1-Anayasa
1 -) Anayasa nedir?
Bir sistemin en temel yasasıdır. Bütün yasaların dayandığı, sistemin temel ilkelerini ortaya koyan ana hukuki bir metindir.
2-) Anayasalar ne ifade eder?
Anayasalar, yeni bir şey yaratmaz ve yapmaz. Varolanı tespit ve ifade eden metinlerdir. Belli mücadeleler, savaşlar, devrimler gibi alt üst oluşlar sonucunda belli bir sistem şekillenmekte ve anayasa da sınıflar mücadelesinin ortaya çıkardığı bu siyasal sonuçların hukuksal ifadesi olmaktadır.
Sistem anayasaya göre değil, anayasalar ortaya çıkmış bulunan sisteme göre şekillenir.
3-) Anayasalar sınıfsal mıdır?
Evet sınıfsaldır. Her anayasada, bir sınıfın belirleyici damgası vardır. Hukukun, yasa ve anayasaların kendi başına bağımsız bir tarihleri yoktur. Hiçbir anayasa sınıflardan bağımsız olmamıştır. Yani bir sınıfın damgasını taşımayan bir anayasa yapılmamıştır. Yasalar ve anayasalar, toplumlar tarihinin omurgasını oluşturan sınıflar mücadelesinin gelişim seyri içinde şekillenir ve o seyir içinde belli roller yüklenirler.
Hukuk bir üst yapı kurumudur ve alt yapı tarafından belirlenir. Eğer bir ülkede kapitalist ilişkiler mevcutsa anayasalar kapitalizmin ihtiyaçları ve çıkarlarına göre şekillenir. Eğer bir ülkede sosyalist bir sistem varsa, o ülkenin anayasasında halkın çıkarları esas alınır. Bir toplumun anayasası, o toplumda geçerli olan siyasal düzeni korumayı amaçlar. O nedenle ne devlet herkesin devletidir, ne de anayasa tüm halkın anayasasıdır.
4-) Anayasalar nasıl oluşmuştur?
İnsanlık tarihine baktığımızda anayasaların oldukça yeni bir olgu olduğunu görürüz. İnsanlık anayasalarla tanışalı henüz bir kaç yüzyıl kadar olmuştur. Hukukun tarihi çok eskiyken ve çeşitli biçimlerde tüm sınıflı toplumlarda varken, anayasalar esas olarak burjuvazinin gelişmesine paralel bir gelişim göstermiştir.
Köleci ve feodal toplumlarda egemen sınıfların otoritesi, mutlak bir otoritedir. Otoritenin başka toplumsal kesimlerle paylaşımı genellikle söz konusu değildir. Tiranlar, beyler, çarlar krallar, padişahlar hem yasayı koyan, hem de uygulayan güçtürler. Zaten yasa onların iki dudağı arasından çıkan olduğu için bunların hepsini içerecek bir “üst yasa” ihtiyacı duyulmamıştır. Ne zaman ki burjuvazi gelişmeye başlar, işte o zaman krallıklarla burjuvazi arasında bir yetki savaşı da patlak verir. Anayasalar işte bu savaşların hem zemini hem aracı olarak devreye girer.
1789 Fransız Devrimi, anayasacılık hareketlerinin çıkış noktası kabul edilir. Fransız Devrimi sonrasında yapılan 1791 Anayasası bu anlamda ilklerden biridir.
5-) Anayasaların hükmü ne kadar geçerlidir?
Meclisleri kuran da, anayasaları yapan da egemenlerdir. Yine anayasaları ihtiyaçlarına göre delen
ler de onlardır. Çünkü hüküm aslında anayasalarda değil, o anayasaları yapanlardadır.
Burjuvazi yönetiminin meşruluğu gereği, mevcut anayasa ve yasalara uymaya asgari olarak dikkat eder; ama sınıfsal çıkarları gerektirdiğinde de yasa ve anayasaları çiğnemekte bir an bile te- redüt etmez.
6-) Ülkemizde bugüne kadar kaç anayasa yapılmıştır?
– 1876 Kanun-i Esasi
– 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
– 1924 Anayasası
– 1961 Anayasası
– 1982 Anayasası
7-) Anayasalar tek başına sorunları çözmeye yeterli midir?
Bazıları anayasalara olduğundan ve olabileceğinden çok fazla önem atfediyorlar. Kuşkusuz anayasalar önemsiz değildir. Fakat onların ne kadar önemli ve belirleyici olduğu NASIL, HANGİ KOŞULLARDA ve KİMLER tarafından yapıldıklarıyla ilgilidir. Anayasalar, tek başlarına bir ülkenin sorunlarını sistemin niteliğini değiştiremezler. Çünkü sınıfsal güç dengeleri anayasa ile belirlenmezler, tersine anayasalar sınıflar güç dengelerinin ifa- desidirler. Dolayısıyla eğer sisteme sömürücü sınıflar egemense, o ülkede yapılacak anayasa da sömürücü sınıfların niteliğine ve ihtiyaçlarına cevap veren bir anayasa olacaktır.
8-) Bugün ülkemizde süren anayasa tartışmalarını nasıl değerlendirmeliyiz?
Bugünkü tartışmalar sadece bazı hukuki maddelerin tartışılması meselesi değildir. Yapılacak değişiklikler halkın ihtiyaçları doğrultusunda değil; emperyalizm, işbirlikçi tekeller ve AKP iktida-
nnın ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmiştir.
Tartışma; faşizmin sürdürülmesi tartışmasıdır. Sistemin kendi anayasasını emperyalizm ve oligarşinin ihtiyaçlarına göre düzenleme tartışmasıdır. Diğer tüm tartışmalar aldatmacadır.
9-) Anayasaları kimler nasıl yapar?
Anayasaları iktidarda hangi sınıf ve katmanlar varsa onlar yapar. Kapitalist sistemde anayasayı yapanlar işbirlikçi tekeller ve onların temsilcileridir.
Sosyalizmde ve halk iktidarlarında ise tüm halk kesimlerinin katılımı ile yapılır.
Emperyalist ve yeni-sömürgelerde zaman zaman halkın mücadelesinin sonucu olarak, sömürücü egemen sınıflar istemese de, anayasalarda halkın talepleri doğrultusunda bazı eklemeler, çıkarmalar yapılabilir. Bunlar anayasaların temel sınıfsal niteliğini değiştirmese de, halklar için kısmi demokratik kazanım- lardır.
10- ) “Sivil anayasa”, “Askeri anayasa” tartışmalarından ne anlamalıyız?
12 Eylül Anayasası’nın bir diğer ismi Cunta Anayasası’dır. Açık faşizm koşullarında yapılmıştır. Ancak anayasanın “siviller” tarafından yapılmış olması, sivil ve askeri anayasaların farklı olduğu anlamına gelmez. Anayasanın niteliğini belirleyen asker veya siviller tarafından yapılıp yapılmaması değil, yapanların niteliğidir. Siviller yaptı diye hiçbir anayasa otomatikman demokratik olmaz.
Her anayasa tartışmasında bir “sivil anayasa” söylemidir alır başım gider. Bu bir aldatmacanın on- yıllardır tekrarıdır. Anayasanın sivil veya askeri olması halk açısından önemsizdir. Oligarşi tara
fından hazırlanan ve onaylattırılan tüm anayasalar aynı zihniyetle ve emperyalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Onlarda halkın yararına bir şey yoktur. Varolan kısmi haklar da sistemin meşruiyetini sağlamaya ve kitleleri düzen içinde tutmaya hizmet eder.
11- ) Yeni-sömürge bir ülkede anayasa neyi ifade eder?
Gerek emperyalist, gerekse de yeni- sömürge ülkelerde, anayasalar emperyalizm ve işbirlikçilerinin çıkarlarına hizmet etmek üzerine yapılmıştır. Yeni-sömürgelerde burjuva demokrasisi yerine bir “demokrasicilik oyunu” olması nedeniyle, anayasalar çoğu zaman bizzat oligarşik yönetim tarafından çiğnenir. Oligarşik diktatörlükler, kendileri istediği zaman anayasayı çiğnerler, ama anayasayı esas olarak halka karşı kullanırlar. Anayasanın çiğ- nenmesini veya “anayasal düzene karşı” mücadeleyi en ağır cezalarla cezalandırırlar.
12- ) Ybni anayasalar nasıl yapılır?
Eğer farklı ve yeni bir anayasa isteniyorsa bu değişiklik niteliksel bir alt üst oluş olmaksızın gerçekleşmeyecektir. Sömürücü egemenlerin anayasalarının karşısına halk anayasasıyla çıkılacaksa yani oligarşinin iktidarının yerine halkın iktidarı kurulacaksa, bunun yolu da yukarıda sözünü ettiğimiz tarzda bir alt üst oluştan geçmek zorundadır. Başka türlü yeni bir anayasa yapılmaz.
Sistemin kendi ihtiyaçları doğrultusuna yeni anayasalar yapılabilir elbette; ama bunlar sadece biçimsel olarak yenidir. Değişikliklere rağmen muhtevaları genel olarak aynı kalır; kapitalizmin ve faşizmin anayasası yürürlüktedir yine.
13- ) Burjuva demokrasilerinde ve yeni sömürgelerde anayasalar nasıl yapılır?
Emperyalist ülkelerde ve yeni sömürge ülkelerde anayasalar gerçek anlamda halkın katılımıyla yapılmaz. Burjuva demokrasilerinde, faşizme göre nisbeten daha geniş katılım biçimleri görülebilir, ama bunlar demokrasinin biçimsel uygulanışından öte bir anlam taşımaz. Çünkü anayasaların niteliğini belirleyen, iktidardaki tekellerdir. Tekellerin ve devlet bürokrasisinin hazırladığı anayasalar çeşitli propaganda ve aldatma yöntemleriyle halka onaylattırılmıştır.
14- ) Sosyalist ülkelerde anayasalar nasıl yapılır?
Sosyalist sistemle kapitalist sistem arasındaki en temel farklılık anayasaların yapımına halkın iradesinin yansıyıp yansımadığıdır. Kapitalist sistemde, halkın iradesi, biçimsel bir unsur (burjuva demokrasilerinde) veya düpedüz demagojiden (faşizmde) ibaretken, sosyalist sistemde ise, halk anayasanın yapımının asli unsurudur. Zaten iktidarda olan da halktır. Anayasa halkın çıkarlarını korumak içindir. Bu nedenle de anayasanın taslağından son haline kadar her aşamada halk doğrudan işin içindedir. Sovyet ve Küba anayasaları, halkın hemen tamamının katıldığı anayasa hazırlık ve onay süreçleriyle örnektirler.
15- ) Anayasa deyince aklınıza gelen ilk şey nedir?
Kapitalist toplumda, baskı, zulüm, açlık, yoksulluk, yok sayılma. Sosyalist toplumda eşitlik, adalet, hürriyet…
Yürüyüş227-syf.42-43
2-NATO
1-) NATO Nedir?
NATO’nun açılımı Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’dür. “Komünizm tehlikesi”ne karşı emperyalist dünyayı savunmak adına 4 Nisan 1949’da kurulmuştur. Sosyalist blok ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren halklara karşı emperyalistlerin askeri ittifakıdır. Kurucu üyeleri ABD, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’dir. 1952’de Türkiye ve Yunanistan, 1954’te de Federal Almanya NATO’ya üye oldular. NATO’nun üye sayısı, emperyalizmin ihtiyaçları çerçevesinde NATO’nun müdahale ve örgütlenme alanının genişletilmesiyle bugün 42’ye kadar çıkmıştır.
2-) Emperyalistler NATO ’ya neden ihtiyaç duydu?
Bu ihtiyacın temel nedeni sosyalizm korkusudur. Bu öyle bir korkudur ki dünyanın dört bir yanında pazar kavgasında birbirlerinin kanını döken emperyalistleri ittifak yapmaya zorunlu kılmıştır. Düşünün, 1. Paylaşım Savaşı’nda, Sovyet devrimiyle pazarlarının altıda birini kaybettiler. 2. Paylaşım Savaşı’na tutuştular; altıda bir, üçte bire çıktı. Avrupa’da Sovyet Kızıl Ordusu’nun desteğiyle Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta gerici iktidarlar yıkıldı. Almanya’nın yansı sosyalist sisteme dahil oldu… Emperyalistler daha sonra Yugoslavya’yı kaybettiler, 1949’da Çin devrimi oldu. Dünyanın dört bir yanında da ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları var. Gördüğünüz gibi 1945’- lerden sonraki bu tablo emperyalistler için hiç de iç açıcı değildir. Artık sorunu savaşla da çözemezlerdi üstelik. Ve üstelik, nükleer silahların olduğu bir dünyada, bir savaş kendi sonlarını da getirebilirdi. Onun için kendi aralarındaki sorunları savaşlarla çözmek yerine, askeri-ekono- mik ittifaklara yöneldiler. NATO gibi askeri ittifaklar (ve IMF, Dünya Bankası gibi ekonomik ittifaklar), işte bu koşullarda oluşturuldu.
3-) NATO sadece bir askeri birlik mi?
NATO’yu tek başına emperyalist orduların birliği olarak değerlendirmek eksik olur. Askeri olarak NATO emperyalist sistemin bekçisi ve jandarmasıdır. Ancak misyonu sadece bununla sınırlı değildir. NATO aynı zamanda dünya halklarına yapılacak saldırıların örgütlendiği politik bir karargâh olarak çalışmaktadır.
Örneğin sosyalist ülkeleri yıkmaya yönelik karşı-devrimci faaliyetler, komplolar, provokasyonların büyük bölümü NATO karargâhlarında örgütlenmiştir.
Avrupa ülkelerinde ve NATO üyesi yeni-sömürgelerde antikomünist hareketler ve kontrgerilla teşkilatları NATO kararlarıyla örgütlenip şekillendirilmiştir.
Amerikan emperyalizmi, yeni-sömürgelerde faşist cuntaların işbaşına getirilmesinde NATO’ya da özel görevler vermiştir.
Bu anlamda da NATO, cuntalardan, kontrgerilla operasyonlarından, ölüm mangalarından, işkence ve tecavüzlerden, katliamlardan, kayıplardan sorumlu emperyalist kurumların başında gelir. Emperyalistlerin dünya halklarına karşı işledikleri suçların merkez üslerinden biridir NATO.
4-) Kontrgerilla da NATO’nun rolü nedir?
Evet. Avrupa genelinde bir kontrgerilla örgütlenmesinin kurulması daha NATO’nun ilk anlaşma metninde yer almıştır. Resmi bir karardır yani. Karar aynen şöy- ledir; “NATO’ya üye olan devlet, komünizme karşı mücadele edecek devlet kuruluşunu oluşturmak zorundadır. Bu örgütte yer alacak kadroları gizli tutulacak, gizlilik içinde çalışacaktır. ”
Bu maddeye bağlı olarak da NATO üyesi ülkelerde kontrgerilla örgütlenmeleri kuruldu. Örnek verirsek; İtalya’da Gladio, Fransa’da Rüzgar Gülü, Yunanistan’da Koyun postu, Belçika’da-Kılıç, Hollanda’da Namuslu HollandalIlar, Avusturya’da Gezici Spor ve Dostluk Birliği… adı altında kontrgerilla teşkilatlan oluşturuldu. Sosyalist sistemin dağılmasıyla Avrupa’daki kontrgerilla örgütlenmelerine ihtiyaç azalmış ve bunlar belli ölçülerde tasfiye edilmiştir. Ancak ekleyelim ki, işledikleri suçlardan dolayı tek bir kişi cezalandırılmamıştır.
5-) Sosyalist sistemin yıkılmasıyla NATO’nun işlevi değişti mi?
NATO’nun kuruluşunda belirtilen gerekçesi ortadan kalktı. Ancak dünyada sosyalizm tehlikesi bitmediği, emperyalizme boyun eğmeyen ülkeler, halklar ve emperyalist sömürünün giremediği topraklar olduğu sürece NATO’nun işlevi de sürecektir. Emperyalist sistem var oldukça, NATO da kendi varlığını meşrulaştıracak gerekçeler üretecektir. Tıpkı ‘90’larda Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerin denetim altına alınması görevini üstlendiği gibi.
NATO’nun müdahale alanını emperyalistlerin ihtiyaçlarına göre genişletilmiştir. ‘91’deki NATO zirvesinde “Rusya’da ve eski sosyalist ülkelerdeki karışıklıklar… Ortadoğu ve Akdeniz’in güneyindeki ülkelerden gelebilecek tehdit-
ler” denilerek, bu bölgeler de NATO’nun müdahale kapsamına sokulmuştur. 2004 NATO zirvesinde ise, Asya da müdahale alanı sayılmıştır. Kısacası dünyanın neresinde emperyalistlerin çıkarlarını tehdit eden bir gelişme olursa, NATO’nun işlevi de ona göre yemlenmektedir.
6-) ABD NATO ilişkisi nedir?
Kurulduğu günden bu yana NATO’da Amerika’nın belirleyiciliği vardır. Bu belirleyicilik ABD’nin verdiği asker sayısıyla, finansmanıyla pekiştirilmişin Amerika, NATO’nun her karar ve operasyonunda son söz sahibidir. NATO, ABD’den ve politikalarından bağımsız düşünülemez. 1999 yılında yapılan NATO zirvesinde, NATO’nun “istikrarsızlıklar, organize suçlar, kitle imha silahlarının yayılması ve terör tehdidine karşı ” savaştırılması kararının alınmasıyla, NATO, alenen Amerika’nın politikalarının hizmetindeki bir askeri örgüte dönüştürülmüştür.
7-) NATO Irak’ta neden yoktu?
Emperyalistler arası çelişkilerin varlığını unutmamak gerekir. Amerika, imparatorluğunu ilan etse de, bu tüm emperyalistlerin ona kayıtsız, şartsız uyacağı, sömürüden daha az pay almayı kabul edecekleri anlamına gelmiyor. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, emperyalistlerin bir kısmı Irak işgaline daha fazla pay hesaplarıyla karşı çıkmışlardır. Bu nedenle işgale bir çok NATO üyesi asker göndermiş olsa da, NATO resmen dahil edilememiştir. Emperyalistler, anlaştıklarında, Yugoslavya’da, Afganistan’da olduğu gibi NATO şemsiyesi altında hep birlikte de saldırmaktadırlar.
8-) Türkiye NATO’ya nasıl üye oldu?
1950 seçimleriyle iktidara gelen ve geleceğini emperyalizmle işbirliğinde gören Menderes iktidarı, NATO’ya üyelik başvurusu yaptı. Ama önce oligarşinin rüştünü ispat etmesi gerekiyordu. Oligarşi için Kore savaşı bu açıdan iyi bir fırsattı. 28 Temmuz 1950’de Kore’yi işgal eden NATO güçlerine Türkiye de 4500 askerle katıldı. Kore’de en şiddetli çatışmaların yaşandığı cephelere Türkiye askerleri sürüldü. Kore’ye giden 4500 askerden 3130’u bu cephelerde öldü. Böy- lece Menderes iktidarı, binlerce gencimizin kanıyla emperyalistlere iyi bir işbirlikçi olacaklarını ispat etmiştir. Ödül olarak da 18 Şubat 1952’de Türkiye NATO üyeliğine kabul edildi.
9-) NATO’ya üye olmanın Türkiye için anlamı nedir?
Bağımlılık! Türkiye ordusu Kurtuluş Savaşı’nda emperyalist işgalcilere karşı bağımsızlık savaşı veren bir orduydu değil mi? Oysa bu ordu, Kore’de emperyalizmin ordusuna dönüştü. Vatanını işgale karşı koruyan Kore halkının kanını döktü.
NATO’ya üye olunmasıyla Türkiye, bağımsızlığını tamamen kaybetmiş, emperyalizme bağımlı bir ülke haline, TSK da kurtuluş ordusundan emperyalizmin emrinde bir ordu haline dönüşmüştür. TSK, ondan sonra emperyalizm adına 13 kez yurt- dışında uşakça görevler üstlendi. Kore’de, Yugoslavya’da, Afganistan’da, Bosna-Hersek’te, Kosova ve Letonya’da emperyalizmin hizmetinde yeraldı.
10- ) NATO’ya üye olmak başka yükümlülükler getiriyor mu?
Bağımsızlığını kaybetmişsen, emperyalizmin işgal ordusuna dönüşmüşsen, emperyalizmin istediği her şeyi de yerine getirmek zorundasın. Emperyalistler NATO anlaşmasına ve ikili anlaşmalara dayanarak, ülkemiz topraklarını ve ordusunu istedikleri gibi kullanmaya başladılar. Bir çok ABD ve NATO üssü kuruldu. Emperyalistlere tahsis edilen bu üslerden kalkan uçaklar, Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da halkların kanını döktü. NATO’ya üye olmak emperyalizmin askeri olmaktan, onun adına halkların kanını dökmekten başka bir yükümlülük getirmiyor.
11- ) NATO gibi bir güç Türkiye ’ye neden ihtiyaç duyar?
Birçok nedeni var. Sıralarsak:
Birincisi yeni-sömürge askeri ucuz askerdir. ABD Dışişleri Bakanlarından John F. Dulles 1950’ler- de, “NATO’ya en ucuz askeri Türkiye sağlıyor. Bir Türk askerinin bize maliyeti 23 cent!” demişti. ABD başkanlanndan Ro- nald Reagan ise günlüğüne şöyle yazmıştı: “Bir Türk askeri yılda 6 bin dolara mal oluyor. Eğer onu bir Amerikan askeriyle değiştirmeye mecbur kalırsak maliyet 90 bin dolara çıkıyor. ”
İşte emperyalistlerin ülkemize ve orduya bakışı budur. Ucuz pazar, ucuz asker. “En iyi ihraç malınız ordunuz” denilerek oligarşiye ordunuzu iyi pazarlayın denilmektedir.
