 77 milyon halkımızın sömürülmesi için çalıştırılmaktadır. Kitlelerin kurtuluşu, sömürü düzenine son verecek olan Devrimci Halk İktidarı’nda, sosyalizmdedir.
2-) Düzen partileri kitleleri nasıl aldatıp oy avcılığı yaparlar?
Düzen partileri kitleleri, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, adaletsizliğe çözüm bulacağı yalan ve demagojileri yaparak; yine kitlelerin dini, mezhepsel ve ulusal özelliklerine seslenerek oy avcılığı yaparlar. Oy alabilmek için bol bol “demokrasi”, “özgürlük” vaadlerinde bulunurlar. İktidara geldiklerinde tüm sorunları bir çırpıda çözeceklerini iddia ederler. Bu söylemleri besleyen mitingler, konserler, reklamlar, afişler kullanırlar. Öyle ki seçimler yaklaşınca düzen partilerinin liderleri, halkın arasına karışırlar, çat kapı ev ev dolaşıp, sözde halktan insanların akşam yemeğine konuk olurlar. Bu konularda o kadar ileri giderler ki, devrimcilerin kullandığı söylemleri (ekmek, adalet, özgürlükvb.) kullanmaktan da çekinmezler.
Fakat, iktidara gelince tüm bunları unutup, mecliste emperyalizm ve oligarşi için canhıraş çalışmaya devam eder, halkın açlığının, yoksulluğunun, adaletsizliğinin doğrudan sorumlusu olurlar.
3-) Halk düzen partilerine neden oy verir?
Düzen partilerinin demagojilerinin, yalanlarının yanısıra onyıllardır kitlelerin çeşitli sağ-sol partiler arasında bölünmesi de vardır. Kitlelere sözde kurtarıcı olarak bu düzen partileri gösterilir. Örneğin, onyıllardır CHP, AKP, MHP vb. düzen partileri sağ ya da sol söylemlerle kitlelerden oy almaktadırlar. Kitleler, henüz maddi bir güce ulaşmış devrimci bir alternatif bulamadıkları ve düzen partilerinin, parlamentonun gerçek niteliğini tam göremedikleri için ehven-i şer mantığıyla hareket edip, düzen partilerine oy verirler.
4-) Kitleler düzen partilerinden memnun mudur?
Elbette hayır! Halkın hiç de küçümsenmeyecek kesiminden düzen partilerine ilişkin “bunların hepsi aynı“, “bunların hepsi yiyici” gibi söylemleri sıkça duyarız. Düzen partilerinin yalancı, sahtekar, hırsız, rüşvetçi olduğunu, iktidara gelince va- adlerini unuttuğunu kitleler her gün yaşamlarından süzülen tarihsel bilgeliğinden biliyorlar. Kısacası, kitleler memnun değildir düzen partilerinden. Fakat, bugün mevcut durumda kitlelerin düzen partilerinin gerçek yüzlerini tam olarak gördükleri, parlamenter çözümleri reddettikleri sonucu çıkmamalıdır. Böyle olsaydı, sınıf mücadelesi farklı seyir izleyecek bir duruma, iktidar alternatifi bir duruma gelmiş olurdu.
5-) Düzen partileri kitleleri ne kadar aldatabilir?
Düzen partileri sürgit kitleleri aldatamazlar. Nitekim, bir seçimde yüzde 21 oy alan bir partinin, bir son
raki seçimde oyları yüzde 3’lere dü- şebilmektedir. Dünün iktidar partileri olan ANAP, DSP, RP (bugün Saadet Partisi) bugün isimleri dahi bilinmez. Ya da oyları düşmüştür. Yine 13 yıldır iktidar olan AKP’yi düşünelim. AKP’ye oy verip de, kısa süre sonra “Elim kırılsaydı oy vermeseydim” diyen insanların sayısı hiç de az değildir. Fakat, devrimci bir alternatifin olmadığı koşullarda, kitleler şu ya da bu düzen partisinin yalan ve demagojilerini farkedip, aldatmacasına kanmasa da, dönüp dolaşıp benzer bir düzen partisine oy vermesi de kaçınılmaz oluyor.
6-) Düzen partilerine oy veren kitleleri nasıl değerlendiriyoruz?
Her şeyden önce, düzen partilerine oy veren halk kesimlerini “düşman” olarak görmeyiz. En temelde bakışımız “Halk, devrimin gücüdür. Belli kesimlerin düşman saflarında yer alışı geçicidir.” (Yürüyüş, Sayı:219, syf:32)
Biz kitleleri örgütledikçe, ayrımsız onlara ulaştıkça, bir alternatif oldukça, kitleler gerçekleri görecek ve düzen partilerinden kopacaklardır. Bu yanıyla düzen partilerine oy veren kitleler düşmanımız değil, kazanmamız, devrim safına katmamız gereken kesimlerdir.
7-) Düzen partilerini kitlelere nasıl teşhir edeceğiz?
Her şeyden önce mahallelerde, ilçelerde, şehirlerde, bölgelerde düzen partileri ne yapıyor, kitlelere yaklaşımları, vaadleri nelerdir bunu bilmeliyiz. Ayrıca buralarda nasıl bir örgütleme içerisinde, hangi kesimlere yönelik çalışma yaptıkları, devrimcilere karşı özel bir söylem geliştirip geliştiremediklerini bilmeliyiz. Tüm bunlar o alandaki çalışmalarımızda teşhir malzemesi olacaktır. Ve afişlerimizle, pankartlarımızla, çeşitli aji- tasyon ve propagandamızla, mahallelerde düzen partilerinin kitlelerle teması sırasında teşhir etmeliyiz. Bu şekilde kitlelere düzen partilerinin gerçek yüzünü ve devrim, sosyalizm al-
tematifini göstermeliyiz.
Düzen partilerine karşı mücadele sadece bunlarla da sınırlı kalamaz. Ve yine ‘düzen partisi’ diye tüm partilere yönelik teşhir faaliyetlerimiz aynı olamaz.
Örneğin; AKP, MHP gibi tescilli faşist gerici partileri örgütlü olduğumuz mahallelere sokmamalıyız. Seçim faaliyetlerine izin vermemeliyiz. Devrimci şiddet eylemleriyle halk düşmanı politikalarının, geçmişte devrimcilere karşı yaptıkları katliamların hesabını sormalıyız. Yani sadece “teşhir”i içeren bir propo- ganda değil, hesap soran devrimci şiddet eylemleri ile de halka bu partilerin gerçek yüzlerini göstermeliyiz…
Yine CHP’nin de cumhuriyetin kuruluşundan beri tüm halk düşmanı politikaların altında imzası vardır… 12 Eylül öncesi ve sonrası devletin tüm katliam politikalarının ya bizzat içinde olmuşlardır ya da onay vermişlerdir… 1990’lı yıllarda koalisyon hükümeti içinde yer alırken Ankara’da üç Devrimci Sol savaşçısının katledilmesine CHP’li İnsan Hakları Bakanı Mehmet Kahraman canlı tanıklık yapmıştır… Maraş Katliamı’nda, Sivas Katliamı’nda, Buca, Ulucanlar, 19 Aralık gibi hapishaneler katliamlarında, 90’lı yıllardaki kayıplarda, yargısız infazlarda hükümet ortağı olarak doğrudan sorumluluğu olan bir partidir…
CHP’ye oy veren kitleler büyük oranla bu katliamlara uğrayan devrimci, sol kesimlerin yakınlarıdır. Bu yanıyla CHP’nin gerçek yüzünü halkımıza teşhir etmeliyiz…
8-) Düzen partilerinden kopan kitleleri nasıl, nerede örgütleyeceğiz?
Şu bir gerçek, ne tür demagoji yapıp, yalan söylerlerse söylesinler, hangi vaadlerde bulunurlarsa bulunsunlar, düzen partileri kitleleri kendine sonuna kadar yedekleyemezler, etraflarında tutamazlar.
Bunun sonucudur ki, kitleler çözümü ya başka benzer partiye gitmekte ya da tümden düzen partilerinden kopmakta buluyorlar. Nitekim ülkemizdeki seçimlerde ciddi bir seçime katılmama oranı vardır. Bu oran zaman zaman yüzde 20-251ere kadar yükselebilmektedir. Bu durumun nedeni oportünistlerin iddia ettiği gibi ne kitlelerin düzen partilerinden tümden umudu kesmesi, ne de devrimcilerin “boykot” çağrısının sonucudur. Seçimlere katılmayanların bir kısmı apolitikleşmenin, duyarsızlaşmanın sonucu katılmazken, diğer kısmı düzenden ve düzen partilerinden artık bir beklentisi kalmayan kesimlerdir.
Düzen partilerine oy verenler ya da şu bu nedenle oy vermeyenlerin hepsi, aslında bizim örgütlememiz gereken kesimlerdir. Tüm bunlara ulaşıp, Halk Meclislerinde örgütlemek ve bu örgütlenmeleri büyütmek öncelikli görevlerimiz arasındadır.
9-) ”Seçimler, düzen partileri kurtuluşu sağlayamaz” diyoruz. Alternatifini nasıl göstereceğiz?
Bu düzen ve bu düzeni oluşturan tüm kurumlar halkın hiçbir sorununu çözemez. Ne seçimler, ne de düzen partileri de halka bir şey vermez, halkın yoksulluktan, açlıktan, adaletsizlikten kurtuluşunu sağlayamaz.
Halkın kurtuluşu devrimdedir. Devrimci Halk İktidarı’nda ve sosyalizmdedir. Devrimin asli gücü de
kitlelerdir, yani ustaların dediği gibi “devrim kitlelerin eseridir.”
Düzen partileri bu yüzden durmaksızın kitleleri örgütlemek, düzene yedeklemek için çalışıyor. Biz onlardan daha fazla çalışmalıyız. Şunu unutmamalıyız; her kapıyı çalabilir, 77 milyonu örgütleyebiliriz. Gerçeği, iyiyi, güzeli biz savunuyoruz. Kitlelere; kendi ülkemizde köle bir halk haline getirildiğimizi, ülkemizin emperyalizmin yeni sömürgesi olduğunu, işbirlikçi oligarşi tarafından faşizmle yönetildiğini, iktidara hangi düzen partisi gelirse gelsin bu tabloyu değiştirmediğini, tam tersi emperyalizm ve oligarşi için canhıraş çalıştıklarım anlatmalıyız. Ve tüm bunlardan kurtuluşun daha fazla ör- gütlenmekte ve mücadelede, Devrimci Halk İktidarı’nda olduğunu göstermeliyiz.
10-) Halk meclislerini nasıl alternatif haline getireceğiz?
Halk meclisleri, halkın meşru ve öz örgütlenmeleridir. Kitleler halk meclislerinde söz ve karar haklarını kullanıp, kendi kendilerini yönetme becerisini kazanacaktır. Böylece aslında bu düzenin tüm kuramlarına ihtiyaç duyulmadığını, halkın kendi iktidarında pekala kendi kendilerini yöneteceklerini görecektir.
Tüm bunların olabilmesi için kitleleri halk meclislerinde örgütleme- liyiz. Bu düzenin ve bu düzene ait tüm kuramların alternatifinin halk meclisleri olduğunu göstermeliyiz. Düzen partilerini, seçimlerini, sürekli tepiştikleri ahırları olan parlamentolarını reddetmeli, yaşamın her alanında kurduğumuz meclislerde kendi kendimizi yönetebileceğimizi, yeterince güçlenince de halkın iktidarını, Demokratik Halk Devrimi ile kuracağımızı anlatabilmeliyiz.
Yürüyüş471-syf.32-33
5-Savaş
1-) Savaş nedir?
“Savaş politikaların başka araçlarla sürdürülmesidir.”(Clausewitz)
“Savaş siyasetin devamıdır. Bu anlamda savaş siyasettir ve savaşın kendisi siyasi bir eylemdir, eski zamanlardan bu yana siyasi nitelik taşımayan tek bir savaş görülmemiştir.” (Mao)
Clausewitz’in dediği biçimiyle “savaş, çok daha büyük çapta olmak üzere, düellodan başka bir şey değildir. Bir savaşı oluşturan sayısız kişisel düelloları tek bir kavram içinde toplamak istersek, iki güreşçiyi düşünmemiz uygun olur. Her biri fizik gücü sayesinde, diğerini iradesine boyun eğdirmeye çalışır; en yakın amacı hasmını alt etmek, yıkmak, böylece tüm direnişini yok etmektir. Savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir.”
Tarih boyunca yaşanan tüm savaşlarda politik bir nitelik vardır. Hangi görünümde yapılıyor olursa olsun tüm savaşlar temelde sınıf savaşıdır. “Bölgesel savaşlar”, “dünya savaşları”, “din savaşları”, “mezhep savaşları” olarak adlandırılan tüm savaşlar, sınıfsal çelişkilerin, iktidar kavgalarının doğrudan veya dolaylı sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
2-) Kaç türlü savaş vardır ve temsilcileri kimlerdir?
Marksist-Leninistler savaşları ikiye ayırır: Haklı savaşlar, haksız savaşlar. Bu ayrım yapılmadan hiçbir savaş doğru değerlendirilemez. Doğru değerlendirilemeyen bir savaş karşısında yer alınacak saf da doğru olmayacaktır.
Varolan savaş karşısında; “Savaş kimler arasında veriliyor? Savaşı hangi politikalar yönlendiriyor? Savaş kimin çıkarına hizmet ediyor?
Emperyalistlerin yürüttüğü bir savaş mı, sömürülen halkların emperyalistlere karşı kurtuluşu için verilen bir savaş mı? Sömürücü azınlığın sömürüsünü sürdürmek için yürüttüğü bir savaş mı, yoksa sömürülen halkların kendi iktidarı için yürüttüğü devrimci bir savaş mı?” sorularını sormalıyız. İşte bu sorular bizi doğru bir değerlendirmeye götürecektir.
”Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları, her zaman barbarca ve insanlıktan uzak bularak mahkum etmişlerdir. Ancak bizim savaşa karşı tutumumuz, (barışı destekleyip savunan) burjuva pasifistlerden de, anarşistlerden de temelde ayrılır. Biz, savaş ile bir ülkedeki sınıf mücadelesi arasındaki kaçınılmaz bağı gördüğümüz için onlardan farklıyız; biz sınıflar ortadan kalkıp sosyalizm kurulmadıkça savaşların ortadan kalkmayacağını biliyoruz; biz ayrıca iç savaşları, yani ezilen sınıfın ezen sınıfa, kölenin köle sahibine, serfin toprak beyine ve işçilerin burjuvaziye karşı verdiği savaşları tamamen ilerici ve zorunlu kabul ettiğimiz için de onlardan ayrılıyoruz” diyen Lenin bu noktada ve savaşlara nasıl bakılması gerektiğini çok net ifade ediyor.
Dün olduğu gibi bugün de “haklı savaşlar” dediğimiz savaşlar sömürülen halkların emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı verdiği devrimci savaşlardır ve sömürülen halkları temsil eder. “Haksız savaşlar”ı ise emperyalistler ve işbirlikçileri temsil eder. İlerici her savaş haklıdır ve ilerlemeye engel olan her
savaş haksızdır.
3-) Emperyalist savaşların özü nedir?
Emperyalistler yaşadıkları
pazar sorunu nedeniyle savaşlara girerler. Emperyalizmin yönete- meme krizi süreklidir. Sürekli bir bunalım halindedir. Bu da sürekli bir pazar ihtiyacını doğurur. Emperyalistler tekeller için yeni pazarlar elde etmek ve mevcut pazarları koruyabilmek için savaşır. Savaş, emperyalizmin doğası gereğidir.
Emperyalistler iki nedenden ötürü savaşır. Birincisi; halkları köleleştirmek, sömürgeleştirmek ve sömürgelerini korumak için. İkincisi; kendi aralarında pazar paylaşımı için bölgesel veya dünya çapında savaşır.
Sömürü ve emperyalist tekellerin çıkarları için halklara karşı savaşmak, tüm emperyalistlerin ortak niteliğidir.
“Karışıklıklar çıkarmak, yenilgiye uğramak, yeniden karışıklıklar çıkarmak, yeniden yenilgiye uğramak ve onların yok olmalarına kadar hep böyle davranmak, halkların davasına karşı emperyalistlerin ve dünyadaki bütün gericilerin mantığı işte budur ve onlar hiçbir zaman da bu mantıktan ayrılmayacaklardır. (…)
Savaşmak, başarısızlığa uğramak, yeniden savaşmak, zafere ulaşana kadar böyle davranmak, işte halkların mantığı budur, halk da hiçbir zaman bu mantıktan ayrılmayacaktır.” (Mao)
4-) 1. ve 2. Paylaşım Savaşlarının nedenleri ve sonuçları nelerdir?
Tekelci kapitalizm, elinde biriken sermayeyi akıtacak yeni pazarlar bulmak zorundadır. Sermayesini işletemezse kar elde edemez. Bu da kapitalizmin krizi demektir. Yaşadığı krizi çözememek emperyalizmin sonu demektir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı işte bu nedenle ve bu koşullarda çıkarılmıştır. Burjuvazinin anlattığı gibi 1. Dünya Savaşı değildir. Bu savaş emperyalistler arası dünyanın yeniden paylaşılması savaşıdır. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı 1914-1918 yılları arasında olmuştur. Bu savaşta 70 milyon kişi silah altına alındı. Savaşta 10 milyon insan öldü. 20 milyondan fazla insan sakat kaldı. Emperyalist tekeller, alabildiğine büyüyüp güçlendiler.
Emperyalistler 1920’lerin sonlarında o güne kadar yaşadığı krizlerin en büyüklerinden birini yaşamaya başladı, krizin derinleşmesiyle emperyalist ekonomiler sarsıldı, işsizlik, yoksulluk çığ gibi büyüdü. Bunalım her geçen gün şiddetleniyordu. Krizlerin süreklileşmesi, halkların memnuniyetsizliğini
büyütüyor ve işçi sınıfının mücadelesi, halk hareketleri gelişiyordu. Burjuvazi hem işçi sınıfının mücadelesi hem de yaşadığı krize karşılık faşizm silahını öne sürdü. Ve İtalya, Almanya ve Japonya’da faşizmi iktidar yaptı. Faşizmin iktidar olmasıyla silahlanma daha da arttırıldı. Ve 2. Paylaşım Savaşı için hazırlıklar hızlandırıldı. Almanya, İtalya ve Japonya’nın bir taraf olarak başlattıkları 2. Paylaşım Savaşı 1939-1945 yılları arasında olmuştur. Bu savaşta 24’ü Sovyet halkı olmak üzere 54 milyon insan öldü, 35 milyon insan sakat kaldı.
Her iki paylaşım savaşı da emperyalistlerin bunalımlarını ortadan kaldırmamıştır. Aksine savaşlar sonrası peş peşe birçok ülkede Demokratik Halk İktidarları kuruldu. Emperyalist ler pazar alanlarının büyük bir bölümünü yitirmiş oldular.
Ve bugün emperyalizm 3. bunalım dönemini yaşamaktadır.
5-) Emperyalizm halka karşı ne tür savaşlar yürütür?
1900’lerin başında var olan emperyalizm ile ezilen dünya halkları arasındaki çelişki her geçen gün derinleşti. Var olan bu çelişkiyi halklar kendi çıkarları doğrultusunda çözmesin diye emperyalizm her türlü yolu, yöntemi denedi. Ekonomik, askeri, politik, ideolojik, psikolojik her alanda saldırılarını arttırarak bugünlere geldi.
Emperyalizm, belli kurgularla uyguladığı zorbalığı, kendini halkın gözünde haklı gösterecek yöntemler geliştirirken, bağımlı halklar üstünde de zihinsel, ideolojik egemenlik kurmaya yönelir. Zihinsel anlamda bir egemenlik yaratamadığı sürece emperyalizmin sıradan ve meşru hale gelmesi mümkün değildir.
Emperyalizm açısından sorun yalnızca askeri ekonomik zoru uygulamak değildir. İdeolojik, politik olarak ve psikolojik savaş yöntemleriyle daha etkili olacağını bilmektedir. Ve bu nedenle de askeri yöntem dışında ideolojik, psikolojik savaş yöntemlerini de uygulamaktadır.
6-) Psikolojik savaş nedir? Emperyalizm böyle bir savaşı neden yürütür?
Psikolojik savaş; “Bir ulusun, savaş haricinde, propaganda ve etkinliklerden planlı bir şekilde yararlanarak, yabancı grupların görüşlerini, tavırlarını, duygu ve davranışlarını kendi ulusal amaçları doğrultusunda etkilemeyi amaçlayan düşünce ve bilgileri iletmesidir.” (Parayı Verdi Düdüğü Çaldı)
Emperyalizmin uyguladığı psikolojik savaşın hedefleri şunlardır:
1- Halkların örgütlerini, isyan geleneklerini, direniş ruhlarını, inançlarını, kültürlerini yok etmek.
2- Var olan örgütlenmeler arasında, taraflar arasında anlaşmazlıklar yaratmak.
3- Halkta moral bozukluğu yaratmak.
4- Halkları yalnızlaştırmak, devrimcilere desteğin önüne geçmek.
5- Kitlelerde bilinç bulanıklığı yaratmak.
6- Gerçekleri yalanlarla karıştırarak çarpıtmak.
Psikolojik savaş emperyalistler açısından maliyeti en düşük olan savaş yöntemidir. Aynı zamanda kendi sömürücü, katliamcı yüzünü en iyi gizleyebildiği savaş yöntemidir.
Emperyalizm, moral değerlerini, umudunu kaybetmiş, sinmiş, kültürel yozlaşmaya ve bozulmaya uğramış bir toplum yaratmaya çalışır. Ancak böyle bir toplum, emperyalizmin, onun işbirlikçilerinin vahşice sömürüsüne boyun eğer. Bundan dolayı emperyalizm ideolojik ve psikolojik saldırı araçlarını çıkarmış ve kullanmıştır.
7-) “Her türlü savaşa hayır” doğru bir söylem midir?
“Her türlü şiddete”, “her türlü savaşa”, “her türlü silahlanmaya” karşı çıkanlar sınıfsal bakış açısını kaybedenlerdir. Bu biçimiyle bir savaş karşıtlığı yapmak emperyalizmin sömürü ve talanının devamını istemek anlamını taşır. Sömürü varsa savaşın nesnel koşulları da vardır. Dünyada emperyalistler var olduğu sürece savaşlar bitmez.
“Her türlü savaşa hayır” sözünü burjuvazinin sözcüleri kullanır. Burjuvazi haklı haksız savaş ayrımını hep örtbas etmeye çalışır. Bunun için de “savaş karşıtı”ymış gibi kendini gösterir. Burjuvazi bütün savaşların kötü olduğunu beyinlere yerleştirmeye çalışır. Fakat dünya tarihinde en büyük, en kanlı savaşların yaratıcısı kendisidir. Emperyalizm doğası gereği başından beri silahlıdır ve varlığını korumak için her dönem silahlarına sarılmıştır. “Her türlü savaşa” karşı olmanın propagandasını yapmak tam tersine savaşların devamına hizmet etmektir. Bu nedenle “her türlü savaşa hayır” değil “emperyalist savaşlara hayır” demek doğru olandır ve savaşlara sınıfsal bakmaktır.
8)-Savaşlar kaçınılmaz mı, daha ne zamana kadar sürecek?
Bu soruya kolay ve kısa vadeli bir cevap veremeyiz. Savaşların tamamen ortadan kalkması sosyalizmin zaferine bağlıdır. Buna ilişkin Lenin; “Sosyalizmin tek bir ülkede zaferi, bir çırpıda genellikle bütün savaşları ortadan kaldırmaz. Ancak, biz, tek bir ülkede değil, bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir,yener ve onları mülksüz- leştirirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir” demiştir. Yine Lenin; “proletaryaya karşı silahlanmış bir burjuvazi, modern kapitalist toplumun en büyük, temel ve belli başlı gerçeğidir. İşte bu gerçek karşısında, devrimci, sosyal demokratlan silahsızlanmayı istemeye özendirmek! Bu sınıf savaşımı görüşünü büsbütün bırakmak, devrim düşüncesini yadsımak demektir. Bizim sloganımız, burjuvaziyi yenmek, onları mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak için proletaryayı donatmak olmalıdır” demiştir.
Savaşların durması bir bütün olarak burjuvazinin mülksüzleşti- rilmesi ve silahsızlandırmasıyla mümkün olabilir.
“(…) savaşı ortadan kaldırmanın tek bir yolu vardır; savaşa savaşla, karşı-devrimci savaşa devrimci savaşla, (…) sınıfsal karşı-devrimci savaşa sınıfsal devrimci savaşla karşı koymak… İnsan toplumu, gelişme akımı içinde sınıfların ortadan kaldırılmasını ve devletlerin ortadan kaldırılmasını sağladığı zaman karşı-devrimci, devrimci, haksız, haklı diye hiçbir savaş kalmayacaktır. Bu, insanlık için ebedi bir barış devri olacaktır.” (Mao)
Ebedi barış ise Mao’nun dedi
ği gibi sınıfların tamamen ortadan kalkmasıyla olacaktır.
9-) Proletaryanın sınıf savaşı hangi cephelerden nasıl yürür?
Proletaryanın sınıf savaşı, ideolojik, ekonomik ve politik olmak üzere üç cephede birden yürür. Burjuva ideolojisi ve saptırmalarına karşı proletaryanın devrimci savaşı ideolojik bir savaştır. İşçi ve emekçi sınıfların hayat ve çalışma şartlarını düzeltme şeklindeki günlük mücadelesi ekonomik mücadeledir.
Doğrudan gerici sınıfların yönetimini hedef alan mücadele ise politik savaştır. Politik mücadele, devrimci yayınla yapılan politik propagandadan, politik nitelikteki kitle gösterilerinden, politik grevlere ve gerilla savaşına kadar çeşitli biçimlerde sürdürülür. Gerilla savaşı politik mücadelenin en üst ve en etkili biçimidir.
10-)- Emperyalizmin 3. bunalım dönemine ait savaş stratejisi hangisidir ve içeriği nedir?
Emperyalizmin 3. bunalım dönemine ait savaş stratejisi Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS)’dir.
PASS, kır ve şehir mücadelesini, silahlı propaganda ve öteki politik kitlevi mücadele biçimlerini diyalektik bir bütün olarak ele alır. Ve ülkemiz emperyalizmin yeni-sömürge bir ülkesi olduğu için ülkemizdeki savaş stratejisi de PASS’dir.
Bütün halk savaşları politikleşmiş askeri savaştır (PAS). Ülkemiz özgülünde silahlı propagandanın temel olmasından dolayı bu strateji PASS olarak formüle edilir.
PASS’nin ayırt edici özellikleri şunlardır;
1- Ülkemiz halk savaşı, silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olduğu bir öncü savaşı aşamasından geçecektir.
2- Ülkemiz halk savaşı kır ve şehir diyalektik bütünlüğünü öngören Birleşik Devrimci Savaş ilkesine göre sürdürülecektir.
3- Ülkemizde halk savaşının başından itibaren kurtarılmış bölgeler oluşması mümkün değildir.
4- Ülkemiz halk savaşının örgütsel ilkesi Politik-Askeri Liderliğin Birliği ilkesidir.
5- Ülkemizdeki halk savaşında temel güçler işçi sınıfı, köylülük ve küçük burjuvazidir.
11-) “Soğuk savaş” ne demektir?
Emperyalizmin psikolojik ve ideolojik saldırısı “soğuk savaş dönemi” diye nitelediği Sovyetler Birliği’nin bir güç olarak ortaya çıkmasından sonra yoğunlaşmıştır.
- Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Sovyet Devrimi’nin olmasıyla emperyalizm, pazarlarının altıda birini kaybetti. Bu durum 2. Paylaşım Savaşı’nda da devam etti. Kızıl ordunun desteğiyle peş peşe birçok ülkede Demokratik Halk İktidarları kuruldu. Ve dünyanın üçte biri emperyalist zincirden koptu.
Emperyalizm, Sovyetler Birliği’ne karşı her türden karşı- propagandayı hem iç politikalarında hem dünya genelinde kullandı. Böylece içte ve dışta büyük bir korku yaratmayı hedefledi. Bunu sadece politik, askeri olarak değil, aynı zamanda medya, eğitim sistemi, kültür, sanat vb. etkinlikleriyle de hayata geçirdi. Savaşın askeri alanların dışında bütün bu araçlarla sürdürülmesi soğuk savaş olarak adlandırıldı.
Yürüyüş472-syf.31-32-33
6-Yaz Kamplarımız
1-) Tatil Nedir? Devrimcilerin
Tatil Anlayışı Nasıldır?
Tatil; “Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme.” (TDK, Türkçe Sözlük)
Elbette bu düzenin “tatil” tanımıdır. Devrimciler için tatilin anlamı, sadece kasların, vücudun dinlenmesi veya beynin dinlenmesi değildir… Tatili, hem vücudun yorgunluklarının atılması ve beynimizin sürece dair yeni bilgilerle doldurulmasıdır. Yani hem eğitim, hem de yeni sürece hazırlıktır.
2-) Yaz Kampı Ne Demektir?
Yaz Kamplarımızın Muhtevası Nasıl Olmalıdır?
“Yaz kampı”, genelde deniz kenarında veya kırda, yayla, ormanlık alanlarda, çeşitli tesislerde veya dinlenme (tatil) için belirlenmiş alanlarda ailece veya farklı gruplarla topluca yapılan dinlencedir.
Elbette devrimcilerin yaz kampı anlayışı aynı tatil konusunda olduğu gibi, düzeniçi anlayışlardan farklıdır. Düzenin yaz kampı anlayışının özü, özellikle gençler için içki-sigara, pop, disko vb. yoz müzik tarzları eşliğinde hoplama-zıplama (uyuşturucuyla kendinden geçme) ve sapkınlığa kadar varan yozlaştırılmış cinselliktir.
Devrimcilerin ise yaz kamplarının içeriği halk kültürüne ve değerlerine uygun, paylaşma ve dayanışma esastır. Bencilliğe, bireyselliğe ve düzenin her çeşit yozluğuna izin yoktur. Bizim yaz kamplarımızda dinlenme ve eğitim iç içedir. Eğlenirken, dinlenirken hem birbirimizi daha iyi tanır, kaynaşır, bilgi düzeyimizi yükseltiriz, hem de tatil, kamp sonrası mücadelemize ivme katacak bir hazırlık yapmış, ruh ve beden olarak güçlenmiş oluruz.
Kamplarımızda devrimci eğitim grupları oluşturabiliriz. Skeçler, çeşitli oyunlar için gruplar oluşturup eğlenirken kaynaşır, eğitimi sürdürürüz. Paneller, yarışmalar, futbol-voleybol müsabakaları, konserler, tiyatrolar vb. ile kamplarımızı zenginleştirebiliriz. Tüm içerik devrime hizmet edecek şekilde düzenlenir. Bu devrimci öz etrafında düzenlenecek etkinlik örneklerini çoğaltabiliriz.
3-) Yaz Kamplarımızı Nasıl Daha Fazla Yaygınlaştırıp Kitleselleştirebiliriz?
Öncelikle her türlü araçla birebir daha fazla insana ulaşmalıyız. Yaz kampı çalışmalarımız devrimci faaliyetlerimizin bir parçasıdır. Sadece kamp dönemi yaklaşırken değil en az altı ay önceden çalışmaları başlamalıdır.
Her kampa gelecek insanımızın en az bir kişiyi yanında getirme görevi olmalıdır.
Ekonomik durumu uygun olmayan insanlarımızın (özellikle de öğrencilerin) ihtiyaçlarını, kamp vb. ücretleri dayanışma ile çözülmelidir. Halkımızı da bilgilendirerek kampa katmalıyız. Dayanışma çok önemlidir. Kampımızın yiyecek, kalacak yer, çadır vb. öncelikli ihtiyaçlarını halkımızla dayanışarak gidermeliyiz.
Kamplarımızın içeriğini zenginleştirmeli, konserler, tiyatrolar, sergiler, ay- dın-sanatçılarla sohbetler, filmler vb. ile kitleselleştirmeliyiz.
4-) Yaz Kampları Sadece “Dinlenme” Yerleri Midir?
Hayır değildir elbette. Kadroların, savaşçıların, taraftarların, sempatizanların yeni sürece hazırlanma, eğitimini devam ettirdiği, yeni atılımlar için kendini yenilediği yerlerdir. Hem dinlenme, eğitim, hem spor, hem de örgütsel tanışma, dayanışma, kaynaşma bir aradadır.
5-) Devrimci Yaz Kamplarının Oportünist-Re- formist Veya Burjuva İçerikli Yaz Kamplarından Farkı Nedir?
Yaz kamplarımızda halkın ilerici olumlu değerleriyle kaynaşmış Cepheli kültürü daha da zenginleştirebiliriz.
Yaz kamplarında ise kolektif yaşam tarzı örgütlenir. Bireyselliğe, bencilliğe, yoz-çarpık ilişkilere, içki, uyuşturucu vb. düzenin yoz “eğlence” araçlarına asla izin verilmez.
Dostluk, kardeşlik, yoldaşlık ilişkileri büyütülür. Mücadelemizin ihtiyaçlarına göre düzenlenen bu kamplardan, katılan herkes yeni şeyler öğrenmiş, hayatı değişmiş daha güçlü bir motivasyonla tatil yapmış olur.
6-) Yaz Kamplarımızda Ne Tür Faaliyetler Düzenlenir?
Tüm faaliyetlerimizi devrim hedefi ve iddiamızı büyütüp güçlendirecek şekilde düzenleriz. Yaptığımız her faaliyet devrime hizmet edecek şekilde hayata geçirilir. Kamptaki yaşamımız, devrimden sonra örgütleyeceğimiz, tüm halkla birlikte düzenleyeceğimiz yaşamımız gibidir. Sosyalizmde nasıl yaşayacaksak kampta da öyle yaşarız.
Eğitim faaliyetlerimiz (dinlenirken) temel olsa da skeçler oyunlar, halk oyunları dersleri, spor müsabakaları, bilgi yarışmaları, halkın geleneksel oyunları (ip çekme, çuval yarışı, mendil kapmaca, çeşitli top oyunları vb. de olabilir), tiyatro, konser (devrimci sanatçılar, Grup Yorum vd. getirilebilir) faaliyetleri, yöresel yerel sanatçılar getirerek kamplarımızı zenginleştirerek yaygınlaştırabiliriz.
7-) Yaz Kamplarımızın İçeriğini Nasıl, Ne Gibi Faaliyetlerle Zenginleştirebiliriz?
Önceki sorunun cevaplarına ek olarak, söyleşilerle, devrimci-demokrat sanatçıları, şairleri, tiyatrocuları, sinemacıları etkinliklerimize katabiliriz. Destekler duruma getirebiliriz. Çağrıcı yapabiliriz. Sanat Meclisi bileşenlerini, onların çevrelerini etkinliklere katabilir, onların bilgi-deneyim ve yeteneklerini insanlara aktarmasını sağlayabilir, güncel gelişmelere ilişkin paneller, seminerler, kültür geceleri vb… yapılabilir…
Tüm zenginleştirici faaliyetlerimiz devrimin ve halkın adalet cephesini büyütmeye yönelik olmalıdır.
Kamplarımızı halkın ekmek, adalet ve özgürlük kavgasını, dayanışmasını büyütecek şölenlere dönüştür- meli, halkın en geniş kesimlerinin katılımını hedeflemeli, daha fazla kaynaşıp birleşmesini hedeflemeliyiz.
8-) Yaz Kamplarımızın Örgütlenme Açısından Önemi Nedir?
Örgütlenme açısından önemlidir. Zira yeni insanların devrimcilerle tanışması, kaynaşması için ortam hazırlar. Yeni insanların yeni bilgiler edinmesini, devrime dair bilincinin açılmasını sağlar. Yeni insanların devrimci kültürü, Cepheli yaşam kurallarını tanıması sağlanır. Yeni insanlar, yeni yaşamı, yani devrimci yaşamı pratik örnekleriyle görür ve tercihlerini yapmalarına yardımcı olur.
Cepheliler de yeni insanları örgütlemek için bu zemini iyi değerlendirmeli, devrim cephesine yeni insanlar katmalıdır.
Hem dinlenip, eğlenip hem de devrimci eğitim şansını elde eder insanlar. “Böyle de eğleniliyormuş, dinlene biliniyormuş” deme şansı sağlar pratik faaliyetleri görüp tanıdıkça insanlarımız.
Düzenin verdiği yoz eğitim ve bilgilerle beyinleri bilinçleri, anlayışları çarpıtılan insanlarımız, devrimci eğitim ve bilgilerle aydınlanacak, gerçek insan özüne ulaşacak, kendi kurtuluşu için, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için bir şeyler yapma ve savaşma imkanına sahip olacaktır.
9-) Yaz Kamplarında Devrimci Eğitim ve Faaliyetler Sürer Mi?
Elbette sürer, devrimcilik 7-24, yaz-kış süren bir yaşam faaliyetidir. Nasıl eğitim gruplarımızda, okullarda, derneklerde, evlerde, kurumlarda, hapishanelerde, bulunduğumuz her yerde eğitim ve devrimci faaliyetlerimiz sürüyorsa, kamplarımızda da sürecektir.
Her şey devrimci, her faaliyet umudu büyütmek için bir araçtır bizim için.
Yeni yeni insanlarla, yeni yeni eğitim gruplarıyla kolektif eğitim çalışmalarımız artarak sürecektir. Yeni insanlar kolektif, birlikte yaşamı pratik içerisinde Cephelilerden öğrenecek ve öğretecektir gittiği yerlerde. Ayrık otları gibi yayılacaktır Anadolu topraklarında her köşe bucağa Cepheliler ve Cephe kültürü değerleri.
10-)Yaz Kamplarını Nasıl Bağımsız, Demokratik, Sosyalist Bir Ülke Kurma Kavgasının Bir Cephesi ve Merkezlerinden Biri Haline Getirebiliriz?
Yaz kamplarımız bizim alternatif devrimci, Cepheli yaşamı, sosyalizmi, dinlenme (eğitim) anlayışını halkımıza pratik olarak gösterebileceğimiz yerlerden biridir. Bu yüzden yaz kampları çalışmalarımız tüm yıla yayılan faaliyetlerimizin de parçasıdır. Büyük ailemizin yaşamımızın bir parçasıdır kamplarımız. Halkımız kampta gördüklerini, öğrendiklerini çevresine anlatacak, sarmaşık gibi tüm ülkemize yayılacağız.
Hedefimiz, iddiamız büyüktür. Bu hedef ve iddiamızın büyüklüğüne uygun bir şekilde yaz kampı çalışmalarını yapmalı, büyük düşünmeli, yeni yaşam olan sosyalizmi bugünden halkımıza göstermeliyiz. Alternatif biziz her konuda. Yaz kampları konusunda da alternatif olduğumuzu her şekilde, her yönden göstermeli, yaşatmalıyız.
Yürüyüş473-syf.25-26
7-Adalet
1- Adalet nedir?
Adalet; hakkaniyet, eşitlik, doğruluk, dürüstlük, vicdanlı olmak, hakkı gözetmektir.
Adaletsizlik sınıflı toplumlarda, sömürüyle ortaya çıkmıştır ve beraberinde adalet kavramını, adalet duygusunu ve isteğini ortaya çıkarmıştır.
Toplumda tek bir adalet anlayışı olmadığından, bir toplumu oluşturan sınıfların herbirinin kendi adalet anlayışı vardır: Ezen sınıfın “adalet”i ve ezilen sınıfın adaleti.
Adaleti sınıflar üstü, sınıflardan bağımsız gibi göstermeye çalışanlar, sömürünün yol açtığı adaletsizliğin asıl kaynağını ve suçluları belirsizleştirmeye çalışanlardır. Adalet gerçeğin en çıplak halidir.
2- Halkın adaleti nedir?
Halkın adaleti; burjuvazinin, oligarşinin adaletsizliği karşısında, emekçi-yoksul halkın çıkarlarını koruyan, hakkaniyetli, milyonların vicdanında ve gözünde meşru, düzenin adaletine alternatif, devrimci bir adalet anlayışıdır. Yeni ve daha ileri bir adalet anlayışıdır.
Örneğin, kapitalizmin adalet anlayışına göre “kar”, “kazanç” adı altındaki sömürü meşrudur, emeğinin karşılığını isteyen emekçilerin istek ve taleplerini “suç” olarak göstermektedir. Halkın adaletine göre ise sömürü suç, emeğin karşılığını istemek haktır. Fuhuş bu düzenin hukukuna göre “meşru” olarak gösterilir, vergi alınır ama halkın adalet anlayışında fuhuş halkı yozlaştıran, değerleri yok eden bir ahlaksızlıktır, meşru değildir, suçtur.
3-Hukuk nedir?
Hukuk tüm sınıflı top- lumlarda iktidan elinde tutan egemen sınıfların çıkarlarını, düzenlerini meşrulaştırmaya yarayan kurallar bütünüdür. Bu kuralları yasa, yönetmelik, tüzük vb. biçimlerde uygulayan ise yargı sistemidir. Faşizmin örtü olarak kullandığı hukuk ve yargı sistemini “Adalet Sarayları “nda savcılar, hakimler hayata geçirmektedirler. “Sivil” bir görüntüyle ama faşizmin şiddet ve terörünü en üst boyutta uygulayan, kendi yazılı hukuklarını dahi çiğneyerek, yok sayarak, çıkarları nasıl gerektiriyorsa ona göre biçimlendirenlerdir bunlar.
Faşist iktidarların sürekli olarak başvurdukları aldatmacalardan biri “yaptığımız yasal” sözleridir. Zulümlerini meşrulaştırmak için, “bu yasa dışıdır”, “hukuki değil” yalanlarını kullanırlar. Her şeyin yasal, hukuki vb. olması adaletli olduğu anlamına gelmez. Adaletsizliğin kılıfıdır yasa-hukuk.
4- Yasalar ve mahkemeler adaleti sağlayabilir mi?
Bertolt Brecht “Adaleti de ekmeği yapanlar yapmalıdır. Çünkü halkın ekmeğidir adalet” demiştir.
Faşizmin bir yönetim biçimi olduğu Türkiye gibi yeni-sömürge ülkelerde de (kapitalist ülkelerde olduğu gibi) yasaları halk yapmamıştır. Halkın içinde yer aldığı tek bir anayasa- kanun maddesi yoktur. Emperyalizmin ihtiyaçlarına göre sürekli olarak “yargı“, “demokrasi”, “yasa” paketleri hazırlanmıştır.
Devletin anayasası ve hukuk sistemi azınlıktaki bir avuç zengin sınıfın çıkarı için vardır. Böyle bir durumda mahkemelerden adaletli kararlar asla çıkmamıştır, çıkamaz. Herhangi bir mahkemeden halkın yararına çıkacak herhangi bir karar faşizmin kuramlarından biri tarafından “bozulur” değiştirilir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HSYK, MGK… Hepsi adaletsizliği “hukuk” kılıfı ile uygulatan faşist örgütlenmelerdir.
5- Türkiye’de adalet var mı?
Savcı ve hakimlerin verdiği tüm kararların sonucunda “Adalet yok” diyoruz. Faşist iktidarlarda hiçbir zaman bu mahkeme kararları neticesinde “adalet sağlandı”, “adalet yerini buldu” dememektedir. Halkın haklı isyanları karşısında, adaletsizliği gizlemek için “Bağımsız Yargı Kararı“, “Her şey yasaya uygun”, “hukuk bunu emrediyor” açıklamaları yapmakta ama adaletin yerini bulduğunu iddia edememektedirler.
Burjuva gazete ve televizyonlarına yansıyan, halkın gündemine giren tüm olaylar incelendiğinde bırakalım adalet, “bu ülkede hukuk, yasa yok mu” haykırışları yükseliyor adliye koridorlarından.
İşkence, infaz, katliam, iş cinayetleri ve her türlü ölümlü, yaralamalı dava ve olaylarda birinci dereceden sorumlunun devlet ve görevlisi olduğunda, savcılar “kovuşturmaya yer yok”, “yeterli delil bulunamadı” kararları ile dosyayı kapatırlar hızla. Berkin Elvan’ın soruşturma dosyasında olduğu gibi tüm savcılar, katil polislerin ortaya çıkmaması için ellerinden gelen tüm hünerlerini sergilemişlerdir.
6- Adalet istemek ve adalet beklemek nedir?
Berkin Elvan’ın katillerinin bu düzenin hukukuna göre yargılanması için dilekçelerden suç duyurularına, bildiri, afiş, pankartlara, yürüyüş, basın açıklaması, feda eylemlerine kadar 650 günü aşan “Adalet İstiyoruz” eylemleri yaptık. Çünkü adaletin beklenmeyeceğini, adalet beklemenin katillerden icazet beklemek olduğunu biliyorduk. “Adalet istemek, hesap sormaktır, katillerin cezalandırılmasını sağlamaktır, bedel ödemek ve bedel ödetmektir” dedik defalarca.
Yürüyüş dergisi satarken sırtından polisin kurşunladığı Ferhat Gerçek için istedik adaleti. Ferhat’ı vuranların yargılanması için yapılan eylemler ve Engin Çeber‘i katledenlerin yargılanması için yapılan yüzlerce eylem, verilen şehitler adalet istemenin en ileri pratiğidir. Yüzlerce eylemimizden bir kaç tanesidir.
Adalet beklentisiyle yapılan ve iktidarlara manevra alanı sağlayacak şekilde yapılan eylemlerin olduğu davalar sonucunda, devlet önünde sonunda kendi katillerini aklayıp dosyayı kapatmıştır. Ama adalet istediğimiz, adaletin yerini bulması için binlerce yol yöntemle mücadele ettiğimiz katliam davaları, halklarımızın hafızasına kazınmıştır.
7- İntikam ve adalet farklı kavramlar mıdır?
İntikam, öç almadır. Yapılan kötülüğe karşılık vermektir. İntikam duygusuyla hareket edenlerin içinde bulundukları toplum, etkilendikleri ideoloji ve kültürle bağlantılı olarak, eylemleri adil-adaletli sonuçlar doğurmayabilir. Ama sosyalist ideolojiyle hareket eden kişi ve örgütlerin intikamı adaletsiz olamaz.
Halkın adaleti, içinde intikamı, kini, öç almayı barındırmakla birlikte kötülük yapanın dışında hiç kimsenin zarar görmemesini hedefler. Haklılığı, meşruluğu temel aldığından milyonların ortak duygusu olarak ete-kemiğe bürünür.
Burjuvazinin ve burjuva ideolojisinden etkilenenlerin adalet anlayışı tam tersidir. Burjuvazi kendi “adalet” anlayışını uygularken hiçbir ayrım gözetmez, yakar, yıkar, terör estirir. Örneğin, emperyalizmin büyütüp beslediği IŞİD vb. çetelerin, kontr- gerilla örgütlenmelerinin katliamlarında, eylemlerinde adaletin zerresi yoktur.
İntikam ve adalet birbirini tamamlayan kavramlardır. İçinde intikam, sınıf kini olmayan adalet yoktur. “İntikamcı olmayalım, hukuk yoluyla sorunu çözelim” çağrıları yapanlar, “intikam kötüdür” diyenler, halkın adaletinin karşısında yer alıp burjuva “adaleti” nin yanında saf tutanlardır ve vicdanlarını kapitalizmin yoz düzenine teslim edenlerdir.
Bir işkenceciye karşı intikam duygusu beslemeyen bir insan adalet duygusunu da yitirmiş, yozlaşmıştır.
8- Adaleti nasıl sağlayacağız?
Adalet eylemlerimiz sadece misilleme yapmayı, hesap sormayı içermez. Bu yanıyla da yalnızca silahlı birliklerin ve savaşçılarının işi değildir.
Adaletin yerine getirilme süreci halkın hesap sormayı ve halkın kendi iktidarını nasıl kuracağının öğrenildiği süreci de kapsar. Halkın en kitlesel bir şekilde katılmadığı, halk kitlelerine eylemin amacının anlatılmadığı adalet eylemlerinin etkisi sınırlı kalır.
Tarihimiz adalet eylemlerinin pratik dersleriyle doludur. En dar cezalandırma eylemlerinden en geniş kitlesel eylemlere kadar adaletimiz halk tarafından sempatiyle karşılanmış, şüphe duyulmamıştır. Deniz Gez- mişler’in idamına onay veren dönemin başbakanı Nihat Erimler, faşist katliamların örgütleyicisi bakan Gün Sazak’lar, Hiram Abas’lar, Engin Çeber’in, Berkin Elvan’ın ve daha pek çok yoldaşımızın katlinden, iş
kence görmesinden sorumlu kişi-ku- rumlara kadar yüzlerce adalet eylemi örneği vardır. Uyuşturucu-fuhuş-ku- mara karşı örgütlediğimiz eylemlerdeki hassaslığımız adaletimizin en somut halidir.
Temel olan, bir halk düşmanının hakkında halkın karar alıp o kararı uygulayabilmesini sağlayabilmektir. Bunu gerçekleştirecek olan da halk komiteleri, halk meclisleri ve halk milisleridir.
9- Adaletsizliğin kaynağı nedir?
Adaletsizliği üreten-yaratan ve adaletin yerini bulmasını engelleyen en genel olarak kapitalist düzendir. Emperyalizm ve oligarşidir.