İkincisi, emperyalistler işgal bölgelerinde kendi askeri öldüğünde oluşan iç kamuoyundan rahatsızdır. Onun için yeni-sömürge askerinin ölmesi onları bu dertten de kurtaracaktır.
Üçüncüsü; askeri nedendir. Hem sayısal olarak, hem coğrafi olarak emperyalizmin doğrudan müdahalesinin yetersiz kaldığı durumlarda işbirlikçi ülke orduları kullanırlar. Böylelikle hem hareket alanları, hem cepheleri genişlemiş olur.
12- ) Ülkemizdeki kontrgerillayı da NATO mu örgütledi?
Yukarıda belirtmiştik; NATO üyesi olmanın şartlarından biri komünizme karşı mücadele edecek gizli bir örgütlenme oluşturmaktı. Ülkemizde, NATO’ya üye olunduktan çok kısa bir süre sonra 27 Eylül 1952’de “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla ilk kontrgerilla teşkilatı kuruldu. Bu kurumun adı 1945’te Özel Harp Dairesi, 1990’lardan sonra Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değişmiştir. Ve bunlar, kendi halkına karşı her türlü katliam, kaybetme, işkence, prova- kasyon… yöntemlerini uygulamıştır. Sonuçta oligarşi emperyalizmin direktifleri doğrultusunda kendi halkına karşı savaşacak şekilde, iç savaşa göre örgütlenmiştir. Örgütleyenlerden biri NATO’dur.
13-) NATO gibi bir güce karşı durulabilir mi?
Buna iki dönemden örnek verelim. 1950’de NATO güçleri “komünist
tehdit” gerekçesiyle Kore’yi işgal etmişti. Devasa askeri ittifak Kore halkına boyun eğdiremedi. Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını engelleyemedi. 2001’de “Teröre karşı savaş” gerekçesiyle tüm NATO ülkeleri Afganistan’ı işgal ettiler. Buna karşın bir çok olanaktan mahrum bırakılmış yoksul Afgan halkı, yıllardır NATO’ya karşı direniyor ve ülkenin büyük bir bölümünü denetimi altına almış durumda. Afganistan, NATO’nun direnen ve savaşan halklar karşısındaki acizliğinin kanıtıdır.
14-) NATO üyeliğinden çıkamaz mıyız?
Oligarşinin zaten böyle bir niyeti yok. Olamaz da. Onun için oligarşinin iktidarı yıkılıp halkın iktidarı kurulmadan ne NA- TO’dan, ne de diğer emperyalist kurumlardan kurtulamayız. Emperyalizmle tüm bağlılık ilişkilerini koparıp atacak olan halkın devrimci iktidarı olacaktır. Ve halkın iktidarını kurmak için NATO’ya karşı da, işbirlikçi ordusuna karşı da savaşmanın gerektiğini çok iyi biliyoruz.
15-) Bağımsız, demokratik Türkiye ’de NATO ’nun durumu ne olacak?
Bağımsız, demokratik, sosyalist bir Türkiye’de emperyalizmle her türlü siyasi, ekonomik, kültürel bağımlılık ilişkisine son verileceği gibi her türden askeri ilişkilere son verilir.
Bu konuda Halk Anayasası Taslağı’nın 7. maddesi şöyledir: “Başta NATO olmak üzere saldırgan amaçlı paktlardan çıkılacak, saldırgan amaçlı her türlü anlaşma iptal edilecek, ülke toprakları üzerindeki emperyalist üsler kaldırılacaktır. ”
Yürüyüş228-Sf. 29-30-31
3-EMPERYALİZM
1-) Emperyalizm nedir?
Kapitalizmin başlangıç aşamasında, kapitalistler arasında “serbest rekabet” geçerliydi. Üretici güçlerin gelişmesi ve üretimin yoğunlaşmasıyla birlikte, kapitalizm, serbest rekabetin yerini tekelleşmenin aldığı bir evreye girdi.
Lenin, emperyalizmi şu şekilde tarif eder: “Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerek- seydi, şöyle derdik; Emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır. ”
2-) Emperyalizmin ekonomik özellikleri nelerdir?
Lenin, emperyalizmin ekonomik özelliklerini 5 başlıkta sıralar.
1- ) Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, tekellerin ortaya çıkması.
2- ) Banka sermayesi ile sanayi sermayesinin kaynaşması ve mali- oligarşinin doğuşu.
3- ) Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının önem kazanması.
4- ) Dünya pazarının tekelci kapitalist birlikler tarafından paylaşılması.
5- ) Büyük kapitalist güçler arasında dünya topraklarının paylaşılmasının tamamlanması.
3-) Emperyalizmin tarihsel özellikleri nelerdir?
Serbest rekabetçi dönemde ilerici olan kapitalizm, emperyalizm evresiyle birlikte gericileşmiştir. Artık üretici güçleri geliştirmemek- te, tam tersine üretici güçlerin önünde engel oluşturur hale gelmiştir. Lenin, emperyalizmin tarihsel özelliklerini şöyle ifade ediyor:
“Emperyalizm, kapitalizmin özel bir tarihsel aşamasıdır. Bu özellik üçlüdür: Emperyalizm, 1) Tekelci kapitalizmdir; 2) Asalak ve çürüyen kapitalizmdir; 3) Can çekişen kapitalizmdir.”
4-) Emperyalistler neden
- ve 2. Paylaşım Savaşı’na girmiştir?
Tekelleşmenin başladığı dönemden 1. Paylaşım Savaşı dönemine kadar olan döneme, 1. bunalım dönemi denir. 1. Paylaşım Savaşı’nın bitiminden 2. Paylaşım Savaşı’nın sonuna kadar süren döneme de, 2. bunalım dönemi denir.
Her iki savaşın (1. ve 2. Paylaşım Savaşı’nın) nedenleri, emperyalistler arası pazar kavgasıdır. Kapitalizmin sıçramalı gelişimi nedeniyle, hızla gelişen ve büyüyen emperyalist ülkeler yeni pazarlara ihtiyaç duyar. Fakat pazarlar paylaşılmıştır. Bundan sonraki aşama savaş ile “toprakların bir ‘sahip’ten ötekine geçmesi” şeklinde olacaktır. Ve emperyalistler birbiriyle savaşırlar.
5-) 1. ve 2. Paylaşım Savaşlarının emperyalistler ve halklar cephesinden sonucu ne olmuştur?
- Paylaşım Savaşı’nda 10 milyon kişi öldü. 2. Paylaşım Savaşı’n- da ise bu rakam 50 milyon civarındaydı. Bunun 20 milyondan fazlasını, Sovyet halkları oluşturmaktaydı.
Daha fazla pazar elde etmek için birbirleriyle savaşan emperyalistler, her iki savaşta da mevcut pazarlarından bir kısmını kaybettiler. Kuşkusuz savaşta tekeller kârlarını katladılar. Ama 1917’de Sovyetlerin kurulması ile pazarlarının altıda birini ve
- Paylaşım Savaşı sonrası (1945’ler) Kızıl Ordu’nun desteğiyle kurulan Demokratik Halk İktidarları sonucunda pazarlarının üçte birini kaybettiler. Bu durum krizlerini arttırdı.
Halklar için ise Sovyet Devrimi, ilk sosyalist devlet olarak umut oldu. Hitler faşizmini Stalingrad’da
altedip inine kadar kovalayan Kızıl Ordu’nun desteğiyle, bir dizi devrimler gerçekleştirildi. Artık emperyalizmin karşısında sosyalist bir blok vardır.
6-) Emperyalizmin 3. bunalım döneminin özellikleri nelerdir?
- Paylaşım Savaşı sonrası (1945) başlayan ve halen sürmekte olan bunalım dönemine 3. bunalım dönemi denir.
İki paylaşım savaşında da yeni pazarlar için savaşmışlardı emperyalistler. Fakat her ikisi de krizlerine çare olmamıştır. Ve yeniden bir bunalım dönemine girmişlerdir. Günümüzde de sürmekte olan 3. bunalım döneminin temel özellikleri şunlardır:
1- ) Emperyalistler arası zorunlu entegrasyon;
2- ) İçte; emperyalist ülke ekonomilerinin askerileştirilmesi;
3- ) Dışta; yeni sömürgecilik…
7-) Zorunlu entegrasyon ve ekonomilerin askerileştirilmesi nedir?
Entegrasyon, “birleşme”, “bütünleşme” demektir.
- ve 2. bunalım dönemlerinde aralarındaki çelişkileri savaşla çözen emperyalistler, tüm krizlerine rağmen 3. bunalım döneminde birbiriyle savaşmadılar: bunda esas olarak üç etken belirleyiciydi;
Bir; paylaşım savaşları halk kurtuluş savaşlarına ve devrimlere yol açan bir ortam yaratıyordu.
İki; nükleer silahların eriştiği seviye, hepsini tehdit eder düzeydeydi.
Üç; emperyalizmin karşısında sosyalist sistemin varlığı…
Bu nedenlerle emperyalistler zorunlu entegrasyona gitmişler, BM, IMF, NATO, Dünya Bankası gibi buna uygun ortak kurumlar oluşturmuşlardır. Fakat, emperyalistler arası entegrasyon, aralarındaki çelişkilerin bittiği anlamına gelmez.
Emperyalistlerin ekonomilerini askerileştirmesi, emperyalistlerin pazar daralması nedeniyle üretimde, halkın tüketimine bağlı olmayan bir alana yönelmeleridir. Bu da silah pazarıdır. Bölgesel savaşlarla, terör demagojileriyle ve kendilerine bağımlı yeni-sömürge ülkelere silah satışlarıyla bu pazar hep canlı tutulmaktadır.
8-) Yeni-sömürgecilik nedir?
Emperyalizmin 3. bunalım döneminin özelliklerinden biri de ye- ni-sömürgeciliktir. 1. ve 2. bunalım döneminde emperyalizm, sömürge ve yan-sömürge şeklinde ülkeleri işgal ederdi. İşgal ettiği ülkeleri sömürge valisi ile yönetirdi. Fakat bu yöntem emperyalizme pahalıya patlıyordu. Açık işgaller ulusal kurtuluş savaşlarına yol açıyor, hatta devrimler oluyordu. Artık bu tarz işgal yöntemi tali kalıyordu.
Emperyalizm 3. bunalım döneminin temel sömürü biçimi yeni-sö- mürgeciliktir. Fakat bu durum eski sömürgecilik biçimlerini uygulamıyor anlamına gelmez. Irak ve Afganistan’da açık işgaller buna örnektir.
Yeni sömürgeciliğin temel özelliği şunlardır:
– Açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır.
– Emperyalizm yeni-sömürgelerde içsel bir olgu haline gelmiştir.
– Emperyalizm döneminin özelliklerinden biri olan sermaye ihracında kimi değişiklikler yapılmıştır.
9-) Yeni-sömürgecilik yönetimi nasıl uygulanır?
Bu ülkeler, ekonomik, siyasi, askeri, sosyal-kültürel açıdan, emperyalizmin tam denetimindedir. Emperyalizm, bu derdini sinsice gerçekleştirir. Açık işgalin yerini, gizli işgale bırakması sonucu, halkın gavura tepkisi de nötralize olmuş olur. Emperyalizmin gizli işgali altında olan o ülke görünürde bağımsızdır. Kendisine ait bayrağı, marşı, ordusu ve parlamentosu vardır; fakat ordu halkın ordusu değil, emperyalizmin işgal ordusudur. Her şey görünürde bağımsızdır, aslında emperyalizme bağımlıdır.
Yeni-sömürgelerde kapitalizm yukarıdan aşağıya geliştirilmiştir. Çarpık kapitalizm vardır. Emperyalizmin pazar ihtiyacına göre şekillenir yeni-sömürgeler. Emperyalizme en kendine bağımlı şekilde işbirlikçi burjuvaziyi geliştirir. İşbirlikçi burjuvazi başından itibaren emperyalizmin uzantısı olarak geliştirilmiştir.
10-) Emperyalizm değişmiş midir?
Özellikle 1990’lardan sonra sosyalist sistemin dağıldığı yıllarda emperyalizmin değiştiğine ilişkin onca şey söylendi. Hatta, Lenin’in deyimiyle buna inanan “darkafalı küçük- buıjuvalar” oldu. Artık dünyanın iki kutuplu değil, “tek kutuplu dünya” olduğu, sınıfların ortadan kalktığı sistem, AvrupalI “yeni dünya düzeni” diye formüle edildi. Oysa değişen bir şey yoktu. Emperyalizm değişmemiş, halkları sömürmeye, katletmeye devam etmektedir. Irak’ta, Afganistan’da, dünyanın diğer yerlerinde yaşananlar ortadadır.
11-) Emperyalizm dönemi proleter devrimler çağıdır neden?
Emperyalizm dönemi ile birlikte serbest rekabetçi dönem sona ermişti. Ve üretici güçlerin gelişimi önünde artık emperyalizm engel oluşturmaya başlamıştır. Artık toplumu geliştirecek yeni bir üretim düzenine geçiş şarttır. Emperyalizmle birlikte burjuvazi de tamamen gericileşmiştir. Burjuva devletin bütünüyle çürümesi, saldırganlığını arttırmıştır. Yani, mali-oligarşi- nin diktatörlüğü oluşmuştur.
Bunların sonucunda devrimin objektif koşulları tüm dünyada oluşmuştur. Tüm bunların sonucunda Lenin “emperyalizm çağı proleter devrimler çağıdır” der.
12-) Emperyalizm mutlak mıdır?
Lenin emperyalizmi can çekişen kapitalizm olarak adlandırmıştı.
Bunun en önemli göstergesi üretim toplumsalken, mülkiyetin özel kalmasıdır. Üretim araçlarına küçük bir azınlık (burjuvazi) sahiptir. Milyarlarca insan da açlık, yoksulluk, sömürü, baskı altındadır. Bu durum en büyük açmazıdır emperyalizmin. Ve bu tabloyu değiştiremez. Tarihsel olarak bu durumu değiştirecek olan, emperyalizmin alternatifi sosyalizmdir. O nedenle emperyalizm mutlak değildir.
Fakat emperyalizm kendiliğinden yok olmayacak. Onu tarihin çöplüğüne gönderecek olan halklar ve onun öncüsü proleterya partisidir.
13-) Emperyalizm dünya
halklarına özgürlük, demokrasi getirebilir mi?
Emperyalizm sömürgeciliktir. Sömürgecilikse gizli ya da açık işgal demektir. İşgal hiç bir yere demokrasi, özgürlük götüremez. Ortadoğu’da, Balkanlarda, dünyanın bir çok ülkesinde emperyalizmin yaşattıkları ortadadır. Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de yaşattıkları ortadadır. Ve emperyalizm yok olmadıkça, savaşlar, işgaller sürecektir. “(…) Emperyalizm, her yere, özgürlük değil, egemenlik götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır.” (Lenin, Emperyalizm, syf: 146)
14- ) Emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin önemi nedir?
Bağımsızlık olmazsa demokrasi hiç olamaz.
Bağımlı ülkelerin nasıl yönetileceği emperyalistler ve işbirlikçilerinin çıkarlarına göre belirlenir. Bağımlı ülkelerde seçimler demokrasicilik oyununun bir parçasıdır. Ülke emperyalist merkezlerden alınan talimatlarla yönetilir.
Yargısı, polisi, askeri, bürokrasisi halk üzerinde baskı aracıdır. Ve emperyalizmin, işbirlikçilerinin çıkarını korur.
Dolayısıyla bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi bir bütündür ve devrim mücadelesidir.
Yürüyüş229-Sf. 48-49
4-PARLAMENTOCULUK
1-) Parlamento nedir?
Seçimle kurulmuş meclislerdir. Toplumların temsilcileri aracılığıyla siyasal yönetime katıldıkları sistemlerde, seçilmiş temsilcilerin sorunları tartıştıkları, kararlar aldıkları kuruma parlamento denilir. Parlamentoda yer alanlara da ‘parlamenter’ denilir.
2-) Parlamentolar ne zaman oluşmaya başladı?
Bu siyasal temsil biçiminin, yüzyıllara uzanan bir gelişimi vardır. İlk önce krallar, danışma meclisleri oluşturdular. Başlangıçta bu meclislerde feodal soylularla din adamları yer alıyordu. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, burjuvalar da bu meclislere girdiler. Burjuva devrimleriyle birlikte feodaller ve din adamları uzaklaştırıldı. Bu kez emekçilerin adım adım “seçme ve seçilme” hakkını kazanmasıyla meclislerin bileşiminde yeniden değişimler meydana geldi.
Sömürücü egemen sınıflar, tarih boyunca bu parlamentolara emekçilerin girmesinin önüne engeller çıkarmışlardır. 20. yüzyılın başına kadar seçme ve seçilme hakkı bir çok yerde sadece belli bir servete sahip olanlara ve erkeklere özgü idi.
3-) Parlamentarizm nedir?
Parlamenter sistem aracılığıyla tüm sorunların çözülebileceği düşüncesidir.
Bu düşünceye göre toplumdaki çe
şitli kesimler doğrudan ve genel oyla yapılan seçimlere katılır ve parlamentoya seçilerek çıkarlarını savunur ve toplumsal gelişmeyi sağlar.
Oysa, bu düşünce, hem burjuva demokrasilerinde, hem faşizmlerde, parlamenter demokrasinin özünde burjuva diktatörlüğü olduğunu yadsır. Burjuvazinin söz konusu parlamentolarda iktidarını tehlikeye atacak bir gelişmeye izin vermeyeceğini görmez.
4-) Burjuva parlamentarizminde seçme-seçilme özgürlüğü var mıdır?
Kâğıt üzerinde, yasalarda var olan “seçme-seçilme özgürlüğü” pratik işleyişte yoktur. Sömürücü sınıflı toplumlarda ekonomik, siyasal, sosyal-kültürel farklılıklar ve hatta dini, milli birçok neden, seçme ve seçilme hakkının önüne, görülür-görülmez engeller koymaktadır… Fakat esas olarak ekonomik eşitsizliğin hâkim olduğu bir toplumda seçme ve seçilme özgürlüğü zaten olamaz.
Bugün, belli bir zenginliğe sahip olmayanların veya zengin bir grup, parti tarafından desteklenmeyenlerin seçilme hakkı diye bir şey söz konusu değildir.
Kapitalizmde mekanizma böyle işlediği için, burjuvazinin özel olarak seçip vitrine koydukları dışında, emekçi kesimler, mecliste ya hiç olmamış ya da göstermelik olarak bulunmuşlardır… Partiler yasasından seçim yasasına kadar sayısız anti-demokratik uygulamalar da bu engellemelere eklenince, seçilme özgürlüğü sadece burjuvaların özgürlüğü olarak kalmaktadır.
5-) Çok partililik, demokrasinin temel ölçütü müdür?
Burjuvazi kendini meşrulaştırmak için böyle aldatmacalara başvu
rur. Sistemin savunucuları, birden fazla partinin olmasının, genel oy hakkının tanınmasının, seçimlerin yapılmasının ve parlamentonun varlığının demokrasi için yeterli ölçüler olduğunu iddia ederler.
Oysa yeni-sömürgelerde, parlamen- tolu ya da parlamentosuz faşizm hükmünü sürdürmektedir…
Emperyalizme bağımlı, faşizmle yönetilen, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, işkencelerin, infazların, katliamların devlet politikası olduğu bir ülkede, 40-50 parti olmasının demokrasiyle ilgisi olamaz.
Demokrasicilik oyununun vitrinini süslesin diye sosyalist, komünist adlı partilerin seçimlere katılmasına izin verilmiş olması bu gerçeği değiştirmez. ABD’de bu durum daha da belirgindir. İki partinin (Cumhuriyetçi ve Demokrat parti) nöbetleşe yürüttüğü bir sistemde, seçimlere 40-50 partinin katılıyor olması, bariz bir aldatmacadan ibarettir…
Sosyalist Küba’da tek parti vardır ama bir işçinin, köylünün Genel Halk Meclisi’ne kadar seçilmesinde ne ekonomik, ne idari, ne de siyasi hiçbir engel yoktur. Ve Küba’da her seçim sürecinde seçime katılma oranı yüzde 98’in altına inmez hiçbir zaman…
6-) “Parlamenter yoldan sosyalizme geçmek” mümkün mü?
Hayır! Bu denemeler, bugüne kadar hep başarısızlıkla sonuçlandı. Burjuva diktatörlüğü altında, seçimler yoluyla hükümet olsanız dahi, sistemin tamamını, sınıfsal niteliğini değiştirmek mümkün değildir. Hükümet olmakla devleti ele geçirmek aynı anlama gelmez. Sistemin militarist kuramlarıyla, emperyalizmle açık bir savaşı göze almadan ve buna uygun örgütlenmeye sahip olmadan parlamento aracılığıyla sosyalizmin inşasının yolu açılamaz. Burjuva parlamentarizmi- nin iki yüz yıllık tarihi içinde bunun tek bir örneği yoktur.
Burjuva veya oligarşik devleti parçalamadan ve proletarya diktatörlüğünü kurmadan sosyalizme geçiş mümkün olamaz. “Barışçıl geçiş” savunucuları ise daha baştan proletarya diktatörlüğünü reddederler; aslında “sosyalizm” diye savundukları, burjuva demokrasisinin biraz sosyalleştiril- mesinden başka bir şey değildir.
7-) Seçimler niçin yapılır?
Burjuva parlamentarizminde, seçimler ve genel oy sistemi ile “halkın kendi kendisini yönetmesini” sağladığı iddia edilir…
Oysa, gerek ekonomik, sosyal, siyasal baskılar, gerekse de yasal-ida- ri sınırlamalarla, burjuvazinin yönetimi, iktidarı hiçbir biçimde halkla paylaşmadığı bir gerçektir. Peki, o zaman seçimler niçin yapılır? Bunun ilk cevabı, sistemin kendini bu yolla meşrulaştırma ihtiyacıdır. Burjuva seçimin politik muhtevasını ise, Lenin şöyle anlatır: “Bir kaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğini karar vermek sadece parlamenter meşruti monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva par- lamentarizminin gerçek özü bu- dur…”
8-) Seçimler ve parlamento her koşulda reddedilmeli midir?
Burjuva sistem içinde seçimler ve parlamentolar konusunda Mark- sist-Leninistler açısından bir belirsizlik yoktur. İkisi de burjuva diktatörlüğü koşullarında burjuvaziye hizmet ettiği oranda vardır. Bu durum bizim seçimleri ve parlamentoyu her koşulda, toptan reddetmemiz anlamına gelmez. Lenin’in ifadesiyle, bizim için zamanını doldurmuş olan parlamentonun kitleler için de zamanını dolduruncaya kadar, seçimler ve parlamenter mücadele, devrimciler açısından başvurulabilir bir araç olma özelliğini koruyacaktır…
9-) Seçimler ve parlamento, araç mı, amaç mı?
Devrimciler, iktidar mücadelesinde burjuva demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanırlar; ki, seçimler ve parlamento da bu haklardandır… Ancak parlamentoyu bir araç olarak görmekle bir amaç olarak görmek başka şeylerdir… “Haklıyız Kazanacağız”da yer alan şu satırlar yeterince açıklayıcıdır:
“Devrimcilik parlamentoculuk değildir. Parlamentonun konjoktü- rel şartlarda yararlanabilecek bir takım özellikleri ortaya çıksa da, parlamentoculuğun ülkemizdeki tek işlevi, emekçi halkın mücadelesini oligarşinin egemenliğine hapsetmektir…”
İktidarı ele geçirmeyi hedefleyenler, seçimleri ve parlamentoyu devrim için yararlanabilecek bir araç olarak değerlendirirken, devrim ve iktidar iddiası olmayanlar, parlamentoyu amaçlaştırmaya ve parlamenterist hayaller kurmaya devam edeceklerdir.
10- ) Türkiye solunun parlamen- tarizm tarihi nedir?
Türkiye solunda parlamentocu hayaller, TKP ile başlar ve bugünlere kadar gelir. 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15 milletvekili ile meclise girmesi, parlamentocu düşleri teşvik eder; ama bu dönem kısa sürer. Hayaller, 12 Mart cuntasıyla kesilir…
12 Mart‘tan 12 Eylül 1980’e kadar da, bir çok parlamenterist parti kurulur. Ama faşist terör karşısında, halkın can güvenliği sorununa sahip çıkamayan, saldırılar karşısında bir direniş çizgisi oluşturamayan yasalcı revizyonist reformist partiler, silinip giderler. Eski TİP’in ulaştığı seviyeye hiç ulaşamadıkları gibi, 1975 seçimlerinden itibaren çoğu CHP’nin kuyrukçuluğunu yaparak daha da güçsüzleştiler.
12 Eylül’ün ağır baskı koşullarında ortalarda parlamenteristler yoktu tabii. ‘80 sonlarından itibaren yeniden ortaya çıktılar. ’89 sonlarında başlayan legal parti tartışmaları, 93’te Birleşik Sosyalist Parti (BSP) ile ilk sonuçlarını verdi. Aynı dönemlerde S İP (şimdiki TKP), sonra 96’da ÖDP kuruldu. İçinde eski DY, KSD, TKEP ve TKP kadro ve yöneticilerini de barındıran ÖDP “Parlamenterist” hayaller üzerine kuruldu. Aynı hayallere TDKP çizgisi de katıldı. Parlamenterizm bataklığı kulvarına son atılan parti ESP oldu.
Bu partilerin “parlamenterist hayalleri” her seçim sonrasında aldıkları bindelik kesirli oylan gördükçe hüsranla sonuçlanmakta ve kitlelere yeni güvensizlik tohumlan ekmektedirler.
11-) Marksist-Leninistlerin seçim politikalarını belirleyen temel ölçüt nedir?
Devrimciler, burjuva sistem içinde seçimleri ve parlamentoyu bir araç olarak kullanmayı ilkesel olarak reddetmezler. Hangi koşullarda hangi taktiklerin kullanılacağını belirleyen temel ölçüt ise, devrim mücadelesini hangisinin geliştireceğidir.
Seçimlere katılmak da, katılmamak politikası da, her halükarda, parlamentonun halkın sorunlarını çözemeyeceğini göstermeyi içermelidir. Aday olup parlamentoya girebilen bir devrimcinin temel görevlerinden biri de, yine parlamentonun halkın sorunlarını çözemeyeceğini en geniş kitlelere göstermektir…
Devrim mücadelesinin tümü için geçerli olduğu gibi, seçimler konusundaki tavır da kitleleri düzenden koparmayı hedeflemelidir… Oligarşinin parlamentosuna yönelik beklentileri arttıran, kitlelerin düzenden kopuşunu engelleyen veya yavaşlatan her seçim politikası reformisttir.
12- ) Başlıca seçim taktikleri nelerdir?
Seçimlerin boykot edilmesi, protesto edilmesi, bağımsız adayla veya başka biçimlerde seçimlere katılma, belli başlı taktiklerdendir… Boykot, protesto ve katılım, kendi içinde farklı biçimler de alabilir.
13- ) Seçimleri boykot hangi koşullarda uygulanmalıdır?
Boykot taktiği, aktif ve pasif boykot olarak iki biçimde ele alınabilir. Genel olarak devrim mücadelesinin yükseldiği, kitlelerin devrim saflarına yığınlar halinde katıldığı dönemlerde uygulanır, ancak bu biçim mutlaklaştıramaz. Mücadelenin ihtiyaçlarına göre farklı koşullarda da başvurulabilir… Aktif boykot taktiğinde, izlenen tavır, kitlelerin sandığa gitmemesi yanında, seçimin her türlü eylem biçimiyle yaptı
rmamasını da içerir. Pasif boykot ise; seçimleri fiilen engelleme tavrına başvurulmaması ancak yine de seçimin boykot edilmesidir. 1983 seçimlerinde olduğu gibi… Boykot, sık sık başvurulan bir taktik olmadığı gibi, sadece ayaklanma süreci ile özdeşleştirmek de yanlıştır.
14-) Sistem parlamentoları kapatabilir mi?
Sömürücü egemen sınıflar iktidarlarının sürekliliğini sağlamak için emekçilere ve bazen de kimi düzen partilerine parlamentoyu kapattıkları gibi, parlamentonun kapısını tümden de kapatabilirler… Parlamentoların gerektiğinde “rafa kaldırılabilecek göstermelik kurumlar” olması, sömürge tipi faşizm koşullarında sahneye konulan ‘demokrasicilik oyunu’nun karakteristik özelliklerinden biri olduğu gibi, emperyalist ülkelerde de, tekelci burjuvazinin faşizme başvurması durumunda, oralarda da bundan ilk nasibini alan yerler parlamentolar olur.
15-) Parlamentarizm nereye götürür?
Egemen sınıfların sömürü ve zulüm politikalarının maskesi olarak kullandıkları parlamentonun, Türkiye halkları için demokrasinin temel unsuru olmadığını, halkın temel sorunlarının parlamento aracılığıyla çözülemeyeceğini göstermek Türkiye solunun asli görevlerinden biridir… Tersi, halkı da parlamentarizm bataklığına çekip, halkın umutlarını, özlemlerini o bataklıkta boğmaktır.
Türkiye solu; seçimden seçime “seçim bloku” gibi isimlerle bir araya gelip, halkın sola, devrimcilere olan güvensizliğini arttırmaktan başka sonuç vermeyen “parlamenter” taktiklerinden vazgeçmeli ve sistemi kökten değiştirmek, halkın iktidarını gerçekleştirebilmek için bir araya gelebilmelidir.
Yürüyüş230- Sf. 31-32-33
5-TECRİT
1- ) Tecrit deyince akla ilk neler geliyor?
Yanlızlaştırma, bireycileştirme, kuşatma…
2- ) Kelime anlamı olarak tecrit nedir?
Kendinden olmayanı ayırma, yalnızlaştırma, izole etme, herkesten ve her şeyden ayrı koyma.
Tecrit insanın insansızlaştırılması- dır. insanın, onu insan yapan tüm öğelerden izole edilmesidir.
3- ) Tecrit bir işkence yöntemi midir?
Evet, emperyalizm ve işbirlikçi iktidarlar tarafından halkı ve devrimcileri teslim alma amaçlı kullanılan tecrit, kullanılan yöntemler itibarıyla sinsi, yavaş ve ağır ağır ruhsal fiziksel tahribatlar yaratan sessiz bir işkencedir.
4- ) Tecritin hangi biçimleri vardır?
Tecrit, esas olarak fiziki ve siyasi boyutlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Fiziki tecrit daha çok hapishanelerde, hücre statüsünde somutlaşan tecrittir. Siyas tecrit ise, bir bütün olarak çeşitli muhalif güçlerin, halktan, birbirlerinden, tek tek devrimcilerin örgütlerinden tecrit edilmesi ve benzeri biçimlerde uygulanmaktadır.
5- ) Tecrit saldirılarındaki amaç nedir?
Bugün ülkemizdeki ve dünyadaki tecrit saldırılarının ortak özelliği, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele eden, savaşan güçlerin, izole edilip yalnızlaştırılarak teslim alınmasını hedeflemektedir. Genel anlamda zalime, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşan tüm güçlerin bulundukları her yerde düşüncelerin inkara zorlanarak fiziki ve ideolojik olarak tasfiye edilmelerini amaçlayan bir saldın biçimidir.
6-) Emperyalizm ve oligarşilerin tecritteki ısrarı nedendir?
Egemenlerin tarihi her zaman baskı ve sömürü tarihidir. Baskı bu tarih boyunca çok çeşitli biçimler almıştır. Tecrit de bunlardan biridir. Gerek fiziki, gerekse siyasi tecriti her fırsatta uygularlar. Emperyalizm bunu dünya çapında yaparken, işbirlikçileri de kendi içlerinde muhalefet eden tüm güçlere tecritle cevap verir. Kendi sistemleri için en büyük tehlike olarak gördükleri devrimcilere karşı her anlamda tecritin en ağırını uygularlar.
Israrın tek nedeni teslim almaktır. Genel anlamda emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından direnenlere uygulanan tecrit politikalarının amacı örgütlülükleri dağıtmak, örgütsüzleştirmek, teslim almanın yollarını yapmaktır.
7-) Hapishanelerdeki tecritin insan üzerindeki ruhsal ve fiziksel zararları nelerdir?
En sık rastlanan sağlık sorunları şunlardır.
Unutkanlık, yoğunlaşamama, ışık ve sese karşı duyarlılık, kulak çınlaması, baş ağnsı, kolay ve ani sinirlenme, sürekli yorgunluk hissi, kalp çarpıntısı-ritim bozukluğu, nefes darlığı, alınganlık, takıntılar ve tahammülsüzlük, herşeye karşı isteksizlik, boşluk duygusu, ortalığı dağıtma isteği, kurgular, kas iskelet ağrıları, göz bozukluğu, mide rahatsızlıkları, cilt hastalıkları.
8) Tecritin hedefinde kimler var?
Emperyalizm 1990 başlarından itibaren tecrit politikasını yoğun bir şekilde devreye soktu.
2001 ’de Amerikan emperyalizmi öncülüğünde halklara karşı ilan edilen “teröre karşı savaş” çerçevesinde ise, tecrit saldırısı daha sistematik hale getirilerek, kendisi gibi düşünmeyen her ülke, her örgüt, her halk, tecrit politikasının hedefi yapıldı.
Tecrit, koşullara bağlı olarak bir örgütü, bir ülke içinde bütün olarak devrimcileri hedef alabilir. Veya dünya çapında doğrudan ülkeleri de hedefleyebilmektedir. Güçler dengesinden dolayı veya emperyalizmin siyasal, askeri, sosyal nedenlerle, açık işgali göze alamadığı koşullarda bu ülkelere karşı başvurulan politikaların odağında da yine çoğu zaman tecrit olmuştur. Mesela, Küba bu ülkelerin başında gelmektedir. Emperyalizm tarafından 50 yıldır Küba’ya ambargo uygulanıyor.
Irak’a 10 yılı aşkın bir süre uygulanan ve yarım milyonu çocuk 2 milyon Iraklı’nın ölümüne yol açan ambargo da dünya çapında ülkelere karşı başvurulan tecritin en boyutlu örneklerinden biridir.
İran, Filistin, Suriye, Kuzey Kore, Venezülla gibi pek çok ülkede çeşitli biçimler de ve düzeylerde emperyalizmin tecrit politikalarıyla yüzyüzeler.
9- ) Türkiye tecrit saldırısını nasıl uyguladı?
Oligarşi böl-parçala-yönet taktiğini emperyalizmden öğrenmiştir. Birlik ve bütünlüğü zedelenmiş, örgütlenmeleri dağıtılmış bir halkı yönetmek çok daha kolaydır.
Hücreler ve tecrit Avrupa’da denenmiş ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ilerici, devrimci hareketlerin imhası bu politikayla sağlanabilmiştir. Türkiye oligarşisi de F Tipi hapishaneleri inşa edip, bu hapishaneleri 19-22 Aralık katliamıyla açarak aynı politikayı uygulayarak bu sonucu almayı hedeflemiştir.
10- ) Tecritin ideolojisi var mıdır?
Vardır diyebiliriz. Tecritin ideooljisi bireyciliktir. Bireycilik, toplumu oluşturan insanları birbirinden tecrit etmenin ideolojik anlamda en etkili yoludur… Bireyciliğe, bencilliğe geniş bir zemin açmak içinde, toplumda örgüt fobisi ve örgütlü olmaya yönelik güçlü bir korku yaratılır. Örgüt “İnsanın başını belaya sokan” bir olgu olarak sunulur.
İstenen halkın çeşitli kesimlerinin birbirinin sorunlarına, duyarsızlaştırması, halk örgütlülüklerinin birbirlerinin mücadelesini yok sayan bir yabancılaşma içine girmesidir. Halkın çeşitli kesimlerinin eylemleri, diğer halk güçlerinin desteğini alamıyorsa orada tecritin oluşturduğu duvarlardan söz edebiliriz.
11- ) Türkiye hapishanelerinde tecrit nasıl somutlaştı?
Emperyalizm ve işbirlikçilerine göre devrimciler, ideolojik, örgütsel ve fiziki olarak yok edilmelidir. Halkların gelecek umudu tümden silinmelidir. F Tipi hapishaneler ve tecrit politikası, bu amaca yönelik olarak güdeme getirilmiştir. Tecrit uygulanarak istenilen sonucu alınması düzen açısından stratejik önemdedir.
Devrimciler hücrelere atılarak örgütler dağıtılacak, tecrit altında umutsuzlaştınlacak, yalnızlaştırılacak iradeleri zayıflatılarak teslim alınacaklardı. Tecrit politikasının esası bu düşüncedir.
Oligarşi açısından hücrelerde tecrit politikasını hayata geçirmek ne derece önemliyse, bu politikaları boşa çıkartmakta, ülkemiz ve dünya halklarının geleceği açısından o derece önemlidir. Bu bilinçle yıllardır ve özellikle 20002007 yılları arasında destansı direnişler, kitlesel kahramanlıklar yaratılmıştır hapishanelerde.
Hücreler tecrit büyük direniş karşısında etkisiz kalmıştır. Amerika ve Avrupa emperyalizmi bu anlamda F Tipleriyle ve tecritle amaçlarına ulaşamamışlardır.
12- ) Tecrit yalnızca fiziki bir saldırı mıdır yoksa ideolojik bir amacı var mıdır?
Tecrit sadece fiziki ve politik bir baskı değildir, aynı zamanda ideolojik bir muhtevaya da sahiptir. Tecrit politikasıyla insanların ve örgütlerin sosyalist, halktan yana düşüncelerinin yerine, burjuvazinin bireyci idelojisini hakim kılmaya çalışır. Tecrit politikasında tüm araçlar baskı, zor, saldın, ödül ceza her şey bu ideolojik amaca ulaşmak içindir.
Tecritin birinci sorudaki tanımına ek olarak ideolojik tecriti de sayıp tanımlarsak; “tehlike” olarak görülen düşüncelerin uygulanmasının engellenmesi, bu düşüncelerin yalıtılması çalışılmasına da idelojik tecrit saldırısı denir.
13-) Hitler faşizmi de tecrite başvurdu mu?
- Emperyalist paylaşım savaşı öncesinde Alman tekelleri krizi aşmanın aracı olarak Hitler faşizmini sahneye sürdü ve destekledi. Savaşta on milyonlarca insan öldü, yaralandı, onlarca ülke yakılıp yıkıldı. Hitler faşizmin tekellerin ihtiyaçlarına cevap vermek için başvurduğu yöntemlerin içinde tecrit de vardı.
Marksist-Leninistler Hitler’in temel hedefiydi, ancak iktidar yolunda hedef aldığı kesimleri giderek genişletti. “İstenmeyen” unsurları ve sisteme karşı çıkan güçleri toplumdan tecrit edip toplama kamplarına doldurmaya başlar. Toplama kampları, denilebilir ki, o güne kadar ki en kapsamlı tecrit mekanizmaları olarak kurulmuştur. Başlangıçta buralara komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar götürülüyordu. “İstenmeyenler” ve bu anlamda “tecrit edilecekler” kategorisine sistemin tanımlanmasıyla “çalışmaktan kaçanlar, Çingeneler, kabadayılar, asosyaller, evsiz barksız gezginler, eşcinseller, Yehova Şahitleri ardında da Yahudiler eklenir.
Kamplarda da tutsaklar birbirinden tecrit edilir. Tutsaklar, kategorilere ayrılır. Tutsakların kimliklerinin bir önemi yoktur, onlar kollarına damgalanan rakamlardan ibarettir. Böylece toplumdan tamamen yalıtılırlar. Kıyafetlerinin göğüzlerine dikilen üçgen amlemler de “suçlu” grubun niteliğini yansıtır. Siyasi tutsaklara kırmızı, Yehova Şahitlerine eflatun, adli tutuklulara yeşil, asosyallere siyah, eşcinsellere pembe, Çingenelere kahverengi, Yahudilere ise sarı siyah yıldız takılır. Günü gelince bu tecrit politikası yerini tamamen imhaya bırakır.
Emperyalizm ve işbirlikçileri …açıkca yaygın ve kitlesel toplama kampları kuramıyor, her kesimi birbirinden yalıtmak için renk renk yıldızlarla damgalayamıyor olsalar da tecrit politikalarının özünde işte Hitlerin bu anlayışı vardır.
14- ) Neden tecrit?
Sosyalist blokun çöküşünden sonra, emperyalistler dünyanın dört bir yanında rahatça at koşturabilme olanağı buldular. Dünya onların etrafında dönüyordu adeta. Ve boyun eğmeyen her ülke, her kesim tek kelimeyle düşmandı, teröristti. Dünyadan tecrit edilmeli, soyutlanmalı, yalnızlaştınlmalıydı. Silah, bomba, tank, top, füze. kadar etkili bir silahta tecritti. Ki bazen tecrit uygulamaktaki pervasızlıkları bu yüzdendir. Kendinden olmayan tüm güçlere karşı en masrafsız ve en etkili silah tecrittir emperyalistler ve işbirlikçileri için. Bunu da en acımasız şekilde uygulamaktadırlar.
15- ) Tecrite karşı mücdale nasıl olmalı?
Tecrite karşı mücadele emperyalizm ve işbirlikçilerine kadar mücadeledir. Ve varlık yokluk sebebidir. Birlikte, topyekün bir mücadele ile püskürtülebilir bu saldırı.. .Sorunun en özlü cevabı 20002007 arasındaki Büyük Direniş ve 122 şehittir. Tüm cevaplar bunun içindedir.
Yürüyüş231- Sf. 38-39
6-KİTLE ÇALIŞMASI
1- ) Kitle Çalışması Nedir?
Devrimciyiz. Devrim yapma iddiasındayız. Devrim ise kitlelerin eseri olacaktır. Devrimi yapacak kitleleri örgütlemek, mücadele saflarına kazanmak için sürdürülen faaliyetlerin bütününe kitle çalışması denir. Bu çalışma kitlelerin kalbine ve beynine ulaşma çalışmasıdır.
2- ) Kitle Çalışmasında Araçlarımız Nelerdir?
En başta kendimiziz. Bedenimiz, beynimiz, dilimiz kitle çalışmasının en temel araçlarıdır. Bu yüzden devrimcilerin tüm dünyası, kitleleri devrim için örgütleme düşüncesiyle dolu olmalıdır. Bunu sağlamış bir devrimcinin her konuşması, bir merhabası, oturması kalkması, dergi satması, eylem yapması kitle çalışmasının bir parçasına dönüşür.
Derneklerimiz, komitelerimiz, yayınlarımız, kültürel faaliyetlerimiz, afişlerimiz, bildirilerimiz, yasal ve yasadışı gösterilerimiz, adalet eylemlerimiz, eğitim çalışmalarımız… Daha onlarcasını sıralayabileceğimiz her şey kitle çalışmasının araçlarıdır.