Türkiye’de 30 milyona yakın insanımıza “sosyal yardım” adı altında AKP iktidarı sadaka dağıtıyor. İşsizlik en üst noktaya çıkmış durumda. Dünya zengin listelerine AKP’nin büyüttüğü zenginlerin adları ekleniyor. Madenlerde onlarca-yüzlerce madenci katlediliyor. Mahkemelerden patronları cezalandıran kararlar çıkmıyor. Hırsızların, soyguncuların, katillerin korumasını yapmaktadır polis, MİT, ordu, mahkemeler. Halk çocukları bir bir katlediliyor. Bu düzenin her kurumundan, her yerinden adaletsizlik boy veriyor. Çünkü kapitalist düzen, tüm sömürüye dayalı düzenler gibi en temelde adaletsizlik üzerine oturur, özünde adaletsizlik sistemin ekonomik-sosyal-si- yasal her alanına yansır, düzenin tüm eylemlerine mayasını verir.
10 – Adaletsizlik ne zaman son bulacak?
Adaletsizliğin kaynağı kurutulmadan, o çarklar paramparça edilmeden adalet tam anlamıyla yerine getirilemeyecektir.
Bağımsız, demokratik, sosyalist Türkiye’yi kurma mücadelemiz adaletsizliği yok etme mücadelemizdir.
Zulmün, sömürünün, emperyalizme bağımlılığın son bulduğu bir ülkede adaletsizlik de son bulacaktır.
Yürüyüş474-syf-28-29
8-KİTLE ÇALIŞMASI
1-) Kitle Çalışması nedir?
“Yoldaşlar! Gerçekten yıkılmaz olan kale nedir? Kitlelerdir, devrimi gerçekten ve içtenlikle destekleyen ve milyonlarca ve milyarlarca halktır. Ne olursa olsun hiç bir gücün ezemeye- ceği gerçekten yıkılmaz olan kale, işte budur.” (Mao)
Kitle çalışması, Mao’nun işaret ettiği bu kaleyi inşa etmektir. Kitleleri belli bir düşünce, eylem veya talep etrafında dönüştürebilme, birleştirebil- me ve harekete geçirebilme faaliyetidir.
Düzen güçleri de kitleleri yedeklerinde tutarak düzenini, geleceğini güvence altına alabilmek için kitle çalışması yapar.
Devrimci kitle çalışması; amacıyla, yöntemleriyle bundan ayrılır. Devrimci düşünceler, hayatın gerçekleridir, mücadele etme sorumluluğunun halka ulaştırılması, benimsenmesi ve halkın egemenlerin karşısına bir güç olarak çıkarılması faaliyetidir devrimci kitle çalışması.
2-) Kitle çalışmalarının amaçları nedir?
Kitle çalışmalarının en nihai amacı; devrimde çıkarı olan tüm sınıf ve tabakalara devrimci düşünceleri ulaştırmak ve onları sınıf savaşının bir parçası haline getirebilmektir. Kitlelerin bilinçlendirilerek düzenden kopmalarını sağlamaktır.
Kitle çalışmasının ilk adımı, potansiyel yaratmaktır. Devrimci düşüncelerin hayatın içinde bir güce dönüşmesi olarak kitlelere ulaşmasına bağlıdır.
En geniş halk kitlelerine; düzene mecbur olmadıklarını, çaresiz olmadıklarını, direnilebileceğini, geleceklerini kendi iradeleriyle şekillendire- bileceklerini, devrimci alternatifinin varlığını devrimci kitle çalışması ile görürler. Bu potansiyel yaratmaktır.
Kitle çalışmasının ikinci adımı, mevcut potansiyel içinde insanlarla bire bir ilişki kurmaktır. Çünkü sadece düşünceleri kitlelere ulaştırmak kalıcı sonuçlar yaratamaz… Kitlelerin dönüştürülmesi, sürekliliği sağlamakla mümkündür. Bu nedenle kitle çalışmasının devrimci amaçlarından biri de kitleler içindeki ileri unsurların tespit ve onlarla bire bir ilişkinin sağlanmasıdır.
Kitle çalışmasının üçüncü adımı bire bir ilişki kurulan insanları, bir örgütlenme içine yerleştirebilmektir. Çünkü kitle çalışmasına devrimci niteliğini kazandıran, devrimci bir örgütlülük yaratarak kitleleri iktidar mücadelesine katmaktır.
Bu üç adım, gelişen kitle çalışması en geniş halk kitlelerine devrimci düşünceleri ulaştırır. Düzen ile sınırlı gündemini değiştirerek onları sınıf savaşından haberdar eder.
Böylece dönüştürüp kapılarını açar. Burjuvazinin yalan ve demagojilerinin, halk kitlelerinde yarattığı etkiyi azaltır. Kitlelerin gerçeklerin farkına varmasını sağlayarak düzenden kopuşunu hızlandırır. Devrimcilerle kurulan ilişkiler kitlelere devrimci alternatifi gösterir. Bir örgütlülüğün parçası olmak dönüşümü hızlandırır.
3-) Kitle çalışmasının araçları nelerdir?
Devrimci kitle çalışmasının mekan, zaman ve araç sınırı yoktur. Kitlelerin olduğu her yer devrimci düşüncelerin yayılma alanı; amaca hizmet eden ve geleneklerle çelişmeyen her araç da kitle çalışmasının aracıdır. Afiş, bildiri, pankart, kuş, duvar yazılaması, duvar gazetesi, dergi gibi araçlar klasik ve en yaygın kullanılan kitle çalışması araçlarıdır ve vazgeçilmezlerdir. Bunların yanına yeni olanaklar yaratmak teknolojinin ve gücünün ihtiyaçlarına uyum sağlaması da zorunludur. İnternet kullanımı burjuva basın yayın da dahil dışımızdaki gazete ve televizyonların kullanımı önemlidir. Bu alanlar bilgilerin çarpıtılıp gerçeklerle karşılaştırıldığı, denetimi zor alanlar olduğundan daha dikkatli olunmalıdır.
Dergimiz kitle çalışmasının en önemli araçlarındandır. Sürekli yaygın dağıtılan, kitlelerce okunması sağlanan dergilerimizin Anadolu halklarının, ezilen sınıfların bilinç dönüşümünde çok önemli bir etkisi vardır. Diğer yayınlarımız yeni kitaplarımız ve olan yayınlarımız da çok önemli kitle çalışması araçlarımızdır.
Devrimci şiddet ve silahlı propaganda kitleleri siyasi gerçeklerden haberdar etmenin en önemli aracıdır. Doğru çizgide net hedeflere yönelen devrimci şiddet kitleleri politikleştirir. Devrimci şiddet sansürle kuşatma saldırısını dağıtarak kitleleri devrimci alternatiften haberdar eder. Kitlelerin gündemine adaleti, hesap sormayı, düzenin değiştirebileceği, düşmanın alt edilebileceği gerçeğini sokar.
Bunların yanında en önemli-temel kitle çalışması aracı devrimcilerinin kendisidir. O bulunduğu yerde hiç bir araca gereksinme duymaksızın kitlelerle ilişki kurabilir. Onlara gerçekleri aktarabilir devrimci kültürü, devrimci değerleri ve idealizmi kavratabilir.
4-) Nereden başlamalıyız?
Bu soru bir devrimci için bir alan veya birim için gereksiz hale getirilmelidir. Çünkü herkes her alan veya birim kesintisiz bir şekilde kitle çalışması faaliyeti içinde olmak zorundadır. Kitlelerle bağı olmayan bir devrimcinin, bir alanın veya birimin geleceği de yoktur. Nereden başlamalıyız sorusunun yanıtı somut duruma göre değişir. En genel anlamda devrimci kitle çalışması, bu düzene karşı memnuniyetsizliği en üst düzeyde olan kesimlerden başlar. Yani en yoksulları kazanmak devrimci kit-
le çalışmasının önceliğidir. Bir mahallede, bir fabrikada ya da işçi bölgesinde bir kampüste-lisede, kamu emekçileri arasında… Kitlelerin temel yakıcı sorunları ve bunlara bağlı talepleri nereden başlayacağız sorusuna yanıttır. Kitlelere sorunları üzerinden ulaşmalı, somut sorunlarının düzenden kaynaklandığını çözümün de düzeni değiştirmekten geçtiğini anlatmalıyız. Halkı ilgilendiren her konu kitle çalışmasının konusudur.
İş emniyetleri, saldırı yasaları, polis terörü, uyuşturucu, emperyalist saldırganlık, bağımlılık ilişkileri, eğitim ve sağlık kaynaklı sorunlar, işsizlik, yozlaşma… Bunların tamamı gündemimizde olmalıdır. Eğer bu konularda halka ulaşıp gerçekler anlatılmazsa; halk düzenin sunduğu bilgiler doğrultusunda şekil alacaktır. Bu nedenle devrimci kitle çalışması sürekli olmalıdır. Çat kapı anlatarak, sokak toplantılarıyla, ateş başı sohbetlerle, halk okulları çalışmasıyla. Halkın bilinç dönüşümü sürekli kılınmalıdır.
5-) Her kesime aynı yöntemle yaklaşmak doğru mu?
Hedefe ulaşan, devrimci sonuçlar yaratan bir kitle çalışması için kitleleri tanımak gerekir. Kitleleri tanımanın yolu da yaşamlarına girerek duygu ve düşüncelerine vakıf olmaktan geçer, ancak kitleleri tanımak için de kitle çalışması yapmak zorunludur. O halde kitle çalışması için yaptıkça gelişen, yetkinleşen bir çalışma diyebiliriz. Kitlelere gidildikçe kitleler tanınacak, kitleler tanındıkça daha güçlü bir şekilde kitle çalışması örgütlenecektir. Her kesime aynı yöntemle yaklaşmak doğru değildir. Halk kitleleri tek bir biçimde düşünen, tek bir kültüre sahip, aynı noktadan değerlendirilen, birebir aynı yakıcı sorunlara sahip bir topluluk olarak görülmemelidir. Düzenden kaynaklanan sorunları çok benzer olsa da bunlar arasında yakıcı olanlar ve öncelikli konular her kesimde farklılık gösterebilir. Kültür farkı, inanç, değer yargısı farkı, düzene bakış farkı, işçiler arasında farklı, Alevi halk kesimlerinde farklı, Sünni halk kesimlerinde farklı, Karadeniz bölgesinde farklı, Kürdistan’da farklı bir biçim ve içerikte kitle çalışması hayata geçirilebilmelidir. Her kesime en uygun olan tarz ve söylem, somut duruma göre şekillendirilmelidir.
6-) Kitle çalışması ve taban örgütlülükleri bağı nedir?
Bugün somut durumda mücadelenin ihtiyaç duyduğu gereklilik, halkın her kesiminin taban örgütlülüklerinin yaratılmasıdır. Meclis ve komiteler halkın devrimci savaşında bu ihtiyaca yanıt verecek örgütlenmelerdir. Devrimci kitle çalışması; merkezine komite ve meclis gibi taban örgütlülükleriyle birlikte hayata geçirildiğinde, daha büyük ve kalıcı bir etki yaratacaktır. Diğer taraftan komite ve meclis gibi taban örgütlülükleri, kitle çalışması yaygınlık kazanarak halk için alternatif hale gelecektir. Örneğin bir mahallede uyuşturucu ile ilgili çalışma başlarken yapılacak kitle çalışmalarının bir örgütlülüğe çevrilmesi en baştan hedeflenmelidir.
Halkla kurulan bağlar bu nedenle geliştirilmeli, kalıcı bir doğallık yaratılmalıdır. Böylece kitle çalışmasında süreklilik ve dinamizm de sağlanmış olacaktır.
7-) Kitle çalışması sadece belirli insanların işi midir?
Kitle çalışması sadece belli insanların işi olarak görülmemelidir. Kitle çalışmasının gücü yaygınlığında ve sürekliliğindedir.
Yaygınlığı ve sürekliliği sağlamanın yolu da kitle çalışmasına en fazla sayıda insanı katabilmekten geçer. Sadece belli insanların omuzuna yüklenmiş bir kitle çalışmasının etki alanı dar, ulaşacağı kitle kısıtlı kalacaktır. Devrimci hareketin her insanı kitle çalışmasının bir parçası olmalıdır.
Bulunduğu her yerde temel gündemi ve hareket noktası devrimci değerler ve gerçekler olmalıdır. Günlük yaşamına devrimci kültür yön vermeli, insanlarla ilişkilerinde devrimci değerler belirleyici konumda olmalıdır. Böylece devrimci hareketin her insanı başlı başına kitle çalışmasının parçası olacaktır.
Diğer taraftan bir eylem, bir etkinlik için yapılan kite çalışmasına ne kadar fazla insan katılırsa o eylem, o etkinlik o kadar büyük bir kitleyi bir araya getirecektir.
İstanbul Bakırköy Grup Yorum konserleri her kesimden birçok insanı konsere çağırıcı olarak kitle çalışmasının parçası yapmasıyla örnektir. Halk kulaktan kulağa, elden ele, evden eve… kitle çalışmasının parçası olduğunda muazzam bir güç açığa çıkmaktadır.
8-) Kitle çalışması ve kadrolaşma bağı nedir?
Kadrolaşmada en temel doğrumuz, en geniş kitleler içinden dar kadrolarını çıkarabilmektir.
Bu hedefe ulaşabilmek için kitle çalışmasına kilitlenmek, kitlelerin kadrolaşabilecek ileri unsurlarına ulaşabilmek için, kitle önderlerini ortaya çıkarabilmek için sü- reklileşmiş bir kitle çalışması zorunludur. Kadrolaşma faaliyetiyle kitle çalışması birbiriyle iç içe ilerleyen, birbirini etkileyen, gelişen süreçler olarak değişmelidir. Süreklileşen bir kitle çalışması güven yaratır. Bu güven insanların kadrolaşmasının önünü açar. Kitleler hiçbir zaman sınamadan inanmazlar. Devamının geleceğine inandıkları noktada devrimci harekete akışları da hızlanacaktır. Elbette kadrolaşma süreci de kitle çalışması gibi iradi olarak örgütlenirse sonuç yaratır. Kitle çalışması halktan öğrenerek, halka öğretmenin de zeminidir. Bu yanıyla kitleleri eğittiği gibi kitle çalışmasına katılan insanları da eğitir, dönüştürür, kitle çalışması halka duyulan güveni büyütür. Halk değerleriyle, halkın bilgeliğiyle değiştiren, dönüştüren yanıyla sevgi ve sahiplenmesiyle tanışan kadro adaylarının kadrolaşma süreci hızlanır.
9-) Kitle çalışması ve iktidar iddiası
İktidar iddiası olmaksızın kitlelere gitme iradesi gösterilemez. Kitlelere söyleyecek sözü olan, sunacak devrimci alternatifi olan somut bilimsel devrimci programı olan hareketler kitle çalışmasında ısrarcı olurlar. Bu kendine güvendir. Kendine güven, kitle çalışmasına politik cüret olarak yansır. Cüretli politikalarla halktan ne isteyeceğini bilen, halkı tanıyan halkın önüne doğru hedefler koyan hareketler kitle çalışmasından sonuç alabilirler. Devrim için bilimsel doğru stratejik hattın belirlenmesi tek başına yeterli değildir. Stratejiyi güce dönüştürecek olan, onun kitlelerle buluşmasıdır. Doğru strateji, güçlü bir devrim iddiası demektir. İddia kitle çalışmasında dinamizm, ısrar, kararlılık, emek ve yaratıcılık olarak karşılık bulur. Diğer taraftan doğru strateji kesintisiz bir kit
le çalışması, güçlü, iddiası isabetli vuruşlar, kitlelerin devrimci harekete olan güvenini arttırır. Önyargıları parçalar. İktidar iddiası kitle çalışmasında ısrar olarak somutlanır.
10-) Solun kitle çalışmasına bakışı nedir?
Reformist, oportünist, uzlaşmacı sol, kitlelerden kopuktur. Hiçbir zaman kitlelerle devrimci temelde bağ kurma olanakları yoktur. Çünkü halka bakışları çarpıktır. Ülke ve halk
gerçekliğini doğru analiz edememiş, buna bağlı olarak da devrim stratejisini bilimsel temellere oturtamamışlardır. Temelde yanlış, her şeyin yanlış gelişmesine neden olur. Halka güvenmezler. Halkın değişip dönüşeceğine inanmazlar. Bu nedenle halka emek vermezler. Bu durum, halka üstten bakmayı halkı aşağılamayı getirir. Doğaldır ki böyle bir anlayış kitle çalışması yapmayacaktır, halka gitmeyecektir.
Reformist, oportünist, uzlaşmacı sol sürekli varlık-yokluk sorunu yaşar ve her zaman yaslanacak bir güç arar. Çalışma tarzında kitle çalışması yerine reklamcılık vardır. Emek vermek yerine, kolayına kaçmak vardır. Kitleleri dönüştürmek yerine kitlelerin geri yanlarıyla uzlaşmak yani kitle kuyrukçuluğu yapmak vardır. Bir şekilde ilişkiye geçtikleri kitleleri dö-nüştürüp devrimcileştirmek yerine, çürütüp yozlaştırırlar, devrimci dinamiklerini yok ederler. Biz iddialı olmalıyız, kendimize güvenmeliyiz. Devrim kitlelerin eseridir. Kitleleri kazanmak için ideolojimizden, tarihimizden, geleneklerimizden aldığımız güçle kitlelere gitmeli, kitleleri devrimci saflara kazanmalı meclislerde birleştirmeliyiz.
Yürüyüş475-syf-25-26-27
9- 2 Temmuz Sivas Katliamı
1-) Sivas Madımak Katliamında iktidarda kim vardı? Nasıl bir politika yürütülüyordu?
İktidarda DYP ve SHP’nin oluşturduğu bir koalisyon hükümeti vardır. Ba şbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı ise Erdal İnönü’dür.
Bu iktidar döneminde kayıplar, katliamlar, bombalamalar, köy yakmalar çoğalmış, kontrgerilla taktik ve yöntemleri daha yoğun uygulanmıştır.
2-) Devrimci mücadele ve halkın mücadeleye katılımı nasıldı?
Devrimci mücadele kır ve şehirlerde yaygınlaşırken halkın mücadeleye katılımı, taleplerini gündeme taşıması her geçen gün çoğalmaktadır. Aleviler de devrimci mücadelenin gelişmesiyle birlikte kendi taleplerini dile getirmeye, inançlarını daha özgür yaşamak için örgütlenmelerini yaygınlaştırmaya başladılar.
3-) 2 Temmuz’a giden süreç nasıl gelişti?
Her yıl olduğu gibi 1993 yılında da Pir Sultan Abdal’ı anma, anlama etkinlikleri düzenlenecektir. Aleviler başta olmak üzere, ilerici, aydın, yazar, sanatçılar, devrimci, demokratlar Pir Sultan’ın memleketinde toplanmaya hazırlanır. Her y ılki etkinliklerden farklı bir gündem, söylem olmamasına rağmen iktidarın planıyla, faşist, gerici güruhların kışkırtması ile günler öncesinden Sivas’a gidilmemesi yönünde tehdit içerikli çağrılar yapılır. Aziz Nesin üzerinden “dinsizlik” pro
pagandası yürütülmüştür.
4-) 2 Temmuz günü ne yaşandı?
Maraş’ta, Çorum’da yaşananların bir benzeri Sivas’ta da yaşanmaya başlar. Dışarıdan getirilen Sivas ve çevresinde örgütlü olan, tarikat-cemaat içinde hareket eden gerici-faşist güruhlar dini inançları, hassasiyetleri de kullanarak yerel halkı da provoke eder, kışkırtırlar. “Din düşmanlığı, Alevi sapkınlığı, Ateizm, dinsizlik” gibi söylemlerle, yalan-yanlış kışkırtıcı haberlerle camilerden, medreselerden, tarikat evlerinden sokaklara taşan ve Pir Sultan etkinliklerinin yapıldığı alana kadar ulaşan kitle linç hazırlığı yapar.
5-) 2 Temmuz Katliamı nasıl gerçekleşir?
Sonuç ne olur?
Ellerinde sopa, kalas, demir çubuk, benzin bidonları bulanan, tekbir getirerek ölüm fetvası çağrısıyla hareket eden güruhlar, aydın, yazar halk ozanı, sanatçı, Alevi inancına sahip halktan insanların bulunduğu Madımak Oteli’ni sarar ve sonra oteli yakarak tekbirler eşliğinde yaşananları seyretmeye başlar yardımları engeller.
Katliamdan kurtulmak için dışarı çıkmaya çalışanlara izin verilmez, yakalananlar linç edilip geriye yollanmak istenir. 37 aydın, yazar, sanatçı, halktan insan, iki otel çalışanı, diri diri yakılarak, dumandan boğularak can verir, onlarca kişinin de yaralandığı bir katliam gerçekleşir.
6-) Katliam süreci yaşanırken devlet ve onun faşist güçleri ne yapmıştır?
Devlet yaşananları uzaktan seyretmiş, Başbakan yardımcısı Erdal İnönü ile kurulan iletişime rağmen saatlerce beklenilmiş, polisler faşist güruhların hazırlıklarına ve Madımak Oteli etrafında kitleselleşmesine yardımcı olmuş, saatler sonra devreye giren asker, jandarma ise gücü olduğu halde, olanağı varken kitleyi dağıtmak yerine katliama ortak olmuştur.
7-) Katliamda katledilenler kimlerdir?
Nesimi Çimen, Metin Altıok, Asım Bezirci, Hasret Gültekin, Behçet Aysan gibi aydınlar, yazarlar, sanatçılar, halk ozanı aşıklar, genç, yaşlı, kadın- erkek Alevi inanca sahip devrimci düşünceler taşıyan, insanı kamil bilen, dönen dönsün ben dönmezem yolumdan diyen Pir Sultan’ı bugüne taşıyanlar katledilmiştir.
8-) Katliama karşı ortaya konulan tepkiler ne olmuştur? Cenazeler nasıl kaldırılmıştır?
İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede, yurt dışında kitlesel eylemler örgütlenmiştir.
İstanbul’daki kitle o güne dek yapılan en kitlesel anmayı gerçekleştirmiştir. Yüz binlerin katılımıyla Kabataş Meydanı’ndan Zincirlikuyu Mezarlı- ğı’na kadar uzanan bir yürüyüşle tarihe geçmiştir. Yine Ankara’da Dik- men’den Kızılay’a kadar yüzbinlerin katıldığı cenaze kortejiyle şehitler kaldırılmıştır. TBMM önünde halk, “katiller burada” diyerek meclisi taşlamıştır.
Devlet katliamdaki suçunu gizlemeye çalışıp, baskılar sonucu suçlular ilan etse de, “kışkırtmalar olduğu” söylemiyle yaşananları aklamaya çalışmış verilebilecek en az ceza ile bu süreci kapatma yoluna gitmiştir. Halkın buna tepkisi de yoğun olmuştur.
9-) Katliam davasının açılma süreci nasıl gelişmiştir? Çıkan karar ne olmuştur?
İnsanların diri diri yakıldığı böylesi- ne vahşice işlenen katliamlara dair bu davanın açılmaması düşünülemez. Ancak faşizmle yönetilen bizim gibi ülkelerde iktidarlar bu davaları açmamak için elinden geleni yapar. Bu davada da öyle olmuştur, davanın açılmasını halk sağlamıştır.
Katliam davası açılmış olsa da devlet katliamcıları koruma yoluna giderek tarafını belirtmiştir. Gösterme
lik tutuklamalar yapılmış, adı-sanı belli olan katliamcıların kaçması, gizlenmesi sağlanmıştır.
Daha sonra Adalet Bakanı olan Şevket Kazan katliamcıların davasını üstlenmiş, AKP’nin ileri kadroları katilleri ziyaret edip, ailelerini sahiplenmiş, katliamcıları açıktan desteklemiştir.
Bugün de katillerin avukatları AKP’den ya milletvekili olmuş ya da bir teşkilatında yönetici durumundadır.
Katliamdan yargılanan bir avuç kişi iyi halden cezalar alırken, dava defalarca bozulmuş, zaman aşımına uğratılmış katliamdan arananların bizzat devlet tarafından korunduğu açığa çıkmıştır. Katliam davasının zaman aşımına uğraması ve cezaların alt düzeyde olmasını ise Tayyip Erdoğan “hayırlı olsun” diyerek karşılamıştır.
10-) 2 Temmuz Sivas Madımak Katliamı’na kim, nasıl yaklaşıyor?
Bu soruların iki cevabı vardır. Birincisi yıldönümlerinde yaşananlar. İkincisi yaşamın her anında ortaya konulan mücadele anlayışıdır.
Sivas Madımak Katliamı’ndan bu güne 22 yıl geçmiştir. Geçen 22 yılda iktidarda kim bulunursa bulunsun aynı olmuştur. Katliam davası ilerletilmemiş, yıl dönümlerinde yapılan anma ve etkinlikler engellenmiştir. AKP iktidarı ile bu süreç daha yoğun yaşatılmıştır. Y ıllarca katliam tartışmalarının içini boşaltmak için özel çaba gösterilmiştir. Katliamın gerçekleştiği binanın otel mi, kebapçı mı, müze mi olacağı yıllarca tartışılmış, sonunda katliamda yer alan iki kişiyi de katledilenlerle birlikte anacak şekilde isimlerin yazıldığı bir müze köşesi yaparak, katledilenlerin aileleriyle, halkla alay edilmiştir.
Alevi inancına sahip dernekler, kültür merkezleri vb. kesimler sağduyu çağrıları yaparak yaşananlara kararlı bir tepki göstermeyerek, katliamı yıldan yıla yapılan anma ve etkinliklerle sınırlamayı tercih etmişlerdir. Ki bu yaklaşım devletin politikalarını bu kadar pervasız yürütülmesine, katledilen ve onların aileleriyle alay edilmesine de zemin yaratmıştır.
CHP gibi düzen partileri, oportünizm, reformizm, Kürt milliyetçi hareket, Alevi kitlesini kendine yedek- lemeye çalışarak politika yapmıştır.
Her yıl yapılan 2 Temmuz anmalarında devletin engelleme çabaları karşısında tutarlı, hesap soran bir mücadele değil, uzlaşmacı tavır izlenmiştir.
Oysa katil devlet şehitlerimizi anmamıza bile tahammül edemezken “sağduyu” adına uzlaşmacılık şehitlerin hesabını sormamaktır. Şehitleri sa- hiplenmemektir.
Biz Halk Cephesi olarak 2 Temmuz anmalarında her zaman uzlaşmaz tavrımızla hesap soran olduk. Düşmanın yürüyüşün önüne çıkarttığı barikatları aşmak için çatıştık, gözaltına alındık, bedel ödedik…
Alevi örgütleri, reformizm, oportünizm ise “provokasyon” çıkartmamak adına hep geri adım atmıştır. Öy- leki kimi yıllar katliamın gerçekleştirildiği Madımak Oteli’nin önüne çelenk bile bırakılmadan geri dönülmüştür.
Halk Cephesi’nin militan ısrarcı tutumları ise polis kadar bu örgütleri de korkutmuştur. Polis bize saldırırken onlar bizi yalnız bırakıp kaçmışlardır…
Bugün Sivas Katliamı’nın hesabını sormak; faşist düzene karşı savşamak, savaşı büyütmek ve asla uzlaşmamaktır.
Pir Sultanlar’ın yolunda, zalimin zulmüne karşı mücadeleyi büyüterek Sivas şehitlerini anmaya, yaşatmaya devam edeceğiz.
Yürüyüş476-syf.42-43
10-Meşruluk Nedir?
1-) Meşruluk nedir?
Meşruluğun sözlükteki karşılığı “yasallık”tır. Fakat meşruluk kavramı sözlükle açıklanamaz.
İki sınıf var diyoruz. Bunlar proletarya ve burjuvazidir. Proletaryanın meşruluğa bakışı farklı burjuvazinin meşruluğa bakışı farklıdır.
Proletaryayı, ezilen tüm halkları temsil eden bizlerce meşruluk; bu düzenin hiçbir yanıyla meşru olmadığına, her şeyiyle kökten yok edilmesine ve devrimin zorunluluğuna inanmaktır. Yani meşruluğa inanç, devrime, sosyalizme ve ideolojimize Marksizm-Leninizm’e inançtır.
2-) Bu düzen neden meşru değildir?
Ülkemiz emperyalizmin yeni sömürgesi olup, oligarşi tarafından faşizmle yönetilmektedir. Dolayısıyla bu yönetim meşru değildir. Bu düzen meşru değildir.
Düzen tamamen kendi çıkarlarını düşünen ve bunun için halkı sömüren, açlığa, yoksulluğa mahkum eden ve halka karşı işleyemeyeceği suçun olamayacağı bir düzendir. Halkların yoksulluğu, açlığı, ölümü düzenin kendini devam ettirebilmek için halka karşı uyguladığı, reva gördüğü yaşamdır. Böyle bir düzen nasıl meşru olsun?
Diğer yandan halka zulüm uygulayan, halkların kurtuluşu için mücadele eden devrimcilere işkence, baskı, zulüm uygulayan bu düzenin meşru olmadığını ortaya koymaktadır.
Milyonlarca yoksulun, açın olduğu bir ülkede, bir avuç asalağın
sefahat içinde yaşaması düzenin gayrı-meşrulu- ğunu göstermektedir.
3-) Oligarşinin meşruluk anlayışı nedir?
Oligarşi tüm yasalarını kendini korumak için çıkartır. Ve bu yaptığı yasaların dışında hareket eden herkes ve her şey gayrı-meşrudur kendi düzeni açısından. Oligarşi meşruluğu kendi koyduğu yasalara hapsedip, bu şekilde açıklar.
“Benim yaptığım yasalara, ben uymayabilirim. Ama, sen yaptığım yasaların dışına çıkarsan; yaşarsan, örgütlenirsen, hak ararsan, sesini çıkarırsan, yasalara uymazsan gayrı meşrudur ” deyip oligarşi halka bu anlayışını dayatır.
“Hakkını mı arayacaksın, benim istediğim gibi arayacaksın. Grev, direniş, çadır kurmak yasaldır, fakat fiiliyatta yasaktır. Ve bunlar meşru da değildir. Basın açıklaması, konser, miting mi yapacaksın, benim istediğim yerde, istediğim zaman yapacaksın” deyip, kitlelerin hak arama mücadelesini kendi yasaları çerçevesinde meşru görüp, bunun dışına çıkanları gayrı meşru olarak adlandırıp, her türlü saldırıyı mübah görür, gerçekleştirir.
4-) Devrimcilerin meşruluk anlayışı nedir?
Bu düzen meşru değildir. Meşru olan devrimcilerdir. Onların savunduğu sosyalist toplumdur.
Devrimciler için meşruluk, sosyalizm ve halkların çıkarına olanın savunulması ve o doğrultuda mücadele edilmesidir. Ve bu mücadelede yapılacak her eylem dilekçe vermekten, silahlı eylemlere kadar düzeni geriletecek her faaliyet meşrudur.
Meşruluğuna, haklılığına inanmayan bir devrimci, mücadeleyi gelişti- remez, oligarşiye karşı direnemez.
Halka umut verecek, özgür kılacak her çalışma, devrimcilerin meş
ruluğuyla yaratılabilir ancak.
Bu doğrultuda devrimciler, oligarşinin yasalarına hapsolmadan, kendi meşruluklarına, tarihsel haklılıklarına inançla mücadele ederler. Bu meşruluk bilinciyle bedel ödemekten kaçınmazlar.
5-) Meşruluk anlayışında solun çarpıklıkları nelerdir?
Solun meşruluktaki başlıca çarpıklıklarından biri anti-emperyalist, anti-oligarşik olmayışlarıdır. Ki bu durum, emperyalizmin politikalarına yedeklenmeleri sonucunu doğurmuştur.
Güncel olarak örneklendirecek olursak; Kürdistan’da, Kobane’de vd. bölgelerde emperyalizmin çıkarları, politikaları doğrultusunda yapılan (ÖSO, Eğit-Donat, Deltaforce vb.) birliklerini meşru görebilmektedir. Veya Kürt milliyetçi hareketin oligarşiyle yaptığı “barış” görüşmeleri de bu çerçevede meşru görülmektedir. Aynı süreç seçim döneminde de karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak; kendi öz gücü ve meşruluğuna, ideolojik haklılığına inanmayan, kendine ve halka güvenmeyen solun böylesi bir durumda boşluğa, yanlışa düşmesi, ideolojik olarak emperyalizmin politikalarına yedeklenmesi kaçınılmazdır.
Düzen yasaları ve düzen içi hak arayışlarıyla kendini sınırlayan “sol”, devrimci meşruluğu kavrayamamıştır ve buna uygun pratik de sergileyemez. Bunun içindir ki, mücadelesi düzen sınırları dışına çıkamaz.
6-) Meşruluğa inanmayan devrimi geliştirebilir mi?
Devrim, tüm yönleriyle meşruluğa dayanarak gelişir, büyür. Meşruluğuna inanmayan devrimi geliştirip, halkı örgütleyemeyeceği gibi en küçük bir hak arama eylemini dahi geliştiremez. Çünkü, her direniş kendi gücünü, meşruluğundan alır. Ki direnişin sonucunu belirleyen de bu güçtür.
Devrimi gerçekten istemek sözlü olarak dile getirmekten ibaret değildir. Pratikte devrimin gerçeklerini yerine getirmek için mücadele zorunludur.
Ve bu mücadeleyi belirleyen (biçim, yöntem ve boyutunu) meşruluk bilinci ve inancı olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, kendi meşruluğuna inanmayanlar devrim mücadelesini de büyütüp, geliştiremezler.
Devrimi büyütmek için kendi meşruluğumuza inanmak, bu doğrultuda mücadeleyi büyütmeliyiz.
7-) Halka meşruluğumuzu nasıl kavratabiliriz?
Devrimci mücadele halkın omuzlarında yükselecektir. Yani, devrim önderlerinin deyimiyle, “devrim kitlelerin eseridir”. Ancak bu kendiliğinden olamaz. Halkın örgütlenmesi, kendi kurtuluşu olan Devrimci Halk İktidarı için mücadele etmesi gerekmektedir. Bu durumda halkı kendi iktidar savaşını verebilmesi için örgütlemek, bilinç taşımak ve bunun meşruluğunu kavratmak biz devrimcilerin öncelikli görevleri arasındadır.
Bugün halk akın akın mücadeleye koşmuyorsa, savaşın içinde yer almıyorsa bu bizim halka mücadelenin meşruluğunu tam, yeterli kav- ratamamamızdan, halka tam anlamıyla ulaşamamamızdandır.
Haklıyı, doğruyu, kendi çıkarının devrimci mücadele olduğunu kavramış, bilince çıkarmış bir halk savaşta yerini alır. Aksi durumda, düzenin propagandası daha etkili olacaktır. Ve halk mücadelenin meşruluğuna inanmayacaktır. “Halkı savaştırıp, savaşı halklaştırmak” da, halkın devrim mücadelesinin meşruluğunu kavrayabilmesinden, bizim halka bu meşruluğu kavratabilmemizden geçer.
8-) Meşrulukta ilkeli olmaktan ne anlıyoruz?
Biz Cepheliler açısından ilke ve kurallar net ve somuttur. Ve M-L savaş ideolojisi tüm pratiğini ilkeleri, kuralları çerçevesinde uygular.
Marksist-Leninist ideolojinin savunulması ve bunun için bedel ödenmesi ne kadar meşru ise buna karşı ihanet etmek, düşmanla işbirliği yapmak, emperyalizm ve kapitalizmi meşru görmek, halkın kurtuluşu için silahlı mücadeleyi meşru görmemek ve bunu savunmak o kadar gayrı meşrudur. Solda bu çarpıklığı sıkça görürüz.
Solun bir kısmı bu ihanet, teslimiyet dediğimiz yanları meşrulaştı- rabilmiştir. Büyük Direniş’in hainlerini solun sahiplenmesinde olduğu gibi. İhanet ve teslimiyetin meşru görüldüğü noktada çarpıklık, tükeniş, çürüme başlamıştır.
Bizler için meşrulukta ilkeli olmak, M-L ideolojisi çerçevesinde, emperyalizme ve oligarşiye karşı halkı örgütleyip, bu doğrultuda M-L ideolojimiz çerçevesinde her türlü eylem şekliyle kavgayı büyütmektir.
9-) “Devrimci şiddet meşrudur” diyoruz.
Neden?
Emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşinin her türlü yöntem ve araçlarla halklara, devrimcilere, sosyalizme saldırması karşısında devrimci şiddet olmazsa olmazdır. Ki oligarşinin katliamlarına, baskı, zulüm ve işkencelerine karşı şiddetle karşı koymak en meşru savunma şekli ve direniş biçimidir.
Biz Devrimci Halk İktidarı’nı savunuyor ve bunun savaşını veriyoruz. Marksist-Leninist olarak bu iktidar hedefimize sadece düşmanın fiili saldırılarına karşı direnerek ula- şamayız. Elbette her baskıya karşı direnişi örgütleyecek ve kendimizi savunacağız. Ancak sosyalizm hedefimize, halk iktidarı hedefimize emperyalizm ve oligarşiye karşı devrimci şiddeti uygulayarak düşmana darbeler vurarak ulaşacağız.
Bunun içindir ki; dünyada ve ülkemizde emperyalizm ve oligarşiye karşı silahlı mücadele veren tek örgütüz. Devrim ve sosyalizme ancak ve ancak devrimci şiddetle ulaşabiliriz.
10-) Meşruluğuna inanç, iktidar iddiamızdır diyoruz. Neden?
Tüm pratiklerimiz, faaliyetlerimiz, eylemliliklerimiz devrim ve sosyalizm iddiamıza olan inancı- mızdır. Harcadığımız tüm emekler, ödediğimiz ve ödettiğimiz tüm bedeller iktidar iddiamızın meşruluğuna olan inancımızın göstergesidir.
Meşruluğuna inanmayanlar düşman karşısında direnemez, çatışa- maz:
Bu nedenle önce savrulurlar… Sonra düzene yamanırlar… Başka yolu yoktur.
Biz meşruluğumuza inanırsak, doğruluğumuzu, haklılığımızı beynimize kazırsak yapamayacağımız şey yoktur.
Bizim iktidar iddiamız bir ütopya değildir. Biz bilimsel, M-L ideolojinin netliğiyle, kararlılığıyla savaşıyoruz. Bizi savaşımızda güçlü kılan da bu yüzden, inanç ve meşruluğumuzdur.
Yürüyüş477-sfy-33-34
11 – Uzlaşmacılık
1-) Uzlaşma nedir?
Uzlaşma TDK sözlüğünde, “uzlaşma durumu, uyuşma” anlamına gelmektedir.
Uzlaşmacılık ise yine aynı sözlükte “çıkarlarından, düşüncelerinden ödünler vererek uzlaşma sağlama siyaseti” olarak açıklan- maktadır. Elbette, kastettiğimiz, bir avuç sömürücünün yönettiği kapitalist sistemde uzlaşma, daha çok ezilen sınıfın çıkarlarından düşüncelerinden ödünler vererek yapılan ve tamamen teslim alma üzerine kurulu olandır. Örgüt, kişi, parti, ülke… hiç farketmez. Ya düşüncelerini sonuna kadar savunup mücadele edecek ve kavgayı büyütecek ya da direnmeyerek teslim olup, çürüyerek yok olacak. Uzlaşmanın günümüzdeki karşılığı budur.
2-) Sınıfların uzlaşmaz çelişkileri nelerdir?
İki sınıf var diyoruz. Bunlar da proletarya ve burjuvazidir. Proletarya ve burjuvazi arasında çelişki, uzlaşmaz çelişkidir. Çünkü, temel çelişki, emek-sermaye arasında sürmektedir ve bu çelişkinin ortadan kalkması, burjuvazinin yok olmasıyla mümkün olacaktır.
Bizler proletarya sınıfını temsil ediyoruz. Ezen sınıfla uzlaşmayan milyonlarca insanı açlığa, yoksulluğa mahkum etmeleridir. Bir avuç emperyalist haydutun milyonlarca insanı kölece koşullarda sömürmesi, adaletsizliğe, işsizliğe mahkum edip özgürlüğünü, bağımsızlığını ellerinden alıp geleneklerinin yok edilmesidir. Tüm bunlar uzlaşmayan çeliş- kilerimizdir.
3-) Kapitalist sistemle uzlaşılır mı?
Hayır uzlaşılmaz.
Bizler Marksizm- Leninizm’in savunucuları ve temsilcileri olarak, kesinlikle emperyalizmle, kapitalizmle uzlaşmayacağız.
Kapitalist sistemle uzlaşmak onun tüm varlığını kabul edip, mücadeleden, değerlerimizden, kültürümüzden vazgeçmek sömürüyü, zulmü ilelebet kabul etmek olur.
Mao’nun deyimiyle “kağıttan kaplan” olan emperyalist sistemle hiçbir koşulda uzlaşmayacağız. Tam tersine, sürekli kriz ve savaş hali olan çelişkilerini büyüterek, çürüyen, asalaklaşan kapitalist sistemi yıkacağız. Ve yerine sosyalizmi kurmak için milyonları örgütlemeye, dünyanın herhangi bir yerinde yapılan işgallere, katliamlara karşı halkların emperyalist saldırganlığına karşı olan öfkesini, çelişkisini, kinini daha da büyütüp devrimcileştireceğiz.
Kapitalist sistemle hiçbir koşulda uzlaşmayacağız. Çünkü uzlaşmak çürümedir, teslimiyettir.
4-) Sınıf çelişkileri, bu kadar keskin iken uzlaşanlar kimlerdir?
Emperyalistler her geçen gün daha da pervasızlaşıyorlar. Saldırı ve sömürü politikasını hayata geçirmek için her şeyi yapıyorlar. Bu da ezilen sınıfın çelişkisini keskinleştirmektir.
Tüm bu çelişkilere rağmen uzlaşanlar, halka halkın mücadelesine ekmek, adalet, özgürlük kavgasına sırtını dönmüş, kapitalist sistemin verdiği kırıntılara “razı” olmuş ama “M-L”, “sol”, “sosyalist” söylemler ve sıfatlarla demagoji yaparak kitleleri kandırmaya çalışan reformistler, oportünistler, Kürt milliyetçileri ve devrim kaçkınlarıdır. Bu kesimleri kendine, ideolojisine inanmayan, halka güvenmeyen siyasi olarak
yozlaşmış, kültürel olarak çürümüş ve nihayetinde burjuvazinin kafasıyla düşünenlerdir.
5-) Marksist-Leninistler neden burjuvazi ile uzlaşmazlar?
Marksist-Leninistler burjuvaziyle uzlaşmazlar. Çünkü, M-L ideolojimizin gereği, burjuvaziyle dişe diş kavga sürdürmektir. İktidarı almak ve asalak, kan emici, tekelci burjuvazinin iktidarına, saltanat ve vahşi sömürüsüne son vermektir.
Burjuvazinin varlığı, açlığın, yoksulluğun, sömürünün daha da artması demektir. Bunun içindir ki, M-L’ler burjuvazi ile uzlaşmazlar.
Çünkü, burjuvaziyle uzlaşmak demek, aynı zamanda sınıfsal haklılığımıza, halkın mücadelesine, ödenen bedellere ihanet edip sırtını dönmek ve yaratılan değerlere sahip çıkmamaktır.
Biz M-L’lerin görevi, ezilen milyonların sesi olmak, halkların kurtuluşunu örgütleyip dünyanın
Türkiye’sinde Devrimci Halk İktidarı’nı kurmaktır.
6-) “İktidar iddiası olmayanlar kendi ideolojisine güvenmeyenler uzlaşır” diyoruz. Neden?
İktidar iddiası olmayanlar burjuvazinin iktidarını kabul edip, onun düzenine tabi olan ve bu sömürücü sistemde yaşamak zorunda kalanlardır. Kendi ideolojisine güvenmeyenler, burjuvazinin ideolojisini kabul edip burjuvazinin kafasıyla düşünürler. Kendi ideolojisine güvenmeyen anlayış, halka da güvenmez, devrime sosyalizme de inanmaz. Bunun içindir ki, emperyalizmle, işbirlikçisi oligarşiyle masaya oturup uzlaşanların temel sorunu, iktidar iddiası olmaması ve ideolojilerine güvenmemeleridir.
7-) Uzlaşanlar çürür diyoruz. Neden?
Uzlaşanlar çürür diyoruz. Çünkü onlar burjuvaziye karşı direne- meyenler, teslim olanlardır. Teslimiyet ise çürütür, yok oluşa götürür. Direniş arındırıp, güçlendirip, ayağa kaldırır.
Reformistler, oportünistler ve Kürt milliyetçileri, emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşi ile kırıntılar karşılığında değerlerinden, mücadele geleneklerinden vazgeçerek uzlaştılar. Marksizm-Leninizm ideolojisine, silahlı mücadele ve sosyalizm kavgasına sırtını dönerek, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, faşist saldırıların, yasaların, yasakların arttığı bir süreçte, halka parlamentoyu “kurtuluş” olarak gösterip oligarşinin demokrasicilik oyununu kitlelere “demokrasi” diye yutturmaktadır. Halkın en temel sorunları, ortada dururken, sorunlar için burjuvazi ile dişe diş mücadele yerine, onlar, ölümüne günler kalan bir devrimci tutsağın özgürlüğüne karşılık, devrimci birliği dağıtmak için bu bozgunculuğu da örtmek için LGBT’lileri öne sürdüler. Kısacası, çürüdükçe çürüdüler. Uzlaşanların teslim olduğuna, direnmeyenlerin ise çürüdüğüne somut örnektir bunlar.
8-) Emperyalizmle uzlaşmak neden teslimiyettir?
Teslimiyettir; çünkü emperyalizmi yok etmek için sürdürülen bir savaşta, sınıf düşmanlarıyla uzlaşanlar, teslim olmuş, emperyalistlerin iradesine boyun eğmiş demektir. Uzlaşanların, yani teslim olanların sonu emperyalizm ve işbirlikçilerinin politikalarına tabi olmak, onların hizmetine girmek demektir.
Ezilen halkların tek kurtuluşu emperyalizme karşı savaşmak ve onu yok etmektir. “Direnmeyen çürür” dediğimiz gibi “uzlaşanlar da çürür” diyoruz.
Emperyalizm ve işbirlikçileriyle uzlaşmak, ideallerinden, değer ve ideolojisinden vazgeçmektir. Marksizm-Leninizm de ise, ya emperyalizme karşı savaşı zafere kadar taşımak ya da ideolojisi, düşüncesi, değerleri ve idealleri için ölmek vardır. Uzlaşanlar tüm bunlardan vazgeçmiş, koşulsuz teslim olmuştur.
Mücadele, emperyalizm ve halklar arasında sürüyor. Ya “halkı savaştırıp, savaşı halklaştırarak”
kitlesel kahramanlıklar yaratarak bağımsızlığımızı, devrimi kazanacağız ya da halkı emperyalist sömürünün politikalarıyla, katliamlarıyla başbaşa bırakacağız. Uzlaşanlar ikincisini yapıyorlar. Bunun içindir ki yaşanılan sürecin adına teslimiyet diyoruz.
9-) Kürt milliyetçileri, reformistler, oportünistler emperyalizm ve oligarşiyle neden uzlaşırlar?
Bu uzlaşma politikaları yılların birikimi ve direnmemenin sonucudur. 12 Eylül Amerikancı faşist cuntasına karşı ne içeride, ne dışarıda direnmeyerek, anti-emperyalist, anti-oligarşik bir mücadeleye sahip olmadıkları için o günlerden bugüne kurumsallaşan faşizme karşı mücadele etmedikleri için bugün basit bir kaç kırıntı karşılığında uzlaştılar.
Neden uzlaşırlar? Çünkü devrimci bir politikaya, eyleme, iktidar
bilincine, iddiasına ve sınıf mücadelesini yürütecek güce sahip olmadıkları ve halka inanıp güvenmedikleri için.
Örneğin, Kürt milliyetçileri 1990’lardan itibaren tutarsız eylemleri ve söylemleriyle birlikte sürekli bir uzlaşma arayışına girdiler. Oligarşiyi eylemlerle masaya, oturtmaya çağıran bir pratik içindeydiler. Ve anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeleden kopuk salt dar milliyetçi bakış açısıyla şekillenen bir anlayışa sahip oldukları için süreci teslimiyete kadar taşıdı. Ülke gerçeğinden uzak, ayakları ülke toprağına basmayan sol da Kürt milliyetçileriyle birlikte teslimiyeti ve uzlaşmayı tercih ettiler. Bu uzlaşma onları öyle bir noktaya getirdi ki dünya halklarının baş düşmanı emperyalizmle, Amerika’yla yan yana geldiler.
10-) 45 yıldır devrimci hareketi uzlaşmaz kılan nedir?
45 yıldır devrimci hareketi ayakta tutan M-L ideolojisinin gücü, inancı sarsılmaz doğrularıyla, halka güvenmesi, inanması ve emperyalizm işbirlikçi oligarşiye karşı yürüttüğü kararlı mücadeledir. 45 yıldır, aynı devrimci kültür ve devrimci ahlakla ideolojimizden, ideallerimizden, stratejimizden bir milim şaşmadan, tüm saldırı ve yok etme katliamları karşısında geri adım atmadığımız için her kuşatmada teslimiyeti reddettiğimiz ve uzlaşmayı asla kabul etmediğimiz için, M-L olarak yolumuza devam etmemizdir bizi uzlaşmaz kılan. Emperyalizme işbirlikçi oligarşiye karşı silahlı mücadeleyi yürüten, hesap soran, halkın adaletini uyguladığımız, umut oluşumuzdur asıl olarak bizi uzlaşmaz ve güçlü kılan.
Uzlaşmak sosyalizm hedefinden sapmaktı, sömürüyü ve zulmü kabul etmekti. 45 yıllık tarihimiz içinde ödediğimiz bedellere, şehitlere verdiğimiz sözden dönmekti. “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultanlar gibi uzlaşmadan, teslim olmadan yolumuza devam ettik, edeceğiz.
Yürüyüş478-syf.34-35
12- İşyeri Komiteleri
1-) İşyeri komitesi nedir?
İşyeri komitesi çalışmakta olduğumuz yahut da çalışanlarını örgütlemeyi hedeflediğimiz işyeri için kurulan komitedir.
İşçilerin sorunlarına, işyerinin özgün sorunlarına çözümler üretmek amacıyla kurulan komitedir. Evet, işyeri komitesi genel işçi sorunlarıyla, özgün işyeri sorunlarını bütünleştirerek çözümler üreten örgütlenmelerdir. Aynı zamanda işçilerin sınıf bilincini yükseltmeyi kültürel sosyal etkinliklerle işçilerin sosyalleşmesini de sağlar.
2-) İşyeri komitesi neden gereklidir?
Gün geçtikçe işçilerin var olan hakları, ceplerinde kalan son kuruşlar oligarşinin çaba ve gayretleriyle patronların kar hırsına kurban ediliyor. Sadece hakları, ceplerinde kalan son kuruşları değil işçilerin canları da kurban ediliyor. Tüm bunların temel sebebi kapitalist üretim sistemi ve işçilerin örgütlenmelerinin güçsüz oluşudur. Evet, ülkedeki işçilerin örgütlü olduğu sendikalar da var. Fakat sınıf sendikacılığının eskide kalmasıyla sendika ağalarının sendika yönetimlerinden sınıf sendikacılığını tasfiyeleriyle birlikte neredeyse düzen partilerinin arka bahçesi olmuş durumda. Patron sendikacılığının işçilerin sorunlarına çözümden çok mücadelelerinde işçileri yalnız bırakmaları, satmalarıyla da adeta işçilerin ölüme, açlığa, köleliğe terk edildiği bir süreç yaşanmakta.
İşçiler yalnız değildir.
Patronlara, patron sendikacılığına, sarı sendikalara, açlığa, sömürüye ve iş cinayetlerine karşı mücadele etmenin zorunluluğu Soma, Torunlar, Ermenek katliamlarından sonra daha da yakıcı hale gelmiştir. Bu mücadelenin sendi- kalarca örgütlenmemesi işçilerin alternatif örgütlenmeleri yaratmalarını dayatmaktadır. İşte sorunların çözümü, cinayetlerin durdurulması ve sömürünün son bulması için öz örgütlülükleri işçi komiteleridir.
3-) İşyeri komiteleri nasıl örgütlenir?
Komite için onlarca kişi olmayı beklememek gerekir. İşyeri komitelerini örgütlemek için “bu düzen değişmeli” diyen tek bir kişi bile yeterlidir. İşçilerin yaşadıkları emek sömürüsü en temel sorunları olsa da işçilerin kendine has ve emek sömürüsünden daha yakıcı yaşadıkları sorunlar bulunmaktadır. Yani işçilerin güncel sorunları bu güncel sorunlar en temel sorunlarından daha ön planda olduğu dönemler de olur. Örneğin işçi cinayetleri, verilen yemekler, ulaşım sorunları, izin, çalışma saatleri, fazla mesai ücretlerinin verilmemesi, patron yalakalarının işçilere dayattıkları gibi birçok sorun sıralanabilir. Eğer işyerinde çalışmaktaysak bu sorunlara karşı içten içe tepki gösteren arkadaşlarla sorunun çözümü noktasında birleşmemiz gerektiğini ve bu birlikteliğin de ilkeli ve sonuna kadar süreceği güvenini vermemiz yeterli olacaktır. Bir, üç, beş… Sayı ilk başlangıç için belirleyici değildir. 2 kişi koca fabrikada binlerce işçiye kendilerini hızla geliştirerek öncülük edebilir.
Çalışmıyorsak ise de işçilerle tanışmamız, anket, bildiri dağıtımıyla kendimizi -BİZİ- tanıtmamız yeterli olacaktır. Kolaylıkla bildiri dağıtımı sırasında işçilerle anketler yaparak sorunlarını tespit edebilir bu konu üzerine daha önce yayınlanmış bir bildirinin çoğaltılarak dağıtılmasını sağlayarak ve en
önemlisi de bu sorunlara göstereceğimiz devrimci çözümler olacak. Çözümün komite ile aşılanacağını işçiler de öngörmektedir. Bu güveni verdikten sonra fabrika işyerinde ilk olarak az sayıda çalışanla bir işyeri komitesi kurabiliriz.
Ki yaşadığımız yoksul mahallelerin etrafı işyerleriyle doludur. Bu işyerlerinde çalışanlar da genellikle mahalle insanıdır. Yani her işyerinde olmasa da birçok işyerinden aynı sokakları paylaştığımız çalışanlar olacaktır. Onları komiteye dahil etmekle işe başlayabiliriz.
4-) İşyeri komitelerinin işleyişi nasıl olacak?
İşyeri komiteleri kolektif bir örgütlenmedir. Yani sadece çalışmada değil, kararlar, çözümler, kampanya ve örgütlenmede kolektivizm hayata geçer. Herkesin söz ve oy hakkı eşittir. Alınan kararlar oy birliğiyle alınması esastır. Çünkü ikna çalışmaları kuvvetle sahiplenilmesi için önemlidir. Özgün durumlarda oy çokluğuyla karar alınır. Fakat alınan karar komite kararı olduğu için komitedeki herkes aynı sorumlulukla kararı hayata geçirir. Eleştiri-özeleştiri-ikna mekanizması etkin kullanılır. Haftalık toplantılarla önceki haftanın değerlendirilmesi, önümüzdeki haftaya dair programlar çıkarılır. Komite toplantıları özgün durumda olağanüstü toplantılar da yapar. Komiteye davetler komite içerisinde alınan kararla gerçekleştirilir. Komitenin sürekli büyütülmesi esastır.
Komite işçilerin ve komite üyelerinin sınıf bilincini geliştirmek için haftalık çalışmaları, gündeme dair sohbet günleri örgütlenir. Komite üyelerinin özellikle proleter bilinçlerini büyütecek, proletaryanın üretimden gelen gücünü gösterecek, sosyalizmi anlatan kitaplardan bir okuma programları vardır, bu programa göre okuma yapılır.
Komite; işçilerin ve komite üyelerinin kültürel gelişimleri için sinema günleri, tiyatro etkinlikleri, piknik, deniz gezintileri, müze ziyaretleri, konserler vb. etkinlikler de örgütler.
İşyerlerinde çalışan işçilerin acı, tatlı günlerinde yanlarında olup, düğünde mutluluğunu, ölümde acısını, zor günlerinde zorlukları aşmak için dayanışmayı, yardımlaşmayı ve paylaşmayı hayata geçirir.
5-) İşyeri komitelerinde kimler yer alır?
İşyerindeki sorunların, işçilerin yaşadıkları sorunların değişmesini isteyen, istemekle kalmayıp değişmesi için komite içerisinde yer almayı çözüm olarak gören işçi- memur-taşeron-kadrolu, sendikalı sendikasız her milliyetten, inançtan çalışanlar işyeri komitesinde yer alırlar. Sadece patronlar, patron işbirlikçisi ve komite içerisinde yer almaları örgütlülüğe zarar verecek yozlaşmış unsurlar komitede yer almazlar.
6-) İşyeri komitelerinin temel görevi nelerdir?
İşçilere sorunlarının temelinin kapitalist üretim sisteminden kaynaklandığını, sorunun halkın iktidarı ile çözüleceğini ve çözümün de sınıf bilinci güçlü halk örgütlülüklerinin yaygınlaşmasıyla gerçekleşeceği konusunda işyerlerini örgütlemektir. Yani işçiler içerisinde anti- emperyalist, anti-oligarşik mücadeleyi hak alma mücadelesiyle birlikte büyütmektir.
7-) İşyeri komiteleri bir okuldur. Neden?
Evet, işyeri komiteleri sadece örgütlemez, işçilerin sınıf bilincini büyütmek için işçilerin eğitildiği bir okuldur. İşçileri devrimci mücadeleye, yarına hazırlarlar. İşçi komitelerinin hayata geçirdiği kolektivizm, yardımlaşma, dayanışmayla işçilerin yitirdikleri değerlerini tekrar kazandırır, sıkışıklıktan çıkarıp çaresiz olmadıklarını göstererek kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlar.
İşyeri komiteleri işçilerin devrimcileştirilmesi için düzenli periyotlarla çalışmaların yapıldığı, güncel gündemin tartışılarak tartışma, sorgulama ve işçi sınıfının bilincini
işçilerle buluşturan okuldur. Basit bir komite değil her aşamasında eğitimi temel aldığı için işçileri eğiten bir okuldur.
8-) İşyeri komiteleri işçilerin sınıfsal bilinçlerini yükseltmek ve politikleştirmek amacıyla neler yapabilir?
İşçi okulları kurularak her hafta düzenli bir şekilde belirli gün ve saatinde bir konu sohbeti hayata geçirilmelidir. Konular komite üyelerinin eksikliklerin ve güncel politikanın ihtiyaçlarına denk düşecek şekilde olmasına özen gösterilmelidir.
Halkın gündemi, işçi gündemi seminerleri haftalık yapılarak güncel gündem değerlendirmeleri haftalık yapılmalıdır.
Komite içerisinde yer alanların eksiklerini öncelikli ele alan okuma programları çıkarılmalı işçilerin kitap okumaları için teşvik edici sinevizyon gösterimi yahut da bir toplantı yapılabilir. Yeni servislerde işçilere okumayı teşvik edici girişimler olabilir. İstanbul gibi trafik yoğun olduğu illerde işçilerin neredeyse günde 3 saati yollarda geçiyor. 1-2 saatini okumayla değerlendirmesi bir okuma alışkanlığı edinmeleri için yararlı olacaktır.
Gazete ve dergi okunmasını sağlamak komite üyeleri çalıştıkları işyerinde dergi-gazete dağıtımıyla birlikte okutmaya çalışmalıdır.
İşyeri komitesi belli periyotlarla işçilerin sorunlarını ele alan seminerler düzenlemelidir. Bu seminerlerle işçilere hem direnenlerin kazandığını göstermeli hem de haklarını örgütlemeyi amaçlamalıdır.
Halkın hukukçuları, sağlıkçıları, mühendis mimarları direnerek kazanan Türkan Albayrak, Cansel Malatyalı, Kazova Tekstil gibi direnen işçiler bu seminerlerde yer almaları sağlanmalıdır.
İşçi sinema günleri örgütlenebilir. Hafta sonları kültürel faaliyetlerde bulunmak işçiler ve aileleri için büyük bir külfet. Bunun önüne geçmek için, her hafta sonu film, tiyatro, belgesel, piknik, deniz, gezi, müze ziyaretleri düzenlenmelidir.
9-) İşyeri komiteleri, işyerlerinde “çalışma yapan” sendika temsilciliklerine alternatif midir?
Sendikacılığın giderek patron sendikacılığına dönüşerek işçilerin sorunlarını çözmekten uzaklaştığı, düzen partilerinin arka bahçesi haline gelerek sınıf sendikacılığının tasfiye edildiği ve sendika yönetimlerine çöreklenen reformist, oportünist vb. gibi hareketlerin kendi gündemlerini işçilerin gündemiymiş gibi dayattığı bir tabloda elbet işyeri komiteleri işçilerin sorunlarını çözmek hedefiyle işçileri birleştiren bir komite hayata geçiren alternatiftir.
Aynı zamanda işyerlerinde patron sendikacılığıyla sarı sendikacılıkla mücadele eder. Fakat işyeri hareketleri sendikal çalışmaların alternatifi ya da reddi anlamına gelmez. Her türlü çalışma birlikte sürdürülmelidir.
10-) İşyeri komitelerinin, işçi meclisiyle arasındaki fark nedir? Ya da neden işçi meclisi değil de işyeri komitesi?
İşyeri komitesi, işçi meclisine göre daha dar bir örgütlenmedir. İşçi meclisleri her düşünceden, her partili ve sendikadan işçinin sorunları çerçevesinde bir araya geldiği örgütlenmedir. Fakat işyeri komitesi sorunların çözümü için ortak- yakın düşünceler sahip ve çözüm için emek harcayan insanlardan oluşur. İşyeri komitesinin öncelikli görevlerinin başında işçi meclisini örgütlemek de yer almaktadır. Meclislerden farklı olarak komite kararı komite içerisinde yer alanlarda esnetilmeden, ötelenmeden hayata geçirilmek zorundadır. Meclisler ise daha geniş katılımı esas alan örgütlenmedir.
Yürüyüş479-syf.25-26
13- Feda Kültürü
1-) Neden Feda?
Clausewitz’in savaş için söylediği “siyasetin farklı araçlarla sürdürülmesi” sözlerini Mao biraz daha açarak şöyle ifade etmiştir: “siyaset alışıldık yöntemlerle devam ettirile- mediği belirli bir aşamadan öteye geçmediğinde, yoldaki engelleri ortadan kaldırmak üzere savaş çıkar.”
Bu tanımdan yola çıkarak fedayı şöyle tanımlamak yanlış olmayacak: “Savaşın bilindik araçlarla sürdü- rülemediği koşullarda yoldaki engelleri ortadan kaldırmak için halkların yarattığı en güçlü silahtır.”
Fedanın kaldıracağı engelin ne olduğunu anlamak için nasıl bir dünyada ve ülkede yaşadığımıza bakmak yeterlidir.
Emperyalizmin, siyonizmin ve faşist diktatörlüklerin halklara hangi silahlarla, hangi amaçlarla saldırdığına bakmak yeterlidir.
Yüzlerce yıllık iktidar deneyimiyle savaşan bir düşmana sahibiz. Bilimi, teknolojiyi halka karşı savaşta kullanıp tüm silahlarını halka karşı bir saldırının aracı haline getiriyorlar. Bir tek butona basarak onlarca füzeyi, roketi, bombayı düşman ilan ettikleri ülkelerin, halkların üzerine yağdırıyorlar.
Uydu alıcıları, insanlı, insansız uçakları, ismini dahi telaffuz edemediğimiz tankları, uçakları, bombaları, patriotları vb. atılan adımlar, taktikler yaratılan her silah halka dönmüş durumdadır. İşte değişen bu koşullarda halkın savaşı da kendini yeniliyor. Savaşta bir taraf olarak varlığını sürdürmek isteyen, savaşma gücünü diri tutmak için olanakları yaratıcı tarzda kullanmak zorundadır. Feda bu gücü açığa çıkarıp, halklar cephesinde gelinen son noktadır. Hem poli- tik-ideolojik özüyle, hem de aldığı biçim yanıyla güçlü bir silahtır feda.
2-) Feda Kültürünü Yaratan Nedir?
Emperyalizm korkuyu silah olarak kullanıyor. Gücünü tüm ahlaki, insani değerleri yerle bir ederek, pervasızca saldırarak gösteriyor halklara. Amaç sindirmek, susturmak, çaresiz bırakmaktır. Direnemez, savaşamaz hale getirmektir.
İşgal edilen ülkelerdeki talanın, yağmanın, işkencenin, zulmün yeni yöntemlerine bakmak yeterlidir.
Irak’ta, Guantanamo’daki işkence görüntülerine bakmak yeterlidir.
19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’na bakmak yeterlidir. Katliam için kullanılan askeri mühimmatın sayısından niteliğine, katliam anında yaşananlara bakıldığında görülecektir. Tutsakları katlederek, düşüncelerini yok etmek istediler. Kimyasal gazlarla katledildi insanlarımız, diri diri yakıldılar. Yoldaşlarını kurtarmak için bedenini tutuşturanlara kurşun yağdırdılar. Onlarca gün aç olan direnişçilere tazyikli sular, envai çeşit gazları sıktılar.
Fedayı ortaya çıkaran bu koşullardır işte. Oligarşinin, emperyalizmin kendi iradesini halklar üzerinde yarattığı korku, dehşet ve sindirme operasyonlarıyla kabul ettirmek istediği bu zulmün yarattığı sonuçtur feda.
3-) Feda Kültürünün Sınıf Savaşımında Yeri Nedir?
Halklar, halkların öncüleri feda ile sınıf düşmanlarına güçlü bir şekilde karşı koyarlar. Burjuvazi, hiçbir değeri kalmadığı için, sınıf bilincini yüklenerek karşısına feda ile çıkanlardan korkar. Feda, emperyalizmin ve işbirlikçilerin devasa güçleriyle halklara teslimiyeti dayatmasına karşı halkların bedenlerini silaha dönüştürerek teslim olmayacaklarının, direneceklerinin en güçlü ifade ediliş biçimidir. Feda ruhuyla savaşanları hiçbir güç teslim alamaz.
İnsanlık tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu göz önünde tutarsak, fedanın tarihi için de en az o kadar eskidir demek yanlış olmaz. Bir savaş gerçeği ve savaşların parçası olduğu için fedakarlığın olmadığı hiçbir savaş yoktur. Halklar, sınıf düşmanlarına karşı dünyada ve ülkemizde feda silahını kuşanarak savaşı büyütmektir.
4-) Düşmanın Fedaya ve Feda Kültürüne İlişkin Demagojileri ve Yalanları Nedir?
Feda, düşmanın beyninde patlayan bir silahtır. Bu nedenle çeşitli yalan, demagojilerle fedayı karalamaya çalışırlar.
“Canlı bomba” ya da “intihar bombacıları” tanımlaması feda eylemlerinin amacını ve politik yönünü yok sayarak demagoji ve yalanlar eşliğinde, halkın öncülerini, devrimcileri halkın gözünde kötüleyerek yapılmaktadır. Halkta korku, panik uyandırma ve devrimcileri tecrit etmeye yönelik bir saldırıdır bu.
“İntihar” tanımlaması feda eylemleriyle taban tabana zıt bir tanımlamadır. Çünkü intihar, bir sorun karşısında çözüm bulamayan kişinin çaresizlik içine girdiği, artık yaşamak için hiçbir amacının olmadığı anda ortaya çıkan bir eylemdir. Egemenler çaresiz kaldıkları feda silahı karşısında yalan, iftira, çeşitli senaryolar ve demagojilerle, kurgular yaratarak “psikolojik sorunları olan, sevgiden mahrum kalmış, beyni yıkanmış, ölümcül hastalıkları olan insanların” başvurduğu eylemler diyerek fedayı etkisizleştirmeye çalışıyorlar.
Feda savaşçıları ne çaresiz, ne sevgisiz, ne de psikolojik sorunları olan kişilerdir. Tam tersine bir çare, bir derman olarak fedayı yaratmışlardır. Vatan ve halk sevgisiyle dolu olarak, onur, namus için fedayı kuşanmışlardır. Bu gerçekliği bilen düşman, halkların gözünde fedayı karalayarak, fedanın halklarda yarattığı politik bilinçten korkmaktadır. Alçakça saldırmasının amacı bu- dur. Feda savaşçıları karşısında düştüğü aczin sonucudur bu saldırılar ve nafile bir çabadan ibarettir.
5-) Feda Kültürünü Neden
İçselleştirmeliyiz?
Savaşın bir şiddet hareketi olduğu herkesin malumudur. Vatanımızın bağımsızlığı, halklarımızın özgürlüğü için mücadele ediyoruz. Bu mücadelede zafer bedeller ödenerek kazanılacaktır. Ölmek ve öldürmek üzerine kurulmuş bir savaşın tarafıyız, ölümü göze alamayanlar bu savaşta yer alamazlar.
“Zafer; ancak askerleri ona her ne pahasına olursa olsun hatta hayatları pahasına erişmeye karar vermiş ordunun eline geçebilir. Çünkü ancak bizzat ölüme karar vermeye yetenekli olan zafer kazanabilir, yani başkasını yok edebilir.” (M.İ.Kalinin)
“Yaşamış sayılmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen.” (Nazım Hikmet)
“Bir canım var, halkıma, vatanıma feda olsun.” (Ahmet İbili)
Neden, niçin savaştığımızı biliyoruz. Bu savaşta ölümün kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir.
Feda kültürünü içselleştireme- yenler, bedel ödemeyi, ölmeyi göze alamayanlardır.
Bu yüzden savaşta silahlar değil, o silahların hangi ruhla-bilinçle kullanıldığı önemlidir. O ruh ve bilinç yoksa, elindeki silahı düşmana yöneltip tetiğe basamayanlar yok olmaya mahkumdurlar.
Feda kültürünü içselleştirmiş bir iradenin gücün karşısında kimse duramaz. Bu bizi geliştiren ve büyüten bir ruh halidir.
Eğer bugün ölmeyi, öldürmeyi göze alamıyorsanız cenazenizi dahi kaldıramazsınız. Bir cenazeyi gele
neklerinizle, değerlerinizle defnedebilmek için günlerce direnmek, ölümüne çatışmak zorundasınız.
6-) Feda Kültürünü Halklara Taşımalı Mıyız? Neden?
Yaşanan zulme, adaletsizliklere oranla halkların tepkisi az gelebilir, sessiz gelebilir. Düzenden şikayetçi olsa da, dert yansa da bunu politik bir tavır olarak gösteremez halklar. Gerçekleri görene, öğrenene ve bir alternatif güç görene kadar tepkilerini göstermezler. Çünkü halkın günlük geçim derdiyle beraber, yapılan ideolojik bombardımanın da etkisiyle gözleri, kulakları gerçeklere kapalıdır. İşte feda, o gerçeklerin üzerindeki örtüyü kaldıran bir güçtür. Çünkü, sor- gulatmayı sağlar feda. İnsanların canlarını neden feda ettiklerini sorgulatır. Eylemin gerçekleştiği hedefleri sorgulatır. Düzen polisiyle, istihbaratıyla gerçekten abartıldığı kadar güçlü mü diye sorgulatır. Hem soruları ortaya koyar, hem de cevaplarını verir. Bu yanıyla halklar için bir okul, bir öğretmendir de başlı başına. Verdi ği bilinçle, sarsma gücüyle uyuyan devi uyandıracak silahtır feda!
Feda kültürü halklarda içselleştiği oranda, halk savaşın kendi savaşı olduğunu kavrayacak ve bu savaşta özgür vatan için canının feda edilmesi bilinci ile yerini alacaktır. Tıpkı 64 yaşındaki Filistinli Fatima Al Nejar gibi, vatan topraklarını işgal edenlerin beyninde patlamıştır. Feda kültürünün halklara taşınmasının en somut örneğidir Filistinli Fatima ananın feda eylemi. Milyonların ölümü göze aldığı yerde silahların büyüklüğünün, gücünün hükmü yoktur.
7-) Kararlılığın, Uzlaşmazlığın, Yenilmezliğin Feda Kültüründe Yeri Nedir?
Bireyciliğin, bencilliğin kutsandığı bir dünyada, hiçbir şeyin kişinin kendisinden önemli olmadığının propagandasının yapıldığı bir dünyada vatanı için inançları için “can feda” demek hiçbir şeyin o halkları, o örgütleri teslim alamayacağının ilanıdır.
Alman faşizmine direnen Sovyet halkı kararlılığın ve uzlaşmazlığın görkemli örneklerini yaratmıştır.
“Komünistin ölüme başını gururla kaldırarak gitmesi ve düşmanın yüzüne karşı derin bir inançla dolu olarak ‘ben ölüyorum, fakat davamız yaşıyor ve yaşayacak” (M.İ.Kalinin)
İşgallerin, adaletsizliklerin ve zulmün karşısına da halklar aynı netlik, sertlik ve kesinlikte bir mücadele tarzıyla ve silahıyla çıkmak zorundadır. Bu nedenle feda kültürü düşman karşısında “ya ölüm ya zafer” kararlılığındadır, işgal altında “ya özgür vatan ya ölüm” tercihini yapmaktır. “Bu yıl ya şehit olacağız ya özgür” (Fidel Castro). Özgürlüğü adaleti kazanmanın kararlılığının bugün tek ölçütü fedayı göze almaktır. “Ya şehit olacağım ya şehit” (İbrahim Çuhadar) kararlılığını vurgulamaktır.
Fedada “kayıp” yoktur. Kazanan, feda göze alındığı an belli olmuştur. Çünkü, feda halklar için savunma kalkanı hem de düşmanı vuran bir silahtır.
Feda silahı da bu ikisini birleştirir. Halkların direnme ve savaşma iradesinin önünde bir kalkandır, onu korur, düşmanı ise beyninden vurur. Hiçbir kalkan feda silahı karşısında dayanamaz çünkü yerle bir olur. Unutmayalım ki emperyalizm ve işbirlikçilerinin tüm silah ve kendini koruma zırhı “maddi” güçlerden oluşur. Oysa “insan” yenilmez tek güçtür, hem de etten kemikten olmasına rağmen…
8-) Feda Kültüründe Teslim Olmamanın Önemi Nedir?
Feda halkların “ne olursa olsun savaşacağım” kararlılıklarıyla çıkmıştır ortaya. Düşmanı yok etmek, ona zarar vermek için her şeyi silah yapma, silah olarak kullanma anlayışının bir sonucudur. Üzerine bombalar sarsa da, ölene kadar çatışsa da fedanın güvendiği ne o bombalar ne silahın gücüdür. Son nefesine kadar halka umut olup düşmana zarar vermeye kilitlenen bir ruh halidir.
Fedada ne düşmana teslimiyet vardır, ne de koşullara.
Küba’da 1880’de ellerinde hiçbir silahı olmayan köylülerin, boyunlarına taktıkları tenekelere vurarak çıkarttıkları seslerle İspanyolları korkutmak ve tenekelere vura vura düşmanlarının üstüne atlayarak kendilerini feda edişlerinde görürüz teslim olmamanın gücünü. Ve dünyanın başka başka yerlerinde emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bedenleriyle savaşmaktır feda.
Ve biz istiyoruz. Bizim olanı istiyoruz. Vatanımızı, özgürlüğümüzü, emeğimizi, alın terimizi, dökülen kanımızın karşılığını… Bu isteğin adıdır feda. Alacağımızın, teslim olmayacağımızın ilanıdır. Adalettir, halk sevgimizdir, düşmana duyulan kini- mizdir, intikamımızdır, meydan oku- mamızdır. Feda, zaferdir.
9-) Feda Kültürünün Günlük Yaşamdaki Karşılığı Nedir?
Vatanımızın ve halklarımızın özgürlüğü için mücadele ediyoruz ve bu kurtuluş yolunun ise silahlı mücadeleyle olacağını biliyoruz. Fedanın vermiş olduğumuz savaşın bir parçası olduğunun bilinciyle, günlük yaşamımızdaki yeri de ona denk düşen, onu tamamlayan bir yaşamımız olması gerekmektedir. Günlük yaşamda mücadelenin gelişimi, kendi gelişimimiz ve yoldaşlarımızın gelişimi için bir emekçi gibi çalışmalıyız.
Bu savaşın büyümesi ve zaferle taçlanması için, savaşın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kendimizi yetiştirmeliyiz.
Nasıl ki, fedanın insanları geliştirdiği, sarstığı, hedef gösterdiği vb. misyonu varsa, biz de günlük yaşamda bu misyona uygun faaliyet yü- rütmeliyiz. Fedayı, amacını anlatan, onu kavratan olmalıyız. Ve aynı zamanda bedeller üzerinde büyüyen bu savaşta bulunduğumuz alan neresi olursa olsun bir feda savaşçısı olabilmek hedefiyle hareket etmeliyiz. Özveri, fedakarlık, sahiplenme, sıra neferi olma, mütevazi, bilge kişilik, küçük burjuva zaafların “ben”lerin yok edilişi ve günlük yaşamda bunun pratikte yaşanmasıdır. Bu kültür, bu ruh ve coşku bizi moral ve motivasyon bakımından da üstün kılar.
10-) Yeni İnsanı Yaratmada Feda Kültürünün Önemi Nedir?
Yeni insan, savaşın ihtiyaçlarına cevap verendir. Yeni insan emekçidir, fedakardır. Yeni insan sıra neferidir. Yeni insan nerede ihtiyaç varsa orada olandır. Yeni insan “ben varsam örgüt var” diyendir. Yeni insan, bu savaşın ölmek ve öldürmek üzerine kurulu olduğunu bilendir. Yeni insan kararlığı, değerleri, inançları uğruna, kazanmak için can vermeyi, asla yarı yoldan dönmemeyi bilendir.
İşte tüm bu nedenlerle feda yeni insanda somutlanmıştır. Bu nedenledir ki yeni insan feda ruhuyla şekillenmiştir. Feda kültürünün yarattığı yeni insan, sürecin ve savaşın insanıdır. Tıpkı Erdal Dalgıç, Hasan Selim, İbrahim Çuhadar, Alişan Şanlı, Muharrem Karataş ve diğer kahramanlarımız gibi…
O kültürün yarattığı insan, hesapsız, kitapsız vatan ve halk için devrim ve sosyalizm için sıra neferi olabilen insandır.
Yürüyüş480-syf.29-30-31
14- Halk Milisi Olmak
1-) Milis Ne Demektir?
Milis TDK sözlükte: “savaş sırasında orduya yardımcı olarak toplanan halk gücü” olarak adlandırılmaktadır.
Emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye karşı savaşan halkın ordusuna destek için yerellere ve bölgelere özgü oluşturulan silahlı halk güçleridir, milisler.
Milisler, halkın içinden çıkıp, halkla birlikte savaşı büyüten, halkın can güvenliğini koruyandır!
2-)Milisler Nasıl ve Kimlerden Oluşur?
Milisleri halktan ayrı düşünemeyiz! Bu yanıyla milis aynı zamanda halktır da diyebiliriz. Milis örgütlenmesinde yaşın bir önemi yoktur. Ki gerillada 16 yaşın altında çocukların savaşa alınmaması kuralı milis örgütlenmesi için geçerli değildir.
Bu yanıyla emperyalizme ve oligarşiye karşı olan, bu ülkenin bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülke olmasını isteyen, anti-faşist halktan herkes milis olabilir.
Gecekondu semtlerinde yaratılan örgütlenmede çocuklar milis görevi görebilir. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek herkes milis olabilir.
Milis sadece silah kuşanan kişidir diye bir şey yoktur. Haberleşme, bilgi edinme (istihbarat), ulaşım, lojistik vb. yönleriyle de değerlendirilebilir. Yaşı ilerlemiş anneler- babalar da, dedeler de milis örgütlenmemizde görev alabilirler, almalıdırlar. Çünkü evlerini açacak, haber taşıyacak vb. birçok anlamda yardım sağlayabileceklerdir.
Gerekli özen ve emekle, eğitimle: ahlaki değerlerini tüketmiş, şüpheli, sözünde durmayan, uyuşturucu, alkol vb. yozlaşmada kendini düzene teslim etmiş olanların dışında HERKES milis olabilir.
3-)Milis Görevleri Nelerdir?
Milis her bölgede kendine özgü yapılanmaya sahiptir. Bulunduğu bölgede halkın sorunlarını çözmek, düzenin yozlaştırma saldırılarının yayılmasını engellemek ve alternatif örgütlenmeyi, halk meclislerini, halk komitelerini korumak, geliştirmek, büyütmek milislerin görevleri arasındadır.
Halkın yaşadığı mahallelerde düşmanın çeşitli saldırıları sürmektedir. Halkın evlerinin yıkılması, devlet destekli çetelerin saldırısı, artan çeteleşme, faşist saldırılar, polis saldırıları vb.ler bu saldırılar arasındadır. Yine halkın hak arama mücadelelerine azgınca saldırılar da her gün artarak devam etmektedir.
Tüm bunları geriletecek olan, mahalleyi uyuşturucu, fuhuş vb saldırılardan koruyacak, pisliklerden temizleyecek faşizmin saldırılarına karşı halkın canını-malını koruyacak ve misilleme ile cevap verecek olan esas olarak milis güçleridir.
4-)Milis Güçleri Çalışmalarını Nasıl Sürdürür?
Dünya örneklerinde de görüleceği gibi, çeşitli devrim süreçlerinde milislerin halkla birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Ve tüm çalışmalarını halkın içinde, halkla birlikte yürütür milisler. Halkın olduğu her yerde her alanda çalışmalarını sürdürebilir.
Halkı örgütlemenin araçlarından meclisler, komiteler vb. milislerin çalışma yapacakları, örgütlenecekleri alanlardır.
“Vietnam Halk Savunmasında milis örgütlenmesi ‘kendini savunma birlikleri’ olarak ortaya çıkar. Giap’ a göre halk savaşı vermek için ‘halkın silahlı kuvvetleri, ana kuvvet birlikleri, bölgesel birlikler, milis ve kendini koruma birlikleri’ şeklinde uygun örgütlenme biçimlerine sahip olmalıdır.” (Yürüyüş, sayı 443, sf 28)
Özetle, milis halktır diyoruz. Halkın olduğu halkın mücadelesinin olduğu her yerde milisler örgütlenecek, savaşı büyütecek, düşmandan hesap soracaktır.
5-)Milis Gücünün Halk Meclisleriyle Bütünleşmesi Nasıl Olacaktır?
Halk meclisleri halkın ortak karar aldığı ve uyguladığı halka ait öz örgütlenmelerdir. Halkı kendi sorunları etrafında birleştirmenin, örgütlenmenin en önemli mevzisi- dir. Halk meclisleri sorunların ortaya konulması, üzerine konuşulup çözümler aranması tek başına yeterli değildir. Buradan alınan kararı hayata geçirecek olan yine halk meclisleri olacaktır.
Milisler de halk meclisleri içinde örgütlenip, milislerin buralardan çıkmasını sağlayacaktır.
Bu noktada milislerin halk meclisleriyle bütünleşmesi zorunludur. Ki, halkın sorunlarına çözüm bulmak milislerin de görevleri arasındadır. Faşizmle yönetilen bir ülkede olduğumuz için, meclislerin yapacakları tüm eylemlikler kolluk kuvvetlerince saldırılıp bastırılmak istenecektir. Milisler bu noktada devreye girip meclis çalışmalarının, eylemlerinin güvenliğini alacaktır… .
Milislerin, meclisle bütünleşmesi düşmanın saldırılarına karşı halkı korumak, düşman saldırılarını boşa çıkarmak amaçlıdır aynı zamanda. Bu yanıyla milisler halka umut, adalet olacak, güven verecektir.
Meclisler bazen halka zarar veren kişiler, kurumlar, çıkarcı, ben- cil-halkın sırtından asalakça geçinmeye çalışan unsurlar hakkında yaptırım kararı alabilir.
Kimi zararlı unsurlara mahalleden uzaklaştırma cezası vb. verebilirler. Bu yaptırımı ve ceza kararlarını uygulatacak bir güce gereksinim duyulduğunda, işte o zaman halk meclisleri devreye girecektir.
Halk meclisleri, halkın yargısının, adaletinin uygulayıcı gücüdür aynı zamanda…
6-)“Halkı Savaştırmak-Savaşı Halklaştırmak” Politikasi Temelinde Milis Güçleri Nasıl Ele Alınmalıdır?
T üm dünya devrimlerinde görüleceği gibi savaş halklaştırıl- madan, halkla bütünleşen bir savaş yaratılmadan, zafer elde edilemez! Dayı, “Halkı savaştırıp savaşı halklaştırmalıyız” diyor.
Yeni sömürge ülkelerde mücadele şekli silahlı mücadele olmak zorundadır. Tüm silahlarıyla saldıran emperyalizm ve oligarşi bloku karşısında bu hayati bir zorunluluktur. Savaşmayı, bedel ödemeyi göze alamayan bir halk, sömürülmeye ve köle olmaya mahkumdur.
Bu durumda halkı savaştırmak, halka gerçekleri açıklamak, düşmanı göstermek için öncü savaşı veriyoruz. Milisler halk için halkın bir parçası olduğu içindir ki, halkı savaşa katmada önemli bir rol oynar. Halk kendine ait kendinden gördüğü her şeyi sahiplenir. Ve milislerin verdiği mücadeleyle halk kendi sorunlarının çözümünün savaştan geçtiğini elde ettiği kaza- nımlarla pratikte görülecektir.
Halk savaşmanın gücünü, savaştıkça düşmanı gerilettiğini, hesap sorduğu kendi içinden çıkan, kendileriyle iç içe olan halk milislerinde ve faaliyetlerinde görecektir. Bu yanıyla, halkı savaştırıp, savaşı halklaştırma da milisler önemli bir mevzidir.
Diğer yandan milisler, halk ordusuna savaşçı, kadro, komutan yetiştirmede de bir okul görevi görür.
7-)Milis Güçlerinin Hedefleri Nelerdir?
Halka karşı suç işleyen, emperyalizm ve oligarşi ile hareket eden tüm düşman güçleri milis güçlerinin hedefidir.
Mahallelerimizde yozlaşmayı yaymaya çalışan uyuşturucu, fuhuş gibi ahlaksızlıkları yaygınlaştırmaya çalışan çeteler, işbirlikçi ajanlar, bireysel çıkarları için halkı aldatan, ihbar eden ve zarar verenler, milislerin hedefidir.
Evlerimizi yıkıp, mahallelerimizi inşaat tekellerine pazarlamak için halka baskı kuran, tehdit eden mafya ve çeteciler. Hak arama mücadelesinde halka, işçilere, ezilenlere saldıran, elini yoksulların kanına bulayan polis, asker vd ileri … Gerici faşist okul idareleri ve bu okullarda faaliyet gösteren sivil -resmi faşistler milis güçlerinin hedefidir. Kısacası halkın mücadelesinin karşısında olan her kişi, her kurum milislerin hedefidir.
8-)Milis Gücünün Halkın Adaletinin Gerçekleşmesindeki Rolü Nedir?
AKP, polisi, jandarması, mafyası, çetesi, yasaları, karakolları, mahkemeleriyle adaletsizliğin adı olmuştur.
Halka yoksulluğu, ağlamayı, açlığı, zulmü, işsizliği reva görmüş ve her gün bu durumu büyütmektedir. İnşaatlarda, madenlerde, tersanelerde, tarlalarda hep işçiler katlediliyorlar.
İşçilerin kanları üzerinden patronlara kar sağlıyor, servet biriktiriyorlar. Hakkını arayan, eylem yapan, grev yapan işçilere alanları yasaklıyor, grevleri yasaklıyor kendi yasalarını dahi uygulamıyor, çıkarları doğrultusunda bir baskı aracı olarak uyguluyor. Her anlamda hak talebine devletin terörü ile karşı çıkıyorlar. Kısacası bu düzende adalet yoktur!
Bu nedenle halk adalete açtır! Ekmek, adalet, özgürlük mücadelesi her geçen gün büyümektedir.
Halk adalet bulmadığı yerde kendi adaletini uygular. Ancak bunu harekete geçirecek ve doğru hedefe yöneltecek olan M-L ideolojisiyle şekillendirilen milislerdir. Yani halkın adaletinin adı yerellerde milislerdir dersek yanlış söylemiş olmayız.
Milis güçlerimizin adalet anlayışı halkın adaletidir. Bundan dolayı da halkın kendisine karşı suç işleyenlere uygulayacağı ceza, milislerin halkla birlikte, halk için alınan kararın uygulanması şeklinde olacaktır.
Devrimci ilke ve kurallarla uygulanacak olan halkın adaleti, halkta cepheye güven, düşmanda ise Cephe’den korkma sonucunu yaratacaktır.
9-) Milis Gücünün Savaşımızdaki Yeri ve Önemi Nedir?
“Milisler, küçük gerilla ekiplerinden gerilla ordusuna, gerilla ordusundan da halk ordusuna evrilecek olan halk savaşımızda ilk kadro okulları, halkı silahlı mücadeleye hazırlamada önemli ve temel bir işleve sahip olacaktır.” (Yürüyüş sy 440 sf: 34)
Oligarşinin krizleri büyüdükçe, yönetememe krizleri de baş gösterir. Bu sömürü düzenini devam ettirmek için baskısını yoğunlaştırır. Bugün AKP’nin yaptığı tam da budur.
Bu durumda şiddet karşı şiddeti doğurur. Ezen ve ezilenler arasındaki savaş yükselir. Bu savaşta karşı-
lıklı varlık ve yokluk iki taraf içinde önem kazanır.
Ezilen halklar olarak verdiğimiz savaşımızı büyütmek zorundayız. Ve bunu yani savaşı her yere yaymak halk için elzemdir. Milis güçleri savaşı yayma, düşmanın müdahale alanlarını daraltma ve kendi gücümüzü, etki alanımızı büyütmek açısından önemlidir.
Milis güçleri büyüdükçe mahallelerde düşmanın hakimiyeti azalacak. Ve bu durumda savaşımızın büyümesiyle sonuçlandığı gibi düşmana vuracağımız darbeleri de çoğaltacaktır.
Milisleri büyütüp, yaygınlaştırmak, aynı zamanda savaşı da büyütmektir.
10-) Müislerin Devrimden Sonraki Görevi Nedir?
Devrim öncesi milis güçleri yerel direniş birlikleri olarak görev alıyordu. Devrimden sonra da kazanılan devrimin korunması için görevler üstlenir. Çünkü, emperyalizm ve işbirlikçileri her ne kadar ülke dışına atılsalar da kapitalist üretim tümden yok edilmediğinden varlıkları bu biçimiyle sürdüğü için
tehlike devam etmektedir. Ki emperyalizm pazarından kar, kapısından kolayca vazgeçmemeye çalışacaktır.
Tekrar kuşatma, devrimi yok etme veya devrim sonrası karşı- devrimci faaliyetler için komplolara baş vurabileceği için milisler görevini sürdürürler.
Devrimden sonra milisler, düzenli orduya ve kolluk kuvvetlerine yardımcı olan, bulundukları yerlerde halka bilinç taşıyan, halkın tüm sorunlarına koşturan bir pozisyonda olacaktır.
Yürüyüş481-syf.30-31-32
15- Terörizm Nedir?
1-) Terör Nedir?
Filistin’de El Aksa Tugayla- rı’ndan bir feda savaşçısı eyleminden önce şöyle diyor:
“Şunu biliyorum ki, tek başına bir tankı durduramam, beni saniyeler içinde yere serer, o halde kendimi bir silah olarak kullanmak zorundayım. Onlar bunu terörizm olarak adlandırıyor. Bence bu kendini savunma hakkıdır. Kimse özgürlüğü size hediye etmez, özgürlük için bazı fedakarlıklar yapmamız gerekir.” (Aktaran; Yürüyüş Sayı: 36)
“Terör” kavramının tanımı, halklara ve halk düşmanlarına göre değişmektedir. Filistinli direnişçinin “direnme hakkı” diye ifade ettiği eylemine emperyalizm ve siyonistler “terörizm” diyor.
“Terör” kavramı, Latince’de “korku” anlamına gelen “terreur” kelimesinden üretilmiştir. Sözlüklerde, genel olarak “korku salma, yıldırma, tehdit” olarak tanımlanır.
Emperyalizm ve işbirlikçileri kendi düzenlerine aykırı buldukları her şeye ve herkese “terörist” suçlamasında bulunurlar. Kimi zaman en meşru hak istemi, kimi zaman bir halkın kendi kaderini tayin etmek istemesi, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi terörizm olarak yaftalanır. Oysa terör, emperyalizm ve işbirlikçilerinin halk düşmanı faaliyetlerinden başka bir şey değildir.
2-)Halkların Direniş ve Mücadelesine “Terör” Diyenler Kimlerdir?
Emperyalizm ve işbirlikçileridir. Ki bunlar esas olarak halklara uyguladıkları terörü meşru göstermek için halkların direniş ve mücadelelerine
“terörizm” suçlaması yöneltirler. Bu yanıyla, emperyalistlerin dilindeki “terörizm” kavramı, emperyalizm ve işbirlikçilerinin sömürü ve zulüm düzenini meşru göstermek için kullandıkları demagoji malzemesidir.
3-)Terörizm Nasıl
Olur?
Emperyalizm ve işbirlikçilerinin sahip oldukları devasa askeri güçle, halkların gözünü korkutup yıldırarak boyun eğmelerini sağlamak için uyguladıkları her türden katliam, işgal, işkence, saldırı ve baskılar terörizmdir.
Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ndeki işkencelerden Guantanamo toplama kampına, Amerikan emperyalizminin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmasından Afganistan, Irak, Libya, Suriye’de sebep olduğu katliamlara, 1 Mayıs 1977 katliamından, 19-22 Aralık’ta devrimci tutsakları diri diri yakmaya… Halk çocuklarının beyinlerini sokaklara akıtmaktan, gözaltında kayıplara… Gazze’den Roboski’ye halkın üstüne Amerikan uçaklarıyla bombalar atılmasına kadar halklara uygulanan her türden saldırı terörizm kapsamındadır.
4-) Terörizmin Amacı Nedir?
Halkların, emperyalizm ve işbirlikçilerinin egemenliğine boyun eğmesini sağlamaktır.
Amerika’dan, Asya’ya, Avrupa’dan, Afrika’ya dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan ve tüm değerlerin gerçek sahibi olan emekçi halkların ürettiklerine el koymak, yeraltı- yerüstü zenginliklerini talan etmek, egemen sınıfların asalak yaşamlarını dikensiz gül bahçesinde sürdürmelerini sağlamaktır.
Emperyalist sömürüye karşı çıkan kişileri, örgütleri, ülkeleri karşı devrimci zorla baskı altında tutmak, yıldırmak ve tüm dünyada emperyalist düzeni hâkim kılmaktır.
5-) Halkların Baş Belası Olan Terörist Kimdir?
Bu soruya dünya halklarının tek ve ortak bir cevabı vardır: Halkların baş belası olan terörist, emperyalistlerdir. Onların arasındaki baş terörist ise Amerikan emperyalizmidir.
Halkların sömürülmesinden, zulüm görmesinden, aşağılanmasından, açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmesinden, yozlaştırılmasından, baskı görmesinden, katledilmesinden sorumlu olan emperyalistlerdir. Halktan yana herkesin gördüğü gerçek budur. Dünyanın her yerinde “Amerika De- fol-Yankee Go Home” diyerek Amerikan bayrağı yakılması, Mahir, Hüseyin, Ulaş‘tan Şanlı Alişanlar‘a Amerikan hedeflerinin vurulması bu nedenledir.
6-)Bağımsızlık İçin Silaha Sarılıp Kurtuluş Savaşı Vermek “Terörizm” midir?
Değildir. Ama emperyalistler ve işbirlikçileri kendilerine karşı sürdürülen kurtuluş savaşlarına dünden bugüne “terörizm” demişlerdir. Oysa halkların, emperyalizme karşı, silaha sarılıp kurtuluş savaşı vermesi, en doğal hakkıdır.
Anadolu’yu işgal eden emperyalist güçler ve onların işbirlikçileri Osmanlı sarayı, Anadolu’da işgale karşı
direnen halk güçleri için bugün kullanılan “terörist” demagojisinin yerini tutan suçlamalar yapıyorlardı. Aynı şekilde anti-emperyalist, anti-oli- garşik “ihtilalin yolu”nu açan Mahir Hüseyin Ulaşlar için “anarşist” diyorlar.
Halkı ve vatanının özgürlüğü ve bağımsızlığı için şehit olmak “terörizm” değil, halkların onuru ve umududur.
7-)Zulme Karşı Direnme Hakkı Terörizm Midir?
Değildir. İnsanlık tarihi boyunca halklar, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe direnmişlerdir. Zulme karşı direnme hakkını Birleşmiş Milletler sözleşmesine yazdırmak dahil olmak üzere egemenlere bile kabul ettirmişlerdir.
Sınıflar mücadelesinin kanunudur bu: Egemenlerin zulmü varsa halkların da direnişi vardır.
Egemenler “biz istediğimiz kadar ezip, sömürelim, ayaktakımı sürgit boyun eğsin” ister. Ancak bu istek halkların direnişine çarpar.
Zulmün, adaletsizliğin olduğu her yerde halkların direnişi meşru ve zorunludur. “Ferman padişahın dağlar bizimdir” deyişi bir halk ozanının söylediği bir ezgi değil, toplumsal gerçekliğin dile getiriştir. Zulüm varsa direniş haktır ve halklar bu hakkı “halkın adaleti” olarak kuşanırlar.
8-) Halkın Adaleti Terörizm Midir?
Değildir. Zulme karşı direnme hakkı, aynı zamanda zulmün sahibi olan zalimden hesap sorulmasını da içerir. Demirci Kawa‘dan Köroğ- lu ‘na halkların destanları bunu anlatır. Bolu Beyi halka zulmediyorsa halk kendi içinden Köroğlu çıkarıp zalim beylerden hesap sorar. Dünyanın her yerinde böyle olmuştur. Ve bugünün dünyasında, halkın adaletini devrimciler kuşanmıştır.
Halkı ezmek, sömürmek, zulmetmek, yozlaştırmak, aç açıkta bırakmak, halkın vatanını emperyalistlere peşkeş çekmek, halklara karşı işlenmiş temel suçlardır ve bu suçlara karşı halkın hesap sorma hakkı vardır. Bu hakkını halka kuşandıran da devrimcilerdir.