3- ) Kitle Çalışmasının Ana Halkası Ne Olmalıdır?
En özlü ifadesiyle kitlelere güvenmek ve kitlelerin güvenini kazanmak, kitle çalışmasının ana halkasıdır. Devrim kitlelerin eseridir, tarihi yapan kitlelerdir diyorsak, bu, kitlelerin dönüştürücü gücüne olan inancımızdır. Buna inanmayan bir kafanın sağlıklı bir kitle çalışması yapması da beklenemez. Bu yüzden bir devrimci için kitle çalışmasında temel halka, halka güvendir.
Aynı şekilde kitlelerin güvenini kazanmak da temeldir. Kitlelerin güvenini kazanmayan hiçbir örgüt, devrimi geliştiremez. Halkla örgüt arasındaki bağda, güven temel bir öneme sahiptir. Güven olduğu sürece, halk ve örgüt, birbirini sarıp sarmalayan bir bütün oluşturur… Devrimciler, her koşulda halkına güvenecek ve yaşamı ve pratiğiyle de güven verecektir; başarılı bir kitle çalışmasının zemini budur.
4-) Kitlelerin Güvenini Nasıl Sağlarız?
Güven içi boş bir kavram değildir. Kitlelerin devrimcileri pratiğin içinde tanımasıyla şekillenir. Yani bizim ideolojik, politik, ekonomik, demokratik, kültürel, ahlaki, sosyal yaşamın her alanındaki sözlerimizi ve de pratik faaliyetimizi kitleler görür, izler. Bu faaliyetlerimizde her zaman onların yanında mıyız, onların çıkarlarını savunuyor muyuz, buna bakar. Kültürümüzle, yaşam tarzımızla, kendilerine yabancı mıyız değil miyiz buna bakar. Kısacası teori ve pratiğimizle, bizi ölçer, biçer, tartar, kafasında olumlu ya da olumsuz bir yere oturtur. Kitleler yalanı, boş vaatleri, sözünün eri olmayanları sevmez. Bu anlamda devrimciler, her düzeyde abartılardan, gerçekçi olmayan sözler ve vaatlerden uzak olmalıdır. Söylediğini yapmak, yaptığını savunmak, bu noktada önemli bir ölçüdür. Kısacası düşman karşısında her koşulda dik durur, cüretimiz ve fedakarlığımızla örnek ve öncü olursak, bulunduğumuz her alanda devrimci değerlere sıkı sıkıya sarılır, sosyalist bir anlayışı hayatın içinde somutlarsak, kitlelerin bize güvenmemesi için hiçbir neden yoktur. Bizi de kendilerinden biri olarak görür, sahiplenirler. Burada şunu da unutmayalım ki; tüm bunlar süreklilikle olur. Kitle çalışmasında süreklilik, güveni getirir. Bir görünüp bir kaybolan, ne zaman ne savunduğu, ne yapacağı belli olmayan bir tarz ise güvensizliği doğurur.
5- ) Kitle Çalışmasında Kitleye Güven, Kendini Nasıl Gösterir?
Tekrarlayalım. Devrim kitlelerin eseri olacaktır. Bu güvenin mücadele içinde en somut ifadesi kitleyi kararlara ortak etmektir. Kitleler tartışacak, kararlar alacak, uygulayacaklardır. Kitlelere görev ve sorumluluk vermekten çekinil- memelidir. Böyle olduğunda kitleler sorunlarına ve çözümlerine daha vakıf olacak, kararlarını uygulamada daha kararlı, ısrarlı olacaklardır. İşte bu pratik bizim güvenimizin ifadesidir.
Kitlelere güvenin ifadesi, söz, karar hakkıdır. Devrimci çalışma tarzı, en küçük birime kadar bu bakış açısıyla şekillenmelidir. Herkesin yapabileceği bir şey olduğunu unutmadan görev, sorumluluk vermekten çekinilmemelidir. Kitlelerin kendilerine duyulan güveni tarihsel olarak asla boşa çıkarmamışlardır.
6- ) Kitle Çalışmasında Doğru Yöntem Ne Olmalıdır?
Bu konuda temel iki noktaya dikkat etmemiz gerekiyor.
Birincisi; çalışma yapacağımız alanı, kitleyi iyi tanımalıyız. Tanıma yüzeysel kalmamalıdır. Herşeyi ama herşeyiyle tanımaktır. Nasıl düşünür, nasıl davranır, gelenekleri, kültürel özellikleri, yaşam tarzları, meslekleri dinsel-etnik yapılan, en ufağından büyüyüğüne sorunları, sorunlar içinde en yakıcı olanları, örgütleri, alanın tarihi geçmişi, şu anki siyasi yapısı, eğilimleri mutlaka bilinmelidir. Keza, gençliğin, ev kadınlarının durumu, eğlence anlayışı, açı-toku, delisi-akıllısı, halk önderi niteliği taşıyanları,
küsleri, kavgalıları, kan davalıları… Yani orada yaşayan kitleyi ilgilendiren herşeye vakıf olmak zorundayız. Bunun da tek bir yolu vardır. Kitleyle içiçe olmak. Kitleyle kaynaştığımızda, nefes alışına dahi ortak olduğumuzda onu gerçek anlamda tanırız. Aksi halde o alanda kitle içinde bir yabancı gibi kalırız ki kitle de bize kendisinden olmayan bir yabancı gözüyle bakar.
İkinci nokta, çalışmalarımızın halkın hayatının her yönünü kucaklayacak şekilde olmasıdır. Kitlelerin ekonomik, sosyal sorunlarına, ihtiyaçlarına da eğilmeli ve çözümler üretmeliyiz. Kitlelerin genel, özel her türlü sorununa yönelik faaliyetimiz olmak zorunda. Çünkü halkın yaşantısını ilgilendiren sorunlar bizim de sorunumuzdur. Ve bu sorunların bizimle çözüldüğünü gören kitleler her sorunda, sıkıntıda bizi arar duruma gelir. Bu bize güvenin artmasının ifadesi olacağı gibi, ilişki ağımızı, etki alanımızı geliştirir. Elbette tüm sorunların bu düzenin içinde çözülemeyeceğini biliyoruz, öyle bir iddiamız da yok. Halkın ekonomik sorunlarını bu düzen içinde çözülür diye bir ütopyacılığımız olamaz.
Devrimci çalışma kitleselleşme ve kadrosallaşma boyutuyla bir bütündür. Yani bir yerde kitleselle- şemiyorsak veya orada kadro çalışması yapmıyorsak, örgütlenen alanın dışına yönelmiyorsak, eği- timi-bilinçlendirmeyi eksik bırakıyorsak oradaki kitle çalışması eksiktir. Ne tek başına kadro çalışması yapmak ne de tek başına kitleselleşmiş olmak kitle çalışması değildir. Kısacası, Kitle çalışması, örgütlü mücadelenin her alandaki (ekonomik, demokratik, politik, askeri, lojistik…) ihtiyaçlarına yönelik bir bütünlük içinde sürdürülmelidir.
7-) Kitle Çalışmasında En Önemli Silahımız Nedir?
En güçlü silahımız gerçeklerdir. Emperyalizm ve işbirlikçileri yalanlarıyla kitlelerin beynini yıkıyor. Ancak gerçekler karşısında hiçbir yalanın hükmü yoktur. Onun için bıkmadan, usanmadan, yılmadan, her yol ve yöntemle gerçekleri taşıyacağız kitlelere. Güneş gibi ışık saçar gerçekler. Hiçbir yalanın onu kapatmaya gücü yetmez. Onlar yalan söyleyecekler, işkence yok diye; biz Engin Çeberler’i anlatacağız. Açlık yok diyecekler, bir lokma ekmek için birbirini ezen yığınları anlatacağız. Bağımsızız diyecekler; IMF politikalarını, Amerikan üslerini anlatacağız… Onlar yalanlarla beslenip saltanatlarını sürdürmeye çalışacak, biz gerçeklerle saltanatlarını sarsacağız. Ve kitleler adım adım, gün gün yaşadıkları gerçeklerle bizim anlattıklarımızın aynı olduğunu göreceklerdir. Yeter ki kitleleri sürekli gerçekleri taşıyalım.
8-) Kitlelere Giderken Ayrım Yapılır mı?
Kitle çalışmasında önemli sorunlardan biri de budur. Bizim hedefimiz tüm halkı örgütlemek, kazanmaktır. Yani bu kesim örgütlenir, şu örgütlenmez; şu, şu alanlarda çalışma yapmaya gerek yok, bir sonuç çıkmaz diye düşünemeyiz. Böyle bir düşünce alanımızı daraltır, halkın bir kesimini baştan düzene teslim etmemize yol açar. Kolayı seçen, zordan kaçan bir çalışma tarzıdır. Bunun sonucu ne olur? Devrimci faaliyetin daha rahat yürütülebileceğine inandığımız yerlerde sıkışır kalırız. Ki etrafımıza baktığımızda da sol, devrimci, demokrat geçinen ne kadar kişi kurum varsa onları da orada görürüz. Koca bir halkı örgütleme, belli alanlara hapsolarak yapılamaz. Temel hedefimiz bizi tanımayan, bilmeyen kitlelere de ulaşmak olmalıdır. Yani faşistlerin, gericilerin kitleleri etkilediği alanlara da gireceğiz. Aksi kitleleri faşizme teslim ediyoruz demektir. Bu bizim de
teslim olmamız anlamına gelir!
Bunu bir kişi için de düşünebiliriz. Bir insanın saçının, sakalının modeli, tavır, davranışları bizim onunla ilişki kurmamızın önünde engel olabilir mi? Uzun saçlı, küpeli, dövmeli, sokak serserisi… bir çok genci örgütlediğimiz, mücadelede şehit verdiğimiz gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
9- ) Kitleden Kopuk Olmamak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?
Kitleden kopmamanın, ona önderlik etmenin temel noktası kitleleri tanımak, nabzını tutmak, kitlelerin içinde olmaktır.
Elbette, kitlelerden kopmamak, sadece onun içinde olmak, ona “uyum sağlamak” değildir. Görevimiz, kitlelerin içinde bulunarak, kitleleri hem bilinç, hem de pratik olarak daha ileriye taşımaktır. Mücadeleyi, kitleden kopmadan, kitleye önderlik ederek daha ileriye taşımak. Kitlelerin geri yanlarına teslim olunması, prim verilmesi, kitle kuyruk- çuluğunu doğurur. Fakat tersinden kitlelerin kuyruğuna takılmama adına kitleden kopuk bir keskinlik de mücadeleyi ilerletmez. Bu ince çizgi ancak Marksist-Le- ninist anlayışla tutturulabilir.
10- ) Güç Kitlesellik midir?
Biz gücümüzü ideolojimizden, örgütümüzden, halkımızdan ve haklılığımızdan alırız. İnsan sayısının ya da silahın çok fazla olması tek başına güç kıstası olamaz. Böyle değerlendirildiğinde, emperyalizm ve işbirlikçileri askeri anlamda güçlü, bu güce karşı bir şey yapılamaz demek gerekir.
Örgütleri büyütmenin ideolojimi zi yaymanın zemini kitle lerdir. Politik hedeflere ulaşmanın koşulu kitleleri kazanmaktır. Bu yüzden politika, kitleleri kazanma sanatıdır. Kitleleri kazanan, kitle desteğini alan politik – alanda da daha güçlü olur.l
Kitle bu anlamıyla elbette politik mücadelede güçtür.
11- ) Düzenin Kitlelere Yönelik Politikası Nedir?
Burjuvazi kitlelere kendi düzenini meşrulaştırmak ve sömürü çarkına döndürmek için ihtiyaç duyar. Halk kitlelerinin düzenden koptuğu, farklı arayışlara girdiği yerde o düzenin ömrünün uzun olmayacağını burjuvazi de bilir. Onun için çeşit çeşit partiyi alternatif diye ortaya sürer, seçimlere katılımı artırmak için bin türlü yönteme başvurur. Burjuvazi hem kitlelerden korkar, hem de ihtiyaç duyar. İdeolojik, kültürel açıdan halkı küçümseyen, ondan tiksinen burjuvazi, ihtiyaçlarından dolayı kürsülerde halka methiyeler düzerek gerçek yüzünü saklar.
Sonuçta burjuvazinin temel hedefi kitleleri kendi düzeni içinde tutmaktır. Bunun için de tüm politika ve söylemleri, halk kitlelerini tarihsel rollerinden uzaklaştırmaya yöneliktir. Çünkü burjuvazi, tarihi kitlelerin yaptığını, sarayları, saltanatları, iktidarları kendi deyimleriyle “baldın çıplakların” yıktığını çok iyi bilir.
12- ) Bizim Kitle, Çalışmasında Amacımız Ne Olmalı?
Amaç elbette devrimci bir kitle hareketi yaratmaktır. Kitlelere tarihsel rolünü göstermektir. Kitlelerin mevcut bilinçsizliğine, statükocu eğilimlerine, yozlaşmasına karşı mücadele ederken, kitlelerin potansiyel olarak içinde taşıdığı öfkeyi, cesareti, fedakarlığı, paylaşımcılığı, devrimci dinamikleri açığa çıkartacağız. Kitle çalışmasında asıl amacımız budur. Bizim doğru politikalarımız, doğru çalışma tarzımız ve bundaki ısrar ve kararlılığımız, er geç kitlenin devrimci potansiyelini açığa çıkartacaktır.
13- ) Kitle Çalışması Yapmamanın Bir Gerekçesi Olabilir mi?
Kitle çalışmasında yeterlilik diye bir şey olamayacağı gibi, yapmamanın bir nedeni, mazereti de olamaz. Kitle çalışması hiçbir dönem ihmal edilmeyecek, bitmek tükenmez bilmez bir çalışmadır. Bir devrimci için, bir örgüt için kitle çalışması soluk alıp vermek gibi hayatın her anına her alanına yayılan bir faaliyet olmalıdır. Kitle çalışmasına zaman yoktu, pratik yoğundu gerekçeleri kabul edilemez. Kitle çalışması yapmak devrimciliğin özüdür.
14- ) Kitlenin Düzenden Etkilenmesini Nasıl Değerlendirmeliyiz?
Düzen kitleleri etkileyip kendi gerici, şoven politikalarını destekler bir noktaya getirebiliyor. Bu kitleleri “kaybettiğimiz” anlamına gelmez. Bugün düzenin propagandasının etkisinde olabilirler ama bu sürgit böyle gideceği anlamına gelmez. Kitle çalışması da bu anlamıyla kısa bir süreç işi değildir. Onyıllar, yüzyıllar sürer. Bu uzun süreç
içinde kitlelerin devrim safına aktığına da, şovenist politikaların veya islamcılığın etkisi altında kaldığına da, korkunç düzeylerde çürümeye de tanık olabiliriz. Burada mesele asla umutsuzluğa, güvensizliğe kapılmamaktır. Kitleleri kazanmak için mücadeleden vazgeçmemek ve sürecin kendiliğinden değişeceğini beklemeden müdahalelerde bulunabilmektir. Bunu kitlelerin neye, niçin yöneldiğini doğru tahlil edip, kitlelere kızma, küsme gibi tavırlara düşmeden başarabiliriz. Doğru politika, kitle çalışmasıyla “Bu halk adam olmaz” diyen burnu büyük burjuva ve küçük-burjuva aydınların çürütülmesidir.
15-) Kitle Çalışmasında Devrimcilerin Konumu Nedir?
Solda sıkça rastlanan kitlelere üstten bakma ve emrivaki yaklaşımı vardır. Kitleler kimsenin emir eri değildir. Kitlelere karşı mütevazı olmak şarttır. Devrimciler halkın engin deryasından beslenmesini bilen iyi öğrenci olmayı başarmalıdır. Yani hem bilinç taşıyan öğretmen, hem kitlelerden öğrenmesini bilen öğrenciler olmalıyız.
Her devrimci kitle çalışmasını daha iyi nasıl yaparım konusuna kafa yormalıdır. Düşünen eksiklerini bulur.
Kitle çalışması, günü birlik bir faaliyet olmaktan çıkarılıp hayatın her alanına yayılan planlı, programlı, sistemli, sürekli bir çalışma haline getirilmelidir. Bu bizi başarıya götürür.
Yürüyüş232- Sf. 30-31-32
7-SENDİKA
1- ) Sendika nedir?
İşçilerin ve tüm emekçilerin ekonomik, demokratik, sosyal hak ve çıkarlarını kazanmak, korumak ve geliştirmek için oluşturulmuş mücadele örgütleridir.
Sendikalar işçilerin ortak çıkarlarını ve taleplerini savunmayı temel alan “sınıf” örgütleridir.
2- ) Sendikal mücadele ile işçi sı- mfmm mücadelesi özdeş midir?
Sendikal mücadeleyle işçi sınıfının mücadelesi aynı şeyler değildir. Kapsam-biçim-örgütlülük ve hedef bakımından farklıdır.
Mahir Çayan işçi sınıfının mücadelesini şu şekilde ortaya koymuştur.
“Proletaryanın sınıf savaşı ideolojik, ekonomik ve politik olmak üzere üç cephede birden cereyan eder. Burjuva ideolojisine ve saptırmalarına karşı proletaryanın devrimci savaşı ideolojik bir savaştır. İşçi ve emekçi sımfiann hayat ve çalışma şartlarını düzeltme şeklindeki günlük mücadelesi ekonomik mücadeledir. Direkt gerici smıfla- nn yönetimini hedef alan mücadeleler ise politik savaştır. ”
Buna göre diyebiliriz ki sendikalar proletaryanın ekonomik cephedeki mücadelesinin, başka deyişle mevcut düzen içindeki yaşamı iyileştirme mücadelesinin bir aracıdır. Dolayısıyla sendikal mücadele işçi sınıfı mücadelesinin sadece bir bölümü ve biçimidir.
3- ) İşçi sınıfı mücadelesinde sendîkaların önemi ve yeri nedir?
Sendikalar, ekonomik-demokratik talepleri temelinde işçilerin mücadeleye kanalize edilmesinde ve örgütlü bir güç haline getirilmesinde, önemli araçlardır.
Bir sınıf örgütü olarak, işçileri bir güç haline getirirler. Ama en her sendika bu işlevi yerine getiremez; sendikanın devrimci mi, reformist mi, san sendika mı olduğuna göre, rolü değişebilir.
Sendikalar, en olumlu koşullarda bile, proletaryanın politik cephedeki mücadelesinin temel aracı olamazlar. Politik mücadele iktidar mücadelesidir ve sendikalar aracılığıyla değil proletaryanın partisi aracılığıyla yürütülür.
4- ) Sınıf sendikacılığı (Marksist- Leninist Sendikacılık.) nedir?
En basit anlamıyla sınıfın çıkarlarını her koşulda, militanca, uzlaşmayı reddeden bir çizgide savunmaktır.
Sınıfın çıkarları sosyalizmdedir. Dolayısıyla sınıf sendikacılığı burjuvaziye karşı ekonomik-demokratik mücadele verirken aynı zamanda işçileri sosyalizme kazanma, devrim için örgütleme bilinci ile hareket eden sendikal anlayıştır. Bunu da işçileri hem ideolojik olarak, hem de eylemleriyle eğiterek gerçekleştirir.
5- ) Sendika çeşitleri nelerdir?
Meslek Sendikaları: Hangi işyerinde çalışırsa çalışsın aynı meslekten emekçilerin kurduğu sendikalar.
Genel Sendikalar: Her meslekten ve iş kolundan emekçinin aynı yapı içinde örgütlendiği sendikalar.
İşyeri Sendikaları: Belirli bir iş yerinde çalışan emekçiler tarafından kurulan ve faaliyeti o iş yeri ile sınırlı olan sendikalar.
İşkolu Sendikaları: Farklı mesleklerden ve değişik işyerlerinde, fakat aynı iş kolunda çalışanların örgütlendiği sendikalar.
Federasyon: Aynı iş kolundaki farklı sendikaların oluşturduğu birliktir.
Konfederasyon: Bir ülkede tüm iş kollarında örgütlenmiş olan sendikaların ülke çapındaki merkezi örgütlenmesidir.
6- ) Grev nedir? Hangi tür grevler var?
İşçilerin bir iş kolunda veya işyerinde topluca çalışmamak biçiminde üretimi durdurmak veya önemli ölçüde yavaşlatmak amacıyla aralarında anlaşarak veya sendikanın kararıyla iş bırakmalarıdır.
Grevler, amaçlan, talepleri, katılım biçimleri açısından; ekonomik grev, dayanışma grevi, genel grev, siyasi grev, hak grevi, uyan grevi gibi kategorilere ayrılır.
Genel grev, sadece bir işletme veya işkolunda değil, ülke çapında, tüm iş kollarında üretimin ve hizmetlerin topluca bırakılması şeklinde gerçekleştirilen grevlerdir.
7- ) Lokavt nedir?
Bir işkolunda veya işyerinde kapitalist patronun işçileri topluca işten çıkarması.
8- ) Grevin işçi sınıf mücadelesindeki yeri nedir?
Grevler işçi sınıfının en güçlü, en önemli mücadele araçlarından biridir. Denilebilir ki işçi sınıfının kazandığı tüm ekonomik, demokratik hakların temelinde grevler vardır.
Engels grevin işçi sınıfı mücadelesindeki önemini şu şekilde ortaya koyuyor: “Grevler işçilerin artık kaçınılmaz halde büyük çatışmaya hazırlandıkları savaş okuludur”
9- ) İşçileri, emekçileri örgütlemenin tek yolu sendikalar mı?
Hayır. İşçi sınıfı içinde örgütlenme denilince kendimizi sendikalarla sınırlamamalıyız. Örneğin, işçi meclisleri, işçi cephesi, memur cephesi, işçi komiteleri gibi çeşit-
li örgütlenmeler oluşturulabilir. Bu tarz örgütlenmeler sendikalara alternatif olabileceği gibi, zaman zaman birbirlerini tamamlayan biçimde de olabilir.
10- ) Sendikalizm nedir?
Sendikal mücadeleyi işçi sınıfı mücadelesinin tek aracı, tek biçimi olarak görmektir. Bu anlayış proletaryanın partisinin varlığını ve gerekliliğini yadsır, iktidar he- defli mücadeleyi reddeder. Le- nin’in deyimiyle sendikalizm “emekçilerin burjuva sınıfına ideolojik köleliğidir.”
11- ) “Çanta sendikası” nedir?
Patronlar tarafından; fabrikasındaki işbirlikçi işçilere kurdurulan, işçilerin üye olması zorunlu tutulan, varlığı sadece evraklarda olan ekonomik anlamda bile işlev olmayan sendika.
Bu sendikalar gerçek sendikaların önünü kesmek, işçileri sendika- sızlaştırmak için kurulur.
12- ) Ekonomizm nedir?
Sendikal mücadelenin yalnızca ekonomik mücadele sendikanın ücret sendikacılığına indirgenmesidir. İşçi sınıfı mücadelesini, işgü- nünün kısaltılması, ücret artışı ve kısmi sosyal haklarla ilgili taleplerle sınırlayan anlayıştır. İşçilerin demokratik hak ve özgürlükleri için mücadeleyi bile reddeder. Halkın diğer kesimleriyle dayanışmadan uzak durur.
13- ) Ücret nedir?
Kapitalist üretim sisteminde emekçinin emek gücünü satın almak için verilen para.
14- ) Asgari ücret nedir?
İşçiye emeği karşılığında en alt düzeyden hesaplanarak ödenen ücrettir. İşçinin ancak ölmeyecek
kadar tüketmesine yeter.
15- ) Toplu sözleşme nedir?
İşçi sınıfının kapitalistlerle pazarlığıdır. Emekçilerin örgütleri aracılığıyla ekonomik demokratik, sosyal ve kültürel taleplerini karşılamak ve güvenceye almak amacıyla patronlarla yapılan bu pazarlık sonucu imzalanan anlaşmaya bu ad verilir.
16- ) Kapitalizmin yaşadığı krizlerin nedeni nedir?
Krizin asıl nedeni aşın üretim ve yetersiz tüketimdir. Kapitalizmin kar hırsıyla plansız üretim sonucu oluşan krizin nedenini Marks şöyle ortaya koyar: “Bunalımın nedeni, kapitalist üretimde gittikçe ve zorunlu olarak artan malların emekçi halk tarafından gittikçe ve zorunlu olarak satın alına- mamasıdır.”
17- ) Kapitalistlerin sendikal örgütlenmeleri olabilir mi?
Hayır olamaz. Sendikalar işçi sınıfının örgütleridir. Patronların bu isimle örgütlenmeleri sadece bir çarpıtma ve ideolojik saldırıdır.
18- ) Sendikalar kimden bağımsız olmalı?
Sendikalar devletten bağımsız olmalı; çünkü kapitalizmde devletin amacı sermayenin çıkarlarını korumaktır.
Sendikalar sermayeden bağımsız olmalı. Çünkü sendika, zaten emekçinin haklarını korumak için sermayeye karşı kurulmuştur.
19- ) İşçi sınıfı bilincinin oluşmasının nesnel koşulları nelerdir?
* Sanayileşmeyle birlikte işçi sınıfının her geçen gün çoğalması.
* Makineleşme nedeniyle işsizliğin artması.
* Burjuvazinin daha fazla kar (artı-değer) hırsı ile sömürüde her geçen gün daha da pervasızlaşması.
* İşçi sınıfının yoksullaşması.
* Hak ve özgürlüklerin kısıtlanması.
* İktidarın yönetememesi ve burjuva niteliğinin zaman içinde görülmesi.
20- ) Sarı sendikacılık nedir?
Emekçileri denetleyip düzen içinde tutmanın aracı olarak işlev gören sendikal anlayıştır. İşçi sınıfının taleplerini ve eylemlerini pasifi- ze ederek oligarşinin çizdiği sınırlar içinde ve onun çıkarlarına göre hareket eden sendikacılıktır.
21- ) Sendikaların işçiler karşısındaki diğer görevleri nelerdir?
Sendikalar, ücret mücadelesiyle yetinemez. Sendika, işçiyi eğitmelidir. Sendika, işçileri söz ve karar sahibi yapmalı, onları politika ve karar alma süreçlerine dahil etmelidir. Sendika, emekçilerin halkın diğer kesimleriyle dayanışmasını sağlamalıdır. Sendika, işçileri po- litikleştirmelidir. Sendika, patronların ve sömürücülerin devletinin her türlü saldırısına karşı, her koşulda direnmeyi, her koşulda örgütlenmeyi öğretmelidir.
22- ) Sendikasızlaştırma, emperyalizmin ve oligarşinin sistemli bir politikasıdır. Buna karış sendikalar ne yapmalıdır?
Tekelci burjuvazinin sendikasızlaştırma saldırısı, ideolojik-örgüt- sel-politik bir saldırıdır. Bir yandan işçi sınıfını ücret sendikacılığı bile yapamaz hale getirmek isterken, diğer yandan da sınıf bilincini ve işçi sınıfı iktidarı hedefini yok etmek istemektedir.
Uzlaşmacı, sarı ve reformist sendikacılık, örgütsüzleştirme saldırısını püskürtemez. Saldırı, sendikalarda oligarşinin çizdiği sınırlan yıkarak, sendikalara militan- devrimci bir mücadele anlayışı hakim kılınarak püskürtülebilir.
Yürüyüş233-sf.34-35
8-SINIF
1- ) Sınıf Nedir?
Toplum, sınıflardan oluşur. Sınıf; toplumsal zenginlikten aldıkları paya göre, toplumsal konum ve yerleri birbirinden farklı olan topluluklara denir.
Sınıfın en özlü tanımını Lenin yapmıştır: “Tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal bir üretim sistemi içindeki yerine; üretim araçlarıyla (Çoğu zaman yasalarla belirlenmiş) ilişkilerine, emeğin toplumsal örgütlenmesinde oynadıkları role ve toplumsal zenginliklerden aldıkları payın büyüklüğüne ve bu paya hangi araçlarla sahip olduklarına bakılarak birbirinden ayrılan geniş insan topluluklarına sınıf denir.”
Her sömürücü toplumda, üretim araçlarına sahip olanlar ve üretim araçlarından yoksun olanlar, sömürenler ve sömürülenler olarak iki ayrı sınıfı oluşturur.
2- ) Peki, sınıflar ne zaman ve nasıl ortaya çıktı…
Sınıfların henüz ortaya çıkmadığı ilkel topluluklarda, insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için birbirlerine muhtaçtılar ve gerekli olan şeyleri ortaklaşa çalışma ile elde ediyor, elde ettiklerini de tüm topluluk üyelerine eşit olarak paylaştırıyorlardı.
Ancak bu üretim ilişkisi zamanla üretici güçlerin gelişmesiyle yerini yeni bir üretim ilişkisine bıraktı. Üretim araçlarının gelişmesiyle topluluğun her üyesi ortalama bir güçle kendi yaşamları için gerekli şeyleri üretmeye başladı. İş bölümünde en işlevsel olanlar, elde edilenlerden daha büyük pay almaya başladılar. Zamanla toprak ve sürüler üzerinde özel mülkiyet oluşmaya başladı. Aletlerin gelişimi ve emek üretkenliğinin artması ile birlikte çok daha önemli n bir değişim yaşandı. Önceleri kabileler arasındaki savaşlarda, esir alınanlar, öldürülüyordu. Emek üretkenliğinin artmasıyla tutsaklar öldürülme- yip çalıştırılmaya başlandı. Savaş tutsakları kendi tükettiklerinden daha fazlasını üretiyorlardı. Böylelikle ilk zenginleşme kaynağı ortaya çıktı. Kölelerin ürettiklerinin fazlası, köle sahiplerine gidiyordu. Toplumun bir kesimi, tutsakların emeğini sömürmeye başlamıştı. Başkasının yararına çalışıp artı-ürün yaratan savaş tutsağı kölelerle, kölelerin emeğini sömürüp zenginleşen köle sahipleri, iki ayrı sınıftı artık. Kölelere ve üretim araçlarına sahip olan efendiler, topluluğun sıradan üyelerini de çiftçileri, çobanları ve zanaatçıları da sömürüp köleleştirmeye başladılar. Böylece toplum, üretim araçlarını elinde bulunduran köle sahipleri sınıfı ve üretim araçlarına sahip olmayan, sömürülen köleler sınıfı diye sınıflara bölündü.
3-) Sınıflı toplumlar ve bu top- lumlarda temel sınıflar hangileridir?
Toplumlar tarihindeki sınıflı toplumlar; köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve sosyalist toplumdur. Her sınıflı toplumda temel iki sınıf vardır. Bu temel sınıflar köleci toplumda, köleler ve köle sahipleridir. Feodal toplumda temel sınıflar; feodal beyler yani büyük toprak sahipleri ve topraksız köylülerdir. Kapitalist toplumda ise; burjuvazi ve proletaryadır. Sosyalist toplumda da sınıflar bulunmaktadır. Bunlar; proleterya, köylülük ve küçük burjuvazinin çeşitli katmanlarıdır. Ancak sosyalist toplumdaki farklı sınıf ve katmanlar arasında sömüren ve sömürülen ilişkisi yoktur. Proletarya diktatörlüğünde ifadesini bulan sosyalizm, aynı zamanda sınıfsız topluma komünizme geçiş sürecidir. Sosyalizm ileriye taşındıkça sınıflar da varlıklarını yitirecektir.
4- ) Temel olmayan sınıflar hangileridir?
Temel olmayan sınıflar, eski üretim ilişkisinin temel sınıfı olup, yeni üretim sisteminde tali duruma düşen sınıflardır. Bunlara temel olmayan sınıflar diyoruz. Bunların bir kısmı zamanla sınıf olma özelliğini de yitirip katmanlara, daha küçük topluluklara dönüşür. Örneğin, köylülük feodal dönemin temel sınıfıdır. Kapitalist dönemde ise köylülük temel olmayan bir sınıf haline gelmiştir. Kapitalist toplumda temel sınıflardan biri olan burjuvazi, feodal dönemde temel olmayan bir sınıftı. Özetle; “Temel olmayan sınıf; kendi üretim düzeninin dışında, başka bir üretim düzeninde yer alan sınıftır. ”
Bir de sınıf niteliği taşımayan serbest meslek sahipleri gibi toplumsal kesimler vardır. Bunlar da toplumsal katmanlar olarak adlandırılır.
5- ) Tarihte sınıfsız toplum var mıdır?
Evet, vardır. İnsanlık tarihinde top- lumlann sınıflara bölünmediği ve sınıfların olmadığı toplum ilkel komünal toplumdur. İlkel komünal toplumda insanlar doğa şartlarına, yabani hayvanların saldırılarına karşı koyabilmek ve yaşamlarını sürdürebilecek şeyleri elde etmek için bir arada olmak zorundadırlar. Bu ilk insanların oluşturduğu topluluk sınıfsız, insanın insanı sömürmediği, özel mülkiyetin olmadığı bir topluluktu. Bu toplumda insanlar yaşamları için gerekli olanları ortaklaşa çalışıp üretiyor ve ürettiklerini ortaklaşa eşit biçimde bölüşüyorlardı.
6- )Sınıf tavrı nedir?
Sınıf tavrı, proletaryanın bilimsel ideolojisini, bilimsel bir anlayış ve yöntemle ele almaktır. Proletaryanın ideolojisi Marksizm- Leninizmdir. Sınıf tavrı bu anlamda, proletaryanın Marksist- Leninist ideolojisini burjuvazi karşısında savunmak ve hayata geçirmektir. Proletaryanın ideolojisi, sosyalizm için sınıf mücadelesi yürütmeyi, bu mücadelenin sonucunda proletaryanın iktidarını kurmayı ve sosyalizmi inşaa etmeyi ve giderek sınıfsız topluma, komünizme geçmeyi öngörür.
Sınıf tavrı; sınıfın çıkarları ve tarihsel hedefleri doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, yılmadan mücadele etmektir.
7- )smıf savaşımı nedir?
Sınıf savaşımı, tarihteki en uzun süreli, en kesintisiz ve en yoğun savaştır. İki taraf, yani uzlaşmaz biçimdeki düşman sınıflar, politik, askeri, ekonomik, kültürel her alanda kesintisiz bir biçimde savaş halindedir. Her alan bu savaşı kıyasıya, birbirini “yoket- me” hedefiyle sürdüğü cepheler durumundadır. Sömürü üzerine şekillenen bir toplumsal sistem, sınıf savaşını başlatmış olur. Sınıf savaşı, ideolojik, ekonomik, politik cephelerde cereyan eder. Burjuva ideolojisine ve saptırmalarına karşı proletaryanın devrimci savaşı ideolojik bir savaştır. İşçi ve emekçi sınıflarının hayat ve çalışma şartlarını düzeltme şeklindeki günlük mücadelesi ekonomik bir savaştır. Sınıfların iktidarı hedef alan mücadelesi ise politik savaştır. Komünist Manifesto’nun başında yazdığı gibi “Şimdiye kadar ki bütün toplumlann tarihi,
sınıf savaşımları tarihidir.
8- ) Sınıf kini nedir?
Burjuvazi, toplumu sömürmüş, sömürüsünü sürdürmek için katliamlar düzenlemiş olsa da, toplumun intikam duygusu taşımasını istemez. Oysa intikam, insanın düşünen bir varlık olmasının, bir hafızaya sahip olmasının en doğal sonucudur. Sınıflı bir toplumda yaşarken, duygu ve düşüncelerimizden, kin duygusunu söküp atmak, tabiri caizse “evcilleştirilmiş” olmaktır. Gerçek şudur ki, sınıflı bir toplumda kin, öfke duygusunu yitirmiş bir insan, aslında insanlığından çok şey yitirmiş demektir. Çünkü bir insanı insan yapan, onur duygusu, adalet duygusu, namus duygusudur. Bu duygulan taşıyanlar haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa, namussuzluğa öfke duyandır. Devrimcilerin katı ve koyu bir sınıf kini vardır. Duyulması gereken tek kin, sınıf kinidir. “Kin duyulmadan yürütülen bir kavga, kuru sıkı doldurulmuş bir silah kadar etkisiz olacak, mücadeleyi daha başından kaybetmemize yol açacaktır. Kin duymamak; düşman karşısında esnemek, yumuşamak, ne yapacağını bilmemektir. ” (Kurtuluş, 2 Eylül 1995 sayı: 8) Düzeni değiştirmek isteyenler, insanlara, halka duydukları sevgiyle aynı büyüklükte, sömürenlere karşı da kin duymalı, intikam duygusu beslemelidirler.
9- ) Sınıf çelişkisi nedir, sınıflı toplumlardaki temel çelişkiler nelerdir?
Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme, her toplumun temel çelişmesidir. Ve üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki bu çelişki, her zaman iki temel sınıfın çelişkisi biçiminde yansır. Emek-sermaye arasındaki çelişki, çağımızın dünya çapındaki temel çelişkisidir. Bu çelişkinin pratikteki tezahürü “kapitalizm güçleri ile sosyalizm güçleri arasındaki’ çelişki, emperyalizm cephesi ile halklar cephesi arasındaki çelişki gibi çeşitli biçimlerde kendini ortaya koyar. Emek cephesi egemen hale gelmediği sürece bu temel çelişki devam ediyor demektir. Sınıflı toplumlardaki temel sınıf çelişkisi, köleci toplumda köleler ve köle sahipleri arasındaki çelişkidir. Feodal toplumda feodal beyler ve serfler arasındaki çelişkidir. Kapitalizmde burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişkidir.
10) Sınıflar mevzilenmesi nedir?
Marksist-Leninist litaretürde, sınıfların mevzilenmesi diye ifade edilen şey, bir bakıma dostların ve düşmanların tasnif edilmesidir. Devrim yolunda kimleri yanına, kimleri karşısına alarak yürüyeceğinin tespitidir. Düşmanın net ve açık tanımlanmasıyla; emekçileri devrim hedefinden uzaklaştıracak her türlü uzlaşmaya ve teslimiyete kapılar kapatılmış olur. Mevzilenme, devrimde çıkarı olan sınıf ve katmanları bir tarafa, çıkarları düzenin sürmesinde olanları karşı tarafa koyar. “Kendini bir savaşın içinde gören herkes, bir düşman kavramına da sahip olmak durumundadır. Çünkü, adı üstünde bir savaş varsa o savaşta taraflar da vardır. Ve savaşın tanımı ve doğası gereği taraflar birbirinin düşmanıdır.
11) Sınıflar mücadelesindeki gelişmelerle hukuk arasında bir bağ var mıdır?
Hukuk Marks’ın belirttiği gibi, toplumun hakim üretim ilişkileri tarafından belirlenir. Başka bir deyişle hukuk, hakim sınıfın “yasa” haline getirilmiş iradesidir.
Bu yasalar devlet gücü tarafından “cebren” güvence altına alınmıştır. Toplumsal gelenek ve göreneklerden farklı olarak “ya- sa”lar, kurumsallaşmış bir gücün şiddetine dayanırlar. Hukuk bir üst yapı kurumudur. Ve alt yapı tarafından, yani hakim üretim ilişkileri tarafından belirlenir. Hakim sınıfın çıkarlarını esas alır. Sınıflar mücadelesindeki gelişmeler hukuka da yansır. Ve onu ileriye veya geriye doğru yeniden şekillendirir. Halk güçleri de egemen sınıflar da hukuku bu mücadele içinde birbirine karşı kullanabileceği elverişli bir silah haline getirmeye çalışır.
12) Sosyalist toplumu sınıflı toplumlardan ayıran temel fark nedir?
Sosyalizme kadar var olan toplumsal sistemlerin hepsi sömürüye dayanıyordu. Sömürünün temel nedeni ise, üretim araçlarının belli bir sınıfın tekelinde toplanmış olmasıdır. Sosyalizm, sömürüyü tamamen ortadan kaldırır. Ve üretim araçlarının özel mülkiyetine son verir. Üretim araçlarına el koyar ve onları toplumsallaştırır. Marks, sosyalizmi diğer sömürücü toplumlardan ayıran özellikleri şöyle tanımlamıştır; “sosyalizm, kapitalizmin tersine, üretim araçlarından özel mülkiyetin yerine ortak mülkiyeti, kar için anarşik üretimin yerine kullanım için planlı üretimin bulunduğu bir sistemdir..”
Sosyalizmden komünizme geçiş aşamasında sınıflar varlıklarını yitirecek ve devlet de ihtiyaç olmaktan çıkıp sönümlenecek, yani kendi kendine yok olacaktır. Bu özelliği ile kendisinden önceki sınıflı-sömürücü toplumlardan ayrılmaktadır.
13-) Sınıf bilinci nedir?
Her sınıf gündeme gelen her olaya kendi sınıf çıkarlarına göre bakar. Ve her zaman sarsılmaz bir biçimde sınıf bilincine sahip olurlar. Burjuvazi kendi sınıf bilincini çıkarları doğrultusunda şaşmaz bir katılıkla ve kesinlikle uygular. Her şeyin kendi çıkarına olmasını gözetir. Kitleleri aldatarak sınıf bilincini bulanık- laştırmayı ve kitleleri sınıf kavramından uzaklaştırmayı amaçlar. İşçi sınıfında ise sınıf bilinci ilk başta pek gelişmiş değildir. Keskin çelişkilerle sınıfsal olarak ikiye ayrılmış bir toplumda, bir tarafın lehine olan, öbür tarafın aleyhinedir. Biri için iyi olan öteki için kötüdür. İdeolojik sağlamlık, ideolojisinin bu gerçeklikte sınıf temeline oturmasıdır. Sınıf bilinci kavramı bir sözlükte şöyle tanımlanmıştır; “Kendi sınıfının toplumdaki yerini ve özelliklerini bilimsel olarak kavramaktır. ” Buna göre ezilen-sö- mürülen bir emekçinin “sınıf bilincini” kavraması demek; kendi kurtuluşunun kapitalist sömürü düzenini ve asalak burjuva sınıfını yok etmekten geçtiğini, yeni bir dünya gücüne ve niteliğine yalnızca ait olduğu sınıfın sahip olduğunun farkında olması demektir. Geniş kitleler bu sınıf bilincini mücadele içinde kazanacaklar, kendilerine anlatılanları pratik içinde görüp, sınayarak kavrayacaklardır.
Sınıf savaşımı, tarihteki en uzun süreli, en kesintisiz ve en yoğun savaştır. İki taraf, yani uzlaşmaz biçimdeki düşman sınıflar, politik, askeri, ekonomik, kültürel her alanda kesintisiz bir biçimde savaş halindedir
14) Sınıf ideolojisi nedir?