9-) Emperyalistlerin Terör Örgütleri Hangileridir?
Emperyalistler ve işbirlikçilerinin baskı aracı olan devletleri başta olmak üzere, halklara karşı örgütledikleri NATO gibi askeri terör örgütleri, IMF-Dünya Bankası gibi ekonomik terör örgütleri, değişik isimler altındaki emperyalist koalisyon güçleri ve yeni-sömürge ülkelerdeki faşist devletler bir bütün olarak emperyalizmin terör örgütlerini oluştururlar. Bunların amacı halklara boyun eğdirmektir. Bu amaçla her şeyi yaparlar. Emperyalizmin terörist faaliyetleri, kendi mevcut hukuk kurallarına bile bağlı değildir. Hiçbir kural, yasa, ahlak tanımadan halklara yönelik saldırılar düzenlerler.
Emperyalist terörün hiyerarşik yapılanmasının başında Beyaz Saray, CIA, Pentagon vardır. Di ğer emperyalist ve faşist devletler, halk düşmanı faaliyetleri, işbirliği içinde yürütürler. Kimi zaman kendi aralarında da geçici çıkar çelişkisi yaşasalar da halk düşmanlığı konusunda stratejik müttefiktirler.
10-) Emperyalistlerin Terör Listesi Ne Anlama Gelir?
Emperyalistler 1990’lardan bu yana sömürü düzenlerine boyun eğmeyi reddeden kişi, örgüt ve ülkeleri kapsayan “terör listesi” düzenlemeye başlamışlardır. Başını da Amerikan emperyalizmi çekmektedir. Her gün bu listeyi günceller ve böylece halklara gözdağı verir. Neyin ’terör’, kimin ’terörist’ olduğunu belirleme otoritesi olarak kendilerini halklara dayatırlar. Bu dayatmanın özü, Amerikan Başkanı Bush’un “Ya bizdensin ya düşmanımsın” sözünde vardır.
Bir diğer yandan, bu denli devasa güçlerine rağmen, emperyalizme boyun eğmeyi reddedenlerin var olduğunu da itiraf etmiş oluyorlar. Ki bugün dünyasında emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm için savaşan Cephe’nin emperyalistlerin o listelerinde yer alması Anadolu’nun onuru demektir.
Sonuç olarak; bugünün dünyasında terör demek emperyalistler ve işbirlikçilerinin halk düşmanlığı demektir. Ve en büyük terörist Amerikadır. Bunun için sadece son 15 yılda “teröre karşı savaşıyorum” derken Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ve bütün olarak Ortadoğu’da 2 milyonun üzerinde insanı katletmiştir. Bugün Ordado- ğu’nun kan gölüne çevrilmesinin baş sorumlusudur. Asıl terör bu- dur, terörist Amerika başta olmak üzere emperyalistlerdir.
Yürüyüş482-sfy.32-33
16- ESNAFLAR
1-)Esnaf kime denir?
Ekonomi sözlüğünde şöyle tanımlanmaktadır:
“Ana malına emek gücünü de ekleyerek yaşamını sürdüren el zanaatçıları ve küçük satıcılar…” Arapça sınıflar anlamındadır. Eskiden küçük çapta dükkan işletenler ve el zanaatı yapanlar birer sınıf olarak nitelendirilirdi. Örneğin bu anlamda kunduracı esnafı, leblebici esnafı vb. denirdi.
Esnaf odaları yasasının birinci maddesinde ise şöyle tanımlanmıştır; “İster gezici olsunlar, ister bir dükkanda ya da bir sokağın belli bir yerinde sabit bulunsunlar, ticaretleri parasal sermayeden çok bedensel çalışmalarına dayanan ve kazançları ancak geçimlerine yeten ticaret erbabı. (…) bu sınıfın sendika kurmalarına izin verilmemiş, sadece dernek kurabilecekleri yasalaştırı lmış-
tır.”(Remzi Kitabevi, Ekonomi Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, S: 106)
2-)Esnaf dernekleri, birlikleri ne zaman yasalaşmış ve işlevi ne olmuştur?
Esnaf dernekleri, ülkemizde ilk 1954 tarihli esnaf ve küçük sanatkarlar kanunuyla kurulabilmiştir. Bu yasayla esnafın dernek kurabilmesi yasallaşmış ancak Ticaret Bakanlığı’nın iznine bağlanmış ve belli zorunluluklar getirilmiştir.
-Esnaf niteliği taşıyan en az 50 kişinin isteği şart koşulmuştur.
-Bu derneklere bulundukları belediye sınırları içinde çalışma şartı getirilmiştir.
-Her esnaf derneğinin, esnaf birliğine katılması zorunludur.
-Birlikler birleşerek ülke çapında federasyon kurabilir.
Anlaşılacağı gibi sendika kurma hakkı tanınmadığı gibi kurulan dernek ve birlikler de yasalarla sınırlanmış tamamen devletin izin ve denetimine tabi tutulmuştur. Yani özünde küçük esnaf ve zanaatkarların örgütlenme hakkı engellenmiştir.
Dernek ve birliklerin işlevi esnaflar üzerinde denetim kurabilmektir. Siyasi işlevi bu iken ekonomik olarak da vergi, aidat vb. ile sömürülmesidir.
Bu yanıyla esnaf dernekleri kamu kuruluşları niteliğindedir. Temel görevi, çoğunlukla dağınık ve yerleri belli olmayan esnafın devletle ilişkisini sağlamaktır. Yani esnafın denetlenmesini ve sömürülmesi sağlamaktır.
3-)AKP faşizminin ekonomik politikaları sonucu esnaflar ne durumdadır?
AKP, emperyalizmin ve tekellerin partisidir. AKP halkı ezen, iliğine dek sömüren, tüm politikalarını tekellerin ihtiyaçlarına göre şekillendiren faşist bir partidir.
AKP’nin tekellerin çıkarlarına göre aldığı kararlar ve politikaların sonucu küçük esnaf neredeyse bitme noktasına gelmiştir.
Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Odası Konfederasyonu kayıtlarına göre, 2005 yılından 2015 Mart sonuna kadar olan dönemde, 1 milyon 318 bin esnaf ve sanatkar işyerini kapatıp faaliyetine son vermiştir.
Özellikle bakkallık, boyacılık, bayilik, büfecilik yapan binlerce esnaf kepenk kapattı. Yani AKP, küçük esnafı büyük sermayeye, tekellere ezdirdi. AVM’lerle rekabet edemeyen küçük esnafın kepenk kapatması sonucu, aileleriyle birlikte düşününce, ortalama 10 milyon insan etkilendi. Yani milyonlarca insan işsizler ve yoksullar ordusuna katıldı.
Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir,
Antalya, Bursa, Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Aydın, Balıkesir, Samsun, Trabzon gibi illerdeki küçük esnaf AKP faşizminin politikalarından en çok etkilenenler oldular.
Örneğin Ankara’da yüzde 60, İstanbul’da yüzde 76,4, İzmir’de yüzde 60’tır. Yağmacı talancı AKP’nin ekonomik politikaları sonucu çarşı, pasaj, iş hanı, sokak dükkanlarındaki perakende ticareti; büyük sermayenin yeri olan AVM’lere kaydı.
AKP’nin son 10 yılda AVM sayısı 62’den 3337’e çıktı. Yüzde 400’den fazla eden bu artış, AKP’nin küçük esnafı nasıl bir hız ve pervasızlıkla yoksullaştırdığının göstergesidir. Pek çok zanaatkar ana-babadan öğrendikleri mesleği sürdüremez, küçük dükkanının masraflarını dahi karşılayamaz hale geldiği için iflas etmiş ve kepenk kapatmak zorunda kalmıştır.
Bu tabloya tarım sektöründeki üretici ve esnaflar dahil değildir. Tarım sektöründeki küçük üretici ve esnafı da dahil ettiğimizde ortaya çıkabilecek tablo çok daha boyutludur.
4-)Esnafların sorunları nelerdir?
Küçük esnaf içler acısı durumdadır. Esnaf büyük sermayeye dayanarak iş yapmamaktadır. Küçük esnafın üretim gücü esas olarak kendi emeğine dayanır. Genelde esnaf, kendi ailesinin emek gücüyle ayakta durur. İşyerine uzun vadeli yatırımlar yapamaz. Yatırım demek sermaye demektir. Bırakın yatırım yapmayı, esnaf sattığının yerine yenisini koyamamaktadır. Her zaman nakit sıkıntısı çektiği için, başka yerlerde çalışan aile fertlerinin kazancı da genel olarak işyerine sermaye yapılmaktadır. Bu ancak geçici nefes almasını, ekmek teknesini kapatmamak için bir süre daha direnmesini sağlamaktadır.
Ancak küçük esnaf nakit sıkıntısını çekmeye devam ettiği için bankalara ve tefecilere başvurmak zorunda kalmaktadır.
Resmi tefeci bankalardan, tefeci tüccarlardan yüksek faizle aldığı paralarla ayakta kalmaya çalışsa da esnaf batmaktadır. Esnaflar, tekellerin ve bankaların kredi faizlerinin sömürü çarkları arasında ezilmektedir.
Küçük esnafın AVM’lerle rekabet şansı yoktur. AKP döneminde milyarder tekel sayısının 5’ten 44’e çıktığını, AVM’lerin yüzde 400 oranında arttığını düşünürsek durum ortadadır. AKP, aileleriyle birlikte, milyonlarca küçük esnafa, kefen biçmektedir.
5-)Esnaf örgütlenmeleri nelerdir ve esnafların sorunlarını çözebiliyor mu?
Bugün ülkemizde çeşitli amaçlarla kurulmuş 50 bine yakın kooperatif vardır. Bunlar da devletin kontrolündedir. Öyle ki, oligarşi kooperatifler aracılığıyla milyonlarca esnafı kendi politikaları ve çıkarları temelinde yönlendirebilmektedir.
Bakkallar Birliği, Şoförler Odası, Nakliyeciler Derneği… gibi her mesleğe dair birlik, oda, vakıf gibi örgütlenmeler bulunmaktadır. Ve bu birlikler federasyon, konfederasyon şeklinde ülke genelinde merkezileşmiştir.
AKP’nin son 10 yıllık tablosu:
-1 milyon 318 bin esnaf iflas etti.
-Bu, günde ortalama 350 dükkan ve küçük işyerinin, yılda 130 bin esnaf ve zanaatkarın faaliyetine son vermesi demektir.
-Yani dükkan açan ancak 9 ay dayanabiliyor demektir.
AKP’nin Kapalı Çarşı’yı tadilat ve restorasyon yalanıyla, hileli ihalelerle Rıza Zarrab’a peşkeş çektiğine yakından tanık olduk. AKP Vakıflar Genel Müdürlüğü üzerinden her türlü oyunu tezgahlamıştır. Esnaf direnmiş, işgal eylemi yapmış ancak uzun namlulu silahlarla saldırarak esnafı gözaltına alıp Sandal Bedeste- ni’ni tahliye etmiştir.
Bunlar yaşanırken başta Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu olmak üzere devletin denetiminde olan konfederasyon ve kooperatiflerden tek ses çıkmamıştır.
6-) Esnafın sorunları nasıl çözülür?
Esnafın sorunlarının çözümünün tek ve temel yolu örgütlen- mektir. Devletin denetiminde ve yönlendirmesinde olan oda, birlik, federasyon ve konfederasyonlar esnafların sorunlarını çözemez. Esnaflar tekellerin bankalarına da, düzenin yarattığı tefeci tüccarlara da mahkum değildir.
Kendi ailesinin emek gücüyle ayakta durmaya çalışan esnaf, dayanışma kültürüne ve ta Ahi Evranlardan gelen esnaf birliklerine, Anadolu’nun köklü geleneği İMECE’lere yabancı değildir. Halkımızın önemli ve değerli bir kültürüdür dayanışma. Esnaf sorunlarını kendi öz örgütlenmelerini yaratarak ve dayanışmayı büyüterek çözebilir.
O halde, esnaf komiteleri, kooperatiflerini, esnaf meclislerini örgütleyeceğiz.
7-) Esnafları nasıl örgütleyeceğiz?
Öncelikle esnafların sorunlarını öğrenmeli ve bu sorunlar için de öncelik sıralaması yapmalıyız.
Sorunları nasıl öğreneceğiz?
Biri teknolojik yoldur. Esnafların sayısı, mesleklere-bölgelere-illere göre dağılımı, yoğunluğu nasıldır? Ne tür sorunlar yaşar? Esnaf birlikleri nelerdir? Esnafların ne kadarı üyedir? Üye olmayan esnaflar ağırlıkla hangi alandadır? Esnaf birliklerinin faaliyetleri, yerleri, esnaflara yaklaşımı vb. tüm bunları teknoloji aracılığıyla öğrenilip en genel bilgiye sahip olabiliriz.
Ancak bu bir yanıdır. Temel olan mahallede, ilçede, kasabada tek tek esnaflarla tanışmalı, birebir ilişki geliştirmeli ve bağ kurmalıyız. Esnaflar ve sorunları hakkında en net, somut, gerçekçi bilgiye ancak bu şekilde ulaşabiliriz.
Nereden başlayacağız?
Örgütlü olduğumuz, kurumumuz olmasa da ilişkilerimizin olduğu mahalleler somut bir örnek yaratmak açısından avantajdır. Kurulmu ş bir derneği, komitesi, komisyonu, meclisi, kooperatifini duyan, gören öğrenen esnafın örgütlenmesi de hızlanacaktır.
O halde örgütlü olduğumuz mahallelerimizde bir bağımız olsun veya olmasın tek tek her esnafla tanışmalı, onu anlayıp tanıyana, ihtiyaçlarını ve sorunlarını öğrenene kadar gidip ilişki geliştirmeliyiz. Esnaflara örgütlü olmanın güçlü olmayı sağladığını anlatmalıyız. Bu örgütlülüğün en temel araçları meclisler, kooperatiflerdir.
8-) Kooperatifler nasıl örgütlenmelidir?
Kooperatifler, esnafın kitle örgütleridirler.
Kooperatifler, kolektif çalışmayı ve üretmeyi sağlar. Bu yüzden güçlü örgütlenmelerdir.
Kooperatiflerin, ihtiyaçlar temelinde türleri vardır: Üretim kooperatifleri, tüketim kooperatifleri, tarım, yapı, dayanışma kooperatifleri gibi.
Üretim kooperatifleri, üreticinin ürününü değerlendirmek için kurulur. Tüketiciyle, yani halkla doğrudan bağ kurar, halka direk satış yapar. Halk da bu sayede aracıların eklediği fiyat farkından kurtulur.
Küçük üretici bu kooperatifle küçük üreticiyi bağımlı kılan ve zarar ettiren sorunlardan kurtulacaktır.
Tüketim kooperatifleri: Halkın başta gıda, giyim vb. her tür ihtiyacının karşılanmasını sağlayacaktır.
Yapı kooperatifleri: Konut ihtiyacını karşılamak için kurulur. Hem halkın daha sağlıklı evlerde oturmasını hem de kredi çekip çok yüksek miktarda borcun altına girip ömür boyu borç ödemesini engelleyecektir. Daha çok aile, daha ucuza, daha sağlıklı ve dayanıklı eve sahip olacaktır. Barınma sorununu çözecektir.
Tarım kooperatifleri: “Tarımsal amaçlarla tarımcıları bir araya toplayan kooperatifler… Bu alanda dört türlü kooperatif biçimi vardır. Tarımsal üretimi koruyup sürdürme kooperatifleri, tarımsal araç ve gereç sağlama kooperatifleri, tarımsal satış kooperatifleri, ortaklaşa işletme kooperatifleri.” (age. S:386)
Küçük esnaf, küçük üretici kooperatifler aracılığıyla kendi ürettiklerini ve kendi emeklerini en iyi şekilde değerlendirebilir.
Kooperatifler, esnaf odaları ve belediyelerce dayatılan harç, pul, vergi gibi esnafı zor durumda bırakan ve soyan uygulamalara karşı mücadele edecektir.
Kooperatifler; yağma, talan, sömürü çarkı arasında ezim ezim ezilen esnafın; alınterine, emeğine sahip çıkacak ve ürününün emeğinin karşılığını alma mücadelesi verecektir.
Kooperatifler; dayanışma ve yardımlaşmayı büyütecektir. Dayanışma sandıkları ile ekonomik, kooperatif ev ve lokalleriyle sosyal ve kültürel yaşamda da halkın dayanışma kurumlandır.
Tarihimizdeki Ahilik örgütlenmesi, kooperatiflere benzemekte ve örnek oluşturmaktadır.
9-)Ahi Evran kimdir?
Anadolu’da ahi örgütlenmesinin kurucusudur.
Ahi Evran Hoy şehrinde doğmuştur (Hoy, bugün Van’ın Özalp ilçesine 7080 km. uzaklıkta bir İran şehridir.)
Oradan Şam, Bağdat ve Mekke’de dolaştıktan sonra Anadolu’ya gelip 1207 yılında Kayseri’ye yerleşmiştir. Burada bir tabakhane kurarak debbağlık (deri işi) yapmıştır.
Ahi Evran, burada Fatma Bacı ile evlenmiştir. Kadın Ana olarak da bilinen Fatma Bacı “Anadolu Bacıları” örgütlenmesini kurup; kadın ve genç kızları hem biraraya getiren hem de onların halı, kumaş dokumacılığı, örücülük vb. ile üretimde bulunmasını sağlamıştır.
Anadolu’yu şehir şehir gezen Ahi Evran, her gittiği yerde Ahi örgütlenmesini kurmuş, en son Kırşehir’e yerleşmiştir. Ahilik zamanla Anadolu’nun pek çok il, kasaba ve köyüne kadar yayılmıştır.
Daha çok meslek örgütlenmeleri niteliğinde olsalar da işleyiş biçimleri kooperatiflere benzer.
10-) Ahilik Nedir?
- yy başlarında Ahi Evran tarafından Anadolu’da kurulan yaygın, etkili meslek örgütlenmesidir ancak sos- yo-kültürel bir şekillenişi de vardır.
Ahilik, yarattığı esnaflık kültürü, dayanışma ve sosyal-ekonomik yapısı ile beş yüzyıldan fazla yaşamıştır. Öyle ki, Anadolu’yu da aşıp Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya yayılmıştır
Ahilerin kurdukları esnaf örgütleri o meslek ve zanaata ait bütün işleri yönetir, üyeleri arasındaki anlaşmazlıkları çözer. Örgütlenme esnafın ürettiği malın cinsinden, fiyat ve kalitesine dek her şeyi adaletli bir şekilde belirler.
Ahiliğin kuralları vardır. Ahlaki ve kültürel kurallara uymayanlar ahi olamayacağı gibi örgütlenmeye de giremez.
Ahi’nin bir işle uğraşması, kendi emeğine dayanarak yaşaması ilk kurallardan biridir.
Her Ahi, birkaç iş veya zanaatla değil, yeteneğine göre bir işle uğraşırlar.
Ahi, işinde sabırla olgunlaşmayı ve ustalaşmayı ahlaki bir görev olarak algılayandır.
Ahi, dürüst ve adaletli olmalı ve emeğiyle hakkettiğinden daha fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır.
Ahi; kişisel üstünlük tutkusuna değil kolektif sorumluluk ve adalet duygusuna sahip olmalıdır.
Sonuç olarak Ahilik; yoğun istila, saldırı ve ağır vergi koşullarında halkın dayanışma ihtiyacından doğmuş bir örgütlenmedir. Kendisine sığınanlara, muhtaç olanlara kapısını açmış, dayanışma ve yardımlaşmayı temel alan bir örgütlenmedir. Bu yanıyla Ahilik bugünün kooperatif örgütlenmelerine ışık tutmaktadır.
Yürüyüş483-syf.27-28-29
17- İDEOLOJİ
1-)İdeoloji Nedir?
İdeoloji; toplumun alt yapısına (üretim ilişkilerine) göre şekillenen üst yapıdır. Siyasal, hukuksal, dinsel, sanatsal, ahlaki, felsefi görüş ve düşüncelerin sistemleşmesidir.
İdeoloji, bir kişiyi ya da toplumu yönlendiren, onun davranış ve ruh haline şekil veren düşünüş biçimidir. Bu düşünüş biçiminin kaynağı sınıfsaldır. Kapitalist toplumda burjuva ve proletarya olmak üzere iki temel ideoloji vardır. Burjuva ideolojisi; ezenleri, egemenleri, halkı sömüren bu düzenin devamını savunur.
2-)Proletarya İdeolojisi Nedir?
Marksist-Leninist bir ideolojidir İşçi sınıfının ideolojisidir. Sınıflar ve sömürü var oldukça işçi sınıfının ideolojisi de var olacaktır.
Davranışlarımıza düşüncelerimize, duygularımıza yön verecek olan proletarya ideolojisi, Marksist-Leninist ideoloji olmalıdır. Bunu sadece okuyarak, teorik düzeyde değil; yaşamımızda da uygulayabildiğimiz zaman burjuva ideolojisine karşı savaşan bir ideolojiyi sağlamlaştırmış oluruz.
M-L ideolojiye sahip olmak; önce söyledikleriyle yaptıkları bir olmak, savunduklarını hayata geçirmek demektir. Dünyayı değiştirmenin ideolojisidir.
Proletarya ideolojisi mücadeleyle yaşar ve gelişir. Örgütlenme çalışmalarımız, politikalar üretmemiz, halkın sorunlarına cevap verecek, onları devrime götürecek çizgimiz proletarya ideolojisidir. Davranışlarımız, dilimiz, oturup kalkışımız, dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, duygularımız, yoldaşlık ilişkilerimiz, paylaşımımız, alışkanlıklarımız, kararlılığımız, moralimiz, coşkumuz hepsi burjuvaziye değil de devrime hitap ediyorsa bu proletarya ideolojisidir.
3-)Burjuvazinin İdeolojik Saldırısı Nedir?
Burjuvazinin sınıfsal bilinci güçlüdür. Emperyalizm ve oligarşi her an, her yerde bizi ideolojik bombardıman altına alıyor. İktidarı elinden almamızı engelleyerek, sınırlar çizerek, eğitimden siyasete, dinleyeceğimiz müzikten giyime kadar her şeyi belirler. Çünkü burjuva ideolojisine göre şekillenen halkı daha rahat yönetebilecek, iktidarını daha da güçlendirecektir.
Burjuvazi, yalanlarla yönetir, halkın bilincini çarpıtır.
Burjuva ideolojisi; “Böyle gelmiş böyle gider” diyerek haklar için mücadeleyi engeller. Kaderci bir anlayışı yayar. Bencilliği, bireyciliği örgütler. “Ben”in mutluluğunu, “ben”in zevklerini, “ben”in yaşamını savunur. “Başkasından sana ne” der. “Hiçbir düşünce için ölmeye değmez” der. Umudu olmayan, yozlaşmış, kendi değerlerine, kültürüne yabancılaşmış bir halk yaratmaya çalışır.
Örgütsüzlüğü örgütler. Düzenin temeline yönelmeyecek, düzenlerine zarar vermeyecek bir solculuk ister. “Solcu olabilirsiniz ama işsizliğe, açlığa, zulme, katliamlara karşı mücadeleyi değil müzakereyi esas alacaksınız” der.
Burjuvazi; siyasetiyle, bireycilikle, sosyalizm öldü propagandasıyla, medya aracılığıyla, milliyetçilikle, din ve kültürle halkların bilincini kirletir. O zaman biz de devrimci bilinçle karşılarına çıkacağız.
Burjuvazi ezilenlerin ideolojisine, sosyalizme, örgütlenmelere terörizm diye saldırır. Böyle bir ideolojinin olamayacağını, bittiğini söyler.
Burjuvazinin sınıf bilinci güçlüdür. Bu yüzden ideolojisine uygun davranır. Att ığı her adım kendi sınıfının çıkarınadır. Burjuvazinin sınıf bilinci güçlüdür. Bu yüzden ideolojik olarak da düzenini koruyacak güçlü bir yol izler. M-L’ye sımsıkı sarılarak, burjuvazinin bu saldırılarını püskürtmeliyiz.
4-) İdeolojik Mücadele Kimlere Karşı Verilir?
Bir, burjuvaziye karşı ideolojik mücadele.
İki, reformizme, revizyonizme, oportünizme karşı ideolojik mücadele.
Uç , devrimci hareket içindeki sağ ve sol anlayışlara, çarpıklıklara karşı ideolojik mücadele.
Dört, kişi olarak kendi içimizdeki ideolojik mücadele.
5-) Burjuvaziye Karşı İdeolojik Mücadele Nasıl Verilir?
Lenin bu konuda şöyle der; “Burjuva mı yoksa sosyalist ideoloji mi? Bunun bir üçüncü ideolojiyi(…) insanlık yaratmamıştır. Bundan dolayı sosyalist ideolojinin her küçültülüşü, onları sosyalist ideolojiden her saptırışı aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesidir.“(Lenin – Ne Yapmalı)
Burjuvazi “hepimiz aynı gemideyiz” der. “Boğulursak hep beraber boğuluruz” der. Tek bir ideolojinin varlığından söz eder. Burjuvazi ve pro- leterya olmak üzere iki ideoloji vardır.
Burjuvazi ideolojik saldırısını 24 saat sürdürür. Yoksulluğu, katliamlarını “fıtratımızda varmış” diyerek adaletsizliğin, sömürünün, açlığın değişmeyeceğini, kaderlerinin böyle yazıldığına halkı inandırmaya çalışır. Bencilliği, sapkınlığı, bohemliği yayar. Yalan yeterli sıklıkta söylendiğinde gerçeğe dönüşür diye anlatır.
Biz burjuvazinin bu yalanlarına karşı sessiz kalmamalıyız. Karşı politikalar üretmeliyiz. Halkın kültürünü geliştirecek çalışmalar örgütle- meliyiz.
Doğru devrimci düşünme yollarını öğrenmeli öğretmeliyiz.
Unutmamalıyız ki hiçbir ideolojik cila gerçeğin üstünü örtemez. Emperyalizmin ideolojisini yaşatmak için üstüne sürdüğü cilayı kazımalı- yız. Gerçekler her zaman bizden yanadır.
6-) Sol İçinde Nasıl Bir İdeolojik Mücadele Vereceğiz?
Diğer sol ideolojik olarak gerilemiştir. Halka, devrime karşı umutlarını yitirmiş; kendine ve kitlelere güvensizdir. İktidar hedefinden uzaklaşmışlardır.
Bu yüzden Mahir’in dediği gibi oportünizmin panzehiri, ideolojik mücadeledir. Bu; masa başında stratejiyi, devrim yolunu tartışmak değil; eylem içinde eylemin biçimi, çalışması, sonuçları vb. üzerine yapılan tartışmalar ideolojik tartışmadır.
Dışımızdaki sol ile ideolojik mücadeleyi; BİRLİK-ELEŞTİRİ- BİRLİK temelinde ele alırız.
Te şhir, tecrit esastır. Ele ştiri, sol içi ideolojik mü cadelenin temelidir. Yayın organları da ideolojik mü cadelenin araçlarıdır.
7-) Devrimci Hareket İçinde İdeolojik Mücadele Nasıl Verilir?
Burjuvazinin her türlü saldırısına karşı ideolojik sağlamlığımızı korumalıyız. Bir sapma biçiminde olmasa da burjuvazinin değerlendirmeleri, düşünceleri, küçük burjuva duygularla karşımıza çıkar. Bu noktada, devrimci politikalarımızla, pratiğimizle, yaşam kültürümüzle ilgili olmayan her noktaya karşı uyanık olmalıyız.
Kendi içimizdeki ideolojik mücadele; tartışma-eğitim-ikna üzerine kuruludur.
İdeolojik mücadelede, düzenin insanlarımızın bilincinde yarattığı burjuva kültürünün kalıntılarını yok
etmeyi hedeflemeliyiz.
Burjuva kültürünün insanlarımız üzerindeki her türlü etkisine, gevşekliğe, aylaklığa, tembelliğe, küçük burjuva disiplinsizliğine, küçük burjuva bireyciliğine,
açgözlülüğe, kolektif çalışma konusundaki sorumsuzluğa karşı mücadele etmeliyiz.
Proletarya ideolojisine ait olmayan bize de ait değildir. Düşmana hizmet eder.
8-) Kendimize Karşı Nasıl Bir İdeolojik Mücadele Vereceğiz?
Doğup, büyüdüğümüz burjuva düzenin alışkanlıklarını mücadele saflarında atmanın, yeni insan olmanın mücadelesini vermeliyiz. Burjuvazinin ve küçük burjuva ideolojisinin ucube düşüncelerine karşı proletaryanın ideolojisine sımsıkı sarılmalıyız.
Bireyci, anarşist, yoz her türlü akıma karşı devrimci düşünceyi, devrimci kültürü geliştirmek için, öncelikle tarihimizi öğrenmeliyiz. Tarihimizi bilmek, bugün düşmanın politikalarına nasıl cevap vereceğimiz kavramamızı sağlar.
Okumalı, sürekli öğrenmeli ve yaşamımızda uygulayabilmeliyiz.
Eleştiri özeleştiri ile doğru ve yanlışlarımızı anlamalı, pratikte öğrendiklerimizi sınamalı, halkın ileri, güzel geleneklerine kültürüne bağlı olmalıyız. Burjuva ve küçük burjuva ideolojisinden etkileniyorsak bu ideolojik güçsüzlüğümüzden kaynaklıdır. “ Cahile ilk giden kazanır” sözü gibi bizde önce zaaflarımıza, eksikliklerimize müdahale etmeli, kendimizi ideolojik, politik ve pratik olarak geliştirmeli, yeni insan olabilmeliyiz.
9-) İdeoloji Her Alanda Var mıdır?
Örgütlenme çalışması yaparken bazen “ideolojik yaklaşmak”tan bıktığını söyleyen insanlarla karşılaşırız. “Hayatta siyah ve beyaz yoktur, gri de vardır, bir üçüncü yol da vardır”derler.
İdeolojinin zerresinin olmadığı kitaplar okumak, filmler izlemek isterler. Yani Maksim Gorki’nin de dediği gibi eğlenmek isterler.
“İdeolojiden bıkan genç, saf görünmek istiyor ama aslında hiç de saf değil. Bütün ideolojilere itiraz ettiği yok, itirazı belli, tamamı ile belli bir ideolojidir. Gencin kendisi bir ideolojiden yanadır.”
“Nereye baksanız her yerde ideoloji var. Bu ideolojik görevin yerine getirilişine engel olmamış, öteden beri nazımla, nesirle, renklerle, derslerle bu görevi her zaman özendirmiştir”
Eğlenmek dahil her şeyde bir ideoloji vardır. Bize ait değilse, burjuvaziye aittir. Üçüncü bir yol yoktur. İdeolojiden bıktım, üçüncü yoldayım diyenler, yaptıklarının devrime pek faydası olmadığı için üçüncü yol derler. Ama bu davranış düşmanı da rahatsız etmiyorsa üçüncü yol diye bir şeyin olmadığını, burjuvazinin sözcülüğünü yaptıklarını anlayacaklardır.
10-) İdeolojik Sağlamlık Nedir?
İdeolojik sağlamlık; bir ömür boyu devrimcilik yapmak için gereken her şeyin ömür boyu öğrenilerek içselleştirilmesidir..
Cephe’nin çizgisinin, tarih, ilke ve talimatlarının gereğini her koşulda yapabilmektir. Bunun için ülke ve halk gerçeğini bilmeli, haklılığa ve meşruluğa olan inançla tüm bedelleri göğüsleyip iktidara yürümeliyiz.
Hayatımızın devrime mi düzene mi yöneleceğini; zorluklarla karşılaştığımızda tökezleyip tökezlemeyeceğimizi belirleyecek köşe taşlarından biri ideolojik eğitim; diğeri kolektif çalışma ve üretim sağlanmasıdır.
İdeolojik eğitimimizin temelinde tarih bilinci, ideolojik-politik hattımız, haklılık ve meşruluk bilinci, süreç değerlendirmesi ve politik hattımız, haklılık ve politik çözümleme yapabilme olmalıdır. Soyut değil nedenleri ve sonuçlarıyla hayata geçireceğimiz zenginlikte olmalı.
Yürüyüş485-syf.26-27
18- Halkın Güvenliği
1-) “Halkın Güvenliği” Denilince Ne Anlaşılmalıdır? Bu düzende Halkın Güvenliği Neden Yoktur?
“Halkın Güvenliği” denilince; halkın 24 saat boyunca hiçbir karşıt güç tarafından baskı-zor yöntemlerine vb. maruz kalmadan, günlük yaşamını (iş, eğitim, sosyal- kültürel etkinlikleri, dinlenme vd.) esenlik içinde sürdürmesinin sağlaması anlaşılır.
Günümüz koşullarında, emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin çifte sömürüsü altında, yeni-sömürge ve faşizmle yönetilen ülkemizde halkın hiçbir kesiminin güvenliği yoktur. En başta can güvenliği olmak üzere barınma, iş, eğitim, seyahat ve dinlenme güvenliğinden yoksundur halkımız.
Emperyalizm, oligarşi ve onların faşist düzeni halka karşıdır. Hepsi de halka karşı örgütlenmiş ve halkın kendilerine karşı isyanını, ayaklanmasını bastırmak, sindirmek, susturmak için elinden geleni yapmaktadır. Kitle katliamları, infazlar, kayıplar, faşist iktidarların ve faşist çetelerin saldırıları; onyıllardır ülkemizin gerçeğidir. Bu nedenledir ki bu düzende halkın güvenliği yoktur!
2-) Halkın Güvenliğini Tehdit Edenler Kimlerdir?
Halkın güvenliğini en başta tehdit eden ülkemiz ve dünya halklarının baş düşmanı ABD emperyalizmi ve onun ülkemizdeki işbirlikçisi oligarşidir. Emperyalizm ve oligarşi; her gün sokakta, işte, evde, okulda, hapishanelerde, dağlarda halkımız ve halkın yiğit öncüleri olan devrimcileri katletmektedir.
Örneğin polis, asker sokaklarda çocuklarımızın beynini sokağa akıtmaktadır. Haziran Ayaklanması’nda, 68 Ekim Kobane eylemlerinde onlarca insanımız polis tarafından katledilmiştir. İşkence karakolları aşıp, sokaklara taşmıştır artık. İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre 2003-2011yılları arasında 121 “faili meçhul” cinayet işlenmiştir. 388 kişi polis ve jandarma tarafından infaz edilmiştir. En son Günay Özarslan kaldığı evde polis tarafından “çatışmaya girdi” denilip infaz edilmiştir.
Mahallerde iktidarların beslediği uyuşturucu ve fuhuş çeteleri artık halkın kendisini tehdit eder duruma gelmiştir. Gençlerimizi uyuşturucu ve fuhuş batağına çekmek istemektedirler. Hırsızlıklar artmış, halkın malına- canına kasteder duruma gelmiştir. İşte, özetle halkın güvenliğini tehdit edenler bunlardır
3-) Oligarşinin Polis, Asker vd.leri Halkın Güvenliğini Neden Almaz, Alamaz?
Alamazlar, çünkü halkın güvenliğini öncelikli olarak tehdit edenler bunlardır. Sözde polis, asker “halkın güvenliği”, “Mutluluğu-huzuru” için vardır. Bu ise kocaman yalandan başka bir şey değildir.
Halka işkence edenler, halka zulmedenler halkın güvenliğini de almazlar, alamazlar! Onların görevi halkın güvenliğini almak değil, burjuvazinin çıkarını, karını, malını-mülkünü yani özel mülkiyeti korumaktır.
Mahkemeleri, yargının bütünü de bu amaçla vardır. Bu ülkede adalet yoktur. Halka işkence edenler, onu her gün soyanlar, yolsuzluk rüşvet batağına batanları, bir gün hapishanede yatmazken, oligarşinin- AKP yargısı bunları yargılamazken, halka-halkın evlatlarına herhangi bir nedenden dolayı on yıllarca ceza verebilmektedir.
Kısacası, oligarşinin hiçbir kurumu halkın güvenliğini almaz, alamaz!… O kurumlar zaten halka baskı kurmak için oluşturulmuş kurumlar. “Halkın Güvenliği” Sorun, esasen bu kurumlara karşı güvenliğinin sağlanması sorunudur.
4-) Halk Kendi Güvenliğini Nasıl Alacak?
Polis, asker vb. oligarşinin kolluk güçleri halkın güvenliğini almaz alamaz dedik. Bu noktada halkın güvenliği nasıl ve kimler tarafından alınacak? Tüm halk kendi öz örgütlülükleri olan Halk Meclisleri aracılığıyla kendi güvenliğini almalıdır. 7’den 70’e genci yaşlısı, çocuğu engellisi kısacası halkın her kesimi faşist teröre karşı bulundukları mahallelerde kendi öz güvenlik örgütlenmelerini yaratmalıdırlar.
Bu noktada polise, askere ihtiyaç yoktur! Örneğin uyuşturucu çetelerine karşı halk, mahallelerde etkin mücadele edebilir. Uyuşturucu satıcıla- rı-torbacılar günün belli zamanlarında atılan devriyelerle bulunup, halka teşhir edilip, orada kurulan, Halk Mahkemeleri’nde suçuna göre cezalandırılabilir.
Hırsızlığa karşı geceleri nöbet tutulabilir. Yakalanan hırsızlar, yine halk tarafından suçunun durumuna göre cezalandırılabilir. Bu listeye polis saldırıları, sivil faşist çetelerin saldırılarına karşı halkın güvenliğinin alınması da eklenmelidir.
Elbette halk bunu kendi meşruluğuna inanarak yapmalıdır. Ona bu meşruluğu sağlayacak olan da biz Cepheliler’iz.
5-) Halk Meclisleri’nin Güvenlik Komiteleri Olmalı mıdır?
Halk Meclisleri, halkın kendi öz ve meşru örgütlenmeleridir. Halk Meclisleri aracılığıyla kendi kararını kendisi almakta, kendi kendisini yönetme becerisini kazanmaktadır.
Halk Meclisleri aracılığıyla mahallelerdeki halkın kimi sorunları çözüme kavuşturulmaktadır. Halkın güvenlik diye bir sorunu da vardır. Nasıl ki halk, Halk Meclisleri aracılığıyla kimi sorunlarına çözümler bulabiliyorsa, halkın güvenliği sorununa da Halk Meclisleri’nin bir organı olacak olan Güvenlik Komiteleri aracılığıyla çözümler bulunabilir.
Güvenlik Komiteleri, halkın can ve malının tehdit altında olduğu ve faşizm saldırılarının arttığı bu dönemde elzemdir.
6-) Bu Güvenlik Komitelerine Asıl Olarak Halkın Katılması Neden Önemlidir?
Halk Meclisleri halktan oluşur dedik. Güvenlik Komiteleri de elbette halktan oluşacaktır.
Ayrımsız halkın her kesimini kendi güvenliğini alması için Halk Meclisleri’nin bir alt komitesi olan Güvenlik Komiteleri’nde buluştur- malıyız.
Güvenlik Komiteleri’nin meşruluğunu kavratmalıyız.
Halk topyekün, Güvenlik Komiteleri aracılığıyla kendi güvenliğini oligarşinin polisinden, aske
rinden vb. daha iyi alabilir. Sonuçta halkın dahil olmadığı hiçbir örgütlenme düşünemeyiz. Mahallelerimizde kuracağımız Güvenlik Komiteleri’ni de bu şekilde görmeliyiz.
7-) Bu Güvenlik Komiteleri’nin İşleyişi Nasıl Olacak?
Güvenlik Komiteleri halktan oluşmaktadır. Halkın her kesimi Güvenlik Komiteleri içinde yer alırlar.
Elbette halkın her kesiminin yer aldığı Güvenlik Komiteleri’nin bir programıda olmalıdır. Örneğin, belirli aralıklarla toplantı yapıp, güvenliğini tehdit eden gelişmeleri değerlendirip kararlar alabilmelidir. Güvenlik Komitesi.
Örneğin; toplantılarda artan hırsızlığa karşı geceleri nöbet tutma kararı çıkmışsa kimler nöbet tutacak nöbet sırasında yakalanan hırsızlara neler yapılacağı, yapılacak toplantılarda belirlenmelidir. Ki örnekteki durumla karşılaşınca, neler yapılacağı önceden bilinmiş olur böylelikle.
8-) Güvenlik Komiteleri’nde Halk Kendi Güvenliğini Alırken Nelere dikkat Etmelidir?
Güvenlik Komiteleri’nde halk kendi güvenliğini alırken öncelikle dikkat etmesi gereken şey; o mahalledeki halkın canı ve malı olmalıdır. Ve elbette kendi güvenlikleride.
Örneğin mahalleye faşist çetelerin saldırısı oldu. Anında elde ne varsa (taş, molotof, sopa vb.) karşılık verip, mahallenin güvenliğinin alınması için en uygun yerlere barikatlar kurulmalıdır. Bunu örneğin polis saldırısı, sivil faşistlerin saldırısı vb. saldırılar için de düşünebiliriz. En temelde Güvenlik Komiteleri’nin bakışı, halkın, mahallenin güvenliğini almak olmalıdır.
9-) Halkın Güvenliği için Halk Milisleri Oluşturmak Gerekli midir?
Evet, gereklidir! Milisler, halktan oluşan yerel güçlerdir. Mahalleleri, halkın durumunu, düşman güçlerinin nerelerden saldırabilecekleri veya düşman güçlerinin merkezi yerlerini vb. en iyi halk milisleri bilirler. Halk Milisleri, halktan oluşmaları ve halkın milisleri olmaları yanıyla avantajlıdırlar.
Mahallelerde halkın can ve malını, güvenliğini koruyacak; düşman saldırısına eldeki tüm imkanlarla direnip ve düşman güçlerini mahalleden püskürtecek olan Halk Milisleri’dir. Bu yanıyla halkın güvenliğini almada, halk milisleri vazgeçilmezdir.
10-) Halkın Güvenlik Kaygısı Yaşamayacağı Tek Düzen Devrimci Halk İktiarıdır! Neden?
Devrimci Halk İktidarı, halkın kendi kendisini yönettiği bir iktidardır. Yani iktidarda halk vardır. Devrimci Halk İktidarı’nda; ülkenin ve halkın güvenliğini Halk Ordusu ve Halk Milisleri sağlayacaktır.
Halkın ordusu; üretime, yönetime katılacaktır. Halkla iç içe yaşayacak, bugünkü gibi halktan kopuk olmayacaktır. Temel amacı ise; Madde 96- “Gücü ve kaynağını halktan alan Cumhuriyet Ordusu halk iktidarını her türlü halk düşmanı sabotajlara, emperyalist saldırılara karşı koruyan savunma ordusudur” (Halk Cephesi’nin Hazırladığı Halk Anasayası Taslağı Sy. 73)
Halk Milisleri’nin görevi ise; Madde 104- “Güvenlik örgütü a) Halkın güvenliğini esas olarak halk milisleri sağlayacaktır. Karşı devrimcilerin, halk düşmanlarının ve diğer suçluların halka karşı eylemlerinin engellenmesi, faaliyetlerinin açığa çıkarılarak yakalanmaları için uzmanlaşmış, bir güvenlik örgütü de oluşturulur.” ( A.g.y Sayfa 75)
Devrimci Halk İktidarı’nda, Halk Ordusu ve Halk Milisleri’yle halkın güvenliği alınacak, devrim büyütülecektir!
Yürüyüş486-syf.34-35
19- ULUS NEDİR?
1-) Ulus Nedir?
Türkiye 2 uluslu, çokça azınlık milliyetlerden halkların kardeşlik bahçesidir. Türkler ve Kürtler ulus olma özelliklerine sahip topluluklardır. Anadolumuzda bulunan fakat ulus özelliği taşımayan topluluklar da vardır. Laz, Çerkezler, Gürcü, Arap, Boşnak, Arnavut, Azeri, Pomak, Roman azınlık milliyetlerden halklar; ülkemiz toprakları üzerinde, ulus özelliğini göstermeyen halk topluluklarıdır.
Peki ulus nedir?
Ulus: “tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir. (Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, syf.15 Soy Yayınları)
2-) Ulus Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Ulus esas olarak kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmıştır. Ulus, feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin gelişmesi sürecinde biçimlendi.
Meta üretimine dayanan kapitalist gelişme, kapalı ekonomileri parçalamış ve buna koşut olarak feodal devletçikler yıkılarak oluşturulan ulusal devletlerle meta dolaşımı çerçevesinde tek bir iktisadi bütün olarak ortaya çıkmıştır. Ulusların ve ulusal devletlerin ortaya çıkışının temelinde işte bu iktisadi yaşam birliği vardır.
İktisadi yaşam birliği, yani pazar bütünlüğü kapitalizm ile sağlanmıştır.
Ulus kapitalizmin (meta ekonomisinin) ortaya çıkmasıyla birlikte ortak bir takım ayırt edici özelliklere (etnik köken, dil, kültürel vs) sahip halkların tek bir ulusal pazar sistemi etrafında birleşmesiyle şekillendi. Bu anlamda kapitalizm ile birlikte ortaya çıkan iç pazar olgusu olmaksızın “ulus”tan söz edilemez. Çünkü, meta dolaşımı, feodal setleri parçalayarak halkı tek bir iç pazar etrafında: bireyler temelinde birleştirmiş ve ulus bu süreçte ortaya çıkmıştır.
3-) Emperyalizm Döneminde Ulusal Sorun Nedir?
Stalin, emperyalizm döneminde ulusal sorunu: “ulusal boyunduruğa karşı savaşım gibi özel bir sorun olmaktan çıkıyor, ulusların, sömürgelerin ve yarı sömürgelerin emperyalizmden kurtuluşu, genel sorun haline geliyordu. (Stalin, Ulusal Sorun syf 97-98, Sol Yayınlar)
Emperyalizm döneminde ulusal sorun, esas olarak emperyalizm ile sömürge halklar arasındaki çelişkidir.
Ulusal sorun, emperyalizmin kendisidir. Emperyalizm devletlerin, ulusların, ekonomilerini, kültürlerini, topraklarını, dillerini yani her şeyiyle kendisine bağımlı kılmıştır. Bu yanıyla salt ulusal sorun; pazar savaşı, pazar sorunu değildir. Emperyalizm dönemiyle dünyanın bir avuç tekel arasında paylaşımı tamamlanmıştır. Bu yanıyla ulusların yaşadığı tüm ulusal baskıların, saldırıların, sorunların kaynağı emperyalizmdir. Bu nedenle emperyalizm döneminde ulusal sorunun çözümü; emperyalizm ile ezilen halklar arasında yaşanan ulusal- siyasal kurtuluş savaşlarının zafere ulaştırılmasıyla olanaklı olacaktır. Çünkü; ulusların özgürlüklerini engelleyen bizzat emperyalizmin kendisidir.
Sonuç olarak; emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verilmeden hiçbir ulus gerçek anlamda özgür olamaz, ulusluğunu yaşayamaz.
4-) UKKTH Nedir ve UKKTH ye Nasıl Bakmalıyız?
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH), ulusun hiçbir koşula bağlı kalmaksızın kendi kaderini tayin etme, bağımsız siyasal devletini kurmak da dahil ayrılma hakkına sahip olması demektir.
UKKTH; burjuvazi önderliğinde değil, proletarya önderliğinde gerçekleşebilir.
Ülkemizde dahil, dünyadaki ulusların hepsi emperyelizmin sömürüsü, boyunduruğu altında ezilmektedir. Ülkemizde Kürt ulusunun işçi ve emekçileri açlık, yoksulluk vb. çekerken, Türk ulusunun işçi ve emekçilerinin de durumu aynıdır. Bir ulusun işçi ve emekçileri, kısaca o ülkenin halkları, kendi kaderlerini özgürce belirlemelidir.
UKKTH’nin devrimci anlamı ulusların zorla bir arada tutulma siyasetini reddeder. Fakat “ayrılma hakkı”nı savunmak ayrılma zorunluluğu anlamına gelmez. Koşullara bağlı olarak biçimlenecek bir durumdur bu! Bu yanıyla UKKTH’nı savunan M-L’ler parçalanmaya karşı çıkar. Ayrılma zorunlu değildir. Her zaman ulusal baskıdan arındırılmış gönüllü birliktelikten yanadır Marksist-Lenininstler. Özellikle emperyalizmin varlığı ve halklara yönelik köleleştirme saldırılarının arttığı dönemde bu birliktelik daha da önem kazanmaktadır.
Halk Anayasası Tasla ğında: “ Demokratik Halk Cumhuriyeti ulusların tek tek bağımsız devletlerini kurmalarından ziyade ayrılma hakkı saklı kalmak üzere tek bir devlet çatısı altında birleşmelerinden yanadır. Halkların ortak malı olan doğal servetleri paylaşmak; emperyalizm karşısında ekonomik, siyasal, askeri birleşmiş bir güç olmak her iki halkın çıkarınadır. ”
5-) Ulusal ve Kültürel Özerklik Nedir?
Ulusal ve kültürel özerkliği savunmak; en ince, bu yüzden de en tehlikeli milliyetçiliği temsil eder! Bu ulusal kültürel sloganlarıyla ve son derece zararlı, giderek anti-demokratik bir şey olan eğitimin milliyetlere göre bölünmesi yolunda propaganda ile işçilerin yozlaştı- rılmasıdır. Kısacası bu program, proletarya enternasyonalizmiyle mutlak olarak çelişir ve ancak küçük burjuva milliyetçilerin ülkülerine yanıt verir.
Ulusal özerklik; yalnızca ulusların ayrılmasının değil, emek hareketinin parçalanmasının da zeminini hazırlar. Ulusal özerklik fikri, işçilerin birleşik partisinin bölünerek ulusal düzeyde ayrı partiler olarak inşaasının manevi koşullarını yaratır. Partilerin parçalanmasını, sendikaların parçalanması takip eder ve sonuç büsbütün ayrılma olur. Bu şekilde birleşik sınıf hareketi ulusal dereciklere parçalanıyor.
Ulusal özerklik ilkeleri; burjuva toplumda tarihsel bakımdan kaçınılmaz ve zorunlu bir ilkedir ve bu toplumu ele alan her Marksist ulusal hareketlerin tarihsel haklılığını kabul eder. Ama bu kabul edişin milliyetçiliği savunma biçimini almaması için o ulusal hareketlerde ilerici ne varsa ancak onu desteklemekle yetinmelidir.
Öyle ki, proleter bilinci, burjuva ideolojisi tarafından karartılmasın.
Ulusal, kültürel özerklikler o ulusun değerlerini, dilini vb. yaşat- malıdır. Bunu yaşatırken diğer ulusların kültürünü yadsımamalı, aşağılamamak veya kültürünü üstün görmemelidir.
6-) Ülkemizde Ulusal Sorun Nedir?
Ülkemizde ulusal sorunda ezen ulus ve ezilen ulus ayrımı yoktur. Türk ve Kürt ulusları emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin sömürü çarkları altında ezilmekte, iliklerine kadar sömürülmekte ve köleleştiril- mektedir.
Kürt ulusu; Osmanlı’dan bugüne dili, kültürü, gelenekleri, yaşamı, her şeyiyle özel bir baskı ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışılmaktadır.
Türk ulusu üzerinde de milliyetçi, faşist, ırkçı, baskılar, politikalar aralıksız sürdürülerek “ezen ulus” görünümü altında Türk ulusununda kültürüne, geleneklerine vs. her şeyine dönük saldırılar sürmekte. Türk halkı da ulusal kültürünü, değerlerini, emperyalist, yoz, kozmopolit kültürel baskı nedeniyle özgürce yaşayama- makta kendisini geliştirememektedir.
Türkçe dili emperyalistlerin saldırısı altındadır. Metropoller de merkezi caddelerde, meydanlarda Türkçe tabelaya rastlamak pek mümkün değildir. Giyim, kuşam, yemek kültürü, eğlence kültürü, müzik, vb her şey emperyalist kültürel hegemonya altında dejenere edilmektedir.
Türkler açısından da ulusal sorunun çözümü emperyalistlerin topraklarımızdan ayak izlerine varana kadar kovulmasıyla olanaklı olacaktır.
Ülkemizde ulusal sorun; Türk ve Kürt uluslarının ulusal değerlerinin topraklarından sürülmeleri; kimliklerinin, kültürlerinin, dillerinin, vs. şeylerinin sistematik bir şekilde emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşi tarafından baskı altında tutulup asimilasyon politikalarıyla yok edilmesidir. Bu nedenle birlikte örgütlenme ve birlikte mücadele zorunludur.
7-) Kürt Sorunu Nedir?
Kürt sorunu özetle; kendi kaderini tayin hakkına sahip olmaması, dilini özgürce konuşamayıp yaşatama- ması, eğitimini anadilde görmemesi, ulusal haklarını kullanamaması yaşadığı yerlerde kendisini özgürce ifade edip kültürünü, geleneklerini değerlerini yaşayamaması, sürekli bir baskı, saldırı ve asimilasyon politikalarıyla kendi kültürüne geleneklerine, diline, tarihine yabancılaşmasıdır.
Kürt sorunu; bir ulusun ulus olma özellikleriyle yaşayamaması- dır.
Osmanlı’dan bugüne Kürt ulusu gerçeği hep inkar edilip, yok sayılmıştır. Kürtler “dağ Türkleri “ karda yürürken çıkardıkları seslerden dolayı “kart-kurt “kürt denilmesi “Türk olduklarının” yönünde saçma teoriler vb vb. ırkçı, faşist kafatasçı politika
larla, Kürtler asimilasyon politikalarına tabi tutulmuştur.
Kürt sorunu varolan sistemden kaynaklanan bir sorundur. Bugünkü sorumlusu da emperyalizm ve işbirlikçi oligarşidir.
8-) Ülkemizde Ulusal Sorunun Çözümü Nedir?
Ulusal sorunun çözümü halkların arasında Osmanlıdan bugüne ekilen düşmanlık, kin, nefret, milliyetçi, şovenist politikaları yok ederek ulusları bir araya getirecek ulusların gerçek düşmanları, sorunlarının kaynağı olan emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiye karşı savaştıracak örgütlülüğü yaratmaktır.
Çözümü, çok uluslu devlet sınırları içinde Marksist-Leninist örgütlenme anlayışıyla ortak örgütlenmedir.
Çözümü: ulusal baskıya karşı mücadeleyi, toprak ve demokrasi mücadelesinin kendisi olarak ele almaktır.
Ulusal sorunun çözümü; anti- emperyalist, anti-oligarşik halk devrimindedir.
Ulusal sorunun çözümü; halkları örgütlemekten ve mücadeleyi büyütmekten geçiyor.
Çözüm; ulusların proleterlerin ayrı ayrı örgütlenmesi değil, tam eşitlik altında gönül birliğini sağlayan örgütlenmelerdir.
Çözüm; “Merkezi otorite yıkılıp ele geçirilmeden hiçbir ulus özgürlüğe kavuşmaz” (DHKP Programı)
Kısacası; ulusların sorunlarının çözümü, birlikte örgütlenme, birlikte mücadeleyi büyütme, merkezi otoriteyi yıkmaktan geçmektedir.
9-) Ulusların Bölünüp Parçalanması,
Birbirlerine Düşmanlaştırılması Kime Hizmet Eder?
Ulusların adeta atomlarına kadar bölünüp parçalanması, birbirlerine karşı nefret ve kin ile doldurulması ve birbirlerine karşı düşmanlaştırılması, sadece ezen sınıfa hizmet eder. Yani oligarşi ve emperyalizmin ulusları köleleştirme, yer altı yer üstü kaynaklarının sınırsız talanına, emparyalist sömürü politikalarının uygulanmasına hizmet eder. Gelişebilecek bir halk muhalefetinin, tepkinin, isyanın belirli köyler, ilçelerle sınırlandırılmasına yani ulusların yaşadığı ortak sömürüye ve vahşete karşı biraraya gelmemelerine hizmet eder!
Bu politikalar; işbirlikçi oligarşinin yağma, talan ve sömürü politikalarına hizmet eder.
Bu politikalar; ulusların ortak örgütlenme, ortak mücadele etme politikalarını engellemeye hizmet eder.
Bu politikalar; ulusları birbirine karşı savaştırmaya hizmet eder.
Fakat ulusların çıkarlarına hizmet etmez. Ulusların sorunları da çözüm yolları da düşmanları da ortaktır.
10-) Ülkemizde Ulusların Kurtuluşu Nasıl Gerçekleşecek?
Ulusların kurtuluşu; aralarında yaratılan suni düşmanlığa, ayrılıklara son verecek, onları diğer milliyetlerle birlikte aynı çatı altında, aynı örgütlenme içinde aynı hedef doğrultusunda örgütleyecek olan devrimciler ve devrimci politikalardır.
“Kürdistan’daki ulusal baskıya karşı mücadele de, köylülerin, emekçilerin çelişkilerini gündeme alarak yürütülmelidir. Öyle ki, ulusal baskıya karşı mücadele aynı zamanda Kürt köylülerinin, emekçilerinin, faşist devletin ordusuna, polisine, toprak ağalarına, sermayedarlarına karşı mücadelenin ken
disi olmalıdır. Bunun dışındaki milliyetçi yanlış hedefleri gösterenlere karşı mücadele edilmelidir. (Kürtlerin Tarihi Gelişimi ve Türkiye’de Kürt Meselesi Devrimci Sol Yayınları 1979 syf. 137-138 )
Kürt ulusunun kurtuluşunda olduğu gibi, ulusları sorunları etrafında örgütleyerek ortak düşmanlarına karşı savaştırarak ulusların kurtuluşu sağlanabilir.
Kürt, Türk ulusu başta olmak üzere diğer azınlık milliyetler ve Alevi-Sünni inancından,diğer
inançlardan halklar, ortak örgütlenme çatısı altında bugünkü düşmanları emperyalizm ve oligarşiye karşı mücadele ile kurtuluşunu gerçekleştirebilir. Bu kurtuluşunun adı da Devrimci Halk iktidarıdır. Tüm halkların ortak mücadelesi ile kurulacak olan Devrimci Halk iktidarı dışında kurtuluş yoktur.
Yürüyüş487-syf.36-37-38
20- GENÇLİĞİ ÖRGÜTLEMEK
1-) Gençliğin Sınıfsal Konumu Nedir?
Her şeyden önce gençlik sınıf değildir. Çağımızda iki sınıf vardır. Bunlar burjuvazi ve proleteryadır. Gençlik bu toplumsal oluşum içinde atılganlığıyla, coşkulu, saf, temiz oluşuyla, bağımsızlıktan, demokrasi ve sosyalizmden yana oluşuyla mücadeleye de bu coşkuyla atılmasıyla önemli bir kesimdir.
Öğrenci gençlik, gençliğin, tüm diğer özellikleri yanında aydın kişiliğiyle, araştırmacı karakteri ve gelecek beklentileriyle, toplumsal olaylara karşı son derece duyarlıdır.
Gençlik, yenilik peşinde koşar. Sömürüsüz, baskısız bir düzen uğruna yürütülen mücadelenin varlığı gençliğe bu arayışında doğru yolu gösteren en önemli etkenlerden biridir.
Ve “kendi ideallerinin bu mücadelenin sonucuna bağlı olduğunu kısa zamanda görür, anlarlar. Mücadelenin amaçlarını, idealerinin yüceliğini, doğruluğunu ve gerekliliğini anlatan, bilinç taşıyan, atılganlığı, özverisi ve yaratıcılığıyla mücadeleyi daha da yükselten dinamik bir güçtür “(Gençlik- 1-syf 22) Bu nedenle gençlik gelecektir diyoruz.
2-) Gençliği Örgütlemek İçin Tanımanın Önemi Nedir?
Öncelikle ülkemizdeki genel gençlik kitlesini tanımak zorundayız. Yani, genel olarak gençlik nasıl yaşar, nasıl düşünür ekonomik koşulları ortalama nasıldır? Sosyal faaliyetlere ilgisi, katılımı nasıldır?
Katılım düzeyi az ise neden, fazla ise neden böyledir? Devrimcilere, sosyalizme, sisteme,
kapitalizme bakışı, değerlendirmesi nasıldır? Düzenin yozlaştırma saldırısından ne düzeyde etkilenmiştir? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz, çoğaltmalıyız da. Bu sorulara verilen doğru, somut yanıtlar mücadelemizin seyrini, çalışma tarzımızı belirleyecektir. Sonuçta; çalışma yaptığımız ildeki, mahalledeki, okuldaki gençliğin özelliklerini, düşünce yapısını, yaşam tarzını detaylı bir şekilde bilirsek; ona göre özgünlüklerini de kapsayan çalışma tarzı izler, politikalar üretiriz. Bu sadece gençlik için değil; tüm alanlar için geçerli bir doğrudur. Tanımak başarının anahtarıdır! Gençliği örgütlemek için önce tanıyacağız.
3-) Gençliğin Sorunları Nelerdir?
Gençliğin temel sorunları örgütlenme sorunudur. Gençliğin mücadelesini büyütmek ve sorunlarını çözmek için örgütlenmeliyiz. Yapacağımız her eylem, her çalışma, her kampanyamız örgütlenme üzerine olmak zorundadır. Gençliğin düzene, düzenin bataklığına gitmesini istemiyorsak gençliği örgütleyeceğiz. Bugün bu durum önümüzde duran bir sorumluluktur. Örgütlendikçe sorunlarımızın çözümsüz olmayacağını göreceğiz, göstereceğiz. Öğrenci gençliğin her dönem değişen sınav sistemleri, paralı, ezberci eğitim, yurt-okul baskısı, harçlar, anti-bilim- sel gerici eğitimin dayatılması, üniversite mezunu işsiz sayısının milyonları bulması, idare-polis, sivil faşistlerin saldırılan vb. birçok sorunu vardır gençliğin. Ve bunlar da doğal olarak gelecek kaygısını düşündürtüyor.
Düzenin bozukluğu herkese sorun yumağı bir hayat dayatıyor. Bizler de kitle çalışması yaparken, gençliği örgütlemeye çalışırken bu sorunlarla yüzyüze geliyoruz.
Dayı’nın dediği gibi, insan varsa sorun da vardır. Bir yandan gençliğin sorunlarını çözecek örgütlemenin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışacağız, diğer yandan düşmanın bize çıkardığı engelleri aşacağız, mücadelenin sorunlarını çözeceğiz.
Devrımcilik sorun çözmektir aynı zamanda. Tüm sorunlara yaklaşırken ana nedenlerini ve çözüm yöntemlerini bulmaya çalışırken devrimci mantıkla, bilimsel düşünerek ele almak zorundayız. Kalinin’in ifade ettiği gibi; “Sosyalist dünya görüşü, bize sorunlara, her olaya karşı akılcı ve doğru bir tavır alma olanağı vermektedir.” (Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak / Kalinin/ Sayfa 27)
4-) Gençliği Nerede, Nasıl Örgütleyeceğiz?
İnsanı örgütlemek, düzenin bataklığından insanı çekip çıkartmak kolay değildir, ama zor da değildir. Düzenin bataklığına saplanmış yozlaştırılmış bir gençlik bu düzeni tanı- yordur ve ondan memmuniyetsizdir de aynı zamanda. Geriye, ona düzeni anlatmak, kafasında somutlamak, bilinç vermek kalıyor.
Bunu yapacak olan da bizleriz. Dev-Genç’lilerdir. Bunu yapmanın yolu EMEK vermektir. Üniversitelilerle, liselilerle bir araya gelmek, onlarla sohbet etmek, sorunlarını öğrenmek yani önce tanımak gerekir. Tanımak, çözüme giden yolun en önemli ayağıdır. Gençliği tanımadan, sorunlarına vakıf olmadan onları örgütleyemeyiz de.
Gençliği örgütlemek için her şeyde bir programımız, hedeflerimiz olmalıdır, programlarımız, hedeflerimiz gerçekçi, gençliğin somut taleplerine hitap eden tarzda olmalıdır. Gençliğe; nasıl bir dünyada yaşıyoruz, açlığımızın, yoksulluğumuzun sorumlusu kimdir, bu düzeni değiştirmenin mümkün olduğunu, bunu yapmanın yolunun örgütlenmekten geçtiğini anlatmalıyız. Devrimi, sosyalizmi yalın-sade bir şekilde anlatmalıyız. Bir yandan anlatırken, diğer yandan da tüm pratik faaliyetlerimize, kampanyalarımıza, yeni tanıştığımız üniversitelileri, liselileri de, katarak görev ve sorumluluklar vererek ögütlenme çalışmalarını genişletmeliyiz.
Kendiliğinden bir gelişme beklenmemelidir. Bulunduğumuz üniversitelerde, liselerde bir kişiyle başlamalıyız örgütlenme çalışmasına. Bir tek kişiyi örgütleyebilirsek eğer devamı gelecektir.
Yoğun bir emek vererek, sahiplenerek, sorumluluklar verip öne çıkmasını sağlayarak ve tabi eğitimle onu devrimcileştirmeliyiz.
Devrimi örgütlemek böyle bir tek insanı örgütlemekle başlayacak, “Birken iki olmak” şiarıyla hareket edeceğiz. Bu çabayı sürekli kılarak yüzbinleri, milyonları hayata geçiren olacağız.
5-) Gençliğin Örgütlenmesinde Öğrenci Meclislerinin Önemi Nedir?
Öğrenci meclisleri, gençliğin kendi öz örgütlenmesi olup, söz- yetki mercii olarak birebir tüm öğrencilerin kendilerini ifade edeceği bir örğütlenmedir. Öğrenci meclisleri içinde her düşünceden öğrenci yer alabilir.
Sistem; örgütsüz, apolitik bir gençlik yaratmak isterken biz gençliğin tek çatı altında (öğrenci meclislerinde) birleşmesini ve örgütlü bir güç olmasını istiyoruz. Bu meclis çatısı altında bir araya gelmek demek, tüm üniversitelerde ve liselerde yaşanan sorunlara vakıf olmak ve kendi yaşadığımız sorunları aslında milyonlarca öğrencinin yaşadığını görmek anlamına geliyor. Ve tabii gördüğümüz ikinci şey yalnız olmadığımızdır.
Oligarşi öğrenci gençliği yozlaştırmak için sürekli saldırmakta, politikalar üretmektedir. Ve bunu programlı şekilde yaparak gençliğin örgütlenip tüm hak ve özgürlükleri için mücadele etmesini engellemek isterler. Öğrenci gençliği örgütlemek için yalnızca öğrenim gördüğü sırada yaşadığı sorunları göstermemiz yeterlidir.
-Paralı eğitim.
-Gerici, anti-bilimsel eğitim.
-Okul idarelerinin keyfi yaptırımları,
-Öğrencilerin ticari bir mal olarak görülmesi,
-İdare, polis ve sivil faşistlerin saldırıları.
Ve daha sayacak onlarca şey etrafında öğrencileri öğrenci meclislerinde örgütlemeliyiz.
6-) Öğrenci Meclislerinin İşleyişi Nasıl Olacaktır?
Öğrenci meclisleri, gençliğin öz örgütlenmeleridir. Meşru örgütlenmeleridir. Geniş toplantılarla tek tek okulda, ilçede, ilde ve bölgedeki okullarda sorunlar ve çözümleri belirlenir. Neler yapılacağı, hedefin neler olacağı, tartışmalar sonunda karara varılır. Ho şumuza gitmeyen kararlar alınsa da bir kez karar çıktıktan sonra herkes o karara uymak zorundadır. Öğrenci meclislerinin işleyişinde kolektif çalışma ile sonuç alıcı tarzı geliştirmeliyiz. Öğrenci meclislerinin işleyişi kolektif bir temelde ele alınarak yapılmalıdır.
Üniversiteler veya liselerde yaptığımız faaliyetlerin kararları tüm üniversitelerin ve liselerin bir araya gelip sorunların tartışıldığı meclis toplantısında karara bağlanır ve burada istisnasız tüm katılımcılar düşüncelerini, önerilerini, eleştire- lerini sınırsızca yaparlar. Kararlar, tüm öneriler yeterince tartışıldıktan sonra toplantıya katılanların salt çoğunluğunun %51 oyunu alan önerinin karar haline getirilmesiyle alınır. Karar alındıktan sonra tüm meclis üyeleri kararları hayata geçirmekle görevlidir. Faaliyetlerin yürütülmesi ve denetlenebilmesi için meclis tarafından bir yürütme komitesi oluşturulur.
Yürütme komitesi alınan kararların hayata geçirilmesi, meclislerin çeşitli platformlarda temsil edilmesi, açıklamalarının basına ve kamuoyuna duyurulması, faaliyetlerin yürütülmesi için alt komitenin oluşturulması ve faaliyetlerinin denetlenmesi görevini yürütür. Öğrenci meclisi çatısı altında faaliyetlerin sağlıklı yürütülebilmesi için iş esnasına göre komiteler kurulabilir. Bu komiteler meclisin aldığı kararların hayata geçirilmesi için gerekli alt örgütlenmelerdir. Alt komiteler yürütme komitelerine bağlı olarak faaliyet yürütür.
7-) Öğrenci Gençlik Niçin Tutsak Edilir?
AKP iktidarı kendi faşist politikalarına karşı çıkan herkese saldırıyor. İşçisinden köylüsüne, öğretmeninden memuruna, lise ve üniversite öğrencilerine, kısacası halkın her kesimine pervasızca saldırıyor. AKP saldırdıkça okul sıraları boşalıyor, F tipi hapishaneler dolup taşıyor. Ülkenin geleceğini belirleyecek öğrenciler hücrelere konularak yalnızlaştırılıyor, tecrit ediliyor. Gençlik tecrit politikalarıyla çürütülüp kendisine bile faydasız bir gençlik yaratılmak isteniyor. Bir üniversite ve lise öğrencisi ne isteyebilir ki? Parasız eğitim, sınavsız gelecek istiyorlar. Ülkemizde parasız eğitim var denilse de, bu demagojiden ibarettir.
Liseliler parasız eğitim, sınavsız gelecek istiyorlar. Ülkemizde füze
kalkanı değil, demokratik lise istedikleri için tutuklanıyorlar. Berkin ELVAN’ın katilleri yargılansın diyerek adalet istedikleri için tutuklanıyorlar. Üniversite öğrencileri bilimsel, demokratik parasız bir eğitim istedikleri için, faşist 12 Eylül cuntasının ürünü olan ve gençliğin üzerinde baskı aracına dönüşen YÖK’ü istemedikleri için okullarında polis terörü istemedileri için tutuklanıyorlar. Bir basın açıklamasına katıldığı için tutuklanan yüzlerce üniversite öğrencisi var. 6 Kasım’da YÖK’ü istemedikleri için DTCF (Dil, Tarih Coğrafya, Fakültesi) dekanlığını işgal eden 9 öğrenciye 38 yıl hapis isteniyor. İktidarlar her dönem gençliğin örgütlenmesinden korkmuşlardır.
Haziran Ayaklanması’ nda da görüldüğü gibi ayaklanmada en çok gençlik konuşulup tartışıldı. Çünkü gençlikte var olan öfke patlamış ve sokağa çıkmıştır. AKP’yi en çok sarsan ve korkutan da bu olmuştur.
Gençlik her zaman baskı altında tutulmuştur. Soruşturmalar, okuldan atmalar, gözaltılar yıllara varan tutsaklıklarla karşılaşır gençlik. Bunlarla gençliği yıldırmak ve teslim almak amaçlanır. Bugün 2500’ün üzerinde öğrencinin tutsak olması faşizmin saldırılarının boyutunu da göstermetedir.
8-) Tutsak Öğrencilere Sahip Çıkmanın Önemi Nedir?
Tutsak öğrencilere sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmaktır. Çünkü tutsak edilen öğrenciler yalnızca kendileri için değil, milyonlarca halk çocuğunun geleceği için de mücadele ediyorlardı. Dev-Genç’lilerin başlattığı “2785 Öğrenci Serbest Bırakılsın” kampanyası sürecinde gençler defalarca saldırıya uğradılar, üzerlerinde daha önce kullanılmamış kimyasal gazlar denendi. Fakat hiçbir saldırı, işkence, Dev-Genç’ lilerin, tutsak öğrencilerin sesi olmalarını engelleyemedi. Parasız eğitim kampanyasında, Başbakanı protesto eden Dev- Genç’liler kampanyadan vazgeçmeyerek topladıkları 318 bin imza ile adım adım Ankara’ya yürüdüler.
Emperyalizmin işbirlikçisi olu- garşiden, temsilcisi AKP faşizminden adalet beklemeyen Dev- Genç’liler, kendi adaletleri, yani halkın adaleti için “gerekirse biz de tutuklanırız, fakat bu adaletsizlikleri AKP ‘nin YANINA KOYMAYIZ” diyerek tutsaklarını sahiplendiler.
Sahiplendikleri gençliğin, kendi gelecekleri olduklarının bilincinde olarak. Aslında halkımızın ve vatanımızın da geleceğini sahipleniyorlardı.
9-) Dev-Genç Nedir? Öğrenci Gençliğin Mücadelesindeki Önemi Nedir?
Tarihimizi yaratan önderlerimiz Mahir ve Dayı ile Dev-Genç tarihini yaratan şehitlerimiz gençliğin örgütlenmesi olan Dev-Genç’ i yaratmışlardır. Bugünün Dev-Genç’lilerinin omuzlarındaki görev şehitlerinin mirasını taşıması yanıyla önemlidir. Dev-Genç bir gençlik örgütlenmesidir, fakat kendisini bununla sınırlamamıştır. Halka yapılan her saldırıda onun yanında yer almıştır.
Gerek; 15-16 Haziran, büyük işçi direnişinde, Tekel Direnişi’nde, yoksul topraksız köylü ile yapılan işgallerde Karadeniz’de fındık, çay, tütün mitinglerinde bu ve benzeri her eylemde halkın yanında olmuş, gerek öğrenci gençliğin mücadelesinde, gerekse de halkın diğer kesi- lerine yönelik yapılan haksızlıklara, adaletsizliklere sessiz kalmamıştır. Emperyalizmin yeni sömürgesi olan bir ülkede mücadele veren Dev- Genç, faşizmin karşısında hak almanın tek yolunun militan, fiili, meşru mücadeleden geçtiğini bilir.
İşte, öğrenci gençliğin mücada- lesindeki önemi de bundan gelir, 46 yıllık tarihi boyunca Dev-Genç düzenin çizdigi sınırlar içinde kalmamış, düzenin yasallığına teslim olmamış, her zaman devrim yolunu, hak alma yolunu kendi militan, meşru direnişleri ile somutlamıştır. Bu örgütlü gücüyle, militanlığıyla
öğrenci gençliğin itici, önder gücü olmuştur.
10-) Gençlik, Atılgan Coşkulu ve Güçlüdür Diyoruz, Bu Gücü Nereden Alırlar?
Gençlik hiç bir dönem var olanla yetinmemiştir. Nesnelliğe teslim olmamıştır. Kendisini kuşatan
koşullara aldığı tavır nedeniyle yaratıcıdır, değiştiricidir. Gençliğin doğasından kaynaklanan duyarlılık, sorgulama, değiştirme gücü doğru bir ideoloji, kararlı bir mücadele ile buluştuğunda gerçek bir güce dönüşür. Gençliğin değiştirme gücü bu mücadele içerisinde anlam kazanır.
Yaratıcı ve nitelikli yönetici siyasi mücadele içerisinde gelişir. Gençlik devrimci mücadelede yer aldıkça kitlelere mücadelenin amaçlarını, ideallerini, yüceliğini, doğruluğunu ve gerekliliğini anlatır, bilinç taşır. Atılganlığı, özverisi ve yaratıcılığıyla mücadeleyi daha da yükselten dinamik bir güç katar.
Lenin’in deyişiyle “Biz geleceğin partisiyiz. Gelecek ve gençliğe ait bir yenilikçilerin partisiyiz, yenilikçilerin peşinden ise gençlik seve seve yürür. Biz köhne dünya ile fedakarca savaş partisiyiz fedakarca savaşa her zaman gençlik önde gider.”(Aktaran- Yürüyüş-Sayı-Mayıs -2014)
Dev-Genç bu gücü tarihinden, şehitlerinden alır.
-771 Mayıs ‘ından,
-87 Nisan Direnişlerinden,
-89 Aralık Basın Yayın Y-O İşgalinden
-2003-2005 Kızılay Direnişlerinden,
-2013 DTCF İşgalinden Uzanan Sayısız Eylem ve Direnişlerindeki Cüret ve Kararlılığı ile Devrim Mücadelesini Büyütmesiden Alır.
Gençlik Bu Mücadeleyi Büyütecek Devrimci Halk İktidarına Giden Yolun En Önemli Yapı Taşı Olacaktır.
Yürüyüş488-syf.30-31-32
21- Düzen Partileri
1-) Seçimler, Parlamento ve Düzen Partileri Kitleler İçin Kurtuluş mudur?
Seçimler, parlamento ve düzen partileri kitlelere kurtuluş, umut olarak gösteriliyor. Oligarşik düzen kendi alternatifinin olmadığı, tek çözümünün bu düzende ve düzenin kuramlarında olduğunun sürekli propagandasını yapıp, kitlelerin bilincini bulandırıyor.
Oysa, gerçek böyle değildir. Oligarşinin seçim sandıklarından adalet, özgürlük çıkmaz. Çünkü bu parlamento, oligarşik düzenin çıkarlarım korumak için kurulan bir parlamentodur. Adaletsizliğin kaynağı, özgürlükleri yok eden oligarşinin kendisidir. Halkı soyan, sömüren oligarşiyi oluşturan işbirlikçi egemen güçler ve emperyalizmdir. Parlamento bunların çıkarlarını korumak için vardır. Onun için oligarşinin parlamentosu 77 milyon halkımız için kurtuluş olamaz. Halkın kurtuluşu, sömürü düzenine son verecek olan Devrimci Halk İktidarında, sosyalizmdedir.
2-) Düzen Partileri Kitleleri Nasıl Aldatıp Oy Avcılığı Yaparlar?
Düzen partileri kitlelerin açlığına, yoksulluğuna, işsizliğine, adaletsizliğe çözüm bulacağı yalan ve demagojileri yaparak; yine kitleleri dini, mezhepsel ve ulusal özelliklerine seslenerek, oy avcılığı yaparlar. Oy alabilmek için bol bol “demokrasi”, “özgürlük” vaatlerinde bulunurlar. İktidara geldiklerinde tüm sorunları bir çırpıda çözeceklerini iddia ederler. Bu söylemleri besleyen mitingler, konserler, reklamlar, afişler kullanırlar. Öyle ki, seçimler yaklaşınca düzen partilerinin liderleri, halkın arasına karışırlar, çat kapı ev ev dolaşıp sözde halktan insanların akşam yemeğine konuk olurlar. Bu konularda da o kadar ileri giderler ki, devrimcilerin kullandığı söylemler (ekmek , adalet, özgürlük vb) kullanmaktan da çekinmezler.
Fakat, iktidara gelince tüm bunları unutup, mecliste emperyalizm ve oligarşi için canhıraş çalışmaya devam eder. Halkın açlığının, yoksulluğunun, adaletsizliğinin doğrudan sorumlusu olurlar.
3- ) Halk Düzen Partilerine Neden Oy Verir?
Düzen partilerinin demagojilerinin, yalanlarının yanı sıra on yıllardır kitlelerin çeşitli “sağ-sol” partileri arasında bölünmesi de vardır. Kitlelere sözde kurtarıcı olarak bu düzen partileri gösterilir. Örneğin on yıllardır CHP-AKP-MHP vb düzen partileri, sağ ya da sol söylemlerle kitlelerden oy almaktadırlar.
Kitleler, henüz maddi bir güce ulaşmış devrimci bir alternatif bulamadıkları ve düzen partilerinin, parlamentonun gerçek niteliğini tam göremedikleri için ehven-i şer (kötünün iyisi) mantığıyla hareket edip, düzen partilerine oy verirler.
4-) Kitleler Düzen Partilerinden Memnun mudur?
Elbette hayır! Halkın hiç de küçümsenmeyecek kesiminden; düzen partilerine ilişkin “bunların hepsi aynı”, “ bunların hepsi yiyici” gibi söylemleri sıkça duyarız. Düzen partilerinin yalancı, sahtekar, hırsız, rüşvetçi olduğunu; iktidara gelince vaatlerini unuttuğunu, kitleler her gün yaşamlarından süzülen tarihsel bilgeliğinden biliyorlar. Kısacası, kitleler memnun değildir düzen partilerinden.
Fakat, bugün mevcut durumda kitlelerin, düzen partilerinin gerçek yüzlerini tam olarak gördükleri, parlamenter çözümleri tam olarak reddettikleri sonucu çıkarılmamalıdır. Böyle olsaydı, sınıf mücadelesi farklı seyir izleyecek bir duruma, iktidar alternatifi bir duruma gelmiş olurdu.
5-) Düzen Partileri Kitleleri Ne Kadar Aldatabilir?
Düzen partileri sürgit kitleleri aldatamazlar. Nitekim, bir seçimde yüzde 21 oy alan bir partinin, bir sonraki seçimde oyları yüzde 3’lere düşebil- mektedir. Dünün iktidar partileri olan ANAP-DSP-RP’sinin (Bugünün Saadet Partisi ) bugün isimleri dahi bilinmez ya da oyları düşmüştür.
Yine 13 yıldır iktidar olan AKP’yi düşünelim AKP’ye oy verip de, kısa süre sonra “elim kırılsaydı oy vermeseydim” diyen insanların sayısı hiçte az değildir.
Fakat, devrimci bir alternatifin olmadığı koşullarda, kitleler şu ya da bu düzen partisinin yalan ve demagojilerini fark edip, aldatmacasına kanmasa da, dönüp dolaşıp benzer bir düzen partisine oy vermesi de kaçınılmaz oluyor.
6-) Düzen Partilerine Oy Veren Kitleleri Nasıl Değerlendiriyoruz?
Her şeyden önce, düzen partilerine oy veren halk kesimlerini “düşman” olarak görmeyiz. En temelde bakışımız
“Halk, devrimin gücüdür. Belli kesimlerin düşman saflarında yer alışı geçicidir.” (Yürüyüş sayı 219, sayfa 32)
Biz kitleleri örgütledikçe, ayrımsız onlara ulaştıkça, bir alternatif oldukça, kitleler gerçekleri görecek ve düzen partilerinden kopacaklardır. Bu yanıyla düzen partilerine oy veren kitleler düşmanımız değil, devrim saflarına kazanmamız gereken devrimin temel gücüdür.
7-) Düzen Partilerini Kitlelere Nasıl Teşhir Edeceğiz?
Her şeyden önce mahallelerde, ilçelerde, şehirlerde, bölgelerde düzen partileri ne yapıyor, kitlelere yaklaşımları, vaadleri nelerdir bunu bilmeliyiz. Ayrıca buralarda nasıl bir örgütleme içerisinde, hangi kesimlere yönelik çalışma yaptıkları, devrimcilere karşı özel bir söylem geliştirip-geliş- tirmediklerini bilmeliyiz. Tüm bunlar o alandaki çalışmalarımızda teşhir malzemesi olacaktır.
Ve afi şlerimizle, pankartlarımızla, çeşitli ajitasyon ve propagandamızla mahallelerde düzen partilerinin kitlelerle teması sırasında teşhir etmeliyiz. Bu şekilde kitlelere düzen partilerinin gerçek yüzünü ve devrim, sosyalizm alternatifini göstermeliyiz.
8-) Düzen Partilerinden Kopan Kitleleri Nasıl, Nerede Örgütleyeceğiz?
Şu bir gerçek, ne tür demagoji yapıp yalan söylerse söylesinler, hangi vaadlerde bulunursa bulunsunlar, düzen partileri kitleleri kendine sonuna kadar yedekleyemezler, etraflarında tutamazlar. Bunun sonucudur ki, kitleler çözümü ya başka benzer partiye gitmekte ya da tümden düzen partilerinden kopmakta buluyorlar. Nitekim ülkemizdeki seçimlerde ciddi bir seçime katılmama oranı vardır. Bu oran zaman zaman yüzde 20-25’lere kadar yükselebilmektedir.
Bu durumun nedeni oportünistlerin iddia ettiği gibi ne kitlelerin düzen partilerinden tümden umudu kesmesi, ne de devrimcilerin “boykot” çağrısının sonucudur! Seçimlere katılmayanların bir kısmı apolitikleşme- nin duyarsızlaşmanın sonucu katılmazken diğer kısmı düzenden ve düzen partilerinden artık bir beklentisi kalmayan kesimlerdir.
Düzen partilerine oy verenler ya da şu veya bu nedenle oy vermeyenlerin hepsi, aslında bizim örgütlememiz gereken kesimlerdir. Tüm bunlara ulaşıp, Halk Meclislerinde örgütlemek ve bu örgütlenmeleri büyütmek öncelikli görevlerimiz arasındadır.
9-) “Seçimler, Düzen Partileri Kurtuluşu Sağlayamaz” diyoruz. Alternatifini Nasıl Göstereceğiz?
Bu düzen ve bu düzeni oluşturan tüm kurumlar halkın hiçbir sorununu çözemez. Ne seçimler ne de düzen partileri halka bir şey veremez, halkın yoksulluktan, açlıktan, adaletsizlikten kurtuluşunu sağlayamaz.
Halkın kurtuluşu devrimdedir. Devrimci Halk İktidarında ve sosyalizmdedir. Devrimin asli gücü de kitlelerdir, yani ustaların dediği gibi “Devrim kitlelerin eseridir”
Düzen partileri bu yüzden durmaksızın kitleleri örgütlemek, düzene yedeklemek için çalışıyor. Biz onlardan daha fazla çalışmalıyız. Şunu unutmamalıyız; her kapıyı çalabilir, 77 milyonu örgütleyebiliriz. Gerçeği, iyiyi, güzeli biz savunuyoruz. Kitlelere; kendi ülkemizde köle bir halk haline getirildiğimizi, ülkemizin emperyalizmin yeni- sömürgesi olduğunu, işbirlikçi oligar
şi tarafından faşizmle yönetildiğini, iktidara hangi düzen partisi gelirse gelsin bu tabloyu değiştirmediğini tam tersine emperyalizm ve oligarşi için canhıraş çalıştıklarını anlatmalıyız. Ve tüm bunlardan kurtuluşun daha fazla ör- gütlenmekte ve mücadelede, Devrimci Halk İktidarında olduğunu göstermeliyiz!
10-) Halk Meclislerini Nasıl Alternatif Haline Getireceğiz?
Halk Meclisleri; halkın meşru ve öz örgütlenmeleridir. Kitleler; Halk Meclislerinde söz ve karar halklarını kullanıp, kendi kendilerini yönetme becerisini kazanacaktır. Böylece aslında bu düzenin tüm kuramlarına ihtiyaç duyulmadığını, halkın kendi iktidarında pekala kendi kendilerini yöneteceklerini görecektir.
Tüm bunların olabilmesi için kitleleri Halk Meclislerinde örgütleme- liyiz. Bu düzenin ve bu düzene ait tüm kuramların alternatifinin Halk Meclisleri olduğunu göstermeliyiz. Düzen partilerini, seçimlerini, sürekli tepiştikleri ahırları olan parlamentolarını reddetmeli, yaşamın her alanında kurduğumuz meclislerle kendi kendimizi yönetebileceğimizi yeterince güçlenince de halkın iktadarını Demokratik Halk Devrimiyle kuracağımızı anlatabilmeliyiz.
Yürüyüş489-syf.27-28
22-HALKIN DÜŞMANLARI KİMLERDİR?
1-) Halk Kimdir ve Kimlerden Oluşur?
Devrimci hareketin programında “Halk sınıf ve tabakalar şunlardır”
“Türk-Kürt ulusundan ve tüm milliyetlerden başta işçi sınıfı olmak üzere, yoksul ve orta köylülük tüm çalışanlar, şehir ve kır küçük üreticileri, esnaflar, sanatkarlar, memurlar, öğrenciler, aydınlar, ulusal değerini kaybetmemiş, ülkesinin bağımsızlığını ve halkın özgürlüğünü isteyen sömürü ve zulme karşı olan herkestir. “
Halk, devlet dairelerinde memurdur, fabrikalarda çalışan milyonlarca işçidir, okullarda öğrencidir, yaşam alanlarımızda esnaftır, yıllarca köle gibi çalışıp emekli olan emeklilerdir. Evde çocuklarına bakan anadır, her gün iş aramak için evden çıkan işsizdir… Kısacası, halk bir avuç sömürücü asalak dışında kalan milyonlarca insandır.
2-) Halkın Düşmanları Kimlerdir?
Bütün olarak ifade edersek, yer altı, yer üstü zenginliklerimizi çalan, milyonlarca halkımızı ezen, sömüren, katleden, köle gibi çalıştıran, açlığa mahkûm edenlerdir.
“Halkın Düşmanları Şunlardır: -Başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist güçler, bunların askeri, ekonomik ve politik üsleri, temsilcileri, yardım paravanası altındaki olan üsleri,
-İşbirlikçi tekelci sermayedarlar, işbirlikçi tüccarlar, tefeciler, büyük toprak sahipleri, toprak ağaları ve bunların özel silahlı güçleri,
-İktidarda bulunan tüm devlet yetkilileri, düzeni savunan milletvekilleri, üst bürokratlar,
-Devletin resmi ordusu, polisi, MİT, kontrge- rilla, korucular ve bunların kurumları,
-Oligarşik yapının içerisinde yer alan, düzeni savunan faşist ve Devrimci Halk İktidarı savaşını engellemeye çalışan tüm siyasi partiler,
-Emperyalizm ve oligarşiye hizmet eden devrimci savaşı engellemekte kullanılan tüm devlet kuruluşları ve özel kuruluşlar,
-Devrimci savaşı engellemeye çalışan, oligarşiye yardım eden muhbirler, ajan ve provokatörler ve bunların örgütlenmeleridir. (Hayatın İçindeki Teori-Cilt 1-syf- 467-468)
Yukarıda sıraladıklarımızı özetlersek halkın düşmanları emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşidir.
3-) Halkın Düşmanlarının Halka Karşı İşledikleri Suçlar Nelerdir?
Öncelikle halk düşmanları (emperyalizm ve oligarşi) halkların insanca yaşam haklarını ellerinden alırlar. Halkın değerlerini-kültürünü yozlaştırarak yok etmek isterler. Sonra kölece koşullarda çalıştırarak bütün bir halkı sömürürler.
Emperyalizm ve oligarşi halka karşı açık bir savaş açmıştır. “Katlederim, işkence yaparım, işsiz bırakır, tedavi- sizlikten öldürürüm, eğitim, sağlık, ulaşım konut hakkını elinden alırım ama sen sesini çıkartmayacaksın ne verirsem onunla yetineceksin” demektedir.
Emperyalizm ve oligarşinin suçları saymakla bitmez. Yer altı, yerüstü zenginliklerimizi çalan onlardır. Halkımızı açlığa, yoksulluğa mahkum eden onlardır. Halkın her damla kanından onlar sorumludur. Emperyalizm ve oligarşi halka düşmandır. On yıllardır bu düşmanlıklarını göstermiş, halkımızı sömürmüş, katletmiş, kendi toprağımızda bizi köle bir halk haline getirmişlerdir.
4-) Halkın Düşmanları Halkı Neden Bölüp Parçalar?
Halk düşmanlarının yüzlerce yıllık halkları “yönetme” tecrübelerinden kaynaklı, halkların birlikte olmasını değil, bölünmesinin iktidarlarının ömrünü uzattığını görmüşlerdir. Birbirlerine düşmanlaştırılan halkları yönetmek, birlik içinde olan halkları yönetmekten daha kolaydır.
Halk düşmanları, halkları Türk, Kürt, Laz, Çerkez. vd. milliyetlere ayırır; Alevi, Sünni vd. inançlardan halkımızı da dini inançlarına göre ayırırlar. Halkların inançlarım, dillerini, kültürlerini bir arada yaşayacağı bir ortaklığa müsade etmezler. Bu birliğin halk düşmanlarının egemenliklerinin sonunu getireceğini çok iyi bilir. Egemenler “Böl- parçala-yönet” politikalarını, halkları birbirine kırdırmak için kullanır. Öyle bir politika izler ki halk düşmanı egemenler; bırakalım bölgeleri, şehirleri iki komşu mahalleyi dahi birbirine düşmanlaştırmak ister. Çünkü, halklar ne kadar örgütsüz ve birbirinden uzak olursa egemenler o kadar rahat yöneteceklerini bilirler. Ve bu yüzden halkları bölüp parçalamak, halk düşmanlarının temel politikalarındandır.
5-) Halk Kendi Düşmanlarını Yeterince Tanıyor mu?
Doğrusu hayır! Halkın tam anlamıyla düşmanını tanıdığını söyleyemeyiz. Bunda temel neden düşmanın (emperyalizm ve oligarşinin) kendini gizlemesidir, çeşitli propaganda aygıtlarıyla (basın, TV vb. ) kitlelerin bilincini bulandırabilmesidir.
Halk, 24 saat, düzenin bilinçlere yönelik saldırısına maruz kalmaktadır. Açlık, yoksulluk “kader” denir. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gidecek” denir. Kitlelere sömürü, zulüm kanıksatılmaya çalışılır. İş cinayetlerinde onar, yüzer ölen halka “ bu işin fıtratında var” denir.
Halkın açlığı, yoksulluğu büyürken geçmişiyle bugünü kıyaslayıp; yaşamında bir değişiklik olduğu daha iyi bir yaşam sürdüğü yanılsaması (Nis- pi-Refah) yaratılır. Kısacası halk, bu düzenden memnun değilken, düşmanlarını doğru tanıyamadıkları, onları açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe mahkum edenin bu düzen olduğunu göremedikleri için istenilen tepkiyi de gösteremezler.
6-) Halka Kendi Düşmanlarım Nasıl Tanıtmalıyız?
Halkın düşmanlarını gösterebilmek için onlarla sıcak-sürekliliği olan ilişkiler geliştirmeliyiz. Onları ör- gütlemeliyiz. Ve onların günlük yaşamında yaşadıkları sorunların; açlığın, yoksulluğun, adaletsizliğin, en temel hakların ellerinden alınmasının sorumlusunun emperyalizm ve oligarşi olduğunu göstermeliyiz.
Halka, uzağa gitmeden kendi yaşamından anlatarak başlayabiliriz halk düşmanlarını anlatmaya. Halkların bugün sömürü ve zulüm altında olmalarının tek sebebinin bu sömürücülerin olduğu ve bizlerin sırtına basarak servetlerine servet kattıklarını anlatmakla başlayabiliriz.
Ülkemizde her doğan çocuğun 2 bin TL borçlu doğduğunu ve bunun tek sebebinin emperyalizm ve oligarşi olduğunu göstermeliyiz. Ve ülkemizi yönetenlerin, emperyalistlerin çıkarlarına hizmet ettiği için; Irak’ ta, Suriye’de, Afganistan’da dökülen halkın kanının doğrudan sorumlusu olduğunu göstermeliyiz. 1,5 milyon Iraklı’nın katledilmesinde, İncirlik gibi üslerin etkisini anlatmalıyız.
Ülkemizde yozlaşma; uyuşturucu, fuhuş, kumar vb. her geçen gün artmaktadır. Çocuklarımızı, kapı komşumuzu zehirleyen görünürde uyuşturucu satıcıları olsa da, temelinde bir devlet politikası olarak yaygınlaştırılır. Ve yozlaştırılıp uyuşturulan bir toplumun “tehlike”si de yoktur der oligarşi.
Halkın çocuklarını fuhuş bataklığına, uyuşturucu bataklığına sürükleyen asıl olarak emperyalizmin yoz kültür politikalarının hayata geçirilmesidir. Bunu hayata geçiren oligarşidir. Tüm bunları ve daha fazlasını halka gösterip düşmanını tanıtabiliriz.
7-) Halkın Düşmanlarım Tanımamızın Önemi Nedir?
Düşmanımızı tanımak ona karşı savaşımızda bizi güçlü kılar. Düşmanına karşı sınıf kini beslemek için onu tanımak gerekir.
Bizler düşmanımızı tanıdığımız içindir ki ona karşı kin besliyoruz. Sınıf kiniyle hareket eden halklar, emperyalizme karşı sayısız zaferler kazanmışlardır tarihte.
Düşmanı tanımak; öfkemizi bi- leylememizi, intikam duygumuzu besler. Halk düşmanlarına karşı savaşmak cüreti ancak onların ne kadar acımasız ve vahşi olduğunu bilmekle olur.
Açlık, yoksulluk, işsizlik, katliamlar, işkenceler, gencecik çocuklarımızın fuhuş ve uyuşturucu bataklığına düşmesinin tek sebebinin halk düşmanları oluduğunu bilmek öfkeyle sınıf kinimizle savaşmamızı te- tikleyecektir.
Düşmanına kin duymayan bir halk savaşamaz. Savaşsa da sonuna dek sürdüremez, işte bu yüzden düşmanımızı tanımamız önemlidir. Düşmanımızı tanıdığımız için 45 yıldır emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımızı her geçen gün büyüterek sürdürüyoruz.
8-) İç Düşman Nedir?
Düşman sadece karşımızda değildir. Aynı zamanda dış düşman (emperyalizm-oligarşi) kadar “iç düşman” da tehlikelidir. İç düşman savaşılması, yenilmesi alt edilmesi gerekendir. İç düşman, halkın mücadelesinin halkın iktidarının önünde engel olan her şeydir. İşte bu anlamda eksiklerimiz, bu düzene ait tüm zaaflarımız iç düşmanımızdır. Çünkü devrimi, devrimciliğimizi zayıflatmakta, gelişimin önünde engel olmaktadır. Onları sıradan hatalara in dirgemek zaafları meşrulaştırmaya, yumuşatmaya, masumlaştırmaya yarayan bir yaklaşım biçimidir. Onları düşman olarak tanımlamak ve bu nedenledir ki, o zaaflarla iç düşmanla savaşmak da bir başka yaklaşım biçimidir. Kuşkusuz devrimci olan ikincisidir. Onları düşman olarak tanımladığımızda bu demektir ki, onlara karşı ciddi yok edici bir savaş vereceğiz. Düşman ve savaş kavramları birbirine yakın doğrudan bir ilişki içindedir, bunu unutmamak gerekir. Savaşmıyorsak, uzlaşıyor ve teslimiyeti kabul ediyoruz demektir!
Sonuç olarak şunu da ifade etmek gerekir; “düşman’’ kavramı aynı zamanda öfkeyi, kini, kızgınlığı da ihtiva eden bir kavramdır. Bu anlamda kendi hatalarımıza karşı da öfke du- yabilmeliyiz. Ve düzene ait ne varsa, üzerimizde taşıdığımız tüm tortularına karşı, amansız bir mücadele içinde olmalıyız. Bunun içinde devrimci eğitim şarttır.