“Toplumların, sınıfların, çeşitli topluluk ve grupların siyasi hukuki, kültürel, ahlaki, dinsel, felsefi görüş ve düşüncelerinin sistemleşmiş haline ideoloji denir. “Yani her sınıfın, yaşamın içinde oluşan düşünceleri, kültürü, siyasal, ekonomik duruma ilişkin değerlendirmeleri belli bir düşünsel süreç sonunda sistemleşir ve ideoloji dediğimiz olgu şekillenir. İdeoloji, sistemli bir hal almasına paralel olarak da o sınıfa ait kesimleri etkileyip yönlendirmeye başlar. Yaşadığımız çağda iki temel sınıfa bağlı iki temel ideoloji vardır. Bunlar burjuvazi ideolojisi ve proletarya ideolojisidir. İşçi sınıfına bu ideoloji silahını kazandıran Marks ve Engels’tir. Hiç kuşkusuz işçiler, kapitalist sömürüye karşı daha önceden mücadele ediyorlardı. Daha önceden kapitalizm karşısında işçi sınıfına ait çeşitli düşünceler vardı. Ancak bunlar henüz sistemleşmemiş, kendi iç bütünlüğüne ve mantıki sonuçlarına ulaşmamış düşüncelerdir. Marks ve Engels bu sürecin tamamlayıcısı oldular. Proletaryanın ideolojisi bilimsel sosyalizm yani Marksizm-Leninizm’dir.
15) Devlet nedir, sınıflardan bağımsız mıdır?
Sömürücü düzende devlet tüm topluma ait olamaz. Sınıflardan bağımsız bir devlet yapısı yoktur. Tam tersine her devlet; bir sınıfın öteki sınıflar üzerindeki baskı ve tahakküm aracıdır. Bu nedenle devlet, egemen sınıfın yada egemen ittifakın çıkarlarını koruyan örgütlenmedir. Köleci devlet, nasıl ki; köle sahiplerinin köleler üzerindeki baskı aracı ise, feodal devlet; feodal beylerin, serfler (Yoksul, topraksız köylüler) üzerinde, kapitalist devlet; burjuvazinin, proletaryanın burjuvazi üzerindeki baskı aracıdır. Köleci, feodal, kapitalist toplum- larda devletin niteliği sömürünün bir aracı olmasıdır. Fakat sosyalizmde tam tersi olarak devlet, sömürüye karşı bir baskı aracı olarak vardır. Devlet ancak sınıflı toplumlarda vardır. Ve egemen olan sınıfın (ya da ittifakın) baskı aracı olarak örgütlenmiştir. Sınıflar ortadan kalktığında devlet de ortadan kalkacaktır.
Yürüyüş-234-sf.30-31-32-
9-MİLLİYETÇİLİK VE LİNÇLER
1- ) Milliyetçilik nedir?
Milliyetçilik burjuvazinin “kendine ait bir pazara sahip olmak” istemesiyle tarih sahnesine çıkan bir düşüncedir. Kapitalizm gelişmekte, feodal devletler buna engel olmakta, burjuvazi feodal iktidarı yıkmak istemekteydi. Kapitalizmle birlikte ulusların şekillenmesine paralel olarak “Tek bayrak altında ulusal bir devlet”, feodalizmin egemenliğini yıkıp burjuvazinin iktidarını sağlayacaktı. Milliyetçilik bu anlamda burjuvazinin çıkarlarına uygun olarak, “belli bir toprak üzerinde aynı dili konuşan, aynı üretim ilişkileri içinde yer alan halkı ortak bir ruhsal şekillenme içinde birleştiren ‘inanç ve bilinç ’ birliği” olarak tarih sahnesine çıktı.
2- ) Milliyetçiliğin tarih içindeki rolü nedir?
Milliyetçilik, feodalizme karşı ilerici bir rol oynadı. Bu milliyetçilik, burjuva milliyetçiliğiydi ve burjuvazinin gericileşmesine bağlı olarak gericileşti. Milliyetçilik düşüncesi, bir ulusun öteki uluslardan daha üstün olduğu düşüncesiyle ulusları birbirine düşman hale getirdi. Burjuvazi, burjuvazinin çıkarları için kitleleri savaştır- makta bu milliyetçilik duygusunu kullandı.
3- ) Burjuvazi milliyetçiliği neden kullanır?
“Tekelci dönemde kapitalizm serbest rekabet, milliyetçilik ve demokratik yönetim ilkelerini bir yana iterek, yerlerine tekel, kozmopolitizm ve oligarşik diktayı ikame etmiştir. ”Fakat
burjuvazi, kitleler nezdinde milliyetçiliği elden bırakmayıp, kullanmaya devam etmiştir. Çünkü milliyetçi duyguların körüklenmesi emekçilerin sınıf bilincinin gelişmesini engellemektedir. Milliyetçilik ve “milli” duygular, sınıfsal farklılıkları, çelişkileri en etkili ve en kısa yoldan örtbas etme aracıdır.
İlerici rol oynadığı dönemler de dahil, burjuvazi her zaman milliyetçiliği kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Burjuvazinin “milli” çıkar olarak gösterdiği kendi çıkarlarıdır. “Egemenlik ulusundur” sözü de sınıfsal anlamda burjuvazinin egemenliği anlamına gelmiştir. Emperyalizm dönemiyle birlikte, milliyetçiliğin kullanımı, şovenizme dönüşmüş ve halklar açısından yıkıcı ve tehlikeli hale dönüşmüştür.
4- ) Milliyetçiliğin ülkemizdeki seyri nedir?
Milliyetçilik ve şovenizm, sistemin bir parçası olarak, emperyalizme hizmet eder. Faşizm milliyetçiliği kullanır. Şovenizmi körükleyerek uluslar arasında düşmanlığı büyütür. Ulusun alabildiğince yüceltildiği yeni bir tarih yazılıp diğer uluslar aşağılanır düşman gösterilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ulusal kurtuluşçuluk hakimdir; bu sürecin milliyetçiliği anti-emperyalist içeriklidir. Ancak daha sonra bu milliyetçilik, Güneş Dil Teorisiyle birlikte “ırkçı” bir zemine oturdu. Asimilasyon politikalarına zemin oluşturdu. Başta Kürtler olmak üzere, tüm diğer ulusal kimlikler üzerinde baskılar başladı.
5- ) Bugün milliyetçiliği kim yükseltiyor?
Milliyetçilik, bizzat devlet tarafından ulusal ve sınıfsal mücadeleye karşı bir barikat olarak kullanılmaktadır. Yoksullaşmaya duyulan öfkenin sola yönelmesini engellemek, kitleleri kontrol altında tutmak için de milliyetçilik bulunmaz bir silahtır. Oligarşik devletin kitleleri kontrol etmek için kullandığı iki temel araçtan biri din ve bu temelde örgütlenen hareketler, diğeri milliyetçilik ve bu temelde örgütlenen hareketler olmuştur.
Şovenist milliyetçi şartlanmalar altında tutulan kitleler, kendi sorunlarından uzaklaşıp sorunlarının kaynağı olarak hak arayan kesimleri, ulusal haklarını isteyen kitleleri azınlık milliyetleri görür. Özellikle küçük burjuvazi ve köylülük üzerinde etkili olan bu denetim yönlendirme politikası büyük oranda sonuç alıcı olmaktadır.
6-) Milliyetçiliğin kullanıldığı alanlar?
Milliyetçiliğin tarihsel olarak kullanıldığı en önemli alanlarlardan biri, muhalif güçleri sindirmektir. Bunun için hedefteki güçler, “gayri milli” olmakla, “vatana ihanet”le suçlanır ve şovenizmin etkisindeki güçler, hedefe yönlendirilir.
Ülkemizde de milliyetçilik, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren, bu şekilde yoğun olarak kullanıldı. Bağımsız Türkiye için mücadele edenleri “vatan haini”, “dış mih- raklı” diye lanse eden oligarşi, vatanseverleri bu yolla tecrit etmeye çalışmıştır.
Şovenizmin yükseltilmesi, geniş kitleleri pasifize etmekte, denetim altında tutmakta, düzene tepkilerinin başka yönlere kanalize edilmesinde de kullanılır. Şovenist şartlandırmalar altında tutulan kitleler kendi sorunlarından uzaklaşır, kışkırtmalarla, sorunlarının kaynağı olarak düzeni değil hak arayan kesimleri görmeye başlar…
7- ) Milliyetçiliğin toplum üzerindeki etkisi nedir?
Egemenler toplumu sürekli “dört yanımız düşmanla dolu, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” demagojisiyle tetikte tutup, toplumun devletin etrafında kenetlenmesini hedeflerler. Bu ruh haliyle, Türkiye’yi, tüm yanlışlarıyla birlikte savunmak, adeta zorunlu “ulusal bir refleks”, toplumsal bir ruh hali haline getirilir.
8- ) Linç nedir?
“Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranıştan dolayı birini, yasadışı ve yargılamasız olarak, taş, sopa ve benzeri araçlarla döverek öldürmesi”dir.
Bugünkü somutta, linç, egemen sınıfların kışkırtmalarıyla bir araya getirilen güruhların, hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin üzerine saldırtılarak, “düşman” gösterilen bu kesimlerin öldürülmesi veya öldüresiye dövülmesidir.
9- ) Linç bir devlet politikası mıdır?
Bugüne kadarki linç saldırılarında anlık ve yerel, bölgesel bir durum söz konusu değildir. Bu süreç bilinçli ve planlı bir şekilde başlatılmıştır ve halen de öyle sürmektedir.
Linç meselesi, sistemin niteliğinden ve yarattığı kültürden bağımsız ele alınamayacağı gibi, salt “kitle psikolojisi” gibi açıklamalar da yeterli olmaz.
Demokrasicilik oyununu bir zul olarak gören ve “ah şu insan hakları olmasa” diye düşünen faşist devlet zihniyeti, demokratik mücadeleyi yoketmek için “hukukun dışında”, “rutin dışı” bir yöntem olarak sivil faşist terörü halkın üzerine sürmüşlerdir. Faşist terörün bugünkü biçimi, devrimci demokratik güçleri tecrit etme hedefine uygun olarak, linç biçiminde sürdürülmektedir. Dolayı
sıyla, “vatandaş hassasiyeti” olarak lanse edilen bu saldırılar kontrgerilla politikaları içinde görülmek durumundadır.
10- ) Kitleler bu politikada nasıl kullanılır?
Şovenizmin karakteristik özelliklerinden biri anti-komünistliktir.
Kitleleri “ulusun ve vatanın varlığının tehlikede olduğu” ruh haline sokan oligarşi, bu havayı egemen kılabildiği ölçüde sınıf mücadelesini de “vatana ihanet” olarak göstermektedir. Bu anlamda şovenizm oligarşi açısından çok verimli, bir taşla bir çok kuş vurmasını sağlayan bir politikadır.
Şovenizm kitleleri etkilemek için dini kullanır. Hitler’in “Tanrının yapıtım korumak için savaşıyorum.” sözünün Türkiye versiyonu “bayrak inmez, ezan susmaz” sözüdür.
Linç politikası halkın tüm geri yanlarına seslenen bir politikadır. Açlık, işsizlik, yoksulluk derinleştikçe öfke ve tepki kendisine yönelecek yer aramakta, solun bu tepkiyi doğru hedeflere kanalize edemediği koşullarda da egemenler bu tepkiyi ırkçı kanallara akıtmaktadırlar. Kitlelerin memnuniyetsizlik duyguları, linç politikasının kullandığı malzeme haline gelmektedir.
11- ) Neden linç?
Dün nasıl sivil faşist terör, kontrge- rilla politikaları doğrultusunda devletin polisi, MIT’i, jandarmasıyla işbirliği içinde halkın mücadelesinin karşısına çıkarılmışsa, kontrgerilla nasıl infazlara, kaybetmelere, faili meçhullere başvurmuşsa, bugün de linç saldırılarına politik olarak aynı görev yüklenmiştir.
Salt askeri, polisiye yöntemlerle, ağırlaştırılmış baskı ve cez a yasalarıyla amacına ulaşamayan sistem, halkın taleplerinin karşısına şovenizmle zehirlenmiş kit
leleri çıkarmayı bir politika haline getirmiştir. Kürt-Türk çatışmasının zeminini yaratarak, bunu hem bir tehdit aracı olarak kullanmakta, hem de milyonlarca Kürt’ ün taleplerini gayrı meşru bir zemine sürüklemeyi hesaplamaktadır.
Lincin somuttaki diğer hedefi ise devrimci demokrat mücadeledir. Devrimci, demokrat mücadelenin alanını daraltmayı, devrimcileri sokağa çıkamaz hale getirmeyi, ödenen bedellerle sağlanan meşruluğu yok etmek istemektedir.
Ayrıca, linçlerle hem “halk bize karşı” duygusu yaratılarak devrimcilerde, hem de devrimcilere umut bağlayan kitlelerde çaresizlik, umutsuzluk ve demoralizasyon yaratmak istemektedirler.
12) Linç saldırılan “’sosyolojik” midir?
Linç saldırılarının nedeni sosyolojik değil, politiktir. Oligarşi linç saldırılarının nedenlerini gizlemek için “sosyolojik sebepler” masalları anlatmaktadır.
Linç saldırıları, bizzat oligarşinin resmi sivil faşist güçleri tarafından belli politik hedefler için ör- gütlenmektedir. Bu tartışmasızdır. “Neden Trabzon,?”, “neden Bilecik?”, “neden Düzce?” diye sormak yersizdir. Saldırılar bazen 10-20, bazen 50-100 kişilik faşist güruh etrafında örgütleniyor. Burada belirleyici olan örgütleyenlerdir. Örgütleyiciler ise, polisten MIT’e, jandarmaya, MHP’den BBP’ye, AKP’ye kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla, linç saldırıları, dinci gericiliğin ve şovenizmin belli bir kitle tabanına sahip olduğu her yerde örgütlenebilir.
13-) Linçler nasıl örgütleniyor?
İstisnasız bütün linçler yalanlarla kışkırtılmıştır. 6-7 Eylül saldırılarından tutun da; Maraş, Çorum, Sivas, Trabzon, Edirne ve benzeri tüm linç saldırıları yalanlarla organize edilmiştir.
“Atatürk’ün evini bombaladılar”dan başlayan yalanlar, “Komünistler, camileri bombaladı”, “Kaleye kızıl bayrak çektiler”, “Türk bayrağını yaktılar” diye sürüp gitmektedir. Bu noktada, özellikle bir çok yanlışıyla oligarşiye malzeme veren Kürt milliyetçi hareketinin bu yanı da, bu saldırılarda sıklıkla kullanılmaktadır.
14-) “Vatandaş hassasiyeti” diye lanse edilen linçlerin özü nedir?
Oligarşi, burjuva basının eli kanlı kalemşörleri aracılığıyla linçleri “vatandaş hassasiyeti”, “halk tepkisi” gibi söylemlerle meşrulaştırmaktadır.
Ortada bir “vatandaş hassasiyeti” yoktur. Kendiliğinden bir tepki yoktur. Tek bir linç saldırısı bile bu şekilde kendiliğinden gerçekleşmemiştir. Ortada kontrgerilla tarafından yalanlarla kandırılmış üç-beş çapulcunun vatanseverlere, devrimcilere, demokratik güçlere saldırtılması vardır..
15) Milliyetçilik özünden uzaklaşmıştır?
Günümüzde artık “milliyetçi”lik, milliyetçilikten çıkmıştır. Bugün yeryüzünde ne tarihsel anlamıyla, ne 20. yüzyılda emperyalizme karşı bir mevzi olan ulusal kurtuluş savaşlarındaki anlamı ve işleviyle bir milliyetçilikten söz edilemez. (Kimi ülkelerde istisnalar olabilir. İstisnalar kaideyi bozmaz.)
Milliyetçiliğin tarihsel anlamı ortadan kaybolmuş, o zemininden kaymış durumdadır. Ekonomik, siyasi, askeri, kültürel anlamda emperyalizme karşı bağımsızlığı savunmayanların, milliyetçilik, ulusalcılık adına söyledikleri her şey sahtekarca ve riyakarcadır.
Yürüyüş236-sf.28-29-30
10-DEV-GENÇ
1- ) “Türkiye Devrimci Gençlik
Federasyonu” (Dev-Genç) hangi tarihte kuruldu?
A- 10 Aralık 1959 B- 10 Şubat 1980 C- 10 Ekim 1969 D- 10 Kasım 1990
2- ) Temmuz 1968’de Amerikan ordusunun 6. Filo’su İstanbul’a geldi ve 6. Filo’nun askerleri eğlenmek için şehre çıkmak istediler. Devrimci Gençlik, bu askerleri İstanbul’un hangi bölgesinden denize döktü?
A- Yenikapı B- Beşiktaş C- Kumkapı D- Dolmabahçe
3) 1969 başında, bir CIA ajanı, ülkemize ABD büyükelçisi olarak atandı. Büyükelçi’nin ilk işlerinden biri Ankara’da ODTÜ’yü ziyaret etmek oldu. Devrimci Gençlik de ona bir karşılama hazırlamıştı. Bu ziyaret sırasında “Vietnam Kasabı” olarak da tanınan bu büyükelçinin arabası yakıldı. Arabası yakılan bu büyükelçi kimdi?
A- Robert Commer B- Robert Gates C- Jimy Carter D- Morton Abromowitz
4-) Dev-Genç Andı’nın sözlerinin “ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” kısmı hangi devrimci önderin sözlerinden oluşuyor?
A-) V.İ. Lenin B-) Mahir Çayan C-) Ernesto Che Guavera D-) Dursun Karataş
5-) 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim Meydanı’nda kon- trgerillanın kitlenin üzerine ateş açması sonucu çıkan panikte insanlar birbirini ezmeye başladı. Kurşunların yağdığı o anda, dağılmayarak kitleye “yere yatın, kaçmayın” diyerek paniğin önüne geçerek daha çok insanın katledilmesinin engelleyen, alanda örgütlülüğünü koruyan tek örgüt hangisidir?
A- DİSK B- DEV-GENÇ C- YDGF D- TÖB-DER
6- ) 1977’de içinde Dayı’nın da olduğu Dev-Gençliler tarafından İstanbul’da halkla birlikte kurulan ve resmi adı Nurtepe olan mahallenin gerçek adı nedir?
A- 1 Mayıs Mahallesi B- Armutlu Mahallesi C- Çayan Mahallesi D- Gençlik Mahallesi
7- ) Aşağıdaki sözler hangi Dev- Gençli’ye aittir:
“… Okul (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) işgal altındayken, başta yalnızca iki kız, dört erkek gidiyorduk, her gün dayak yedik. Anfide arkamız tamamen boştu. Sonra yedi olduk. Her geçen gün faşistlerin arkası boşalmaya başladı, biz kalabalıklaştık. Sonunda onları okuldan attık…”
A- Şaban Şen B- Sabahat Karataş C- Sinan Kukul D- Sevgi Erdoğan
8- ) 1984 Ölüm Orucu direnişi sıra
sında Tıp Fakültesi öğrencisi olan bir Dev-Gençli, direnişe destek olmak için feda eylemi yapmaya hazır olduğunu bildirir yoldaşlarına. Yıllar sonra 1996 Ölüm Orucu direnişinde ölümsüzleşen bu Dev-Gençli kimdir.
A- Abdullah Meral B- İlginç Özkeskin C- Müjdat Yanat D- Yemliha Kaya
9- ) 1981’deki “YÖK’e Hayır” kampanyası sırasında YÖK merkezinin bombalanması eyleminde yer alan Dev-Gençli aşağıdakilerden hangisidir?
A- Kemal Askeri B- Erhan Yılmaz C- İrfan Barlık D- Erol Yalçın
10- ) 12 Eylül sonrası dernekleşme
kuruluşu için ilk başvuru yapan Ankara Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği oldu. O zaman reformistlere karşı dernek kurma düşüncesini savunan ve bu çalışmada yeralan, yıllar sonra ise SPB üyesi bir adalet savaşçısı olarak şehit düşen Dev-Gençli kimdir?
A- Ali Rıza Kurt B- Birtan Altınbaş C- Baki Erdoğan D- Fuat Erdoğan
11- ) 1994 yılında İstanbul Bağcı- lar’da “Üç Karanfil” olarak ölümsüzleşen devrimcilerden hangisi Liseli Dev-Genç kökenliydi?
A- Özlem Kılıç B- Güner Şar C- Ferda Civelek D- Hüseyin Aslan
12) Dev-Genç çizgisinde geçmişten bu yana kurulan federasyonlar kuruluş sırasına göre hangileridir?
A- Gençlik Federasyonu, Dev-Genç, TÖDEF, DGF
B- Dev-Genç, DGF, TÖDEF, Gençlik Federasyonu
C- DGF, Dev-Genç, Gençlik Fede- rasyonu,TÖDEF
D- Gençlik Federasyonu, Dev-Genç, DGF, TÖDEF
13) 1987 yılında gündeme getirilen “Tek Tip Öğrenci Derneği Ya- sası”na karşı gerçekleştirilen Nisan Direnişi’ni örgütleyenlerdendi. 28 Nisan 1988’de ise İstanbul Üniversitesi Rektörlük işgaline önderlik etti. Daha sonra Dersim dağlarında gerilla olarak şehit düştü. Kimdir bu Dev-Gençli?
A- Cihan Gürz
B- Cihan Taçyıldız
C- Adnan Berber
D- Hasan Hüseyin Boyraz
14) Dayı’nın Dev-Genç’in 20. yıldönümüne gönderdiği tarihi mesaj, devrimci hareketin Dev- Genç’le duyduğu gururun ve Türkiye halklarının Dev-Genç’i sahiplenmesinin tarihi belgesiy- di. Bu mesajın başlığı hangisidir?
A- “Yaşasın Dev-Genç”
B- “Biz Dev-Gençliyiz”
C- “Dev-Gençte Birleştik”
D- “Bir Dev-Genç’imiz var”
15) 1 Aralık 1989’da İstanbul
Üniversitesi Basın Yayın’da faşistlere tek başına tavır koyan ve böylece işgal eyleminin de fitilini yakan Dev-Gençli kimdir?
A- Hamiyet Yıldız B- Zeynep Ankan C- Eda Yüksel D- Kevser Mırzak
16) 8 Eylül 1991’den beri Dev-
Genç’in dayanışma geleneğiyle özdeşleşen ve adı Rehberlik ve Dayanışma Masalan’yla özdeşleşen “Kömür gözlü kız” kimdir?
A- Hatice Özen B- Seher Şahin C- Elmas Yalçın D- Nilüfer Alcan
17) Dev-Genç’in 1980 sonrası ilk şehidi kimdir?
A- Ekrem Akın Savaş B- Mehmet Akif Dalcı C- Birtan Altınbaş D- Ali Efeoğlu
18) “Neslime Armağandır” isimli şiiri Grup Yorum tarafından bestelendi. Bütün şiirleri “Kavganın Çırağı Olmak İsterim” adıyla yayınlandı. Liseli Dev- Genç’in 1980 sonrası ilk kadrola- nndandır. 16 Mart 1991’de, Irak halkının katili ABD Dışişleri Bakan’inin ülkemize gelişini protesto etmek için İzmir-General
Motors’u bombalama eyleminde ölümsüzleşen Dev-Gençli kimdir?
A- Kahraman Altun
B- Ümit Doğan Gönül
C- Tevfik Durdemir
D- Ömer Aydoğmuş
19) Aralık 2004-Ocak 2005 arasında sürdürülen Dev-Genç Kampanyasının temel sloganı hangisidir?
A- Ortadoğu Ortadoğu Halklannındır!
B- Ne Avrupa Ne Amerika, Bağımsız Türkiye, İşbirlikçiliğe Son!
C- Üniversite Kapıları Yoksul Halk Çocuklarına Açılsın!
D- Parasız Eğitim İstiyoruz Alacağız!
20) Dev-Genç’in 40. yıldönümü için başlatılan kampanyanın şiarı aşağıdakilerden hangisidir?
A- Ortak Düşman Amerika’ya Karşı Birleşelim!
B- Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın Halkların Kardeşliği!
C- Amerika Defol, Bu Vatan Bizim!
D- Mahir, Hüseyin, Ulaş… Kurtuluşa Kadar Savaş!
CEVAPLAR: 1: C, 2: D, 3: A, 4: C, 5: B, 6: C, 7: A, 8:B, 9:C, 10: D, 11:A, 12: B, 13:C, 14: D, 15: A, 16: B, 17: C, 18: A, 19: B, 20: C
Yürüyüş 237-syf.34-35
11-BÜYÜK DİRENİŞ
1- ) Büyük direniş ne zaman başladı?
- a) 19 Aralık 2000
- b) 20 Ekim 2000
- c) 22 Ocak 2000
- d) 19 Kasım 2000
2- ) Büyük direnişin başında süresiz açlık grevine katılan devrimci tutsakların sayısı kaçtı?
- a) 816
- b) 618
- c) 218
- d) 716
3-) Büyük direnişin başlangıcından sonuna kadar kaç ölüm orucu ekibi çıktı?
- a) 15
- b) 9
- c) 13
- d) 19
4- ) Büyük direniş içinde ölümsüzleşen kadın direnişçilerin sayısı kaçtı?
- a) 32
- b) 57
- c) 42
- d) 48
5- ) 19 Aralık operasyonunda kaç devrimci katledildi?
- a) 28
- b) 25
- c) 32
- d) 30
J 6-)19
Aralık katliamına misille me için 3 Ocak 2001de Şişli Emniyet
Müdürlüğünde gerçekleştirdiği feda eyleminde ölümsüzleşen savaşçı kimdir?
- a) Uğur Bülbül
- b) Gültekin Koç
- c) Eyüp Beyaz
- d) Şengül Akkurt
7- ) Büyük Direniş öncesi, bir örgüt, bedel ödemeyi göze alamamayı, “Cezaevlerinde bulunan Türkiye devrimci hareketinin birikimli kadro kuşağının kremasının korunması” şeklinde te- orize etmiştir. Kimdi bu anlayışın sahibi?
- a) TKP/ML
- b) MLKP
- c) TİKB
- d) DY
8- ) F Tiplerinde ölümsüzleşen ilk ölüm orucu direnişçisi kimdir?
- a) Ahmet İbili
- b) Veli Güneş
- c) Faruk Kadıoğlu
- d) Cengiz Soydaş
9~) Dışarıda ölüm orucuna başlayan direnişçilerden ilk ölümsüzleşen kimdir?
- a) Şenay Hanoğlu
- b) Canan Kulaksız
- c) Sevgi Erdoğan
- d) Gülsüman Dönmez
10- ) Dışarıda ölüm orucuna başlayan TAYAD’lı ailelere evini açan, daha sonra da direnişle ilgili “Samur Kürk” isimli tiyatro oyununu yazan sanatçı hangisidir?
- a) Elif Şafak
- b) Yılmaz Erdoğan
- c) Bilgesu Erenus
- d) Orhan Pamuk
11- ) 5 Kasım 2001 ’de Armutludaki Direniş Evleri ’ne yönelik gerçekleştirilen operasyonda katledilen dört kişiden hangisi ölüm orucu direnişçisi idi?
- a) Sultan Yıldız
- b) Arzu Güler
- c) Bülent Durgaç
- d) Ali Ekber Barış
12) Ölüm orucunda ölümsüzleşen TAYADl Ailelerden Şenay Hanoğlu ’nun kaç çocuğu vardı?
- a) İki
- b) Üç
- c) Bir
- d) Dört
13-) TAYAD’lı Aileler Büyük Direniş ’in mevzisi haline getirdikleri Abdi İpekçi Pakındaki elin altında 16 Eylül 2003’te başlattıkları oturma eylemini kaç gün sürdürdüler?
- a) 178 gün
- b) 1230 gün
- c) 600 gün
- d) 1400 gün
14-) TİKB, TKP/ML,
MLKP, TDP, MLSPB, Direniş Hareketi, TKP-Kıvûam, Devrimci Yol davasından tutsaklar ölüm orucunu ne zaman bıraktılar?
- a) 10 Mart 2002
- b) 28 Mayıs 2002
- c) 3 Haziran 2001
- d) 28 Mart 2003
15) 19 Aralık Katliamından önce söylenen “Hapishanelerde otorite sağlamadan, IMFprogrammı uy- gulayamayız” sözü kime aittir?
- a) Sadettin Tantan
- b) Süleyman Demirel
- c) Bülent Ecevit
- d) Mesut Yılmaz
16- ) Avukat Behiç Aşçı ’nın tecrite karşı ölüm orucuna başladığı 5 Nisan tarihi ne günüdür?
- a) Dünya Hukuk Günü
- b) Dünya Adalet Günü
- c) Dünya Direniş Günü
- d) Avukatlar Günü
17- ) Büyük Direniş içinde ölümsüzleşen kahramanlarımızın toplam sayısı kaçtır?
- a) 111
- b) 120
- c) 122
- d) 112
18- ) Ölümsüzleşen direnişçilerin içinde en genci hangisidir?
- a) Özlem Durakcan
- b) Selma Kubat
- c) Eyüp Samur
- d) Canan Kulaksız
19- ) Büyük Direniş içinde süre olarak ölüm orucu eylemini en uzun süre devam ettirerek ölümsüzleşen Berkan Abatay’ın eylemi kaç gün sürmüştür?
- a) 589
- b) 489
- c) 389
- d) 289
20- ) Günlüğüne, bütün direnişçilerin duygu ve düşüncelerinin özeti olarak şu satırları yazan hangisidir?
“Eğer yeryüzünde anlamlı ve güzel birşey aranacaksa, işte en anlamlısı: İsyan…
Eğer yeryüzünde uğruna her fedakârlığın yapılacağı bir ideal aranıyorsa, işte en sade olanı; emperyalizmin, baskının, sömürünün olmadığı bir dünya…
Emperyalizmden nefret etmek ve asla boyun eğmemek için milyonlarca nedenimiz var…”
- a) Eyüp Samur
- b) Fatma Koyupınar
- c) Muharrem Karademir
- d) Gülnihal Yılmaz
21- ) Büyük Direnişte ölümsüzleşen direnişçilerden biri, 1984 ölüm orucu döneminde, Taksim Amti’na siyah çelenk bırakanlar arasındaydı. Kimdi o direnişçi?
- a) Hülya Şimşek
- b) Osman Osmanağaoğlu
- c) Sevgi Erdoğan
- d) Gürsel Akmaz
22- ) Yüzyıllar önce uzun süre denizde kalan denizcilerde görüldü. 2000-2007 Ölüm Orucu döneminde hastalık geniş kesimlerce öğrenildi. Çok uzun süre beslenmemekten kaynaklı bellek kaybına ve sakatlanmalara yola- çan bu hastalık hangisidir?
- a) Alzheimer
- b) Parkinson
- c) Wernicke Korsakof
- d) Anoreksiya
23- ) Feda savaşında şehit düşen Fırat Ta- vuk’un, büyük direniş üzerine yazdığı şiiri Grup Yrum’un hangi kasetinde, hangi isimle söyleniyor?
- a) Yürüyüş – Özlem
- b) Feda – Bir Mevsim
- c) Kucaklaşma – Emek
- d) Geliyoruz – Gidene
24- ) Oligarşinin F Tipi hapishaneleri açmasının en temel nedeni, TECRİT politikasını uygulamaktı. Tecrit, tutsakların birbirlerinden ve dışarıdan koparılması, yalnızlaştırılması demekti. Emperyalistlerden alınmış bir politika. olan tecritin dilimiz de de kullanılan İngilizce karşılığı hangi kelimedir?
- a) İzolasyon (İsolation)
- b) Rehabilitasyon
- c) Tehcir
- d) Treadman
25-) 19 Aralık operasyonu sırasında Adalet Bakanı olan katliamcı, katliamdan sonra “Benim tahminlerimin altında bir zayiattır. Çok daha fazla, bunun birkaç katı olabilir diye öngörüyorduk. ..”dedi. Bu bakan kimdi?
- a) Cemil Çiçek
- b) Ali Şahin
- c) Hikmet Sami Türk
- d) Mehmet Ağar
CEVAPLAR: 1:b, 2: a,
3: c, 4: d, 5: a, 6: b, 7:c, 8:d, 9:d, 10: c, 11:b, 12: a, 13:b, 14: b, 15: c, 16: d, 17: c, 18: a, 19: a, 20: d, 21: c, 22: c, 23: b, 24: a, 25: c
Yürüyüş 238-syf.30-31
12-EKİM DEVRİMİ
1- ) Ekim devrimi hangi tarihte gerçekleşmiştir?
Eski takvime göre 24 Ekim, yeni takvime göre ise 7 Kasım 1917’de Rusya’da devrim gerçekleşti.
2- ) Rusya’da Ekim devrimi öncesi nasıl bir tablo vardı?
Devrim öncesi Rusya toprak ağalarının iktidarı olan Çarlık rejimi ile yönetiliyordu. Ekonomiye yön veren artık burjuvazi olmasına rağmen, burjuvazi Çarlığı devirip, iktidarı alacak güçte de değildi.
Rusya, Batı Avrupa’nın yarı-sö- mürgesiydi. Aynı zamanda emperyalist bir ülkeydi. Lenin’in tanımıyla “emperyalist feodal bir ülke” olan Rusya’da nüfusun büyük bölümünü köylülük oluşturuyordu. I. emperyalist savaşla birlikte açlık, yoksulluk, sefalet artmış, baskılar boyutlanmış, sınıf çelişkileri keskinleşmiştir. Rusya, emperyalist zincirin en zayıf halkası durumundaydı.
3- ) Devrim hangi partinin önderliğinde gerçekleşti?
Devrim Lenin’in önderi olduğu Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) öncülüğünde gerçekleşti.
RSDİP 1898’de kuruldu. 1903’teki kongrede parti içindeki reformist, oportünist kesim safdışı edildi. Bunlara Menşevik (azınlık) deniliyordu. Bolşevikler (çoğunluk) ise Lenin’in önderliğinde partiyi “çelik bir çekirdek” olarak güçlendirip devrimin önderi yaptılar.
RSDİP, Ekim devrimi sonrası Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) adını aldı.
4-) Devrimin stratejisi nedir?
Sovyet devriminin stratejisi, daha sonra “Sovyetik ayaklanma” olarak adlandırılmıştır. Buna göre devrim iki aşamalıdır.
Birinci aşama yani evrim döneminde örgütlenme ve barışçıl mücadele metodlan esas alınır. İkinci aşama, yani devrim aşamasında, devrimin şartlan oluşmuştur. Topyekün ayaklanma ve zor yoluyla iktidar alınır. Devrimin öncü ve temel gücü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının ittifakı ise köylülüktür. Proletarya önderliğinde sosyalist devrim gerçekleşir.
5-) Sovyet Devrimi, hangi aşamalardan geçti?
1917 Ekim devrimine gelmeden önce iki önemli dönüm noktası yaşandı. Bunlardan biri 1905 devrimi, ikincisi ise 1917 Şubat Burjuva Demokratik Devrimi’dir.
1905 devrimine gelinen süreç Rus- Japon savaşı ile başladı. Savaşla birlikte yoksulluk ve baskı da arttı. Grevler, protestolar yaygınlaştı. 1903 Ocak ayında, Çarlık Sarayına yürüyen işçilere ateş açılması ve binden fazla işçinin katledilmesi üzerine eylemler 200 şehre yayıldı. Köylüler ayaklandılar. İlk İl Sovyetleri kuruldu.
1905’in Kasım-Aralık ayına gelindiğinde grevler çatışmalar silahlı ayaklanmaya dönüştü. Fakat Rusya’nın o günkü subjektif koşullan nedeniyle ayaklanmalar başarıya ulaşamadı, kanla bastırıldı. Böylece 1905 devrimi yenildi. Ancak bu ayaklanmalar sonucunda Çarlık hükümeti, iktidarı burjuvaziyle paylaşmak zorunda kaldı. Ve Devlet Duması kuruldu.
1905 devriminin yenilgisinden sonra uzun bir sessizlik dönemi oldu. Fakat geleceğe miras olarak Sovyetler oluşmuştu artık. İşçiler-köylüler Sovyetlerde örgütleniyordu. İşçi Sovyetleri il il yayılmaya başladı.
6- ) 1917 Şubat Devrimi’nin önemi nedir?
- Emperyalist paylaşım savaşının getirdiği açlık ve sefalet, 1917 yılının Ocak ayında büyük grevlere yol açtı. Ordu içinde de ayaklanmalar başladı. Çarlık yönetiminin meclisi de kapatması üzerine burjuvazi de ayaklanmalara katıldı.
Petersburg Sovyeti’nin çağrısıyla 28 Şubat’ta ayaklanan işçi ve askerler Çarlık kabinesini ve ordu komutanlarını tutuklayarak, Çarlık iktidarını devirdiler. Burjuvazinin de içinde yer aldığı yeni bir iktidar kuruldu. Böylece Şubat Burjuva Demokratik Devrimi gerçekleşmiş oldu. Artık gündemde sosyalist devrim vardı.
7- ) Bolşeviklerin iktidara gelişi nasıl oldu?
Burjuva Demokratik Devrimi’nden sonra her tarafta işçi-köylü ve asker sovyetleri oluşmaya başladı. Ancak Sovyetler’de, emperyalist paylaşım savaşının sürmesindem yana tavır koyan, burjuva hükümeti destekleyen Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler çoğunluktaydı.
Fakat devrimin gerçek önderi olan Bolşevikler, burjuva demokratik devrimin son bulduğunu ve artık sosyalist devrime geçilmesi gerektiğini ilan edip “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını ortaya attılar. Kitleler hızla Bolşeviklerden yana tavır aldılar. Ve Bolşeviklerin öncülüğünde ayaklanarak 1917’nin 7 Kasım’ında iktidarı zor yoluyla burjuvaziden aldılar.
Tarihte ilk kez, 1917 7 Kasım’ın- da işçiler-köylüler… feodal egemenlerin ve burjuvazinin milyonlarca emekçi üzerindeki sömürüsüne son vermiş oldular. İlk kez, emekçiler iktidar oldular.
8- ) Devrim öncesi Rusya’ya neden “Halklar Hapishanesi” deniliyordu?
Devrimle birlikte Çarlığın işgal ve ilhak politikaları nedeniyle zorla Rusya’ya dahil edilen uluslar da kurtuldu. Devrim öncesi Rusya, Lenin’in deyimiyle “Halklar Hapishanesi” idi. Zorla Rusya’ya dahil edilen halklar, ekonomik bakımdan sömürülüyor, Rus emekçi halkların yararlandığı hak kırıntılarını bile kullanamıyorlar- dı. Ulusal baskı altındaydılar. Ekim devrimi bunlara son verdi. Tüm halklar Sovyetlerde eşit söz ve karar hakkına sahip olup, kültürlerini, dillerini, ulusal özelliklerini özgürce ve birlikte yaşama ve geliştirme hakkına sahip oldular.
9-)Devrim sonrası halkın yönetime katılımı nasıl oldu?
“Sovyet” kelime anlamıyla şura ve konsey anlamına gelir. Devrim öncesi oluşturulan Sovyetler, devrim sonrası iktidar organı oldular.
Her alanda örgütlü olan halk, yerel ve genel sovyetlere delegeler göndermekteydi. Ve yine her alanda kendi kendini yönetmekte söz ve karar hakkına sahip olmaktadır.
10-) Sovyet Devriminin dünya halkları açısından önemi nedir?
SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) dünyanın ilk sosyalist ülkesiydi. Bu durum Sovyet halkları için onur ve gurur vericiyken, dünya halklarına, proleteryaya moral ve güç; emperyalizme ise büyük bir darbe olmuştu.
Emperyalizm karşısında sosyalist bir devlet vardı artık. Sosyalizm düş değil, gerçekti.
Tüm dünyada sınıfsal ve ulusal kurtuluş savaşları, Sovyet devriminin yarattığı moral güç ile hız kazandı.
11) Sovyet devrimi emperyalistler açısından nasıl bir sonuç doğurdu?
Sovyet devrimi emperyalizme büyük bir darbe vurdu. Oysa emperyalist ülkeler I. Paylaşım Savaşı’nda, yeni pazarlar elde etmek için birbi- riyle savaşa tutuşmuşlardı. Tekellerin bu aç gözlü hırslan nedeniyle I. Paylaşım Savaşı’nda 10 milyon insan hayatını kaybetti.
Fakat yine de herşey istedikleri gibi olmadı. Yeni pazarlar için birbir- leriyle savaşırken, Sovyet Devrimi ile dünya pazarının altıda birini kaybettiler. Bu, emperyalistlere vurulmuş ilk büyük darbeydi. (II. Paylaşım savaşı sonrası peşpeşe yaşanan devrimlerle birlikte emperyalistler daha büyük bir darbe yiyecekler; dünya pazarlarının üçte biri, artık emperyalizmin pazarı olmaktan çıkacaktı.)
12) Lenin’in ölümünden
sonra Sovyet devrimi nasıl bir yol izledi?
Lenin’in ölümünden (21 Ocak 1924) sonra emperyalistler devrimin hızla yıkılacağını düşündüler.
Ama hevesleri kursaklarında kaldı. Lenin’in ardından Sovyet halklarına Stalin önderlik etti ve Stalin, devrimi daha ileriye taşıdı. Mark- sizm-Leninizm yolunda ilerleyen Stalin’in dönemi, ekonomik olarak Sovyetlerin, sosyalizmin güçlendiği yıllardır.
Yine Stalin’in önderliğindeki Sovyet halkları, 2. Paylaşım Sava- şı’nda Nazi ordularını yenip dünya halklarını faşizmden kurtardılar. Kızıl Ordu’nun desteğiyle birçok ülkede Halk İktidarları kuruldu.
13-) Sovyetler’in yıkılmasının nedenleri nelerdir?
Stalin’in ölümünden (6 Mart 1953) sonra 1956’da toplanan 20. Kongre’de Stalin ve onun nezdinde Lenin dönemi mahkum edilip, revizyonist politikalar hakim kılınmaya başlandı.
Revizyonist politikalarla birlikte, SBKP içinde bürokratlaşma arttı, yozlaşma ortaya çıktı ve yıllar içinde parti halktan koptu, sorunları tespit edecek, çözüm üretecek güçten yoksun; disiplinden, teorik-politik üretkenlikten uzak bir partiye dönüştü.
Sosyalizmi geliştirecek bir program yerine emperyalizmle ekonomik, askeri vb. açıdan yarışan bir SSCB vardı artık karşımızda.
SBKP enternasyonalizmden de uzaklaştı. Dünya devrimlerini destekleyen bir ülke değildi artık SSCB… Tersine, “emperyalizmle birarada yaşamayı” teorileştiren ve bu temelde de ulusal ve sınıfsal kurtuluş savaşlarının karşısına çıkan bir ülkeydi artık. Bu ise içte olduğu kadar, dışta da kendi sonunu hazırlamak demekti.
Sonuç olarak; 1990’ların başında, çürüme daha da hızlandı, emperyalizmin doğrudan veya dolaylı müdahaleleri sonucunda bu çürüyen yapı, SSCB yıkıldı.
14) Sovyetlerin yıkılması devrimlerin bittiği anlamına mı gelir?