9-) Halk Düşmanlarına Karşı Sınıf Kini Duymak Ne Demektir?
Biz kindarız. Biz yüreğimizde beynimizde kin duygusuna özel bir yer ayırırız. Devrimcilerin halk düşmanlarına karşı katı ve koyu bir kini vardır. Her koşul altında da savunuruz bu kini. Bu kin, “sınıf kini’’dir. Burada elbette şu ayrımı koymalıyız, günlük yaşamda, toplumsal yaşamda ortaya çıkan her türlü kini savunduğumuz, desteklediğimiz anlamına gelmez. Tersine duyulması gereken tek kin sınıf kinidir. Ezilen insanların birbirlerine şu veya bu nedenle duyduğu kin doğru değildir, bu halkın düşmanlarının yarattığı bir tablodur. Devrimciler bu şiarla bütünleştirir yaşamlarını. Zulme maruz kalan, dünyanın öbür ucunda olan birinin acısını için de hisseder ve kin duyup öfkelenirler.
Burjuvazi kendinde katletmeyi, baskı yapmayı ve her türlü ahlaksızlığı yapmayı hak görür ve halklara kendi sınıf kinleriyle saldırırken, halkların beyninde sınıf kini oluşmaması içinde elinden geleni yapmıştır.
“Her türlü şiddete hayır’’, ‘’ önce insan’’, “ her şeyin başı sevgi’’ vb. sözlerini yayarak halklarda sınıf bilinci ve sınıf kini oluşmasını engellemeye çalışırlar..
Halkları sömüren, kan kusturan, ölümlerinden bire bir sorumlu olan, iş cinayetlerinde işçileri katledenlere ve bu katliamları “kader olarak gösterenlere karşı kin beslemeliyiz’’
Sınıf kini duymak, her şeyi net olarak görmektir. Burjuvazinin demagojik açıklamaları “sınıf kini’’ ile dolu olan biri için etki yapmaz. Düşmanını her perdenin arkasından görür ve ondan sınıf kiniyle hesap sorar!
10-) Halk Düşmanlarına Karşı Mücadeleyi Nasıl Yürütmeliyiz?
Halk düşmanlarına karşı mücadeleyi her şeyden önce halk kendi sorunları etrafında örgütleyerek, bu savaşa halkı da katarak; “ halkı savaştırıp, savaşı halk- laştırarak’’ yapabiliriz.
Bugün halk düşmanlarına karşı savaşı büyütmek için önemli bir mev- zimiz var.
Bu da Halk Meclisleridir.
Halk Meclislerinde halk, tüm sorunların nedeninin bu düzen, yani halkın düşmanlarından kaynaklı olduğunu görecektir. Ve Halk Meclislerinde örgütlendikçe, kendi hakları için mücadeleyi büyüttükçe, bu düzende sorunların çözümü olmadığını, sorunların çözümünün halkın kendi kendisini yönettiği Devrimci Halk İktidarında olduğunu görecektir.
Yürüyüş490-syf.27-28-29
23- KİTLE KATLİAMLARI
1-) Kitle katliamı nedir?
Halkın belli bir kesimini hedef alan, kitlesel öldürme dahil her türlü vahşeti içinde taşıyan, toplum tarihinde derin izler bırakan saldırılara kitle katliamı denir.
2-) Ülkemizde öne çıkan kitle katliamları hangileridir?
Anadolu tarihindeki halk ayaklanmalarının tümü, kitle katliamlarıyla bastırılmış, ezilen halklara karşı büyük bir vahşet ve zorbalıkla yaklaşılmıştır. Yine Cumhuriyet’in ilk döneminde yaşanan Kürt ayaklanmaları da böyle bastırılmıştır. 1938 Dersim, 1977 1 Mayıs Katliamı, 16 Mart 1978 Beyazıt, 24 Aralık 1978 Maraş, 1 Temmuz 1980 Çorum, 12 Temmuz 1991, 16-17 Nisan 1992 (devrimcilere yönelik katliamlar), Mart 1992 Cizre, Lice, 2 Temmuz 1993 Sivas, 1995 Gazi Katliamları, 1995 Buca, 1996 Ümraniye, 1999 Ulucanlar, 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamları, 2011’deki Roboski, 2013’deki Reyhanlı, 2015’deki Diyarbakır ve Suruç Katliamları ve son olarak 10 Aralık Ankara Katliamları yaşandı ülkemizde.
3- ) Kitle katliamından amaçlanan nedir?
Devlet, kitle katliamlarıyla halkın örgütlenmesinin, hakkını aramasının önüne geçmek ister.
Kitlesel katliamlar halkı ve halkın devrimci öncülerini teslim almak içindir.
Katliama uğrayan halk kitlesinin özellikleri farklı olsa da öz itibarıyla düşünce ve yaşam olarak halkın aydınlık yüzünü temsil eden, ilericiliğiyle öne çıkan, belli bir inanca, milliyete, sınıfsal ve ulusal duruşa sahip kesimlerdir.
Katliamla hem bu kesimlere hem de halkın diğer kesimlerine mesaj vererek korkuyla, baskıyla sindirilip teslim alınmak istenir.
4-) Kitle katliamlarında hangi güçler kullanılır? Neden?
Devlet yaptığı hiç bir katliamı kabul etmemiştir ve etmez. Oysa kitle katliamı olarak öne çıkan tüm saldırıları planlayan, uygulayan, kolaylık sağlayan devletin kendisidir. “Derin devlet”, “gizli örgüt” vb. söylemlerle suçu üzerinden atmaya, dikkatleri başka yere yöneltmeye, bilinç çarpıtmaya çalışması, gerçek dışı ve aldatmacadır. Bu katliamların sorumlusu doğrudan devlettir.
Devlet üstlenemeyeceği her türlü yasadışı, gayrımeşru işleri kendi dışındaki örgütlenmelerin üzerine atar. “Derin devlet” diye bir şey yoktur. Gerçeğin çarpıtılması için uydurulmuş demagojik bir kavramdır. Aynı şekilde devletten ayrı, bağımsız bir kontrge- rilla örgütlenmesinden de bahsetmek mümkün değildir. Devletin kendisi kontrgerilladır.
Devlet katliam yapar ve bu katliamın üzerini örtmek için sahte tutanaklar düzenler, sahte belgeler hazırlatır, delilleri yok eder.
Katliam saldırılarında, devletin resmi faşist terörü, sivil faşistleri, mafyacıları, gerici güruhları da kullanılır. Olası yakalanma, açığa çıkma durumunda göstermelik tutuklanan- lar, gözaltılar yapma zorunluluğundan dolayı böylesi yollara da başvurulur. Devletin bu kişileri sahiplenmesi, davaları az bir ceza veya beraat ile sonuçlandırma, tutuklu olanlara hapishanelerde her türlü olanağı sağlama, istedikleri zaman dışarıya çıkarılması, hatta kaçırılması şeklinde olur. Ayrıca korunup kollanan bu katillerin eğitilerek başka saldırılar için kullanıldığı da bilinmektedir.
“Devlet adına kurşun atan” katiller, birer birer aklanıyor, ölüm mangaları kontrgerilla hukukunun kılıfına uydurularak koruma altına alınıyor. Ortaya çıkan bütün delillerin devlet katliamına işaret etmesi, katillerin adıyla sanıyla belli olması dahi bu gerçeği değiştirmiyor.
Devlet, neden sadece kendi resmi güçlerini kullanarak bu katliamları yapmıyor da, sivil faşist, gerici örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor? Bu sorunun cevabı ise ülkemizde faşizmin nasıl şe- kilendiği gerçeğinde gizlidir. Yeni- sömürge olan ülkemizde devlet biçimi, sömürge tipi bir faşizmdir. Faşizm kendine hem kitle tabanı yaratmak, hem de demokrasicilik oyununu sürdürürken ,her türlü teröre başvurabilecek serbestliğe sahip olmak ister. Sivil faşist hareketler ve devletin büyüttüğü, koruyup kolladığı gerici, dinci örgütler bu iki ihtiyaca birden cevap verirler. Bu temelde devlet için vurucu güç olarak örgütlendirilmişlerdir.
5-) Kitle katliamlarında vahşet uygulanarak ne amaçlanır?
Ya şanan her katliam halkın belleğinde, katliama uğrayan kesimlerin hatıralarında derin izler bırakmak için vahşice işlenir.
1 Mayıs 77’de kitle silahla taranır, panzerler insanları ezer. Beyazıt’ta öğrencilere bomba atılır, Maraş’ta dev- rimci-demokrat niteliğe sahip Alevi- lerin oturduğu mahallede çoluk çocuk katledilir, hamile annelerin bebekleri süngüyle karınlarından çıkarılıp süngü ucunda gezdirilir.
Sivas Madımak’ta insanlar diri diri yakılır, Lice’de, Cizre’de mezarlığa giden insanlar, gazeteciler dahil katledilir. 19-22 Aralık’ta devrimci tutsaklar diri diri kimyasal gazlarla yakılır; kurşunlar, bombalar ile katledilirler. Hepsinde amaç aynıdır. Hedef al ınan kitle vahşice katledilirken, tarihe ve toplumsal hafızaya bu şekile geçsin ve ileride başına gelebilecekleri bilerek sussun, boyun eğsin istenir.
6-) Kitle katliamlarına karşı verilen mücadele yeterli mi?
Diri diri yakılan, işkence gören, evleri, köyleri başına yıkılan, tarihe kanla, vahşetle geçen katliamlara karşı verilen mücadele, hiçbir zaman yeterli görülemeyecek, sınırlara hapsedilemeyecek kadar ahlaki ve vicdani bir sorundur.
Katledilenlere karşı sorumluluğumuz, yıldönümlerinde yapılan anma veya etkinliklerle sınırlı tutulamaz. Katliamı gerçekleştiren devletin kendi vahşetini bu kadar açıktan savunduğu bir durumda, anmalara dahi izin vermezken katledilenlere sahip çıkanlar olarak daha cüretli ve kararlı bir mücadele yürütülmesi gerektiği açık, bir o kadar da zorunludur. Unutmamak, unutturmamak sözlerinin, sahip çıkmanın samimiyetini belirleyen hesap sorma isteğidir.
Unutmamak, hesap sormaktır.
7-) Katliam davalarına devletin yaklaşımı nasıldır? Halk güçlerinin davaları sahiplenmesi yeterli midir?
Katleden, vahşet uygulayan devlet tüm kuramlarıyla, medyası vb. güçleriyle katliam davalarını da istediği gibi sonuçlandırmaktadır. Bunu da öyle açık şekilde yapmaktadır ki halkın büyük kesimi adaletsizliğe olan güvenin yanısıra “bir şey olmaz” algısıyla hareket etmeye yöneltilir. İnsanlar böylece kendini çaresiz hisseder.
Katliam davalarını açmama, açtığında ise sürüncemede bırakma, delil karartma, istenilen belgeleri yollamama, zaman aşımına uğratma, ceza çıksa dahi en alt sınırda tutup bir de iyi hal uygulama, bilinen, öne çıkan ve çıkmaya devam eden yöntemler, cezasızlık politikalarıdır.
Örgütsüz olan halk kesimleri ile örgütlü olduğu iddiası ile hareket eden dü
zen içi anlayışların katliam davalarını sahiplenmesi arasında ciddi bir fark yoktur. Temsili düzeyde katılmalar, dava seçmeler, medya varsa, gündemindeyse davalara ilgi göstermeler, öne çıkan, sözde politik olduğunu söyleyenlerin politik çarpıklığıdır.
8-) Katliamlara ve katliam davalarına karşı mücadele nasıl yürütülmelidir?
Katliamlara karşı mücadelede sorumluluk üstlenmeyenler; ister adalet talebiyle, ister anma, etkinlik vb. mücadele şekliyle olsun; gerekli politik duyarlılığı, çabayı göstermeyenler geleceği de sahiplenmezler.
Katliam davalarına sahip çıkmak adalet talebini dile getirmek, bıkmadan, usanmadan katledilenleri anmakla birlikte, yaşamın her anında katledilenlerin öfkesini yüreğinde taşımakla, mücadele etmekle, sorumlulardan hesap sormakla mümkündür.
Bu mücadelenin nasıl olacağını Cepheliler olarak ortaya koyarken Ha- san Ferit, Berkin Elvan, 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı davalarını hatırlatıyoruz.
Geçmiş katliam davalarına da, bugün sürmekte olan davalara da, duyarlı insanlar dışında katılan, mücadele eden bizden başkası olmamıştır.
Katliamlara karşı mücadele, tüm halk güçlerinin birlikteliğini sağlayan, ayrım gözetmeksizin kararlı bir şekilde yürütülmesine olanak sunan bir gerçeği ifade eder. Bu gerçek emperyalizme ve oligarşiye karşı, faşizme karşı adalet mücadelesinin bir parçası olarak devam edecek sorumluların cezalandırılmasıyla sonuçlanacaktır.
9-) Kitle katliamları geçmişte mi kalmıştır?
Devlet, geçmişi hatırlatıp onlar üzerinden baskı oluşturmaya çalışsa da ihtiyaç duyduğunda yeni katliamlara başvuracaktır.
Halkı düşman gören, onu teslim almak için her türlü vahşeti uygulamaktan kaçınmayan devlet, gelecekte de benzer, hatta daha ağır katliamlara da yönelecektir. Haziran Ayaklanması, katliama varan saldırıların yaşanması, iç savaşa göre hazırlık yapılması, yasaların ihtiyaç olmadığı halde çıkarılmak istenmesi bu nedenledir. AKP faşizmi, Özel Güvenlikli Bölgeler uygulamasıyla istediği zaman, istediği şehir veya bölgede sıkıyönetim, olağanüstü hal, sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. Yakıyor, yıkıyor, katledip çekiliyor.
10-) Halk olarak katliamlara karşı biz nasıl hazırlanmalıyız?
Halk güçleri her alanda merkezi örgütlülükler yaratarak, komiteleşe- rek, kendi savunma güçlerini oluşturarak saldırılara ve katliamlara karşı önlemler alabilirler.
Bugün mahallelerde yaşanan uyuşturucuya yozlaşmaya karşı mücadele anlayışı, bunun somut bir halidir. Bu mücadele anlayışını halk ile bütünleştirerek, birlikte mücadeleyi örgütleyecek olan biziz. Herkes susup geri çekilse de biz geri çekilmeyeceğiz. Ancak bizim geri çekilmememiz yetmeyecek, halkın her kesimi bu mücadelede kararlı şekilde, kitlesel olarak yer aldığında devlet bir adım atarken on kez düşünmek zorunda kalacaktır.
“Devrim kitlelerin eseridir” diyen ustalarımızın dediği gibi devrimi tüm halkın ortak çıkarları etrafında örgütleyerek zafere taşıyacağız. Faşizmin hedef aldığı kitle esasta bizim de örgütleyip faşizmin karşısına dikeceğimiz kitledir.
Yürüyüş 491-syf.30-31
24- TOPLUMLAR: İLKEL KOMÜNAL TOPLUM
1-) Toplumlar Tarihini Neden Öğrenmeliyiz?
Toplumlar tarihini öğrenmemiz, insanın nasıl insan olduğunu anlamamız, gelişim ve dönüşümün hangi şartlar ve koşullar içinde gerçekleştiğini kavramamız açısından önemlidir.
Okul eğitimi alan, tarih okuyan her insan toplumların tarihine dair bilgileri edinir. Ancak bu bilgilerin yeterliliği, insanlığın ve toplumun gelişimini doğru şekilde ele aldığı tartışmalıdır. Tartışmalıdır çünkü bilimsel temellere oturtulduğu ifade edilse de, dayanak yapılan ilk ve son nokta tanrı ve “yaratılış” teorisidir.
Darwin, doğanın evrim teorisini bilimsel olarak ortaya koyup, tüm canlıların nasıl değişip geliştiğini kanıtlamış olsa da bu gerçek, idealist düşünceler tarafından bilinçli olarak reddedilmiştir.
Marks ve Engels ise toplumların, üretim tarzına göre şekillendiğini ve buna göre ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum olarak beş döneme ayrıldığını ortaya koymuştur. Marks ve Engels idealistlerin aksine, Materyalist yani maddi gerçeklikleri esas alan bir düşünce ve pratikte toplumların yasasını ortaya koyarak, nasıl gelişip bugünlere geldiğini göstermiştir.
2-) Toplumların Gelişiminde Belirleyici Olan Nedir?
Toplumların gelişiminde belirleyici olan üretici güçlerin gelişimi ve üretim ilişkileri olmuştur.
İlkel komünal toplumda üretici güçler yani ilk insanlar diğer canlılardan farklı değildir. Doğada bul
dukları hazır yiyecekleri (bitki) yiyerek, avlanarak yaşamaya çalışırlardı. Tanımadıkları, bilmedikleri doğaya ve yırtıcı hayvanlara karşı hayatta kalmak, korunmak için sürüler halinde birarada yaşarlardı.
3-) İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran, İnsanlaşmasını Sağlayan Süreç Nasıl Gelişmiştir?
Doğaya ve yırtıcı hayvanlara karşı zayıf olan insan toplulukları kendilerini korumak için içgüdüsel olarak etrafta bulunan bir taşı, sopayı kullanabiliyordu. Zamanla o taşları yontmayı, sivriltmeyi, sopayı düşünerek kullanmaya başlar. Bu değişim, insanın diğer canlılardan ayrılıp, insanlaşmaya başladığı süreci ifade eder. Çünkü ortada düşünmeye dayalı bir üretim şekli vardır. Eline geçirdiği sopayı-taşı içgüdüsel bir zorunluluktan dolayı değil de, ihtiyaçtan dolayı herhangi bir alete dönüştürerek kullanmaya başlar. Bu değişimi, dönüşümü ve gelişimi ortaya çıkarmak içinse elbette emeğe ihtiyaç vardır. İşte insanlığı da toplumu da geliştiren, yaratan bu emektir.
4-) İlkel Topluluklar Nasıl Oluştu?
Emeğin ortaya çıkması, basit aletlerin yapılması ve gelişmesi insanların el ve bedenlerini daha iyi kullanmasını ve zamanla ayakları üzerinde durup yürümeye başlamasını da hızlandırmıştır. Yani idealistlerin, yaratılış teorilerini savunanların aksine insanlar düşünceleri sayesinde bir şeye yön verip, onları yaratmamış; gördükleri, dokundukları, emek harcayarak ortaya çıkardıkları şeyler üzerine bilinçlerini şekillendirmeye, zihinsel ve bedensel gelişmelerine etki etmeye, topluluklar şeklinde yaşayıp
dillerini kullanmaya başlamışlardır.
O güne kadar korktukları ateşin gerçekte yararlı bir şekilde değerlendirilebileceği de böyle ortaya çık
mıştır. Ateşin kullanılıp yiyecek şeklinin değişmesiyle, beyinleri gibi yaşamları ve toplumsal düzenleri de değişmeye başlamıştır.
5-) İlkel Komünal Toplum Tanımı Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Toplumun gelişimini ifade ederken ilkel koşulların ortaya çıkardığı zorluğu ve zorunluluğu ifade ederiz.
İnsanın insanlaşma süreci, toplumsal bir yaşamı bilinçli bir hale dönüştürmesi binlerce yılı almıştır. Taş devri, tunç devri, demir devri diye yazılı olan tarih bu süreci özetler. Yapılan kazılar ve ortaya koyulan bulgulara göre 7 bin yıl öncesine ait aletlerin bulunduğu bilinmektedir. Ki bu aynı zamanda ilk insan topluluklarını tanımaya, anlamaya da ışık tutmaktadır. Buna göre de ilkel koşullarda yaşayan insanlar belli bir düzeye eriştikten sonra komünal bir yaşam sürmeye devam etmiştir.
6-) İlkel Komünal Toplumda Özel Mülkiyet ve Sömürü Yoktur. Neden?
Öncellikle sınıflar yoktur. Sınıfların olmadığı bir yerde birilerinin bi- rilerini ezmesi, sömürmesi, özel mülkiyete ihtiyaç duyması düşünülemez. Kolektif çalışma, ortak mülkiyet olarak ortaya çıkan her şeyin üretim aletlerinin kullanılması, geliştirilmesi vb insan iradesinden bağımsız olarak bir zorunluluk sonucu oluşmuştur.
İnsanlık tarihinin en önemli evrelerinden biri, kadın ve erkekler arasında yaşanan doğal iş bölümüdür.
Avcı-savaşçı erkeğe göre kadın yerleşiktir. Toplayıcılık sayesinde daha düzenli bir gıda temini sağlar. Sürekli evde ve çevresinde bulunduğu için karar sahibi de odur.
Özel mülkiyet diye ifade edilecek tek şey birkaç basit üretim ve savaş aleti ise topluluğun çıkarı içindir. Cinsiyete dayalı bu iş bölümüne göre; kadın evinin ocağının sorumlusu olurken, erkek de avlanma işleriyle uğraşacaktı. Bu iş bölümünde görevleri belirleyen en temel unsur kadının çocuk bakma zorunluluğuydu.
Yaşamın devam ettirilebilmesi, soyun sürdürülebilmesi için kadın evde kalmalı, çocuk bakımı dışında bitki toplayıcılığı, yemek hazırlama, giyim, kapkacak imalatı vb. işleri üstlenmeliydi. Bir anlamda annelik hukukunun da geçerli olduğu bu dönem Anaerkil Düzen olarak kabul edilir.
Sürek avı biçiminin gelişmesi, ok ve yayın bulunması ile hayvanların canlı yakalanmaya başlanmasıyla, zamanla hayvanlar evcilleştirildi. Hayvancılık gelişti. Avcılığa olan ihtiyaç belirleyici olmaktan çıkarken tohum ekip biçmeyi sağlayacak araç-ge- reç bilgi birikimi de buna paralel gelişmeye başladı. Avcı-savaşçı erkek böylece eve döndü.
7-) Kadının Egemen Olduğu Anaerkil Düzen Neden Değişime Uğramıştır?
Üretim aletlerinin gelişimi, insan topluluklarının birbirleriyle kurdukları ilişkilerinde değişime yol açar, zamanla çeşitli işlerin yükümlülükleri başka insanlara devredilmeye başlar. Artık iplik ören, avcılık yapan, yemeği pişiren, ev düzenleyen insanlar birbirlerinden ayrılmaya başlar.
İlk başlarda topluluklar kan bağıyla birbirlerine bağlı 40-50 kişiyi geçmeyen üyelere bölünür. Gens topluluğu adı verilen bu topluluklar üretimin gelişmesi ve sayılarının artmasıyla birlikte, 200-300 kişilik kabilelere dönüşmeye başlar. Birbirinden ayrılan ve gelişen topluluklar büyük centil toplum şeklinde yaşam alanları oluşturmaya başlar.
Benzer şekilde birbirinden ayrılan kabilelerin erkekleri avcılık ile topluluğu beslemeye çalışırken, birbirleriyle savaş haline de gelirler.
Gens topluluklarının üyelerinin baba soyundan gelenlerce belirlenme süreciyle birlikte, ataerkil düzene geçiş başladı. Kabilede erkeklerin söz sahibi olması, miras düzeninin oluşturulması ve akrabalığın bu statüye göre şekillendirilmesi, kadının saygın konumunun yitirilmesi gibi birçok hakkı yitirmesinin de önünü açmıştır.
8-) İlkel Komünal Toplumda Yönetim Biçimi Nasıldı?
Üretim ilişkileri ve üretim tarzı içinde üstlenilen rol, saygınlığı kazanmak, söz sahibi olmak ve yönetmek için belirleyici bir etkendir.
Kadının egemenliğinde de böyledir, erkeğin egemenlik sürecinde de böyledir. Bununla birlikte yazılar ve gelenekler o toplumun yönetimi konusunda ayrı bir otoriter gücü ifade ediyordu. Ki bu gelenek bugünlere kadar da varlığını sürdürmüştür. İnsanlar ister inanç, ister farklı konularda olsun; bir öndere, yönlendirene ihtiyaç duyar. Yönetilme duygusuyla hareket eder.
9-) İnsanlar Arasında İlk Savaşlar Neden Çıkmıştır?
İnsanlar gens topluluklarından ayrılıp, kabile yaşamı sürmeye başlayınca, her kabile kendine bir yaşam alanı oluşturmuştur. Bu yaşam alanına göre kendi inanç ve gelenekleri gibi kutsallarını da oluşturmuş, dillerini geliştirmeye başlamışlardır.
Din dediğimiz inanç şekli ilk olarak bu zamanlarda ortaya çıkar. İnsanlar doğaya karşı güçsüzdür. Korktukları için bir şeylere tapmaya başlar, kendince belli sembolleri bunun aracı haline getirirler. Lider kabilelerin kendilerine kutsal saydığı başkası için önemsiz sayılabilirdi. İnanç yönüyle bu süreç böyle gelişti.
Belli bir uyum içinde süregiden kabile hayatları, zamanla hakimiyet alanlarının korunması ya da ele geçirilmesi için çatışmalara dönüşür. Çünkü; kabilelerin yerleştiği bölgelerin av için, hayvancılık için, suyun kulanımı, otlakların ve toprağın verimliliği açısından iyi konumdayken pek çok bölge için bunun tam tersi durumdadır. İşte ilk çatışma ve savaşlar bu nedenle yaşanır. Verimli bölgelere sahip olan kabileler ilk zamanlar uyumlu ve paylaşımcı olsa da kabile üye sayısının artması emeğine sahip çıkması düşüncesi ile bu uyum bozulur. Yaşanan savaşlarda canlı ele geçen insanlar ya öldürülüyor ya da belirli bir bedel karşı
lığında (takasta kullanılacak bir eşya vb.) kabilesine iade ediliyordu. Esir alma düşüncesi yoktur.
10-) İnsanın İnsan Tarafından Sömürülmesine Yol Açan Özel Mülkiyet Nasıl Başlamıştır?
Yaşanan savaşlar, elde edilen yeni olanaklarla birlikte tüm kabileler daha gelişkin düzeye gelir. Üretim aletlerinin ve toprağın gelişmesiyle birlikte daha yoğun üretimin yapılabilme koşulları yaratılır.
Komün yaşamında gens toplulukları arasında değiş-tokuşlar yapılmazken farklı ürünlerin farklı topluluklar taralından üretilmesiyle birlikte değiş-tokuş süreci de başlamış olur. Bunu özel işlerle uğraşan iş aleti, savaş aleti vb. üreten kesimler, zanaatçılar takip eder. Bu şekilde üretim çeşitlenmeye ve büyümeye başlar. Atılan her adım insanın bireysel olarak gelişimini sağlarken ortak mülkiyet zorunluluğuna da son verip özel mülkiyetin oluşmasının önünü açar. Örneğin savaşlar sonucu öldürülen ya da kabilelere belli bir bedel karşılığı iade edilen insanların esir tutulup köle olarak çalıştırılabileceği düşüncesi gelişir. Yani düşünceye yön veren bir üretim zorunluluğu doğmuştur. Tarım ve hayvancılığın gelişmesi, çalışacak daha çok insana ihtiyaç duyulması aynı zamanda köle emeğinin artı-değer üretmesi anlamına geliyordu.
Savaşta önderlik eden ya da topluluk içinde yönetici konumda olan kişiler artan toplumsal üretimden daha fazla pay almaya başlarlar. Böylece sınıfsal ayrılıkların tohumları atılmış olur.
Topluluğun zengin ve ileri gelenleri köle emeğinin kendilerine rahatlık ve zenginlik sağladığını görünce kendi topluluk üyelerini de köle yaparak çalıştırmaya başlar. İnsanın insan tarafından sömürülmesi, özel mülkiyetin ortaya çıkmasından sonra böyle gelişir.
Sınıf ayrılıklarının derinleşmesi köle sahipleri ve kölelerin iki temel sınıfı oluşturacağı farklı bir toplumsal düzene geçiş başlar.
Yürüyüş492-syf.35-36
25- TOPLUMLAR: KÖLECİ TOPLUM
1-) Köleci Toplum İlk Sınıflı Toplumdur. Sınıfların Oluşması İnsanlık İçin Ne İfade Eder?
Köleci toplum, insanın insan tarafından en açık, en kaba ve vahşice sömürüldüğü bir toplumdur.
Kölelik, toplumların gelişmesinde zorunlu bir aşamaydı. Şimdi bu toplumun nasıl ortaya çıktığını, nasıl geliştiğini, nasıl 2 bin yıl ayakta kaldığını ve nasıl yıkıldığını göreceğiz.
Kölecilik, geçmişte hemen hemen bütün halklarda var oldu. Tarihte kurulan Sümer Devleti, Babiller, Asurlular, Urartu Devleti, Horasan, Roma İmparatorluğu büyük köleci devletlere örnektir.
Bunlarla birlikte köleci dönem M.S. 200 yıllarında Roma İmparatorluğu ile yaşadı.
Köleci toplumun M.S. 476’da Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ile son bulduğu kabul edilir.
2-) Köleci Toplum Her Yerde Aynı Şekilde Mi Ortaya Çıkmıştır?
Toplumsal değişimlerin dünyanın her yerinde aynı şekilde geliştiği söylenemez. İnsanların bilinç düzeylerinin gelişimi, üretim şeklinin değişimi ilk olarak nerede yaşanmışsa ilerleme de ilk olarak orada başlamıştır. Köleliğin ortaya çıktığı ilk ülkeler doğuda bulunuyor. Mezopotamya’dan, Mısır, Hindistan’a, Çin’e kadar uzanıyor. Avrupa kıtasında bu süreç farklı işlemiştir. Avrupalı kolonistlerin işgalleri sonrasında yaygınlaşan kölecilik 18. yüzyıl sonlarında bile halen devam etmiştir.
3-) Köleci Toplumda Üretim Tarzını ve Üretim İlişkilerini Belirleyen Nedir?
Köleci düzene geçişin başlarında köleler yaygın değildi.
Kabilenin önderleri, rahipler, şefler sahip oldukları, olanakları kullanarak topluluk mülkiyetini kendi özel mülkiyeti haline getirerek işe koyulurlar. Bir anda her şeye el koymaları söz konusu değildir. İnsanları bölerek, parçalayarak, küçük ailelere ayırarak “özgür insan” söylemini geliştiren üretim biçimine yön verirler.
Tarım ve hayvancılığın gelişmesi, daha yoğun iş gücüne ihtiyaç duyulması, daha çok insana yani köleye ihtiyaç duyulması demekti.
Aynı dönem şehirler kuruluyor, üretilen malların değiş tokuşu yapılıyor, zanaatçılar kendine özgü bağımsız ama ihtiyaçlara uygun üretimler yapıyor, karşılıklı ilişkiler gelişmeye başlıyordu.
Köylülerle zanaatçılar arasında değiş tokuş gibi bir ilişki vardı. Paranın kullanımı pazarın genişlemesine, tüccarların ortaya çıkmasına ve kır-şehir ayrımının hızlanmasına yol açar. Bunu tefecilik takip eder.
Güç ve servet birikimi, toprakların ele geçirilmesi, köle insan sayısının çoğaltılması köle emeğine dayalı bir üretim tarzının oluşmasını sağlar. Köle emeği, köle sahibi ve köleler arasındaki toplumsal çelişkiyi de ortaya çıkarır.
4-) Köleci Toplumda Sadece Köle Sahibi ve Köleler mi Bulunuyor?
Bu iki sınıf toplumdaki temel; iki sınıfın ayrımını ifade eder. Esas olarak “özgür vatandaşlar” ve “köleler’’ şeklinde tanımlanır.
Özgür vatandaşlar içinde büyük toprak sahipleri, köle sahibi olan zenginler, orta ve daha zengin olanlar, rahipler, köle sahibi küçük toprak sahibi köylüler, tefeci, tüccar ve zanaatçılardır. Bunlar her türlü hakka sahiptirler. Kölelerin ise hiçbir hakkı yoktur.
5-) İlk Devlet, Köleci Toplumda Nasıl Oluştu?
Köleci toplumda kölelerle köle sahipleri olmak üzere iki temel sınıf vardır. Köle sahipleri dışında özgür vatandaşlar denilen küçük toprak sahipleri ve zanaatkarlar vardı. Bunlar da yanlarında az sayıda köle çalıştırıyorlardı. Din adamları da bu çağda özgür vatandaşlar arasında yer aldı. Bu nedenle zengin köle sahiplerine daha yakın oldular. Toplumun kölelerle köle sahipleri olmak üzere iki temel sınıfa ayrılması devletin oluşmasına yol açtı.
Köle sahipleri ancak sürekli bir baskı örgütünün varlığı ile kendi konumlarını koruyabilirlerdi. Çünkü binlerce köle zalimce çalıştırılıyor. Yoksulluk içinde olan ve sürekli borçlanan özgür vatandaşlar da köleleşme tehdidi altında bulunuyorlardı. Bu koşullarda bu kesimlerin baskı altında tutulması gerekiyordu. Bu baskı gücünü sağlayan araç da devlet oldu.
Köleci Atina ve Roma Devletleri, yapı itibariyle değil ancak hukuk sistemi, ceza anlayışı şekliyle bugün halen ülkemiz dahil birçok ülke ceza sisteminde varlığını sürdürmektedir.
Atina’da özgür insanların, Spartalılar’ın mücadelesi insanlığa çok şey katmanın yanı sıra demokrasi gibi kavramların günümüze taşınmasında da önemli bir yer tutar.
6-) Köleci Toplumda Savaşlar ve Kölelerin Savaşlardaki Rolü Nedir?
Kölelik düzeninin hakim olması, öncelikle köle edinme savaşlarını ortaya çıkarır. Köleci devletler yeni köleler elde etmek için diğer devletlere ve halklara saldırmaya başlarlar. Tutsak edilenlerin çoğu köle haline getirilerek satılırken, belli kesimini ise kendi özel ihtiyaçları için yaşamın pek çok alanında sömürüye tabi tutulurlar.
Köle sahiplerinin, köleleri kullanma şekli değişkendir. Kimi savaşçı olarak eğitilir, kimi eğlenmek, itibar elde etmek için gladyatörlere çevrilir, kimi büyük çiftliklerde, madenlerde, ağır işlerde, yol yapımı, şehir kurulması, Mısır’da piramitlerin dizilmesinde çalıştırılır.
7-) İlk Sömürücü Düzen Olan Köleci Devletin Yıkılma Süreci Nasıl Başlamıştır?
Köle emeği ve kölelik düzeni başlangıçta üretici güçlerin gelişimini sağlayıp, ilerlemeler sağlasa da bir noktadan sonra, o düzenin temelini oluşturan kölelerin zorla çalıştırılması, emeğinin gasp edilmesi tepkilerin de açığa çıkmasını sağlar. Zor ve ağır koşullarda çalıştırılırken kırbacı başından eksilmeyen, ölmeyecek kadar beslenen köleler, küçük küçük tepkilerden, iş bırakmalardan ayaklanmalara dönen bir süreci başlatarak, köleci düzeni sarsmaya başlar.
Köleci toplumda kafa ile kol emeği arasında uçurum oluştu. Çünkü köle sahipleri ile özgür vatandaşlar üretimde hiç yer almadılar. Köleler insanlık dışı koşullarda çalışıyor ancak yaşamlarını iyileştirecek hiçbir karşılık alamıyorlardı. Doğal olarak emeklerinin sonuçlarına karşı ilgisizlerdi. Bunun sonucu olarak da üretim tekniğini geliştirmek bir yana iş aletlerini kullanılmaz duruma getirerek tepkilerini, kızgınlıklarını gösteriyorlardı. Bundan dolayı kölelere daha kaba, daha zor kırılabilen aletler verildi.
Üretimi arttırmanın tek bir yolu vardı. Yeni ucuz köleler elde etmek. Ancak yeni köleler elde etmenin yolları da giderek tıkanıyordu. Köle düzenindeki sömürünün artık had safhaya varması köle isyanlarını da yaygınlaştırdı. İsyanlar giderek silahlı ayaklanmalara dönüştü. Gelişen bu durum köle sahiplerinin ekonomik ve askeri gücünü de sarstı. Eskisi gibi kolayca yağma, talan yoluyla, fetih savaşlarıyla köle elde edemez oldular. Köle bulmaları giderek zorlaştı, köle emeğine dayanan üretimin gelişimi durdu.
8-) Köle İsyan ve Ayaklanmaları Nasıl Ortaya
Çıkmıştır?
Köleciliğin yıkılmasındaki en büyük etkiyi köle ayaklanmaları gerçekleştirdi. Bu ayaklanmalardan en önemlisi Spartaküs Ayaklanmasıydı. Kölelerin isyan etmesi için bütün koşullar mevcuttur. Bununla birlikte belki bir toprağa ve birkaç köleye sahip köylülerin durumu da farklı değildir.
İlk isyanı en aç olan, zulmü, sömürüyü en yoğun yaşayanlar başlatır. M.Ö. 74 yılında Roma’da, Spartaküs ve Kriküs’ün önderliğinde 60 gladyatörle başlayan ayaklanma tüm ezilenleri içine alarak, Roma İmparatorluğu’nun ve köleciliğin sonunu getirir. Spartaküs Ayaklanması sadece köleleri değil, aynı şekilde büyük toprak sahipleriyle, köle emeğin sömüren sınıflarla çelişkisi olan küçük toprak sahibi, köylüleri ve diğer yoksulları da sarar.
Köleler daha insani bir yaşam koşulları ve özgürlüklerini isterken, köle olmadığı halde yoksullaşan köylüler ve diğer kesimler de vergilerin kaldırılmasını, toprağın yeniden bölüşülmesini, borç köleliğine son verilmesini, zengin sınıfın imtiyazlarının ortadan kaldırmasını ve iktidarın halka verilmesini dile getirerek direniyordu. Roma ile öne çıkan bu sürecin, köle isyanlarının bastırılmasıyla son bulduğu ifade edilse de, gerçekte son bulan kölelik düzeni olur. Kazanan; canlarını ortaya koyan, insanlığın ve toplumun gelişiminin yolunu açan özgürlük savaşçıları olur.
9-) İmparatorluklar Devasa Güce Sahip Olduğu Halde Neden Yıkılmaktadır?
Tüm toplumsal değişimlerde görüleceği gibi gücü belirleyen asker veya silah sayısı, toprakların büyüklüğü devasa güç ve olanaklara sahip olmak değildir. Öyle olsa hiçbir devlet yıkılmaz, imparatorluklar yok olup gitmezdi.
Gücü belirleyen; hakkı ve doğruyu temsil edenlerdir. Haklıyı ve doğruyu temsil edenler iradi olarak öne atılıp mücadele ettiğinde, devasa görülen devletlerin, imparatorlukların yıkımı daha hızlı olur.
10-) Yeni Bir Toplumsal Düzenin Ortaya Çıkması Neden Zorunludur?
Zorunludur çünkü üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimi önünde engel olmaya başlamıştır. Bu durum çelişki ve çatışmaların önlenemez olduğu anlamına geldiği gibi, insanlığın ilerlemesinin de durdurulmak istendiği anlamına gelir.
Gelişen ve ilerleyen bir şeyin durdurulması olanaksız olduğuna göre yeni olan kendine bir yol bulacak, eski olan ise yok olup gidecektir. Toplumsal düzendeki değişimi ifade eden zorunluluk ve ilericilik ilişkisi bu şekilde belirleyici bir hal alıyor. Zorunludur çünkü üretici güçlerin gelişimi ile üretim ilişkilerinin zorunlu uygunluk yasası bozulmuştur.
Üretici güçler ve üretim ilişkileri neydi? Üretim yapılmasını sağlayan, toprak, iş aleti, hammadde, bina, ulaşım araçları, teknik, teknolojik bilgiler, deney, tecrübe, yetenek ve elbette bunları kullanan insan, üretici güçlerdir.
Üretim süreci içinde insanların birbirleriyle girdiği her türlü ilişki ise üretim ilişkilerini ifade eder. Yani üretim bireysel mi, toplumsal mı gerçekleşiyor, elde edilen ürünler nasıl değenlendiriliyor, paylaşım nasıl oluyor ve elbette en belirleyici olan üretim araçlarına kim sahiptir.
Yürüyüş493-syf.31-32
26- TOPLUMLAR: FEODAL TOPLUM
1-) Feodal Toplum Hangi Sınıf ve Tabakalardan oluşur? Köleci Topluma Göre Farklılıkları Nasıl Öne Çıkar?
İnsanların özgürleşmesinde yeniden yeni bir adım atılmıştır. Köleler ve köle sahipleri yoktur artık. Onların yerine zengin sömürücü sınıfı ifade eden feodal beyler (derebeyi) ve kölelerin yerine geçen serfler vardır. Senyör denilen soylular yine köylüler de bu sınıflar içinde yerlerini alıyordu.
Yoksul insanlar bir zincirden kurtulup başka bir zincirle bağlanmayı bu şekilde yaşıyordu. Köle değillerse bile gerçek anlamda özgür de sayılmıyorlardı. Yaşamak için en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar nasıl özgür olabilirdi. Ekip biçebildikleri toprakları olmadan nasıl yaşayabilirlerdi? Feodal beyler bunun farkındadır. Köleciliğin sonunu getiren ayaklanmaların bilinciyle hareket etmekten başka şansları yoktur. Kölecilikten elde edilen toprakların sahibi haline dönen kral, bey, ağa, sömürücü sınıf içinde yer alan kilise de farkındaydı. Bu nedenle, serflere, köylülere kendilerinin de işletebileceği küçük topraklar dağıtma yoluna gidiyorlardı.
2-) Feodal Toplumda Sömürü Biçimi Nasıl Gelişir?
Feodal toplumda üretim ilişkilerinin temeli, feodal beylerin, sömürücü sınıfın toprak üzerindeki özel mülkiyetine ve bu topraklarda çalışmak zorunda bırakılan serflerin-köylülerin sömürüsüne dayanır.
Serfler bir yanda “soyluların” top
rağın, işletip her türlü angarya işlerini yaparken, diğer yandan mülkiyeti soylu sınıfa ait ama kendilerinin kullanımına verilen küçük topraklarda çalışarak yaşamaya çalışıyor, ürettiğinin büyük kısmını da toprağın sahibine vermek zorunda kalıyordu.
Görünürde her şey yolunda yürüyordun İn-sanlar köle olarak damgalanıp kırbaçlanmıyor ve özgürce yaşıyordu. Ancak gerçekte ise yoğun bir sömürü yaşanıyordu.
3-) Feodalizmde Zengin Fakir Oluşumu Şansa veya Kadere Bağlı mı Gelişiyordu?
Bir toplum yıkılıp yeni bir toplum ortaya çıkınca her şey yeniden başlamış olmuyordu. Bir önceki toplumda zengin ve varlıklı olanlar yeni toplumun yaratılmasında da değişen üretim ilişkilerinde de belirleyici olabiliyorlardı. Bu belirleyicilik yeni toplumun kurulma aşamasında değişimler gösterse de, yok olup giden zengin sınıfına yakın olan yeni sınıf yeni sürecin içinde yerini almaya devam eder. Yani bunlar ne şans ne de kaderle açıklanabilir.
Kölecilikten vazgeçmek zorunda olan büyük toprak sahiplerinin toprakları bölüşülüp, daha küçük toprak sahiplerince alınınca yeni bir zengin sınıf oluşmaya başlar. İlk başlarda birbirinden bağımsız olan bu zengin aileler, kabile soyluları ve askeri gücü elinde bulunduran kesimler kendi arasında devleti ifade eden iktidarlar oluştururlar.
Krallık adı verilen bu oluşumlar yeniden topraklarını genişletip, yoksul köylüleri de kendilerine bağımlı hale getirerek kilise ve manastırı da kullanarak yeni toplum düzeninin oluşumunu tamamlar. Kader, kadercilik söylemi, dinin etkisi de en çok bu dönem kendini gösterir.
4-) Feodal Toplumda Sömürü Toprağa Dayalıdır Diyebilir miyiz? Feodalizm Tanımı Nereden Gelir?
Toprak her toplum düzeninde belirleyici öneme sahiptir. Sosyalizm dışında, toprağı elinde bulunduran, işletme hakkına sahip olan sömüren de tek sahibi oluyor.
Feodalizm, toprağa dayalı üretim tarzının ve toplum düzeninin oluşumunu ifade eder. Tanım olarak da toprağın kullanım hakkı anlamına gelir. Toprağı elinde bulunduran krallık yakınlarına ve işbirlikçilerine kilise ve manastıra, ömür boyu kullanacağı ve mülkiyetini başkasına devredebileceği şekilde toprak dağıtır. Dağıtılan bu topraklara feod denir. Feodalizm adını buradan alır.
5-) Feodalizm, Her Ülkede Aynı Özelliğe mi Sahiptir? Farklılıkları Ortaya Çıkaran Nedir?
Köleciliğin gelişimi her yerde aynı olmadığı gibi feodalizm de her ülkede, coğrafyada aynı özelliğe sahip olarak gelişmemiştir.
Avrupa’da, Asya’da hatta Afrika’da farklı gelişmeler göstermiştir. Farklılığı, sömürücü sınıfın niteliği ve üretim ilişkilerinin değişme zorunluluğu belirlemiştir.
Krallıkla yönetilen yerlerde, kilise ve manastırın yani ruhban sınıfın etkisiyle Avrupa’da farklı yaşanırken, Rusya ve Osmanlı’da çarlık ve padişahlık gerçeğiyle daha farklı bir süreç yaşanmıştır. Bu tamamen yönetimseldir.
6-) Osmanlı’da Sömürü Sistemi Neye Dayanır? Gelişimi Nasıl Sürer?
Osmanlı’da devletin ve toprağın mutlak sahibi padişahtır. Halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle birlikte dini önderlik tamamen padişahla özdeşleşir. Ulema dediğimiz “din bilgini” olarak öne çıkan kesimler padişahın düşünce ve eylemlerine göre hareket eder, fetva yayınlar, padişahın kendilerine verdikleriyle yetinir, ihtiyacından fazla bir toprak sahipliği bulunmaz.
Osmanlı, herhangi bir bölgeye yetkili atar, o yetkili toprağın işletilmesini sağlar; artı ürün, vergi vb. toplar… Yine toprağa bağımlı olan köylülerin çocukları yeri geldiğinde padişahın hizmeti adı altında askere alınır. Feodalizm gelişip değişimler yaşansa da yoksul köylülerin durumu değişmez. Padişah gider, bey gelir, bey gider ağa gelir, topraklar daha özgür ve istekli işletilsin diye yarıcı olarak köylülere verilir, kiralanır, marabacılık gelişir, yine değişmez. Toprağın sahibi yeri geldiğinde toprağını köylülerle birlikte satılığa çıkarır.
7-) Toprağa Bağımlılığın Temel Alındığı Feodalizm de Şehirler Nasıl Gelişir?
Neden Örgütlenmenin Merkezi Olur?
Köylerde yoksulluktan kurtulamayan insanlar, şehirlerin gelişmesiyle birlikte, el beceri ve yeteneklerin değer kazanmasının avantajlarıyla şehirlere yönelir.
Ürün, rant denilen sömürü sistemi para-rant denilen sömürü sistemine dönünce para kullanımı yaygınlaşır. Artık şehirde çalışan her insan emeğinin karşılığında ücret-para almaktadır.
Şehirlere göç eden insanlar, angarya işler dışında zanaatçılığı geliştirerek ciddi kazançlar elde etmeye başlar. Köylüler ürünlerini şehirlere götürüp satmaya başlar.
Şehirlerdeki bu hareketlilik, rekabeti ve yenilikleri de beraberinde getirir. Bu rekabet aynı zamanda sömürenlere karşı birleşmeyi de içerir. Avrupa’da loncalar, Osmanlı’da Ahilik adı verilen zanaatçılardan oluşan güçler, birbirleriy- le dayanışmayı büyütürken, pazarda hakimiyet kurma yönüyle öne çıkar, sistemi sorgular.
8-) Feodalizmin Yıkılma Sürecini Başlatan Ne Olmuştur? Ortaçağ Karanlığına Son Veren Aydınlanma Dönemi Neyi Başarmıştır?
Avrupa’da ruhban sınıfı dediğimiz ki lise ve manastırların hakimiyet ve baskısı aydınlanma süreciyle aşılmaya başlamıştır. Dini kullanan kiliselerin halk üzerinde baskı oluşturduğu pek çok şey, bilgiyle alt edilerek dinin etkisi zayıflatılmıştır. Bu süreç, iletişim şeklinin değişmesini, üretici güçlerin gelişme ve ilerlemesinin de yolunu açmıştır. Tarım, hayvancılık, teknik gelişmeler, zanaatçılık, ilerlerken düşünceler de ilerliyordu.
Yeni aletler, üretilmeye başlayan demir gibi madenlerin, barutun yaygın kullanılması, matbaanın gelişmesi, yeni keşifler ve ulaşımın ilerlemesi, pusulanın bulunup deniz taşımacılığının kolaylaşması, ticaret yollarının açılması gibi. 14. yüzyıldan, 15. yüzyıla damgasını vuran bu dönem Ortaçağ karanlığına son veren, aydınlanma sürecini başlatan dönem olarak öne çıkar. Elbette ne bu buluşlar ne de kilisenin geriletil- mesi feodalizmin yıkılması için yeterli değildi. Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki zorunlu uygunluk yasasının bozulması gerekiyordu. Zanaatkarlar, yeni ortaya çıkan tüccarlar, küçük üreticilerden toptan mal alarak, kendilerine bağımlı bir pazar yaratarak yeni bir zengin sınıfın kapılarını açmaya başlarlar.
9-) Feodal Toplumun Yıkılmasının Nedenleri Nelerdir? Ayaklanmalarının Etkisi Nedir?
Çıkışı itibariyle ilerici bir toplum düzenini ifade eden feodalizm devamında dini de kullanarak, zulümle, zorbalıkla, baskıyla halklar üzerinde korkunç bir sömürüyü de beraberinde getirmiştir.
Sömürünün olduğu böylesi düzende nedenleri, çıkışları farklı olsa da özünde halkın isyanı her zaman aynı yere yönelmiştir. Avrupa’da köylü ayaklanmaları, Osmanlı’da halkın isyan ve ayaklanmaları da böyle başlamıştır. Selçuklu’da Baba İshak ve İlyas önderliğindeki ilk örgütlü ayaklanma Osmanlı’daki Bedrettin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa önderliğindeki ayaklanmalarla doruğa çıkmış, nice ayaklanmalarla Osmanlı düzeninin sarsılmasına yol açmıştır. Diğer imparatorlukların yıkımında olduğu gibi Os
manlı’da da ayaklanmalar önemli bir rol oynamıştır.
10-) Feodalizmin Sonunu Getiren Yeni Bir Toplumsal Düzenin Ortaya Çıkmasını Sağlayan Temelde Ne Olmuştur?
Ayaklanma ve isyanlar feodalizmin yıkımına etki etse de yeni toplumsal düzenin kapılarını açan, elbette ekonomik altyapı oluşuyordu. Toprağa bağımlı köylüler, feodal üretim anlayışıyla kendilerine ait olan üretim şeklini değişti- remiyorlardı. Şehirlerde yoğunlaşan yaşam, feodal bağımlılıktan kurtulmayı sağlarken, her ne kadar üretim vb. özgürleşmiş gibi görünse de, vergiler, harçlar, kotalar, ticaret yapıldığında uygulanan kısıtlamalar gümrük kotaları vb. bu özgürleşmenin ve üretiminin yeni pazarlarla buluşmasının önünde de engel oluşturuyordu.
Genel olarak ortaya çıkan her şey bir anlamda, toplumsal gelişmenin önünde de bir engel anlamına geliyordu.
Yeni aletler üretiliyor, üretim şekilleri, teknikleri geliştiriliyor, kır ve şehir arasında da iş bölümü sağlanıyor, ticaret ile birlikte meta dolaşımının koşulları yaratılıyor, bölünmüş, parçalanmış devletler üzerinden ulusal pazarlar açığa çıkarılıyor, ancak tüm bu değişim ve gelişmelere karşın feodal üretim anlayışı, engelde ısrar ediyordu.
Yeni üretim anlayışının zorunluluğu ve toplumsal düzenin değişimi bu çelişkiler ve çatışmaların çözümü sonucu ortaya çıkar. Ticaret haklarını elinde bulunduran, kapitalist oluşumları sağlayan burjuvazi, kralların desteğini de yanına alarak, şehirlerdeki örgütlenmenin ve hareketliliğin de gücüyle feodalizmi tasfiye etmeye başlar.
“Eşitlik, özgürlük, kardeşlik ‘’ söylemi bu dönemin çağrısı olur. Nihayetinde yeni gelişen toplumsal yapının belirleyici gücü, burjuvazi ve hakim olan güç, iktidarı ister her zaman. Ortaya çıktığı dönemdeki ilerici niteliğini, özgürlükçü söylem ve çağrılarıyla işçi sınıfını ve yoksul köylüleri de yanına alan burjuvazi, feodal sistemi devirerek egemenliğini ilan eder.
Yürüyüş 494-syf.31-32
Dergimizin 487. sayısında; “10 SORUDA ULUS NEDİR?” başlıklı yazının yanlışlıkla taslak hali yayına girmiştir. Özür diliyor ve bu yazının yanlış ifadelerinin düzeltilmiş ve yeni eklerle düzenlenmiş halini tekrar yayınlıyoruz.
27- ULUS ve TÜRKİYE’DE ULUSAL SORUN
1-) Ulus Nedir?
Ulus; sıradan bir topluluk, tarihi gelişimden bağımsız, rastlantısal ve birdenbire oluşmuş geçici bir topluluk değildir.
Ulus; “tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.” (Stalin, Marksizm Ve Ulusal Sorun Ve Sömürgeler Sorunu, Syf.15 Soy Yayınları)
Herhangi bir halk topluluğunun ulus olması için bu özelliklerin bütününü bir arada bulundurması gerekir.
2-) Ulus Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Ulus, esas olarak kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmıştır. Ulus, feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin gelişmesi sürecinde biçimlenmiştir.
Meta üretimine dayanan kapitalist gelişme, kapalı ekonomileri parçalamış ve buna koşut olarak feodal devletçikler yıkılarak oluşturulan ulusal devletlerle meta dolaşımı çerçevesinde tek bir iktisadi bütün olarak ortaya çıkmıştır. Ulusların ve ulusal devletlerin ortaya çıkışının temelinde, işte bu iktisadi yaşam birliği vardır.
İktisadi yaşam birliği, yani pazar bütünlüğü, kapitalizm ile sağlanmıştır.
Ulus kapitalizmin (meta ekonomisinin) ortaya çıkmasıyla birlikte ortak bir takım ayırdedici özellikere (etnik köken, dil, kültürel vs.) sahip halkların, tek bir ulusal pazar sistemi etrafında birleşmesiyle şekillendi. Bu anlamda kapitalizm ile birlikte ortaya çıkan iç pazar olgusu olmaksızın “ulus”tan söz edilemez. Çünkü, meta dolaşımı, feodal setleri parçalayarak halkı tek bir iç pazar etrafında, bireyler temelinde birleştirmiş ve ulus bu süreçte ortaya çıkmıştır.
Ulus sorununun temelinde pazar sorunu olması, ilk ulusların (Batı Avrupa) oluşumunun aynı zamanda ulusal devletler olarak şekillenmesini doğurdu. Alman, Fransız, İngiliz vb. ulusların ortaya çıkışı aynı zamanda bunların bağımsız ulusal devletler olarak şekillenmelerine paralel olmuştur.
Çok uluslu devletlerde ulusal sorun, kapitalizmin bu ülkelerde gelişmesiyle birlikte ortaya çıktı. Meta dolaşımı ulusun iktisadi temellerini yarattı ve ezilen halkları uluslaşma yolunda harekete geçirdi.
3-) Emperyalizm Döneminde Ulusal Sorun Nedir?
Kapitalizmin tekelci evreye girmesiyle birlikte, ulusal baskının sosyal temeli de değişmiştir. Ulusal sorun, kapitalizmin serbest rekabet evresinde devlet içi bir sorun, pazar sorunu iken, emperyalizm dönemiyle beraber, STALİN’in belirttiği gibi, “ulusal boyunduruğa karşı savaşım gibi özel bir sorun olmaktan çıkıyor; ulusların, sömürgelerin ve yarı sömürgelerin emperyalizmden kurtuluşu genel sorun haline geliyordu.”(Stalin, Ulusal Sorun Syf 97-98 Sol Yayınlar)
Emperyalizm döneminde ulusal sorun esas olarak emperyalizm ile sömürge halklar arasındaki çelişkidir.
Ulusal sorun emperyalizmin kendisidir. Emperyalizm devletlerin, ulusların, ekonomilerini, kültürlerini, topraklarını, dillerini her şeyiyle kendisine bağımlı kılmıştır. Bu yanıyla ulusal sorun salt pazar savaşı, pazar sorunu değildir. Emperyalizm dönemiyle, dünyanın bir avuç tekel arasında paylaşımı tamamlanmıştır. Bu yanıyla ulusların yaşadığı tüm ulusal baskıların, saldırıların, sorunların kaynağı emperyalizmdir. Bu nedenle emperyalizm dönemiyle, ulusal sorunun çözümü emperyalizm ile ezilen halklar arasında yaşanan ulusal-siyasal kurtuluş savaşlarının zafere ulaştırılmasıyla ola
naklı olacaktır. Çünkü; ulusların özgürlüklerini engelleyen bizzat emperyalizmin kendisidir.
Sonuç olarak, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verilmeden hiçbir ulus gerçek anlamda özgür olamaz, ulusluğunu yaşayamaz.
4-) UKKTH Nedir ve Nasıl Bakmalıyız?
Ulusların Kendi Kaderlerini Tayın Hakkı(UKKTH), ulusun hiçbir koşula bağlı kalmaksızın kendi kaderini tayin etme, bağımsız siyasal devletini kurma, ayrılma hakkı dahil kandi kaderini belirleme hakkına sahip olması demektir.
UKKTH burjuvazi önderliğinde değil, proletarya önderliğinde gerçekleşebilir.
Ülkemiz de dahil, dünyadaki ulusların hepsi emperyalizmin sömürüsü, boyunduruğu altında ezilmektedir. Ülkemizde Kürt ulusunun işçi ve emekçileri açlık, yoksulluk vb. çekerken, Türk ulusunun işçi ve emekçilerinin de durumu aynıdır. Bir ulusun işçi ve emekçileri kısaca o ülkenin halkları kendi kaderlerini özgürce belirlemelidir.
UKKTH’nin devrimci anlamı ulusların zorla bir arada tutulma siyasetini reddeder. Fakat “ayrılma hakkını” savunmak ayrılma zorunluluğu anlamına gelmez. Koşullara bağlı olarak biçimlenecek bir durumdur bu! Bu yanıyla UKKTH’nı savunan Marksist-Le- ninistler parçalanmaya karşı çıkar.
Halk Anayasası Taslağında;“Demok- ratik Halk Cumhuriyeti ulusların tek tek bağımsız devletlerini kurmalarından ziyade ayrılma hakkı saklı kalmak üzere tek bir devlet çatısı altında birleşmelerinden yanadır. Halkların ortak malı olan doğal servetleri paylaşmak, emperyalizm karşısında ekonomik, siyasal, askeri birleşmiş bir güç olmak her iki halkın çıkarınadır.”diye yazmaktadır.
5-) Ulusal ve Kültürel Özerklik Nedir?
Bizler soruna salt ulus açısından yaklaşmadığımız gibi, Kürt ulusunun kendi
kaderini tayin hakkını yadsıyan ya da “ulusal-kültürel özerklik”, “otonomi” vb. sıfatlamalar altında, devrimci içeriğini boşaltanlara karşı da mücadele edilmesi gerektiğini söylüyoruz.
Bu görüş, ulusun ezilme siyasetini daha “uygarca” savunmak ve ezilen ulusun işçi ve köylülerini, kapitalist sömürüye mahkûm etmek anlamına geliyor. Çünkü burjuva egemenliği altında “ulusal kültür” özü itibariyle burjuva kültürünü ifade eder. Bu düşüncenin sahibi sosyal-şovenler gerçekte egemen ulus burjuvazisinin ayrıcalıklarının devamını savunmaktadırlar.
6-) Ülkemizde Ulusal Sorun Nedir?
Ülkemizde ulusal sorun, yüzyıllardır ezilen, yok edilmeye çalışılan bir halkın gerçeğidir. Bu gerçek, Kürt ulusudur. Ezilen, horlanan, her zaman ikinci sınıf insan muamelesi gören, kendi kaderini belirleme hakkı zorla elinden alınan ve bu hakkı kullanmak istediğinde, katliamlara uğrayan milyonların gerçeğidir!
Ülkemiz egemen sınıflarının, nesnel gerçekliği inkar etme, tümden yok sayma tavrının en belirgin ve tipik göstergesi, Kürt ulusal sorununa yaklaşımında olmuştur.
Kürt ulusunu yadsıma politikaları Osmanlı’dan başlamış ve Cumhuriyet’le devam etmiştir. Osmanlı Devleti’nde ulusçu düşüncelerin gelişimiyle, Kürt halkını yok sayma yönündeki sistemli politikalar paralellik göstermiştir.
Türkiye’de yeni-sömürgecilik ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte, bütün Türkiye emperyalist üretim ilişkilerinin bir uzantısı durumuna geldi. Yukarıdan aşağıya geliştirilen işbirlikçi yerli tekelci burjuvazi cılız ve güçsüz olduğundan, tek başına sömürüyü gerçekleştirecek ne sermaye birikimine, ne de politik güce sahipti. Bu nedenle diğer prekapitalist unsurlarla (tefeci-tüccar ve toprak ağaları) ittifak içine girdi. Kürt egemen sınıfları da bu ittifak içinde yer aldılar. Demek ki, bütün Türkiye toprakları emperyalizmin yeni-sö- mürgesidir. Tek bir ekonomik, sosyal formasyon mevcuttur. Türk hakim sınıflarının emperyalist sömürü ilişkilerinden bağımsız, Kürdistan’a uyguladığı bir sömürge politikası ve bir sömürge ekonomik ilişkisinden söz edilemez.
Türk ve Kürt ulusları emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin sömürü çarkları altında ezilmekte, iliklerine kadar sömürülmekte ve köleleştirilmektedir.
Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğunu iddia etmek tarihsel gerçekliğe aykırıdır.
Çünkü Türk devletinin, tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan sömürge devraldığı sözkonusu edilemez. Dolayısıyla cumhuriyet döneminde ve yeni-sömürgecilik evresinde de “sömürgeci” olgusundan söz etmek gerçeklere aykırı düşer.
7-) Kürt Sorunu Nedir?
Tarihleri boyunca Kürtlerin devlet kuramamış olmalarından hareketle, ulus olmadıkları iddiası da, ezen ulus şovenizminin en çok kullandığı demagojilerden biridir.
Bu düşünce ezen ulus şovenizminin türevlerinden biridir. Bu düşünce sahiplerine göre, devlet olarak örgütlenmemiş, örgütlenememiş halklar ulus sayılmazlar.
Kürt ulusu ezilen ulus durumundadır. Kürt halkının dili, kültürü, sanatı ve diğer değerleri baskı altındadır. Kürt halkı jenosit ve katliama uğramıştır, asimilasyona tabi tutulmuştur. Kürdis- tan’ın tarihi yok edilmek istenmiştir. Ve tüm bunlar Kürdistan’ın ilhak edilmişliğinin sonuçlarıdırlar.
Kürt ulusu yadsındığı gibi, onun kendi kaderini tayin hakkı dahil tüm ulusal istemleri zorla bastırılmaktadır. Kürt ulusu gerçeği yıllardır Marksist-Leninistler tarafından her zaman ve her koşulda, ezen ulus şovenizmine karşı ödün vermeksizin ortaya konulmuştur. Marksist-Leninistler, Kürt ulusal sorununda da öncelikle; ırkçı, şoven politikanın gereği olan yalan ve demagojileri açığa çıkartmanın ve bilimsel gerçekleri ortaya tüm çıplaklığıyla sermenin gerekliliğine inanırlar.
KÜRT SORUNU ÖZETLE; kendi kaderini tayin hakkına sahip olmaması, dilini özgürce konuşamayıp yaşata- maması, eğitimini anadilde görmemesi, ulusal haklarını kullanamaması yaşadığı yerlerde kendisini özgürce ifade edip kültürünü geleneklerini değerlerini yaşayamaması, sürekli bir baskı saldırı ve asimlasyon politikalarıyla kendi kültürüne geleneklerine, diline, tarihine yabancılaşmasıdır.
Kürt sorunu, bir ulusun ulus olma özellikleriyle yaşayamamasıdır. Osmanlı’dan bugüne Kürt ulusu gerçeği hep inkar edilip yok sayılmıştır. Kürtler “Dağ Türkleri” karda yürürken çıkardıkları seslerden dolayı “kart -kurt, Kürt” denilmesi “Türk oldukları“ yönünde saçma teoriler vb vb. ırkçı, faşist kafatasçı politikalarla, Kürtler asimilasyon politikalarına tabi tutulmuştur.
8-) Ülkemizde Ulusal Sorunun Çözümü Nedir?
– Kürt ulusal devrimi, Türkiye anti- oligarşik anti-emperyalist halk devri- minin bir parçasıdır.
– Kürdistan’da ulusal baskıya son verme ve kendi kaderini özgürce belirleme, yani Kürdistan ulusal devrimi, Türkiye’de gerçekleşecek anti-emperyalist, anti-oligarşik halk devriminin parçasıdır.
– Anti-emperyalist, anti-oligarşik devrim, proletaryanın hegemonyası altında gerçekleşeceğinden, Türkiye’deki ulusal sorunu da çözecek, şovenizmin ve milliyetçiliğin uluslar arasında tekrar düşmanlık tohumlarını ekmesine izin vermeyecektir.
– Devrimci Halk İktidarı, ulusların kaderlerini özgürce belirleme hakkı ilkesine göre, ulusal sorunu devrimci bir çözüme ulaştıracaktır.
– Kürt ulusunun kendi kaderini serbestçe tayin hakkını (ayrılma hakkı da dahil) güvence altına alacaktır.
– Devrimci Halk İktidarı, ulusal azınlıkların (Araplar, Çerkezler, Gürcüler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar vb.) bütün sosyal ve kültürel haklarını garanti altına alacak ve kendi dil ve kültürlerini koruma ve geliştirmenin önünü açacak tedbirler alacaktır.
9-) Ulusların Bölünüp Parçalanması, Birbirlerine Düşmanlaştırılması Kime Hizmet Eder?
Marksist-Leninistler, ulusların tek tek bağımsız devletlerini kurmalarından ziyade, ulusların, ayrılma hakkı saklı kalmak üzere, tek bir devlet çatısı altında birleşmelerinden yana olacaktır. Çünkü ulusların ayrı ayrı küçük devletlere bölünmesi, ulusların emekçi sınıflarını burjuva önyargıların tutsağı yapacağı, halklar arasında güveni ve dayanışmayı sarsacağı gibi, onları emperyalizmin karşısında da zayıf düşürür.
Ancak, Kürt ulusu, bağımsız bir devlet kurma hakkını kullanacak olursa, Devrimci Halk İktidarı bunu, proletaryanın ve her iki ulusun çıkarlarına aykırı değilse ve emperyalizmi güçlendir- miyorsa, destekleyecektir.
Devrimci Halk İktidarı, ulusal sorunun devrimci çözümünü engelleyecek karşı-devrimci faaliyetlere karşı olduğu kadar, küçük-burjuva milliyetçiliğine karşı da mücadele edecektir. Proletarya, devrimdeki hegemonyasına ve gücüne dayanarak, küçük-burjuvaziyi ulusal sorunun devrimci çözümü için ikna etmeye çalışacak ve milliyetçi önyargılarına karşı savaşacaktır.
10-) Ülkemizde Ulusların Kurtuluşu Nasıl Gerçekleşecek?
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, Kürt ve Türk halklarının ortaklaşa sürdüreceği anti-emperyalist, anti- oligarşik halk devriminden geçmektedir. Bu anlamda, Türk ve Kürt halklarının, sosyal ve ulusal kurtuluşunun, Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemesinin, Türk ve Kürt köylülerinin toprak sorununun çözümünün önündeki engel aynıdır; emperyalizm ve oligarşi!
Çok uluslu Türkiye’de, halklarımızın kurtuluşu ortak örgütlenme ve mücadeleden geçecektir. Marksist-Leninistler proletaryayı ulusal çitlerle bölen ayrı örgütlenmeyi kesinlikle reddederler. Kürt- Türk işçi ve emekçileri, aynı ekonomik ve sosyal yapı içinde biraraya gelmişlerdir. Bu durumda ayrı örgütlenmeye gitmek, pratik olarak halkların mücadelesini bölmek olduğu gibi sınıf düşüncesinin yıkılması ve burjuva milliyetçi önyargıların tutsağı olma sonucunu yaratacaktır.
Diğer yandan gerici merkezi otorite yıkılmadan, ulusun kendi kaderini özgürce belirleme koşulları yaratılamaz. Emperyalist çağda yalnızca proletarya,
halkların gerçek özgürlüğünü ve bütün milliyetlerin işçilerinin birliği davasını savunmaktadır.
Çokuluslu devlet sınırları içinde örgütlenme biçimi, tek bir parti örgütlenmesidir.
Ayrı örgütlenmekte; aynı devlet sınırları içinde yer alan ulus proleterlerinin ulusal özelliklere göre örgütlenmesinde, proletaryanın hiçbir çıkarı yoktur. Kürt ulusunun kurtuluşunda olduğu gibi ulusları sorunları etrafında örgütleyerek, ortak düşmanlarına karşı savaştırarak ulusların kurtuluşu sağlanabilir.
Kürt ve Türk ulusları başta olmak üzere diğer azınlık milliyetler ve Alevi- Sünni ve diğer inançlardan halklar ortak örgütlenme çatısı altında, bugünkü düşmanları emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadele ile kurtuluşunu gerçek- leştirebilirler. Bu kurtuluşunun adı da Devrimci Halk İktidarıdır. Tüm halkların ortak mücadelesi ile kurulacak olan Devrimci Halk İktidarı dışında kurtuluş yoktur.
Yürüyüş495-syf.33-34-35
28-TOPLUMLAR: KAPİTALİST TOPLUM
1-) Kapitalist Toplum Hangi Sınıf ve Tabakalardan Oluşur?
Her sınıflı toplumda bir ezen, bir de ezilen olmak üzere; temel iki sınıf vardır. Kapitalizm; mülkten yoksun kitlelerin ücretli işçiler durumuna geldiği ve üretim araçlarının çok az sayıda kapitalistin elinde bulunduğu bir toplum düzenidir. Kapitalizmde temel amaç kar elde etmektir. Her şey buna göre belirlenir.
Kapitalist sistemdeki iki temel sınıf ise burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Diğer bir ifadeyle burjuvazi ve prole- terya. Bunların yanı sıra kır ve şehir küçük burjuvazisi (memur, esnaf, zanaatkar, yoksul köylüler) de diğer ara sınıf ve tabakalardır.
Burjuvazi; iş aletlerinin, fabrikaların, toprakların … vb. üretim yapılan yerlerin yani üretim araçlarının sahibi olan, emek harcamadan para kazanan asalak sınıftır. Ezilen sınıf yani yoksullar ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı üretimi gerçekleştiren, emeğini satmak zorunda kalan kesimdir.
Burjuvazi üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran sömürücü sınıftır. İşçiler ise üretim araçlarına sahip olmadığından, kapitalist için çalışmaktan başka yolu olmadığı için sömürülen sınıftır.
2-) Kapitalizmin Gelişimini Sağlayan Sömürü Biçimi Hangi Aşamalardan Geçer, Nasıl Yaşanır?
Yeni bir toplum bir önceki toplumun bağrından doğar. Kapitalizm de böyle gelişerek kendi toplumsal düzenini oluşturmuştur.
Bu oluşum tarihsel olarak üç aşama ile ortaya çıkar.
Birincisi; basit işbirliği aşamasıdır. İlkel teknikler ve basit iş aletleri kullanılarak çok sayı da işçinin, ücretli olarak atölyelerde birlikte çalışmasıdır.
İkincisi; manifaktür üretim aşamasıdır. Basit işbirliğinin gelişmesi manifaktür işletmelerin yaygınlaşmasını sağlar. Daha yoğun ve ileri teknikle gelişen üretim şekli, küçük üreticileri ortadan kaldırırken, manifaktür işletmelerinin büyümesini sağlıyordu.
Örneğin iplik tezgâhlarının yoğunluğunu elinde bulunduran manifaktürcüler; o alanda en ileri makineleri kullanıp, iyi ustaları, kalfaları bünyesinde toplayıp daha yoğun işçi çalıştırıp, hem üretimi artırıyor, hem de maliyeti düşürüyorlardı. Aynı işi yapan küçük üreticiler ise buna karşı rekabet edemiyordu.
Üçüncüsü ise; makineleşme aşamasıdır. 1750’li yıllardan itibaren Avrupa’da gelişen ve yaygınlaşan makineleşme, sanayi devrimininde koşullarını yaratır.
3-) Makineleşmenin Gelişmesi, Ağır Sanayinin Oluşması, İşçi Sınıfına, Ezilenlere Ne Kazandırmıştır?
Bilim ve tekniğin gelişmesi, buharlı makine ve devamında elektrik motoru, petrolün kullanımı, içten yanmalı motor teknolojisinin keşfedilmesi gibi gelişmeler; üretim koşullarını kolaylaştırmış ve üretim zenginliği yaratmıştır. Ancak bu durum işçi sınıfına, emekçilere hiçbir yarar ve kazanç sağlamamıştır.
İnsanın emeği ile ürettiği değer; gelişen teknolojiyle birlikte büyük artış gösterse de, bu ne çalışma
koşullarına, ne ücretlere yönelik bir artışa ne de refaha yol açmıştır.
Yol açtığı tek gerçek vardı: Burjuvazi, işçilerin sırtından artı – değerden daha fazla kar elde edip, daha çok zenginleşiyordu.
4-) Kapitalizm Ucuz İş Gücünü Nasıl Elde Ediyordu?
Kapitalist üretimin gelişmesi ve ucuz iş gücünün ortaya çıkarılması için iki koşula ihtiyaç vardır. Birincisi; emeğini satacak “özgür” insanların oluşturduğu kitlelerin ortaya çıkarılması, ikincisi ise; “özgür “insanların çalışabileceği fabrika ve işletmelerin kurulması için sermaye oluşumu.
Kapitalistler halkları eğitimsiz bırakarak köleleştirmeye çalışırlar. Cahil insan sorgulama becerisine sahip olmadığı gibi her türlü yalan dolana aldatmacaya açıktır. Bu nedenle gerek teknik açıdan, gerekse ideolojik açıdan eğitimsiz işçi; kapitalist için ucuz iş gücüdür.
5-) Sömürü Nasıl Yaşanıyor?
Kapitalizm, “modern kölelerin olduğu sistem” olarak anılır. Aynı köleci ve feodal sömürüde olduğu gibi işçinin emeği sömürülür.
Toprağından koparılan yoksul insanlar önce şehirlere göç ettirildi. Şehirlerin yapımında ucuz iş gücü olarak, angarya işlerde kullanıldı. Sonra işletmelerde, fabrikalarda çalışma koşulları yaratıldı. Yüz kişinin çalışacağı bir işletmeye, binlerce insan başvurmak zorunda bırakıldı. Düşük ücret ve ağır çalışma koşullarında sömürülmeye razı gelme rekabeti yaratıldı.
Öyle ki günde 18 saat çalışma koşullarına ses çıkarmayanlar, on binleri bulabiliyordu. Ki bu insanlar aynı zamanda şehirlerde yatıyor, kalkıyor, yiyor, içiyor; para olarak da sömürücüleri zengin ediyorlardı.
Ucuz işgücünü yaratan kapitalistler, o iş gücü sayesinde sömürüyü dizginsiz hale getirip, karlarına kar katıp, sermaye birikimi sağlarken,
yoksul halkı da yozlaştırarak kölelik düzenine mahkum etmiş oluyordu.
6-) Ucuz İş Gücü ve Sömürü; İşçi Sınıfı ve Kır Proletaryasına Bilinç Düzeyinde Ne Katıyordu?
İşçi emekçiler, yoksul köylüler yaşadıklarından dolayı; kapitalizmin sahte özgürlükler sistemi olduğunu çok geçmeden öğrenmiş oluyordu. Çünkü yaşam şartları ve çalışma ortamı; üretimi yoğunlaştırıp sömürüyü açığa çıkardığı kadar işçilerin, emekçilerin bilinç kazanmasına da elverişli bir ortam yaratıyordu. Sistemi sorgulama, dayanışma duygusunun gelişmesi, hak ve özgürlüklere, emeğe sahip çıkma düşüncesi, örgütlenme anlayışı gelişiyordu.
7-) Kapitalizm Sömürü ve Zorbalığı Sürdürürken, Gelişebilecek Tepkileri Nasıl Dizginlemeye Çalışıyordu?
İdeolojik, psikolojik, kültürel saldırılar günümüzde de yaygın olarak kullanılan yöntemler; kapitalist sömürünün yaygınlaştığı ve tepkilerin yoğunlaştığı 1800’lerden itibaren kullanılmaya başlar.
Kapitalist devlet; burjuva sınıf ideolojisini kurumsallaştırarak, elindeki tüm araçlarla, sistemli bir şekilde saldırıya geçer.
Mahkemeler, kamu düzeni, kül- tür-sanat etkinlikleri vb. her an her şey burjuva sınıfın ideolojisine göre düzenlenir. Yoksul insanlar sömürüye karşı gelmesin, sesini çıkartmasın diye her türlü şiddet, baskı ve yozlaştırma saldırısına maruz bırakılır.
Hak aramak isteyenler ağır şekilde cezalandırılır, örgütlenmek için bir araya gelenler zindanlara atılır. Yoksul olduğu için sokakta yaşamak zorunda kalan insanlar, şehrin dışına sürülürler ya da suç işleyebilir diye asılır.
Örneğin İngiltere‘de 72 bin insan “serseri” yani yoksul olduğu için asılmıştır… Gerekçe toplumsal düzeni sağlamaktır.
8-) Burjuva Sınıfa Karşı İşçi Sınıfı (Proletarya), Neden İdeolojik Gücü Temsil Eder?
Toplumsal alt yapı, yani üretim ilişkileri, bir üst yapı sistemi olan ideolojiyi oluşturur.
“Toplumların, sınıfların, çeşitli topluluk ve grupların siyasi, hukuki, kültürel, ahlaki, dinsel, felsefi görüş ve düşüncelerinin sistemleşmiş haline “ ideoloji denir.
Burjuvazi ezen sınıf olarak, kendi sınıf çıkarlarına uygun ideolojik düşünce yapısını oluşturmaya çalışır. Ezilen sınıf olan işçi sınıfı (proletarya) da; üretim içindeki rolü ve dünya görüşü itibariyle kendi ideolojisini oluşturur.
İşçi sınıfı ideolojisinin gücünü açığa çıkaran, toplumun ilerlemesinin yolunu açacak olmasıdır. Bu gücün varlığını bilimsel temelleriyle ortaya koyan; Marks ve Engels olmuştur.
Marks ve Engels; diğer filozoflardan ayrılarak dünyayı sadece yorumlamakla kalmıyor, onu nasıl ve hangi sınıf ideolojisiyle değiştirebileceğinin de yolunu, yöntemini sunuyordu. İşçi sınıfı ideolojisi ;emeğiyle, bilgisiyle, pratiğiyle bunu hayata geçirebilecek tek güçtür.
9-) Kapitalizmin, Feodalizmin Bağrında Doğup Geliştiği Gibi, Sosyalizm de Kapitalist Sistem İçinde Doğup Gelişebilir mi?
Sosyalizm, kapitalist toplumun bağrında doğup gelişmez.
İlkel, köleci, feodal, kapitalist toplumların hepsinde; “zorunlu uygunluk yasasına uygun olarak değişimler yaşandı. Sınıfların kendi iradelerinden bağımsız olarak, önceden öngöremedikleri sınıfsal çelişki ve çatışmaların sonucunda ileri olan üretim tarzı eskiyenin yerini aldı. Sosyalist toplum düzeninde ise öncekilerden farklı olarak; bilinçli, iradi, örgütlü bir mücadele
nin ürünü olarak, kapitalizmi yıkarak kurulabilecek ileri bir toplum düzeni olduğunu, Marks ve Engels ortaya koymuştur ilk olarak.
Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalist sistemi oluşturarak yeni toplum olan sosyalizmin gelişmesine olanak tanımak istemez. Emperyalist süreçle birlikte, üretim ve sermaye yoğunluğu yani tekelleşme yaratılmış, banka-sermaye birleşimi ile mali sermaye – oligarşi oluşturulmuş, sermaye ihracının meta ihracından ayrı bir önem kazanması sağlanmış, dünya pazarları ve topraklarının uluslararası kapitalist tekeller tarafından bölüşümü tamamlanmıştır. Tüm bu değişimler; yeni toplumun doğal şekilde, öncekiler gibi eskisinin bağrından doğmasını ortadan kaldırmıştır.
10-) Marks; “Sınıf Savaşları Toplumsal İlerlemenin Motorudur” Derken; Yeni Toplumun “Zor” İle Oluşması Gerektiğini İfade Eder. Neden?
Toplumsal değişimde alt yapının, yani ekonomik yapının; üretim ilişkilerinin belirleyici olduğu tarihsel gerçekliği ortaya koymuştuk. Düşünceye yön veren, insan ideolojisini belirleyen de alt yapıda yaşananlardır demiştik.
Ancak bu; insan iradesinden bağımsız, bilinen toplumsal düzeni şekillendirmede bir etkisi olmadığı anlamına gelmez. Marks ve Engels yeni toplumsal düzenin zorbalığını ortaya koyarken bu gerçeği öne çıkarırlar.
Kapitalizm, sosyalist topluma geçişe izin vermeyeceği için; iki sınıf arasındaki çelişki ve çatışmaların çözülmesinin ancak “zor” kullanılarak, sınıf savaşımı yürütme anlayışının bilinci oluşturularak bunun mümkün olacağını gösterirler. Bahsi geçen ilerici toplumu ifade eden, onun koşullarının yaratılmasını sağlayan sınıf savaşımıdır.
Yürüyüş496-syf.36-37
29- TOPLUMLAR: SOSYALİZM NEDİR?
1-) Sosyalizm nedir?
Bu sorunun en sade tanımlarından birini komutan Che Guevara yapar; “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur.”
Kapitalizm, üretici güçleri geliştirerek ve üretimi toplumsallaştırarak, sosyalizmin koşullarını yarattı. Ve aynı zamanda toplumu değiştirecek olan işçi sınıfını oluşturarak, işçi sınıfı ideolojisinin oluşması sonucunu doğurdu. Bu şekliyle top- lumların gelişmesindeki tarihsel görevini yerine getirdi. Bundan sonraki aşama sosyalizm aşamasıdır.
Marks ve Engels, kapitalist toplumdan sosyalizme geçişin tarihsel bir zorunluluk olduğunu gösterdiler. Kapitalist toplumun, insanın insan tarafından sömürülmesinin en üst aşaması olduğunu, bu sömürünün sosyalizmde ortadan kalkacağını ve ideal toplum olan komünist topluma evrileceğini, gösterdiler.
2-) Sosyalizmle kapitalizm arasındaki temel farklar nelerdir?
Kapitalizm; işsizliği, açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği yaratmıştır.
Sosyalizm; işsizliği, açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği ortadan kaldırmıştır.
Kapitalizmde; üretim araçları asalak burjuvaziye aittir.
Sosyalizmde; üretim araçları halka aittir.
Kapitalizm; konut, eğitim, sağlık, iş sorunlarını yaratmıştır.
Sosyalizm; konut, eğitim, sağlık, iş sorunlarını çözmüştür.
Kapitalizmde; üretilen her şey burjuvazinin kar etmesi içindir.
Sosyalizmde; üretilen her şey halkın ihtiyaçları içindir.
Kapitalizm; doğanın dengesini bozar.
Sosyalizm; doğayla insan hayatının uyumunu sağlar.
Kapitalizmde; bireysel çıkar için bireysel çaba vardır.
Sosyalizmde; kolektif yararına, kolektif çaba vardır.
Kapitalizmde; sömürü, zulüm ve talan vardır.
Sosyalizmde; sömürüye, zulme ve talana son verilir.
Kapitalizm; insanı bencilleştirir, yozlaştırır.
Sosyalizm; insanın insanlık onuruna uygun yaşamasını temel alır.
3-) “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez” sözünden ne anlamalıyız?
Emperyalizmin sömürüsüne, işgaline, katliamına karşı savaşmayan, buna göre örgütlenmeyen ve halkı da örgütlemeyenler sosyalist olamazlar. Önderimiz Mahir Çayan “Bütün ideolojik ayrılıkların temeli devrim yapmak için yola çıkmaya, savaşmaya cesaret edip etmemeye dayanır. İşte bu yüzden ‘Devrim için savaşmayana sosyalist denemez'” der. (THKP-C Dava Dosyası syf:263)
Nerede bir haksızlık, adaletsizlik varsa devrimci insan oradadır. Ara yol yoktur. Emperyalizmin kuşatmasına karşı tavrı nettir. Net olmayanlar, emperyalizmin tasfiye bayrağını taşıyanlar sosyalist değildirler.
Emperyalizmin inkarcı, teslimiyetçi tasfiyeci, icazetçi bayrağında siyaset yapanlar sosyalist olamazlar.
Bugün emperyalizmin tüm kuşatmasına karşı, devrim ve sosyalizm bayrağını bir kez olsun elinden düşürmeyen Cepheliler’dir.
Sosyalist olmak; emperyalizme karşı Alişan, oligarşiye karşı Şafaklar olmaktır.
4-) Sosyalizm halkların kurtuluşudur. Nasıl?
Lenin diyor ki, “Sosyalizm dışında insanlığın savaştan, açlıktan daha milyonlarca insanın yok oluşundan kurtuluşu yoktur.” (Seçme Eserler, Cilt 1, syf:84)
Sosyalizm, halkların kurtuluşudur. Çünkü işsizlik, açlık, zulüm, sömürü, konut, eğitim, sağlık vb. sorunları; iş cinayetleri, trafik kazaları, yozlaşma kısacası halka zarar veren her şey, kapitalist sistemde mevcuttur.
Sosyalizm ise, kapitalizmin halka açtığı tüm felaketlere karşı çözüm bulmuştur. Aç açıkta kalmamış, işsizlik, yoksulluk ortadan kalkmıştır. Sömürü, zulmü ortadan kaldırmış yerine refahı, huzuru, özgürlüğü yaymıştır.
Sosyalizmde dünya halkları; özgürlüğe, bağımsızlığa, insanın insan tarafından sömürülmediğine tanık olmuştur.
Lenin şöyle der; “Sosyalizm birinin olduğu kadar diğerinin de çıkarlarını tam olarak tatmin edebilir. Yalnızca sosyalizm onların çıkarlarını tatmin edebilir.” (Lenin, Age, syf:92)
Sosyalizm, halkların binlerce yıllık ezilmişliğine son verir.
5-) Tek bir ülkede sosyalizm mümkün mü?
“Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak yasasıdır. Buradan; az sayıda, evet hatta tek başına alınmış bir kapitalist ülkede, sosyalizmin zaferinin mümkün olduğu sonucu çıkar. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistlerin mülksüzleştirmesinden ve ülkede sosyalist üretimi örgütledikten sonra geri kalan kapitalist dünyanın karşısına çıkacak, başka ülkelerin ezilen sınıflarını yanına çekecek, bu ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanma çağrısında bulunacak ve hatta gerektiğinde sömürücü sınıfların ve onların devletlerinin karşısına askeri güçle çıkacaktır.” (Lenin, Age, syf:97)
Böyle diyordu Lenin. Ve tarih
Lenin’i haklı çıkarmıştır. Rusya’da gerçekleşen devrimin rehberliğinde birçok ülkede devrimler gerçekleştirilmiştir.
6-) Kadının kurtuluşu neden sosyalizmdedir?
Kapitalizmde kadın, ikinci sınıf muamelesi görmektedir. Kapitalizm kadını aşağılamakta meta gibi kullanmaktadır.
Bütün ezilenlerin kurtuluşu sosyalizmdedir. Ezilen sınıf, ezilen uluslar ve ezilen cins olarak kadının kurtuluşu da sosyalizmdedir. Bütün bunların kaynağı özel mülkiyet rejimi, sınıflı toplum gerçekliğidir.
Sosyalizm, özel mülkiyet rejimi ve ondan kaynaklanan bütün baskılara son verdiği oranda kadının kurtuluşunu sağlar.
Sosyalizmde kadın erkek eşitliği vardır. Kadının üzerindeki, kadın olmaktan kaynaklı getirdiği çifte baskıyı kaldıracaktır. Sınıflı toplum demek, kadının ezilmesi demektir. Sosyalizm, bunlara son verip kadının gerçek özgürlüğünü sağlar. Sovyetler Birliği’nde, Küba’da sağlanmıştır. Kapitalist sistem olduğu müddetçe, kadının kurtuluşu olmayacaktır. Kadının kurtuluşu sosyalizmdedir.
7-) Sosyalizm tüm halkların güvencesi midir?
Evet! Sosyalizm, kapitalizmin yarattığı tüm sorunları çözecek olan sistemdir. Ve güvence altına alacaktır. Gerek iş cinayetleri, konut, eğitim, sağlık vb. tüm sorunları; gerekse hak ve özgürlükleri, adalet, hukuk sistemini güvence altına alacaktır.
Sosyalizm, insanlık onuruna yaraşır bir hayatın, bizzat emekçiler tarafından örgütlenmesi demektir. İnsanlık onuruna yaraşır bir hayat, halkın bütün hak ve özgürlüklerinin yaşandığı, güvence altında olduğu bir yaşam biçimi demektir. Bu yaşamda açlık, yoksulluk, işsizlik, zulüm yoktur. Çünkü sömürüye son verilmiştir. Ki ancak sömürüye ve burjuvazinin özel mülkiyetine son verildiğinde; halkın bütün hak ve
özgürlükleri güvence altına alınmış olur. Sosyalizm işte bunu sağlar. Söz konusu olan proletarya diktatörlüğüdür.
Bu yanıyla; ulusal sorunun gerçek çözümü de kapitalizmin tasfiyesiyle değil, sosyalizmde mümkündür. Stalin bu konuda şöyle demiştir: “Sermaye egemen olduğu sürece, üretim araçların da özel mülkiyet sürdükçe ve sınıflar var oldukça ulusların eşitliği güvencelenemez, sermayenin iktidarı sürdükçe ve üretim araçlarına sahip olmak için savaşılmadıkça, ulusların eşitliği ve ulusların emekçilerinin işbirliği sağlanamaz. Tarih, ulusal eşitsizliklerin yok edilmesi, ezilen ve ezilmeyen ulusların emekçilerinin kardeşçe işbirliği zemininin kurulması için tek çarenin, kapitalizmin tasfiye edilmesi ve Sovyet düzeninin kurulması olduğunu söylemektedir.”
8-) Sosyalizm parlamenter yolla iktidara gelir mi?
Gelemez. Çünkü; parlamenter sistem emperyalizmin ve oligarşinin demokrasi oyununun bir parçasıdır. Halkın olmadığı yerde, halkın olmadığı bir parlamentoda sosyalizmin gelmesi hayaldir. Parlamenter sistemde “devrim olur” hayaline kapılanlar silahlı savaştan kaçanlardır. Bedel ödemekten kaçıp, emperyalizmin icazetine sığınan reformistlerin, oportünistlerin teorisidir.
Bugün emperyalizmin, tasfiyeci- likle halkları teslim almaya çalıştığı bir dönemde, parlamenter sistemle sosyalizmin geleceği düşüncesini taşımak, Marksist-Leninist çizgiyi kavramamaktır.
Lenin diyor ki; “Kapitalistler ellerinden gelse boğazımızdan keserler”. Sınıf kininin bu kadar net ve keskin olduğu bir süreçte; sosyalizmin silahlı savaş dışında iktidara gelmesi imkansızdır. Tarihte örneği yoktur.
9-) Emperyalistlerin sosyalizme bakışı nasıldır?
Düşmandırlar. Çünkü sosyalizm ile emperyalizm arasında can düş
manlığı vardır. İkisi arasındaki çelişki uzlaşmazdır. Bu nedenle, sosyalizm ile emperyalizm barış içinde bir arada yaşayamazlar. Emperyalizmin, kapitalizmin tek alternatifi sosyalizmdir.
Emperyalizm, bir avuç asalak tekelci burjuvazinin çürümüş kapitalizmidir. Sosyalizm, burjuvazinin yenilip yok edilmesidir. Böyle olduğu içindir ki, emperyalistler sosyalizme dair her şeye dizginsiz bir saldırı sürdürürler. Sosyalist iktidarları karşı devrimle yıkmak, sosyalist önderleri karalamak, sosyalist düşünceyi tasfiye etmek için her şeyi yaparlar. Çünkü sosyalizm, halk düşmanı emperyalistlerin sonudur.
10-) Bugünün dünyasında sosyalistler nasıl olmalıdır?
Devrim için sonuna kadar savaş- malıdır. Emperyalistlerle hiçbir konuda uzlaşmamalıdır. Ki halk düşmanlarıyla, halkın örgütlülüğünü isteyenler arasında “uzlaşma” olması; tarihe ve bilince aykırıdır zaten. Sosyalist düşüncenin tasfiye edilmeye, düzen içine çekilip yok edilmeye çalışıldığı, bugünün dünyasında sosyalistlerin görevi; sınıflar savaşının gerçekliği ve Marksizm-Leninizm ilkelerinin ışığında halkı savaştırıp savaşı halk- laştırarak umudu büyütmektir. Devrim için savaşmanın yolu fedadan geçmektedir. Böyle olduğu içindir ki, emperyalistlerin devasa askeri gücünün karşısında; halkların yaratıcılığını ve fedasını kuşanıp büyütmektir. Sosyalistlerin görevi; her türden liberalizme, uzlaşmacılığa, devrime ve halk değerlerinden uzaklaşmaya rağmen Marks’a, Lenin’e, Stalin’e, Che Guavera’ya, Mahirler’in, Denizler’in, İbolar’ın devrimci değerlerine sıkıca sahip çıkmak ve bu değerlerin zerresini bile burjuvaziye ezdirmemektir. Bırakın bayraklardan orak-çekici çıkartmayı, Sabo’lar gibi elde bayraklaşmayı bilmektir. Ki ancak o zaman sosyalizmin onuruna layık olunabilir.
Yürüyüş497-syf.35-36
30-Burjuva Medya
1-) Medya deyince ne anlıyoruz?
Yazılı, görsel, işitsel değişik biçimlerdeki iletişim ve yayın araçlarının tümüne birden medya denir. Dilimize, İngilizce Mass Media’dan (kitle vasıtaları) girip yerleşmiştir.
Biz devrimci iletişim-yayın araçları için medya kavramını kullanmayız. Çünkü kavram belli bir süreçte burjuvazinin bu tür kurumlarıyla özdeşleşmiş, “burjuva medya” olarak sınıfsal niteliğiyle vurgulanması zorunlu hale gelmiştir.
2-) Emperyalizm ve oligarşi medyayı nasıl halka karşı bir silah haline getirdi?
Medyanın bu denli büyük bir sektör haline gelişi ’80’lerin sonlarında televizyon ve radyo yayıncılığında devlet tekelinin kaldırılmasıyla başlar. Kitlelere hitap etmekte TV ve radyonun sağladığı imkanlar, işbirlikçi tekellerin bu alana büyük yatırımlar yapmasını da beraberinde getirdi. Medya tekelci sermayenin uzantısı haline geldi. Hem büyüyen milyarlarca dolarlık reklam sektöründen daha büyük paylar alabilmek, hem de rakip tekellere karşı kendilerine belli imtiyazlar sağlayabilecek politik bir güç olarak kullanabilmek için tekeller medyaya büyük yatırımlar yaptı.
Farklı medya grupları yeri geldi şakşakçılıkla yeri geldi muhalif kisveleriyle, şantajla sömürü ve yağmadan büyük paylar aldılar. Emperyalizm, bu süreçte önemli bir rol oynadı. İşbirlikçi medyayı her türlü teknik imkanla desteklerken kendi ürünleriyle pazarı doldurup hem büyük karlar elde etti, hem de kültür iş
galinde önemli mevziler kazandı. Kendi radyo, TV kanallarını kurdu, ortaklıklar oluşturdu. Medya kuruluşları karşı devrimci propagandanın, yozlaştırmanın merkezleri haline geldiler. Halk düşmanlığında birbirleriyle yarışa girdiler, katliamların ortağı, katillerin aklayıcısı oldular.
3-) Medya, politik savaşta nasıl kullanılıyor?
Ülkemizin emperyalizmin, yeni sömürgesi olması ve faşizmle yönetilmesi medyanın misyonunu da belirler. Medya her şeyden önce halka karşı yürütülen savaşın psikolojik savaş cephesi olarak şekillenmiştir. Devrimci mücadele, halkın muhalefeti söz konusu olduğunda medyanın kadroları herhangi özel bir yönlendirmeye gerek kalmadan bu savaşın kurmayları gibi hareket etmeye başlar. Her biri Göbels kesilir. Kontrge- rilla operasyonları genel olarak medya ayağıyla başlar. Kamuoyunun hazırlanması için yalana, demagojiye, çarpıtmaya dayalı sistemli yayınlar yaparlar.
19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı öncesinde medya eliyle yürütülen kampanya, bunun en tipik örneklerinden biri olmuştur. Psikolojik savaş çok yönlü yürütülüyor. Eylemlere sansür uygulamaktan savaşçılar ve örgütler hakkında şaibe yaratmayı amaçlayan senaryolar uydurmaya, işkencecilerden katillerden kahramanlar yaratmaya kadar “terör”, “terörizm” edebiyatını kullanırlar. Bunlarla devrimcileri halktan tecrit etmek moral olarak zayıflatmak hedeflenir.
4-) Medya, yozlaştırma saldırısında nasıl kullanılıyor?
Burjuvazi halkı ancak yozlaştıra- bilirse teslim alma şansı olacağını biliyor. Çünkü halk, her şeyden önce değerleriyle direnir düzene. Yozlaştırma, işte bu değerlerden koparmak, soysuzlaştırmaktır. Yozlaştırıp yerine kendi bireyci felsefelerini yerleştirmek
istiyorlar. Tüm eğitim, kültür araçlarını bu amaçla kullanıyorlar. Medya işte bunların en etkilisidir. Okullar, kışlalar, camiler halkın yaşamında görece sınırlı bir etkiye sahip. Medya ise her saniye halkın yaşamında. TV’ler; evleri, odaları işgal etmiştir. Hiçbir sosyal kültürel etkinlikte bulunma imkanı olmayan halk için, tek seçenek haline getirilmiştir.
Halkın değerlerini yozlaştırmada TV’ler koçbaşıdır. Bunun için her şeyi istismar edebilen en kaba ve en sinsi biçimlerde bireyciliği, yozluğu dayatıyor. Sol, ilerici kesimleri de unutmuyor; “eli ayağı düzgün” program arayışları için belli değerleri sözde yücelten ürünler de üretiyor. Bunların satır aralarında ise solun değerleriyle alay ediyor, küçümsüyor, bireyci mesajlar veriyor. Her türlü ahlaksızlık, rezillik, değersizlik, onursuzluk, aşağılanma hüner haline getiriliyor. Cinselliği, dini, futbolu, eğlenceyi, modayı, sanatı sömürüyor.
5-) Oligarşi içi çelişkilerin medyadaki yansımalarının muhtevası nedir?
Oligarşi, işbirlikçi tekellerin, toprak ağalarının, tefecilerin, tüccarların ittifakıdır. Bunlar sömürü pastasından daha büyük pay almak için sürekli çatışırlar. Bu durum medya alanına da yansır. Medya, sonuçta onların uzantılarıdır.
AKP, kendi tekellerini oluşturup bazı sermaye gruplarını büyüttü. Kendi eliyle oluşturduğu havuz medyasındaki çatlak sesleri tasfiye ettiler önce. Baskı, yıldırma araçlarıyla tüm medyayı baskı altına alarak muhalefetin yayılmasını engelleye çalıştı. Giderek işi medyalar arası savaş olmaktan çıkarıp doğrudan fiziki şiddete döktüler.
AKP medyası ile diğerleri arasında çatışma ve çelişki vardır. Fakat bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil. Çıkarları için yine birbirlerine sarılacaklardır.
6-) Belli başlı medya grupları hangileridir?
Sabah-ATV grubu, Çalıklarındır.
Ethem Sancak’ın medyasında SkyTürk kanalı, Akşam ve Star gazeteleri vardır. Bunlar “havuz medyası” olarak Hamlandılar.
AKP’nin iktidarında batan, tasfiye edilen sermaye gruplarının eski medya kuruluşları, bu gruplara peşkeş çekildi. “Havuz medyası” denmesi ise bunların satın alınabilmesi için Tayyip Erdoğan tarafından verilen “para havuzu” oluşturulması emrine dayanır. Bu havuza para akıtanların nasıl ihya edildikleri, girdikleri tüm ihaleleri kazandıkları ve bunu kendi aralarında “milletin anası”na küfrederek kutladıkları, 19-25 Aralık dosyalarından biliniyor.
İktidar medyası olarak bunlar dışında Yeni Şafak, Takvim, Akit, Kanal 7 gibi geçmişten beri İslamcı sermaye gruplarının medya araçlarını ve tüm TRT kanallarını da saymak gerekir. Erdoğan’dan yediği zılgıtla ağlayıp hazırola geçen Demirören’in Milliyet’i de son olarak bu safta yerini aldı.
Dengeci yayın politikaları ile bunlardan farklılaşanların başında Doğan grubu geliyor. Kanal D, CNN Türk, Hürriyet, Posta gibi çok sayıda TV ve gazetenin sahibi olan Doğan grubu, bu gücü nedeniyle AKP’nin de en yoğun baskısına maruz kalan burjuva medya grubudur.
Haber Türk ve Show TV’nin sahibi Cinerler, NTV ve Star kanallarının sahibi Doğuş, Fox ve CNBC’nin sahibi ABD’li Murdoch da bunlar arasında sayılabilir.
Fettullahçı sermayedar da medya gücüne sahip. Kanaltürk, STV, Meltem TV, Zaman, Bugün gazeteleri AKP’ye açıktan “muhalefet” ediyorlar. AKP’nin bazı hamleleri ekonomik ve siyasi olarak Fettullahçıları hedef alınca 17-25 Aralık operasyonuyla cevap verdi Fettullahçılar. AKP de saldırılarını sürdürdü. Fettullahçı medyanın muhalefeti de özgür basın yaygaraları da sahtekarlıktır.
AKP iktidarına, açıktan “muhalefet” yapan Sözcü, Yurt, Cumhuriyet gibi yayın kuruluşları da var. Sözcü yüksek tirajıyla, Cumhuriyet ise son dönem servis edilen haberlerle AKP’yi oldukça rahatsız etmiştir.
7-) ”Muhalif ” denen medyanın halkın düzene karşı mücadelesindeki yeri nedir?
Burjuva medya, muhalif kılıkla karşımıza çıksa da düzenin medyasıdır, halk düşmanıdır. Medya gruplarının birbirleriyle ve iktidarla çelişki ve çatışmaları uzlaşmaz içerikte değildir. Çoğu zaman da ekonomik çıkarlara dayanır. Halkın talepleri, sorunları, mücadele ve direnişleri yalnızca bu çatışmalarda rakibi, siyaseten güçsüzleştirmeye faydası olacaksa kullanılır, istismar edilir. Bazı yasal hakların savunucusu görünmek ve iktidarı zalimlikle suçlayan görüntüleri kısmen yayınlamak dışında bir muhalefetleri olmaz. Ancak burjuva medyanın ilerici, muhalif bir kimlik taşıyabileceği yanılgısına düşülmemelidir.
8-) Solcu, ilerici bilinen isimlerin burjuva medyada yazmasını, program yapmasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Elbette eleştirilecek bir durumdur. Sol, aydın, ilerici gibi sıfatlar halkı aydınlatma görevini yükler omuzlara. Burjuva medya köşelerinde bu görevi yerine getirmeleri mümkün değildir. Kovulma korkusuyla giderek üç maymunu oynamaya başlamaları kaçınılmazdır. Biz, onları iddia ettikleri sıfatlarına riayet etmeye, halk için yazmaya çağırırız. Bunda ısrarcı oluruz. Solculuk oynamalarına izin vermeyiz. Az çok onurlu, tutarlı olmaya çalışanları medya barındırmıyor, kovuyor zaten. Son birkaç yıldır yüzlerce burjuva medya çalışanı, yazar ve programcı, çoğu ciddi bir karşıtlık da yapmadığı halde, AKP’den korkan patronlar tarafından kapı önüne kondular.
9-) Burjuva medyayı takip etmeli miyiz?
Düşmanın gündemini, politikalarını, çelişkilerini, zayıf ve güçlü yanlarını takip etmek için gereklidir bu. Özellikle haberleri takip etmek, halkın hangi etkilere maruz bırakıldığını bilmek ge
rekir. Medyanın yalanlarını, çarpıtmalarını, sahtekârlığını teşhir etmek, halka gerçekleri açıklamak zorunludur. Medya haberlerini takip ederken haberlerin veriliş biçimindeki amacı unutmamak gerekir. Yerel, ulusal ya da uluslararası tüm gelişmelerin haberlerini kendi ideolojik politik süzgecimizden geçirmeliyiz.
10-) Burjuva medyaya karşı nasıl bir mücadele yürütmeliyiz? Alternatifi nelerdir?
Medya, halkın gerçekleri öğrenme yani haber alma, bilgilenme hakkını sömürür. Halkı yalana mahkum eder, gerçeği çarpıtır, sınıf mücadelesinin üstünü örter.
Medyaya karşı mücadele ise öncelikle devrimci basını güçlendirmek, gerçekleri halka açıklamanın yollarını çeşitlendirmek, yaygın propaganda yapmakla gerçekleşir. Bu mücadelenin diğer ayağı da yozlaştırmaya karşı mücadeledir.
Halkı, esir olduğu TV programlarının başından kaldırmalıyız. “Diziler yozdur, bu programlar eğlence değil yozlaşmadır” demek yetmez. Alternatifler geliştirmek gerekir. Halka sosyal, kültürel, sanatsal etkinlikte bulunabileceği alanlar açmalıyız.
Sinema, edebiyat, tiyatro, müzik okulları örgütlemek; halk oyunları, halk koroları, saz kursları açmak bir yöntemdir. Mahallemizde, sokağımızda film gösterimleri, sokak tiyatroları, mini konserler, ateş başı sohbetlerle alternatif kültürümüzü halka taşımalıyız. “Sosyal medya”nın burjuva medyaya alternatif olamayacağını, yine de kurallı, ilkeli biçimde kullanarak mesajlarımızı ulaştırmak için değerlendirmemiz gerektiğini unutmamalıyız.
Halkla gerçek iletişim, doğrudan ilişki içinde kurulur. Evinde, sokağında, okulunda, işyerinde halkla doğrudan ve her türlü araçla kuracağımız ilişkiler yeni bir bilincin pencerelerini açacaktır. Burjuva medyanın bütün gücü bizim gerçek, saygın ve onurlu tavrımızın rüzgarlarıyla dağılıp gider. Dergilerimizin, türkülerimizin olduğu yerde TV’ler susar!
Yürüyüş498-syf.29-30
31- ikna etmek
1-) İkna etmek ne demektir?
İkna etmek; insanın ruhunu örgütlemektir, ona güven vermek, onu bir gerçeğe inandırmak demektir.
İkna etmek; kişinin devrimci olandan, haklı olandan yana tercih yapması ve adım atması demektir.
2-) Neden ikna etmeliyiz?
Örgütlemek, savaştırmak ve zaferi kazanmak için ikna etmeliyiz. Düzen daha doğduğumuz ilk andan itibaren bizi kendi yalanlarına ikna etmeye çalışıyor. Yalanlarıyla beraber ideolojisini kanıksamamızı, yaşam biçimimiz haline getirmemizi istiyor. Yani çocukluktan örülmeye başlayan burjuva ideolojisini yıkmak, gerçekleri kavratmak için ikna etmeliyiz.
3-) Nasıl ikna edeceğiz?
İkna etme gücü devrimi ve sosyalizmi kavramaktır. Bu yanıyla ikna etmek için öncelikle bir birikime sahip olmak gerekiyor. Yani öğrenmemiz, kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Ülkemizdeki sömürünün nasıl şekillendiğini bilmeyen biri, halka yoksulluğun nedenini anlatamaz. Anlatacakları sınırlı kimi sözlerden ibaret olur, bunun da karşısındaki için ikna edici bir yanı olmaz. O yüzden öncelikle kendimiz öğrenecek, kavrayacak ve ikna olacağız.
Kendi inanmayan, ikna olmayan bir insan karşısındakini de ikna edemez. Anlatacağı bir konuyu ya da yapılacak bir işi öncelikle kendisi kav- ramalı, benimsemeli ve içselleştirmeli ki karşısındakini de ikna edebilsin.
Kendine güven de, ikna etmedeki en önemli faktörlerden biridir. Kendimize güvenmeliyiz. Kendimize güven; anlatacaklarımızın doğruluğuna, gerçeklerin gücüne ve meşruluğuna olan güvendir aslında. Bu yanıyla Partinin ideolojisine ve izlediği yol-yön- temlere güvenen bir insan ikna etmek için tüm bilgi ve birikimini yaratıcılığı ile bütünleştirip karşısındakini ikna eder.
Bunun sonraki aşaması ise aslında hepsinin bağlandığı nokta, insanı inandırmaktır. Biz o inancı örgütle- meliyiz. Öfke-kin-sevgi-vefa gibi duyguları harekete geçirebilmeliyiz. Gerçekleri ve beraberinde zorlukları öyle can alıcı yerden anlatmalıyız ki, kişi kendisiyle hesaplaştığında yapamadıklarının rahatsızlığını duysun. Bunun için de sadece anlatmakla kalmamalı, bu duyguları kişiye yaşat- malıyız, inanç taşımalıyız.
4-) İnsanları ikna ederken nelere dikkat etmeliyiz?
İkna etmek için önce dinleyeceğiz. Karşısındakinin konuşmasına izin vermeden sürekli konuşmak, anlatmak ikna etmek demek değildir. Dinlemek ve anlamak, ikna etmenin ilk ayağıdır. Ne düşündüğünü ve neden öyle düşündüğünü anlamadan, anlattığımız şeyler genel geçer bilgileri söylemekten öteye geçmez. Karşımızdakinin ihtiyacını görmeden yaptığımız her konuşma bizim için zaman ve kişi kaybıdır.
Üslubumuz sert ve karşıdakini azarlar, ondan hesap sorar gibi olmamalıdır. Anlattıklarımızı kavratma mantığıyla yaklaşmalıyız. İkna etmeye çalıştığımız kişinin ihtiyacına cevap verecek cümleler bulmalıyız. Anlatacaklarımız vurucu olmalı, onu derinden sarsmalı, yani gerçekler yüzüne çarpmalı ve ona kendini sorgulatmak.
Neyi, nerede ve nasıl anlatacağımızı iyi düşünmeliyiz. Doğru yer ve zamanda, doğru kişilere anlatmalıyız. Bilgiler bazen ters tepki yaratabilir. Ve bu, sonraki yöntemimiz ve anlatacaklarımız için engelleyici bir durum yaratabilir. O yüzden herşeyi ölçerek ve biçerek konuşmalıyız. Karşmızdaki kişi anlattıklarımıza hazır olmalı.
5-) Anlatmak ve ikna etmek arasındaki fark nedir?
Birinde sadece söylemek, diğerinde ise değiştirme çabası ve inancı vardır. Bir de ikna etmede devam eden durmayan bir emek var. Kişinin anlayıp anlamadığını kavrama ve ona göre yeni yol ve yöntemler belirleme düşüncesi hakimdir. Yani anlatmakta sadece bilgiyi paylaşma, ikna etmede ise paylaşılan bilgiden sonuç alma isteği vardır.
6-) Bir insanın ikna olduğunu nasıl anlarız?
Bir insanın ikna olması demek, pratik olarak adım atması demektir. Yani öğrendiğini yapması, kavradığını yaşaması demektir. İkna olan insan eyleme gelir. Evini açar, dergimizi alır ya da diğer çalışmalarımızın örgütlenmesinde bize yardımcı olur. İkna olmayan bir insan yapmaz ve hep bir bahane ve gerekçelerle geçiştirir, olmazlarla karşımıza gelir.
7-) Faşizm halkı ikna etmek ve halkın bizim karşı cephemizde yer almasını sağlamak için hangi yol ve yöntemleri izliyor?
En başta gerçekleri tersyüz ederek sunuyor. Yalan ve demagojisiyle halkı aldatmaya, kandırmaya çalışıyor. Televizyon-radyo-gazete gibi iletişim araçları; yaptığı yalan, çarpık haberler, dizi, film ve müzikleri yani her şeyi halkı etkilemek için bir araç olarak kullanıyor. Yine aç ve yoksul bıraktığı halka kırıntılar sunarak onları ikna etmeye çalışıyor. Önce bir kuru ekmeğe muhtaç edip sonra ekmeği vererek halkı düşünüyormuş, onların ihtiyaçlarını karşılıyormuş görüntüsü vermeye çalışıyor.
Baskı ve şiddet de faşizmin halkı ikna etmek için kullandığı diğer bir yöntemdir. İnsanların beyninde ve yüreğinde korkuyu yaratarak onun doğru bulduğu bir düşünceyi yaşam biçimi haline getirmesini engelliyor. Böylelikle beyinlere hükmetmeye çalışıyor.
8-) Açları ve yoksulları nasıl ikna edeceğiz?
Bu yaşamın ölümden bir farkının olmadığını kavratmalıyız. Ve en önemlisi de onlara güçlerini göstermeliyiz. Diğer ülkelerde ve kendi ülkemizde yaşanan zulmü ve zulme baş- kaldıranları anlatıp direnişlerin zaferimizi getireceğini göstermeliyiz. İşlerinden atılan ve tek başına direnerek kazanan Türkan Albayrak’ı, Cansel Malatyalı’yı ve Erkan Munar’ı anlatmalıyız. Yalnız olmadıklarını, milyonlarca olduğumuzu, görmeliler.
Bunun için örneğin, bir mahalleye o mahalledeki bütün aç ve yoksulları biraraya getirip birlikteliği, dayanışmayı ve güçlerini büyütecek düşüncelerini paylaşabilecekleri ortamlar yaratabiliriz. Çünkü tek başına anlatmak bir şey ifade etmez; onlar gücü, dayanışmayı ve yalnız olmadıklarını görmek isterler. Yani kazanacaklarına inanmak isterler. Bize düşen bu inancı örgütlemek. Buna yine en güzel örneği ayaklanma süreci veriyor. Devletin yozlaştırmaya, kişiliksizleştirmeye, apolitikleştir- meye çalıştığı halk, zincirlerini kırarak meydanlara koştu. Gaza, TO- MA’ya ve kurşunlara karşı göğüs göğüse çatıştı. Tüm yaratıcılığı ve cüretiyle en önde yürüdü ve şehit düştü. Onlara bu gücü veren bu düzeni değiştirebileceklerine olan inançlarıydı. İşte biz bu inancı yaratabilme- liyiz.
9-) Yoldaşlarımızla yaşadığımız bir sorunu çözerken onu nasıl ikna edeceğiz?
Öncelikle ben bu sorunu çözeceğim iddiasıyla yaklaşmalıyız. Yoldaşımızı eğitme, ona bir şeyler öğretme bakış açısıyla ele almalıyız. Yani sabırlı olmalı, emek harcamalıyız. Bunun için de o yoldaşımızı sahiplenmeli ve sevmeliyiz. Sevmeyen bir insan onu değiştirme üzerine kafa yorup düşünmez. Dolayısıyla onu eğitici yöntemler bulmaz. Bu da bir şeyi yapmaya çalışırken yıkan bir harekete dönüşür. O yüzden aslında en başta o yoldaşımızı sevmeli ve düzene gitmesini engellemek istemeliyiz.
10-) En yakınlarımızı, anne ve babalarımızı nasıl ikna edeceğiz?
Aile ve yakınlarımıza en başta bulunduğumuz yerin güzelliğini ve bu yerin güzelliğinin her şeye değer olduğunu anlatmalıyız. Anlatmakla da kalmamalı aynı zamanda göstermeliyiz. Yoldaşlarımızla tanıştırmalı- yız. Özellikle TAYAD’lı ailelerimizle iletişime geçmelerini sağlamalıyız. Onlara somutta kendi içimizdeki saygı ve sevgiyi, bağlılığı, dayanışma ve yardımlaşmayı göstermeliyiz. Kültürümüzü anlatmalıyız.
Örgütlülüğümüzün, bataklığın içinde büyümeye çalışan bir gül olduğunu, temiz ve ahlaklı olanın biz olduğumuzu göstermeliyiz.
Ve her şeyden önemlisi bizim hareketimiz içinde gördüğümüz değeri hissettirmeliyiz onlara. Bu düzen insana değer vermiyor. İnsanın duygu ve düşüncelerini önemsemiyor. İşte biz ailelerimize bizim için ne kadar değerli olduklarını hissettirdiğimiz oranda, gözlerinde değerimiz ve doğruluğumuz da artacaktır. Bu zaman
la sahiplenmeyi de getirecektir.
11-) Ülkemiz gençliğini nasıl ikna edeceğiz?
Gençliği ikna etmek için onunla arkadaş olabilmek, ona değer verdiğimizi, güvendiğimizi somut olarak göstermek gerekiyor. Örneğin birlikte ödev yapıp ders çalışabiliriz. Kantin sohbetleri, film günleri yapılabilir. Evde (öğrencilerin evinde) müzik, oyunlar ve sohbet eşliğinde arkadaşlık ilişkilerini artıran bir ortam yaratılabilir. O kişinin arkadaş grubuyla tanışıp, kaynaşarak çevremizi ortak- laştırabiliriz. Onların sorunlarını sahiplenmek; ev arama, yurt bulma, aile sorununu çözme konusunda ona yardımcı olabiliriz.
12-) Mahallemizde oturan kadınları nasıl ikna edeceğiz?
Ev kadınları için diyeceğimiz, onların dünyasına girebilmek olmalı. Peki bunu nasıl yaratacağız? Zamanı çoğunlukla evlerinde geçiren kadınların yaşadığı en temel sorun; yoksullukları ya da eşiyle yaşadıkları sorunlar oluyor. Biz kadınların bu sorunlarının genel anlamda çözümünün mücadele olduğunu anlatabil- meliyiz. Bunun için onların emeğinin de olduğu faaliyetler örgütlemeliyiz.
Örneğin kadınların kendi aralarındaki dayanışmayı sağlamalarıyla ikna edebiliriz. Birbirleriyle komşuluk ilişkileri güçlü olan kadınları zincirleme olarak ikna etmek daha kolaydır. O sebeple onların yaşamının, aile ortamının içine girebilmeliyiz. Onlara yapabileceklerini kavratma- lıyız.
13-) İnsanlarımızı dergi dağıtmaya nasıl ikna edeceğiz?
İnsan içinde ne olduğunu bilmediği, yazılanların önemini ve neden insanlara ulaşması gerektiğini kavramadan o dağıtıma katılmak istemez. O yüzden en başta dergimizi okutmalıyız. Derginin içeriğini bilmeyen bir insan
onu nasıl anlatacağını da bilemez. Anlatamadığı ve insanlara satamadığı için de güvensizleşir ve sıkılır, sonra da bir daha dağıtmak istemez. Bunun olmaması için özellikle dergimizi dağıtacak herkesin, dergimizi okumasının koşullarını yaratmalıyız.
Sonra bu derginin ne koşullarda çıktığını ve ne bedellerle dağıtıldığını anlatmalıyız. îrfan Ağdaş’ı, Ferhat Gerçek’ten Engin Çeber’e gelişen süreci, saldırıları ve yaşadıklarımızı anlatmalıyız. Hatta Ferhat’ı göstermeliyiz insanlara. Ferhat’ı tekerlekli sandalyeye mahkum edenlerin “adaletini” anlatmalıyız.
14-) İnsanlarımızı çatışmalara katılmaya nasıl ikna edeceğiz?
Yüreklerine cesaret tohumları ek- meliyiz. Bunun için kin ve sevgiyi büyütmeli, cüreti örgütlemeliyiz. Ber- kin’i anlatmalıyız… Küçücük yaşın
da barikatın en önünde çatışan, düşmana meydan okuyan o kocaman yüreği anlatmalıyız. Ayaklanma şehitlerini örnek göstermeliyiz. Onlar gibi olmayı önlerine koymalıyız. Ve her- şeyden önemlisi neden ve kime karşı çatıştığımızı kavratmalıyız. Bunun adının mahallemizi savunmak yani evimizi, vatanımızı, onurumuzu savunmak olduğunu ifade etmeliyiz. Bu çatışmaları yaratanın düşmanın kendisi olduğunu, bizim de savunmak ve sahiplenmek için bu çatışmaya girmeye zorunlu olduğumuzu göstermeliyiz. Eylemlerimize saldıran polisin kendisidir. Mahallemizi terörize eden, attığı gazlarla halkı rahatsız eden ve mahalle içlerinde gezerek insanları taciz eden polisin kendisidir. Bunlar karşısında direnmek, onuruna sahip çıkmak demektir ve bu çok meşrudur.
15-) İnsanlarımızı basın açıklaması ve anmalara nasıl ikna edeceğiz?
Bunun haklarımızı savunmak, baskıya karşı direnmek ve en önemlisi de değerlerimize sahip çıkmak olduğunu anlatmalıyız. Basın açıklamalarının nedeni ve meşruluğu konusunda kafaları açmak yeterli olacaktır. Bugün yasal açıklamalara ka- tılanları dahi hapishanelere koyuyor faşizm. Bu, insanlarda korku ve kaygı yaratıyor. îşte biz bu korku ve kaygıyı kaldırmalıyız ortadan. Bunu da yerine daha güçlü olan onur-namus- adalet gibi değerleri büyüterek haklı kılabiliriz. Onuru, korkunun üzerine çıkmalı yani… Direnmek meşru görülmeli.
Anmalara katılmak konusunda da halka kendi değerlerini hatırlatmalıyız. Şehitlerimize olan borcumuzu… Mezar ziyaretleri halkın geleneğidir. Biz bu geleneği sürdürüyoruz, bunu göstermeliyiz.
İkna etmede esas olan kendimize güven ve cesarettir.
Yürüyüş499-syf.32-33-34
32- DERGİ DAĞITIMI
1-) Dergimizi Neden ve Nasıl Tanıtmalıyız?
Dergimiz karanlığın ortasında bir fener görevi görmektedir. Burjuvazinin yalan ve demagojileriyle kitleleri karanlığa mahkum etmeye çalıştığı koşullarda dergimiz; kitlelere gerçekleri anlatmakta, bilinç taşımakta ve halkın kurtuluşu olan devrim ve sosyalizmi göstermektir. Bu yanıyla dergimizin önemli bir misyonu vardır.
Dergimiz; Düşmana Karşı En Büyük İdeolojik Mücadele Aracı- mızdır,
Dergimiz;Temel Propaganda Aracımızdır,
Dergimiz; Meşruluğumuzdur,
Dergimiz; İddiamızdır,
Dergimiz; Kararlılığımızdır,
Dergimiz; Halk ve Kadro Eğitiminde En Temel Aracımızdır.
77 milyonluk ülkede bir damlayız. Bu damlanın gücünün farkında olmalıyız. Dergimizle;
Yalanlar Karşısında Gerçekler
Yanlışlar Karşısında Doğrular
Sorunlar Karşısında Çözümleri anlatıyoruz.
Derginin ideolojik-politik mücadeledeki önemini kavramak zorundayız.
Tüm bunları çaldığımız her kapıdaki insana, sokakta, kahvede, mahallede karşılaştığımız her insana anlatmalı, dergimizi okumaları için vermeliyiz.
2-) Dergimizi En Yaygın Biçimde Halka Nasıl Ulaştırırız?
Hemen her faaliyetimizde olduğu gibi, dergimizin dağıtımında da ko- miteleşmeliyiz. Komiteler gücümüzdür.
İster toplu dergi dağıtımında olsun, isterse 3-5 kişiyle mahallelerde yaptığımız dergi dağıtımında olsun, mutlaka komiteleşmeliyiz.
Komiteler faaliyeti zenginleştirir. Merkezi politikaların kitlelere taşınmasında, kitlelerin taleplerinin, nabzının merkeze ulaşmasında komiteler canlı organizmalardır.
Kendi mahallemizi düşünelim. Örneğin, 4 kişiyle dergimizi dağıtıyor olalım. Bu 4 kişilik komiteyle dergimizi hangi sokaklarda dağıtacağız, dergimizi sürekli alan okurlarımız dışında çat kapı nerelere gireceğiz? Komite olarak bunu belirlemeliyiz. Ve ufkumuzu büyütüp, dergimizi o mahallede almayan insan bırakmamayı önümüze hedef olarak koyup, en yaygın biçimiyle dergimizi dağıtmalıyız.
Milyonlara ulaşmak gibi bir hedefimiz var. Dergimiz bu konuda en büyük araçlardan biridir diyoruz. Bu aracı en etkili hale getirmek için sadece derginin dağıtılması yeterli değildir. O derginin okunmasını sağlamak, gruplar oluşturmak, okuma günleri düzenlemek gibi her çaba sorumluluğumuz gereğidir.
3-) Dergi Dağıtırken Her Kapıyı Çalmalı mıyız?
Evet! Mutlaka…
Hedefimiz, istisnasız herkese dergimizi dağıtmak ve okumasını sağlamaktır. Bunun için her kapıyı çalmalı ve dergimizi en yaygın biçimde dağıtmalıyız.
Evden eve, kişiden kişiye, kulaktan kulağa anlatılacak gerçeklerle örgütleneceğiz. Bu, emektir! Yanlış olan her şeyi yıkan ve yerine yenisini koyan devrimci emektir. Tek tek evlere girerek, tek tek insanlara dergimizi ulaştıracak ve anlatacağız.
Bu konuda önyargılı, peşin hüküm veren olmamalıyız. Örneğin, bir mahallemizde dergi dağıtıyoruz. Şu mahallede AKP’liler ağırlıkta, şu apartmanda MHP’liler var vb. dememeliyiz. Gerçeği, iyiyi, doğruyu biz temsil ediyoruz. Kendimizi anlatamayacağımız insan yoktur bu yanıyla. AKP’ye, MHP’ye, CHP’ye vb. düzen partisine oy veren insanlar da sıradan yoksul halkımızdır. Düzen partilerinin etki alanından onları çekip alacak olan da bizleriz.
Bunun için istisnasız her kapıyı çalmalı, dergimizi dağıtmalıyız.
4-) Dergimizi Dağıtırken, Dilimiz, Giyimimiz, Kuşamımız Nasıl Olmalı?
Bir devrimci yaşamın her alanında olduğu gibi giyim-kuşam, tertipli- düzenli-temiz olmak konusunda da örnek olmalıdır… Peki neden? Çünkü onun taşıdığı misyon devrimcidir.
Dergi dağıtırken özenli ve tertipli olmalıyız. Giysilerimiz temiz olmalı. Günlük kıyafetlerimizde; burjuvazinin empoze ettiği ve adına “moda” dediği şeyleri giymemeliyiz. Örneğin; yırtık pantolon, çok dar pantolonlar, kadınlarda da kısa etek veya vücut hatlarını belli edecek elbiseler giyilme- melidir. Abartılı takılardan, tuhaf saç şekillerinden vb. uzak durmalıyız.
Sade, halkın kültüründe olan, biz devrimcileri ifade eden giyim ve kuşamımız olmalı ve halkın karşısına bu şekilde çıkmalıyız. Sonuçta biz de halkın evlatlarıyız.
Dergimizi tanıtırken, sade, anlaşılır, herkesin anlayabileceği bir dil kullanmalıyız. Ajitasyonlarımızda, propagandamızda bu dile özen göstermeliyiz. Çünkü amacımız, dergimizi herkesin alması ve bilinçlenmesidir.
5-) Dergi İçin Gittiğimiz Evlerde, Karşımıza Çıkan İnsana Ne Diyeceğiz?
Öncelikle kendimizi ve dergimizi kısaca tanıtıp içeriğini anlatmalıyız. Amacımız sadece dergimizi dağıtıp parasını almak değildir. Amacımız, öncelikle dergimizi herkesin okumasını sağlamaktır.
Bunun için dergimizi okuyup, içeriğine vakıf olup bu şekilde dağıtmalıyız. Kendimizin bile vakıf olmadığı dergiyi okumasını, halktan nasıl isteyebiliriz. Bu samimi bir davranış değildir.
Kapısını çalıp, dergimizi almasını istediğimiz insana, dergimizin bu sayısında hangi konuları yazdığını anlatmalıyız. Örneğin; o sayımızda emperyalizmin Ortadoğu’ya yönelik saldırıları ön plana çıkıyorsa, sade ve yalın, herkesin anlayabileceği bir dil ve üslupla içeriğini kısaca ifade etmeliyiz.
6-) Dergimizi Almayı Reddedenlere, Kovanlara Karşı Ne Yapacağız?
Kapısını çaldığımız ve dergimizi almasını istediğimiz insan, dergimizi almayacağını, bizlerin hemen kapısından gitmemiz gerektiğini söyleyebilir. Veya bunu tehdit dolu sözlerle hareket ederek de yapabilir.
Bu noktada sakin olmalıyız. Karşımızdaki insanın bizi tanımadığını, amacımızın ne olduğunu bilmediğini unutmamalıyız. Sabırlı ve soğukkanlı olmalıyız. Anlatma, ikna etme temel yaklaşım biçimimiz olmalıdır.
Buna rağmen bizi istemiyorsa, o insanla tartışmak, kavga etmek ya da o insana karşı olumsuz (küfür, hakaret, karşımızdakini rencide etmek vb.) sözler söylemek yerine “iyi günler” deyip oradan aynlırız. Daha sona yine kapısını çalıp, dergimizi alması yönünde ikna etmek için çabalarız. Hiçbir insandan umudumuzu kesmeyiz. Çünkü, biz devrimciyiz, amacımız halkı örgütleyip bilinçlendirmektir. Her insanın düşüncesi her an çeşitli nedenlerden dolayı değişmektedir.
7-) Dergimizi Alıp Bizi Evine Davet Eden Okurumuzun Davetini Nasıl Karşılarız?
Bizimle ilk kez karşılaşmış insanlar, dergimizi almayı önce reddedip, sonra bizim olumlu, yapıcı, ikna edici çabamız sonucu hem dergimizi almayı kabul eder, hem de evlerine davet edebilirler.
Bu davetler çoğunlukla yoğunluktan(!) reddediliyor. Oysa, 5 dakika da olsa, davet edenlere ayıracak zamanımız olmalıdır.
Böylesi bir davetle karşılaştığımızda hemen kabul etmeli ve evine misafir olmalıyız. Aynı saygınlıkta içeriye girip büyüklerimizin ellerini öpüp küçüklerimize sevgi göstermeliyiz. Evin içine girdikten sonra, evde başka bi- rileri de varsa “Merhaba” deyip, varsa büyüklerin elini öpüp gösterdikleri yere oturmalıyız. Bundan sonra kendimizi ve dergimizi tanıtmaya, düşüncelerimizi anlatmaya başlarız.
İşte, bu noktada çok açık olmalıyız. Devrimci oluşumuzu, dergimizi neden dağıttımızı, amaçlarımızı hızla, kısa fakat anlaşılır ve açıklayıcı bir şekilde anlatmalıyız. Bu süre içinde onları da tanımalı, düşüncelerini sormalıyız. Yeniden gelmek için sözleşmeli, geldiğimiz gibi aynı saygınlıkla gitmeliyiz.
8-) “Almak İsterdim Ama Param Yok!” Diyen Birine Nasıl Davranırız?
Halkımız yoksuldur! Yeri gelir 1 TL verip dergimizi de alamaz. Hatta almak isteyip de sadece parası olmadığı için dergimizi almayanlar da çıkabilir. Veya parası olmadığını ama dergimizi de almak istediğini belirtenler de olabilir. Bu noktada ne yapacağız?
Biz dergimizi halkımız okusun, bilinçlensin diye dağıtıyoruz. Elbette dergimizin sürekli çıkabilmesi için paraya da ihtiyaç vardır. Ama böyle bir örnekle karşılaşıldığında, yani dergimizi almak isteyip de, parası olmadığından alamayanlar için, para önceliğimiz olmamalıdır. “Tamam, siz alın dergimizi. Haftaya geldiğimizde parasını alırız sizden, hiç sorun değil” diyebilmeliyiz. Önemli olan dergimizin okunmasıdır. Bunu anlatmalıyız. O derginin parasını bir şekilde telafi edip, dergiye tam olarak öderiz.
9-) Dergi Okurlarımızla İlişkimizin Sürekliliğinin Önemi Nedir?
Kapısını çaldığımız, dergi uzattığımız, ziyaret ettiğimiz, paylaşımda bulunduğumuz her bir ailemize yönelik planımız, hedefimiz olmalıdır. Ailelerimizin devrimci mücadele içinde yer alması kendi gerçekliğine göre hareket etmesi bize bağlıdır. Ailelerin gerçekliğini bilmek; onları
tanımayla, yapabileceklerini ortaya çıkarmayla mümkündür.
Bir kez gidip bir daha kapısını çalmadığımız dergi okurumuzu düşünelim. Sadece o insanın kapısını dergi dağıtmak ve parasını almak için çalıyorsak o insanı örgütlemek değildir amacımız.
Oysa ilişkilerimiz sürekli olmalıdır. O insana sadece dergimizi dağıtmak için değil, hal hatır sormak için evine bir akşam konuk olmak için, dergimiz üzerine sohbet etmek için de gitmeliyiz. İlişkilerimiz ne kadar sürekli olursa örgütlenme faaliyetimiz de aynı derecede güçlü ve etkili olacaktır.
10-) Dergimizi Büyük Bir Güç Haline Getiren Nedir?
“Yıkacağız” dediğimiz faşist düzende devrimci bir yayın çıkartıyoruz. 29 yıldır kesintisiz süren bir yayın faaliyetimiz var. Yeni Çözüm’den Yürüyüş’e dergilerimiz emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiye karşı yürütülen devrim mücadelesinin sesi olmuştur. Bunun içindir ki, dergilerimiz 29 yıldır da sürekli olarak oligarşinin saldırılarına maruz kalmıştır. Defalarca bürolarımızın basıldığı oldu. Yüzlerce çalışanımız gözaltına alındı. İşkencelerden geçirildi. Tutuklandı. Onlarca yılı hapis cezası aldı.
Ayları bulan kapatma cezaları verildi. Maddi olarak da dergiyi çıkar- tamaz hale getirmek için milyarlarca liralık para cezaları kesildi. Dergi okurlarımız, dağıtımcılarımız polis terörüyle karşı karşıya kaldılar. Dağıtımcılarımız, muhabirlerimiz sokak ortasında kurşunlandı.
Dergi, çevremizdeki, ülkemizdeki, dünyadaki olaylar, gelişmeler karşısındaki duygularımızı, düşüncelerimizi, ruh halimizi ortaklaştıran en temel araçlarımızdan biridir.
Evet, dergi bizim kolektif beynimiz, kolektif yüreğimizdir. Aynı olaylar, aynı gelişmeler karşısında aynı duyguları yaşatıyor olmasının nedeni de dergimizin bu özelliğidir. Dergimiz, taraftarından, yönetici kadrolarına kadar büyük ailemizin ortak ürünüdür. Bunun içindir ki, her Cepheli için dergimiz maddi ve manevi çok büyük bir güçtür.
Yürüyüş500-syf.28-29
33- EYLEM ÖRGÜTLEMEK
1-) Bir eylemi nasıl örgütleriz?
Eylemler çok çeşitlidir. Her eylemin kendi farklı gerekleri ve kuralları vardır. Eylem örgütlemek kurmaylıktır. Bir eyleme kurmaylık etmek ise eylemin bütün yönlerini görmek, öncesini ve sonrasını planlamaktır. Eylemler politikalarımızı halka taşımalı, kendi kitlemizi ve halkı eğitmelidir. Eylem, kitleselleşmeye ve kadrolaşmaya hizmet etmelidir.
Bir eylem örgütlemek için önce eylemin içeriğini ve hedefini belirler; komitesini kurar, iş bölümü yapar, program çıkarırız. Daha sonra eylemin duyurusunu, ajitas- yon-propaganda çalışmasını yaparız.
Eylem örgütlemek disiplin ve yoğunlaşma gerektirir. Telefonla iş yapmak, eylem örgütlemek, imalı konuşmak disiplini çiğnemektir.
Eylem her şeydir, içinde devrimci çalışmanın hemen tüm yanlarını barındırır. Bir eylem onlarca küçük işle birleşir.
Eylemleri gerçekleştirmek için gereken araçlar ve imkanlar emekle, halkın imkanları, devrimcilerin yaratıcılığı ve üretkenliği harekete geçirilerek karşılanmaya çalışılmalıdır.
2-) Bir eylem bizim için ne ifade eder?
Eylem devrimci çalışmanın tüm yönlerini içinde barındırır. Bir eylemde kitle çalışması, ajitasyon, propaganda çalışması, kolektivizm, toplantılar, bildiri dağıtımı, afişleme, kuşla- ma, akla gelebilecek tüm araçları kullanmak mümkündür. Yani her eylem illegal, legal fark etmeksizin devrimci bir adımdır. En küçük bir eylem bile büyük savaşımızın bir parçası olması nedeniyle önemlidir.
Eylemlerimizde amacımız sadece bir hakkı almak ya da bir saldırıyı, anti-demokra- tik uygulamayı protesto etmek değildir.
Elbette amaçlarımızdan biri budur. Ama daha önemlisi, halkın sorunlarına sahip çıkmasını, demokratik mücadele içinde aktif olarak yer almasını sağlamaktır. Eylem halkın demokratik mücadele içinde eğitilmesine, örgütlenmesine, sistem dışına çıkarılmasına yani devrimcileşmesine hizmet etmelidir. Çalışmamıza, örgütleyeceğimiz eylemlere de bu gözle bakmalıyız. Çalışma tarzımızı da, kitleye yapacağımız propaganda ve ajitasyonu da, eylemin şeklini, biçimini de bu perspektifimize göre belirlemeliyiz. Yani stratejik hedeften, kitleleri devrime taşıma, yönlendirme hedefinden uzaklaşmamalıyız.
3-) Eylem neden iradi bir örgütlenmedir?
Eylem kendiliğinden ortaya çıkacak bir durum değildir. Eylem başından sonuna kadar hazırlanışı, güvenliği, kitlelere taşıdığı bilinç ve propaganda, son olarak değerlendirme süreçleriyle bir bütün olarak harekete, kitle çalışmasına ve emeğe ihtiyaç duyar. Her eylem bir kitle çalışmasıdır. Protesto edilen, boykot edilen, işgal edilen, hesap sorulan vb. tüm eylemlerin kitlelerce nedenlerinin bilinmesi, kitlelerin katılması açısından önemli bir kitle çalışmasıdır.
4-) Her eylem için neden komite kurmalıyız?
Komite her şeyden önce kolektivizmin hayata geçirildiği bir örgütlenmedir. Yani hem aklımızı ortaklaştırır hem de daha güçlü bir sahiplenmeyi hayata geçirir. Aynı zamanda işlerin tek bir kişi yerine birden fazla kişinin omuzlarında yükselmesini ve bu kişilerin yüklendikleri sorumluluklar oranında da eğitilmelerini sağlar.
Örgütlenecek her faaliyetin ilk adımı komite kurmak olmalıdır.
Komite kurmak da yeterli değildir. Komite işletilmelidir.
Komite sadece bir iş paylaşımı değildir. Birlikte çalışmak, birlikte değerlendirme yapmak, birlikte politika üretmektir.
Eylemin daha geniş kesimlerce bilinmesi, katılımının sağlanması için eylem içinde farklı sorumluluklar alacak yeni komiteler oluşturmak gerekir. Ajitasyon-propaganda komitesi, eylem güvenliği komitesi, eylem koordinasyonu komitesi, kitle çalışması yapacak komiteler…vb. Eylem ne kadar çok insan tarafından örgütlenir, sahiplenilirse o kadar çok kitlesellik yakalanır ve o kadar çok insan politik bir sürece katılmış olur.
5-) Eylem neden planlı, programlı olmak zorundadır?
En küçük bir eylem bile büyük savaşımızın bir parçasıdır. Ciddiyetini her eylem yansıtmalıdır. Bu önemi ve ciddiyeti en iyi şekilde hayata geçirmek için de plan ve program şarttır. Oysaki bizim her eylemimiz devrimci mücadeleyi büyütmeyi amaçlayan bir araçtır. Bu aracı en iyi şekilde planlı ve programlı şekilde hayata geçirdiğimizde amacımıza ulaşırız. Oldubitticilik, hazırlopçuluk, kendiliğindencilik devrimci bir tarz değildir.
Eylemlerimizin her anı örgütlü olmalıdır. Eylem komitesi belirsizlikleri ve kendiliğindenciliği ortadan kaldırmak için eylem öncesi bir toplantıyla iş bölümü yapmalıdır.
Eylemin yeri ve zamanı, kimlerin katılacağını, ve kimin kimi veya kimleri eylem alınana getireceği, pankart kullanılacak mı, pankartı kim hazırlayacak, pankarta ne yazılacak, atılacak sloganlar, kimin nerede duracağı, sloganları kimin attıracağı, pankart haricinde başka görsel propaganda malzemesi kullanılacaksa, bunları kimin hazırlayacağı, eylem alanına pankartı kimin getireceği, yedek pankart ve bu yedek pankartı kimin getireceği, eylemin ne kadar süreceği, nasıl dağınılacağı, insanların güvenliğinin nasıl alınacağı, polisin gelmesi durumunda nasıl bir tavır gösterileceği, konuşmayı kimin nasıl yapacağı, basını nasıl, ne zaman ve kimin çağıracağı, eylemi kimin nasıl başlatacağı ayrıntılı olarak konuşulur ve birlikte program çıkartılır.
6-) Her eylem bir okuldur, neden?
Eylemi tarif ederken bir kitle çalışması olduğunu ve neredeyse devrimci faaliyetin bütününün hayata geçtiğini aktarmıştık. Eylem kitleleri ve bizleri eğiten bir okuldur.
Eylemlerimiz halka düzenin gerçekliğini, örgütlülüğün gücünü görmesini, kendisine ve halka olan güveninin gelişmesini sağlar. En önemlisi de halkı politikleştirir. Eylemlerimiz tüm pratik süreci eğitime dönüştürür. Halka güveni, yoldaşlarımıza güveni, plan ve programın önemini kolektivizmin gücünü, kararlılığı, ısrarcılığı, sonuç alıcılığı en iyi şekilde yoldaşlarımıza öğreteceğimiz, öğreneceğimiz bir okula dönüşür.
7-) Eylemlerde ajitasyon ve propaganda çalışması neden olmazsa olmazdır?
Eylemlerimiz bir amaç değil bir araçtır. Bu araçla amaçladığımız halkın bilinçlenmesi, örgütlenmesidir. İşte o bilinçlenmede örgütlenmede eylemin duyurusu (afiş, bildiri, kapı çalışması, sesli vb. duyurular) görsel zenginlikte hazırlanan halka sunulan eylemin nedenlerinin, amaçlarının halka en iyi şekilde anlatılmasıyla gerçekleşir.
Tüm bunların olmadığı bir eylem düşünmek mümkün müdür? Tek bir slogan dahi atılmadan, tek bir pankart, afiş vb. yapılmadan ve amaçları olmayan bir eylem olmaz.
Ki silahlı eylemler bile politikleşmiş silahlı propagandayı esas alarak örgütlenir. Eylemlerimizin kitleselliği, kitlelerin bilinçlenmesi, eylemlerimizin daha geniş çevrelerce duyulması için ajitasyon ve propaganda çalışmasının en etkin şekilde hayata geçirilmesi önemlidir.
8-) Eylemlerimiz neden geniş kitlelerin katılımım hedeflemelidir?
Eylemlerimiz yapılmak için amaçlarımız değil en geniş kitlelerin bilinçlenmesini ve örgütlenmesini amaçlayan araçlarımızdır. Eylemlerimiz halkın en geniş kesimlerini birleştirecek şekilde örgütlenmelidir. Eylemlerde kitlesellik yaratmanın en temel yolu ise kitle çalışmasıdır. Yaygın bir kitle çalışması yani yüz yüze, bire bir kapılar çalınarak yapılacak kitle çalışmalarının kitleselliği sağladığına defalarca tanık olduk.
Ayrıca her eylemin bir hedef kitlesi vardır. Fakat biz eylemin hedeflediği kitleye giderken o kitle dışındaki halklara da gidelim. Kitlesellik böyle yaratılıyor.
En geniş kitlelerin katılımı için planlı, programlı komitelerle çalışmamız şart. Mesela Gazi Mahallesi’nde yapılacak olan bir etkinlikte planımız, o bölgede oturan ortalama 30 bin evin kapısı çalınarak bildiri ile çağrı yapılacak. 30 bin ev kapısının da Gazi
Mahallesi’nin çevresindeki mahallelere gidilip politikalarımızın götürüldüğünü düşünün. Bu gibi bir kitle çalışması otomatikman katılması muhtemel kitleyi iki katına çıkaracaktır.
9-) Eylem güvenliği nedir? Bir eylemin güvenliğini alırken nelere dikkat etmeliyiz?
Eylem güvenliği adı üstünde eylemin gerçekleşmesini engelleyecek faktörlere karşı alınacak tedbirler ve eyleme katılan kitlenin güvenliğidir. Eyleme katılan kitlenin can ve mal güvenliği eylemi örgütleyen komitenin sorumluluğudur. Bu yüzden eylem yapılacak bölge, güzergah önceden tespit edilmeli, eylem öncesi mutlaka kontrol edilmeli ve alternatif güzergahlar da belirlenmelidir.
Eylemlerimizin belirlediğimiz saat ve yerde gerçekleştirilmesi için oluşabilecek engellere karşı uyanık olmak zorundayız. Evet, tek kişi de kalsak eylemlerimizi yaparız fakat biz tedbirimizi alalım. Kitle güvenliği eylemden daha önemlidir.
Herhangi bir faşist-çete saldırısına karşı da güvenlik önlemi alınmalıdır. Güvenlikten sorumlu arkadaşlarımız her türlü gelişmeyi görebilecekleri durumda olmalıdırlar. Herhangi bir saldırı durumunda kitleyi kontrol altına alabilecekleri bir planları olmalıdır.
10-) Neden her eylem sonrası değerlendirme yapmalıyız?
Her eylem sonrası mutlaka o eylemin değerlendirilmesi yapılmalı; olumluluklar, eksiklikler, olumsuzluklar… deneyime dönüştürülmelidir. Eksiklerin, yapılmayanların nedenlerini bulmalı ve bir sonraki eylemde bu hataları ve eksikleri tamamlayacak şekilde hareket etmeliyiz. Bu değerlendirmeleri bir eğitim çalışması gibi özenli ele almalıyız.
Unutmayalım! Her değerlendirme toplantısı aynı zamanda bir eğitim çalışmasıdır.
Yürüyüş 501-syf.30-31