Sosyalist sistemin yıkıntıları üzerinde tepinen emperyalizm durmadan devrimlerin bittiğini, sınıfların ortadan kalktığını, dünyanın tek kutuplu, küresel bir dünya olduğunu propaganda etmeye başladı. Oysa değişen bir şey yoktu. Ne emperyalizm değişmiş, ne devrimler bitmiş, ne de sınıflar ortadan kalkmıştı, Lenin’in dediği gibi “Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır.” Tek gerçek budur. Ülkeleri işgal eden, kan ve gözyaşından, sömürüden başka bir şey getirmeyen emperyalizm, yeryüzünden silinmeden devrimler durmayacak ve bitmeyecektir. Bunlar dışında söylenen herşey yalandır.
15) Günümüz dünyasında Sovyet devriminin önemi nedir?
Lenin, Ekim Devrimi’nin ertesinde diyordu ki, “Biz başlangıç yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır… ”
Lenin’in de dediği gibi, Sovyet devrimi ile birlikte “buz kırılmış, yol açılmış”tır. Sovyet devriminden sonra o yoldan bir çok ülke kurtuluşa ulaştı. Bir çok ülkede devrimler oldu. Lenin’in “Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır.” tespiti hayatın içinde somutlandı. Çağımız hala emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır ve devrimler bitmeyecektir.
Evet, bugün Sovyetler yok. Lakin dünyanın ilk sosyalist ülkesi olması yanıyla Ekim Devrimi ve SSCB, tüm dünya halklarının bilincinde, değerli bir miras, yol gösteren bir fener ve insanlığın sorunlarının ancak sosyalizmle çözülebileceğinin tartışılmaz tarihsel kanıtı olarak yaşamaya devam etmektedir. Bir gün Sovyetler yine kurulacaktır. Bundan eminiz.
16) Sovyet Devrimi’nin önderi Lenin’in tam adı nedir?
- a) Cugaşvili Ulyanov Lenin
- b) Yakov İlyiç Lenin
- c) Viladmir İlyiç Ulyanov Lenin
- d) Viladmir Yakov Lenin
17- ) Aşağıdakilerden hangisi Ekim Devrimi’nin kadın önderlerindendir?
- a) Clara Zetkin
- b) Nadejda Krupskaya
- c) Rosa Lüksem- burg
- d) Louis Micheal
18- ) Devrim sürecinde çoğunlukla tereddütlü tavırlar
takınan, 1917 Ağustosunda Bolşevik Parti Merkez Komitesine seçilen, devrimi izleyen ilk Halk Komiserleri Konseyi’nde önce Dışişleri Komiserliği, ardından Savaş Komiserliği görevlerine getirilen, 1922’de sosyalist inşaya muhalefet etmeye başlayan, kar- şı-devrimci çabalarım yoğunlaştırması üzerine yurtdışına sürgün edilen ve 1940 Ağusto- su’nda Meksika’da bir komünist tarafından cezalandırılan kişi kimdir?
- a) Leon Troçki
- b) Zinovyev
- c) Puşkin
- d) Kamenev
19-) Hangisi devrime önderlik eden Bolşevik önderlerden değildir?
- a) Kalinin
- b) Josef Stalin
- c) Jerjinski
- d) Çernişevski
20-) 37 yıllık ya- şamınm 12 yılını sürgünde ve çarlık hapishanelerinde geçiren, Ekim Devrimi ’nden kısa bir süre sonra şehit düşen (16 Mart 1919), ilk Tüm Rusya Sovyet- leri Merkezi Yürütme Kurulu Başkanlığını yapan Bolşevik önder kimdir?
- a) Anton Makarenko
- b) Yakov Mihailoviç Sverdlov
- c) Maksim Gorki
- d) Lev Tolstoy
Cevaplar: 16:c, 17:b, 18:a , 19:d, 20:b
Yürüyüş239-syf.20-21-22
13-DOĞA
1- ) Doğal alan nedir?
Doğal alanlar bir ülkenin, bölgenin yaşam kaynaklandır. însan yaşamının bir parçası olan ormanlar, nehirler, su havzaları ile insan kültürünün ürünü olan tarihi yerlerdir.
Doğal alanlar, yüzlerce, binlerce yıllık fiziksel, kimyasal, biyolojik süreçler içinde oluşmuşlardır.
2- ) Doğal alanlar nasıl yok edilmektedir?
Doğal alanlarımız, kendi kendine yok olmuyor, yok ediliyor. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle insanlık, doğaya egemen olabilecek bir güce erişti. Binlerce yıl doğa ve insan bir denge içinde yaşarken kapitalizmle birlikte doğa, üretimde en fazla kâr getirecek şekilde kullanılmaya ve dolayısıyla tahrip edilmeye başlandı.
Emperyalist tekeller, yağma ve talanda sınır tanımadan, el attıkları her yeri, havayı, suyu, ormanları, hem kirletiyor, hem tüketiyorlar.
3-) Doğa, kapitalistler için de bir yaşam alanıdır. Kapitalistler bunu neden yok ediyorlar?
Kapitalizmde üretim halkın ihtiyaçlarına, bir planlamaya göre değil, azami kâra göre yapılmaktadır. Emperyalist tekeller için söz konusu olan sadece kendi çıkarlarıdır.
Tekellerin doğaya zarar vermemek gibi bir kaygılan yoktur. Bu soruna da maliyet sorunu olarak bakarlar. Doğal alanlara zarar vermeden üretim yapmak için maliyeti arttırmak zorundadır. Bu da kapitalistin kârını düşürür.
Toprakları, suları, ormanları en çok nasıl kâr sağlayacaksa o şekilde kullanmaktadırlar.
4-) Doğal alanların yok edilmesi
yalnızca yanlış kullanımdan mi kaynaklanmaktadır?
Doğa, kapitalizmle birlikte bir para kazanma konusu haline getirilmiş, metalaştınlmış- tır. Kaynakların meta haline getirilmesi ise, yok edilmesinin bir başka nedeni olmuştur.
Halkın olan doğal alan ve kaynaklar birer birer özelleştirilmededir. Bu süreç özellikle su üzerinden yürümektedir. Emperyalistler, su kaynaklarını ele geçirerek hızla tüketirken, suyu da paralı hale getirmektedirler.
5- ) Doğal kaynakların metalaştmlmasınm nedeni nedir?
Doğal kaynakların kullanımı sonsuza kadar değildir. Kapitalistler “Az ve sınırlı olan değerli olur” diyerek, bu kaynakları paraya çevirme yoluna gider. Marks şöyle der: “Kapitalizm, doğal kaynakları üretimin devamını karşılayamayacak kadar azaldığında metalaştırmak zorundadır. … Ne zaman ki bu doğal kaynağın artık üretimin ihtiyaçlarını karşılama kapasitesi azdır, işte o zaman o doğal kaynağın metalaşmasrnrn vakti gelmiştir.”
6- ) Doğal kaynakların talan edilmesinden anlamamız gereken metalaşması, kirletilmesi, hor kullanılması mıdır?
Doğal kaynaklar halkın yaşam alanı ve yaşamının bir parçasıdır. Halkın bu alanları kullanmasını engelleyecek her şey bu talanın kapsamına girer. Doğal kaynakların emperyalist tekeller ve işbirlikçilerine sunulması demek, “bunlardan halk yararlanma– sm” demektir.
Bu burjuvazinin sanayileşme adına suları kirletmesi, çarpık ve dışa bağımlı enerji politikalarından dolayı doğanın kirletilmesi, su kaynaklarının kurutulması, ormanların kesilip imara açılması, topraklarımızın erezyona uğraması, tarihi-kültürel mirasın yok edilmesi… Hepsi tarihsel toplumsal değerlerin talanıdır.
7- ) Dünya ’daki iklim değişikliğinin doğal kaynaklarımızın yok olmasında etkisi var mıdır?
Elbette vardır. Fakat birincisi; belirleyici değildir. Çünkü var olan kaynaklar, dünyadaki iklim değişikliği gözetilerek halkın ihtiyaçları çerçevesinde kullanılsa bugün yaşanan seller, heyelanlar, kuraklık gibi olayları insan yaşamına zarar vermeyecek bir dengede tutulabilir.
İkincisi; iklim değişikliğine neden olan kapitalizmin kendisidir. Örneğin doğaya salman gazlar, kullanılan teknolojinin doğaya zarar vermesi sayılabilir. Sera gazının yayılmasının önemli bir payı vardır iklim değişikliğinde.
Buna neden olan da emperyalist politikalardır. Örneğin; Tuz gölünün yer aldığı Konya havzasında son 50 yıldır yağışlar artmış, aynı zamanda da sıcaklıklar düşmüştür. Ve o bölgede ciddi bir kuraklık yaşanmakta, Tuz gölü hızla yok olmaktadır. Yağışlar artmasına rağmen bu kuraklığın yaşanması iklim değişikliğinden çok emperyalistler tarafından doğanın kirletilmesiyle doğanın dengesinin bozulmasından kaynaklanmaktadır.
8-) Hangi politikalar doğal kaynaklarımızın talanına, neden olmaktadır?
En başta tarımdan, enerjiye kadar doğayla ilgili konular da halkın karar verme yetkisi yoktur. Bu alandaki politikalar emperyalist tekellerin dayatmasıyla uygulanmaktadır
Tarım politikaları bunlardan biridir. GDO’lu tohumlar ve yoğun girdi (gübre, ilaç, mazot) kullanımına dayanan kapitalist tarım politikası su kullanımını arttırmakta yanlış sulama yöntemleri uygulanarak da her yıl büyük kayıplara neden olmaktadırlar.
Aynı zamanda kullanılan girdilerdeki kimyasal maddeler yeraltı sularını ve toprağı kirletip, toprağın verimini düşürmektedir. Toprağın fazla sulanması ise toprakta tuzlanmaya bu da zamanla çoraklaşıp erozyona maruz kalmasına neden olmaktadır.
9-) Enerji politikalarımı bu talandaki yeri nedir?
Yeni sömürge ülkelerin kendi kaynaklarına dayanan ve kendi ihtiyaçlarına göre planlanmış bir enerji politikaları yoktur.
Her şey emperyalistler ve bir avuç işbirlikçinin ihtiyaçlarına göre belirlenir.
Barajlar, HES’lerin yapımı ve maden çıkarmak için tüm havzanın kullanım hakkı tekellere peşkeş çekiliyor. Bu da oradaki yer altı, yer üstü kaynakların, tekellerin istediği gibi kullanılması demektir.
Ağaçları kesip ormanları yok ederek toprağa zarar veren kazılar, inşaatlar, akarsu, göl ya da derelerdeki suları bir yerde biriktirip veya başka bir yere taşıyıp; bu talan sonunda enerji üretilir. Su kaynağı zamanla yok olur, halk susuz kalır ve bölgenin hem ekolojik yapısı, hem de canlı çeşitliliği sona erer.
10-) Enerji, insan yaşamında da ihtiyaç duyulan bir şey değil midir? Barajlar, HES’ler, bölge halkına yeni iş olanakları sağlamıyor mu?
Enerji, özellikle de elektrik enerjisi, insan yaşamı için bir ihtiyaçtır. Sorun, barajların ya da HES’lerin yapılması değildir. Bunlar yapılırken, doğayı tamamen yokeden, toprağa suya geri dönüşü olmayan zararlar veren bir anlayışla yapılmasıdır.
Enerji elde etmek için yaşam alanları yok edilmektedir. Üstelik santraller zamanla tüm bölgeyi kurutup yok ettiği için toprağı suyu elinden alman insanlar göç etmek zorunda kalmaktadır.
Alternatif enerji kaynakları varken, emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda yürütülen politikalar yanlıştır. Tüketen, kendi kaynaklarına dayanmayan, halka zarar veren politikalar yanlıştır.
2000’de Birecik Barajı sonrası 30 bin insan göç etmek zorunda kalmıştır. Bu baraj ayrıca tarihi alanlardan Zeugma’yı da yok etmiştir. Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu Ba- rajı’yla da 50-70 bin arasında insanın göç etmesi beklenmektedir.
11-)Doğal kaynakların talanı ne zaman başladı?
Sanayi devrimiyle birlikte kapitalizm, özellikle su kaynakları başta olmak üzere doğal kaynaklar üzerinde tekel kurmaya başlamış ve 1970 Terden itibaren de bu kaynaklar metalaştınlmaya, ticarileştirilmeye başlanmıştır.
Ülkemizde de 1980’lerden itibaren suyun ticarileştilmesiyle başlayan süreç, özellikle 1990’larda daha somut olarak görülmüş ve AKP iktidarında su havzalarının, toprakların tekellere peşkeş çekilmesiyle doruk noktasına varmıştır.
12-) AKPiktidannm bu talana zemin sunan uygulamaları nelerdir?
2004 yılında çıkarılan Maden Kanunu ile maden çıkarılacak bölgedeki tüm su havzasının kontrolü tekellere verilmiştir. Tekeller yalnız maden çıkarmakla kalmayacak, bunun için gerekli olan suyu da oradan karşılayacak, aynı zamanda yer altı-yerüstü su kaynaklarını, ormanları, tarım alanlarını, tarihi alanları yok etme hakkına da sahip olmuşlardır.
Aynı dönemlerde Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikle, orman vasfını kaybetmiş kabul edilen alanlar, yağma ve talana açılmıştır.
2005 ’te çıkarılan Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Yasası’yla Cargill gibi tarım arazilerini işgal eden tekellere, Mera Kanunu’yla da meraları işgal eden tekellere af getirilmiştir. Ayrıca yabancılara (yani emperyalistlere) toprak satışım sağlayacak düzenlemeler de yapılmıştır.
AKP şimdi de su havzalarını, milli parkları, doğal alanları yağmaya açmak için kanun çıkarmaya hazır- lanmaktadır.
13-) Doğal kaynakların talan edilmesinin halka etkileri nelerdir?
Toprağın ve suyun yok olması yaşamın yok olmasıdır. Türkiye, yılda 1 milyon 400 bin metre küp toprağını kaybetmektedir. Büyük bir hızla gölleri, ırmakları, yeraltı sulan kirlenmekte ya da kurumaktadır. Tüm bu yaşananların halka ilk etkisi elbette açlığın artması olacaktır.
Son yıllarda çeşitli hastalıklardan ölümlerin temel nedeni bu talanı yaratan politikalardır. Dünya’daki ısınma nedeniyle 2080’e kadar 200-600 milyon insan açlık çekeceği, 1.1- 3.2 milyar insan da susuzluktan etkileneceği söylenmektedir.
Talanın bir başka etkisi suyu-top- rağı elinden alman onbinlerce insanın kentlere göç etmesi ve işsizler ordusunun büyümesi olacaktır. Ayrıca çok sık yaşanan seller, heyelanlar sonucu insanlarımızın ölmesi aynı talan sonucudur.
14) Çevreci örgütlerin yaşanan talana karşı verdMeıi mücadele doğru zeminde mi yürümektedir?
Doğanın her geçen gün yok edilmesine paralel olarak çevreci örgütler de artmakta, bu alandaki mücadeleye HES’lerle dereleri kurutulan, doğası kirletilen, toprağı siyanürle zehirlenen halk da duyarlılık göstermektedir.
Çevrecilerin yaptıkları daha çok teşhir ve protesto amaçlıdır. Yaşanan olayların asıl nedenlerini göstermemektedirler. Allioni, Zeugma, Hasan- keyf gibi kimi tarihi yerlerin sular altında kalmasına neden olan politikaların özü her gün 17 bin çocuğun açlıktan ölmesine neden olan politikalarla aynıdır.
Ne tek başına barajlar ya da HES’ler, ne de tek başına dünya iklim değişikliği yok etmiyor topraklarımızı, sularımızı. Doymak bilmeyen aç gözlü emperyalistler yok ediyor. Bu yüzden çevreyi korumak ona sahip çıkmak adına sürdürülen mücadele karşısına emperyalizmi almalıdır.
15-) Sosyalizmde doğaya yaklaşım nasıl olacaktır?
Sosyalizmde üretim kâr için değil, halkın ihtiyaçları gözönüne alınarak yapılmaktadır. Doğal alanlar, kaynaklar da toplumsal ihtiyacın parçasıdır. Elbette bu kaynaklar halkın ihtiyaçları için doğaya zarar vermeden kullanılacaktır.
“Biz etimizle, kanımızla, beynimizle doğaya aitiz. Ve onun içindeyiz. V bizim ona hükmetmemiz yalnızca onun yasalarını tanımak ve doğru uygulamak konusundaki avantajımızdan oluşmaktadır.”
Yürüyüş-241-syf.30-31
14-ENTERNASYONALİZM
1) Enternasyonalizm nedir?
Türkçe kelime karşılığı “uluslara- rasıcılık” olarak çevrilmekle birlikte kavram olarak karşılığı uluslararası dayanışmadır. Dünya proletaryasının ve tüm ezilen halklarının mücadeledeki amaç birliği ve örgütsel birliğidir.
2) Enternasyonalizm örgütsel planda nasıl gerçekleşti?
Enternasyonalizmin örgütsel planda ilk somutlanışı, 28 Eylül 1864’de Marks-Engels’in de katılımıyla toplanan I. Enternasyonal’dir. I. Enternasyonal’e Avrupa, Amerika ve Asya’dan işçi sınıfı örgütleri, temsilcileri ve işçi sınıfının yanında olan aydınlar katılmıştır.
- Enternasyonal; 14 Temmuz 1889’da Paris’te kuruldu. Bazı sos- yal-demokrat partilerin I. Paylaşım Savaşı’nda, kendi ülkelerinin burjuvalarının yanında yer almaları sonucu ideolojik ve örgütsel olarak dağıldı.
III. Enternasyonal, 1917 Ekim Devrimi sonrasında 4 Mart 1919’da Lenin’in önderliğinde kuruldu. II. Paylaşım Savaşı’nın başlangıcına kadar dünya halklarının mücadelesine politik olarak yön veren bir organ oldu. III. Enternasyonal, 2. Paylaşım Savaşı sürecinde emperyalist saldırganlığa karşı, her ülke işçi sınıfını savaşa davet ederek fiilen dağıtıldı.
III. Enternasyonal’den bugüne, aynı kapsamda bir örgütlenme henüz yaratılamamıştır.
3) Sonraki süreçte komünist partiler arası kurulan ilişkiler enternasyonalizm olarak değerlendirilebilir mi?
III. Enternasyonal’den sonra çeşitli sosyalist ülkelerin merkezinde olduğu bazı uluslararası ilişkiler kuruldu. Bu ilişkiler enternasyonalist olmaktan ziyade, SBKP’nin, ÇKP’nin ve AEP’in sosyalist sistem içindeki parçalanmada, kendilerine tabi kıldıkları çeşitli partilerle kurdukları ilişkilerden ibaretti. Her biri bu “enternasyonal” ilişkinin merkezine kendi politikaları ve çıkarlarını koymuştu. Ve bu haliyle de dünya işçi sınıfının mücadelesini birleştiren, güçlendiren değil, bölen bir rol oynamaktaydılar.
4) SSCB’nin “Sosyalist anavatanı savunma” adı altında oluşturduğu ilişki biçimi enternasyonalizmin özüne uygun muydu?
Devrim ertesinde emperyalist kuşatma altında bu slogan doğruydu. II. Paylaşım Savaşı sürecinde SSCB’yi yoketmeyi hedefleyen Nazi saldırganlığı karşısında da bu sloganın tarihsel bir karşılığı vardı.
Ancak SBKP’nin XX. Kongresi sonrasında geliştirilen revizyonist politikası çerçevesinde, “sosyalist anavatanı savunma” “ben merkezci” ilişkilerin kılıfı olmuştur. Ben merkezcilik ise, enternasyonalizmin özüne ve ruhuna aykırıdır.
Enternasyonalizm, her türlü -ülke, parti veya ulus düzeyinde- ben merkezciliği, mülkiyetçiliği, milliyetçiliği reddetmekte, karşılıksız, çıkarsız bir dayanışmayı ve birliği gerekli kılmaktadır.
5) “AB, ABD demokrasi getirecek” diyenlerin enternasyonalizmle bir ilişkisi var mıdır?
Enternasyonalizmin özünü belirleyen temel etken, dünya emekçilerinin emperyalizm ve kapitalizm karşısında amaç ve ruh birliğinin sağlanması iken, özellikle ’80 sonrasında emperyalizmle uzlaşma politikaları, kimi örgütler, partiler açısından bu özden uzaklaşmayı getirdi. Emperyalizm üzerine tezler değiştirildi. Bazı kesimler, AB’nin veya ABD’nin yeni-sömürgelerde demokratikleşmeyi gerçekleştireceği üzerine teoriler geliştirdiler.
“Demokratik AB”, “Demokratik emperyalizm” teorileriyle AB ve ABD müdahaleleri, UKKTH veya enternasyonalizm adına savunuldu. İlgisi yoktur. Enternasyonalizmden uzaklaşılmış ve milliyetçilik bataklığına düşülmüştür.
6) “Emeğin Avrupası” düşüncesi enternasyonalist midir?
Hayır asla!.. “Emeğin Avrupası”, bir kısım reformistlerin, Avrupa Birliği emperyalizmine üyeliği desteklemek için geliştirdikleri bir teori saçmalığının adıdır. “Emeğin Avrupası”, enternasyonalizmin özünün ve ruhunun boşaltılması, işçi sınıfının düşmanlarının gizlenmesi, emperyalizme karşı mücadelenin tatil edilmesi ve bağımsızlık hedeflerinin yok edilmesidir… AB emperyalizmine biat etmeden de Avrupa işçi sınıfı ve halkı ile enternasyonalist ilişkiler kurmak mümkün iken, bu ucube kavram ile emperyalizm ve oligarşinin icazetinde politika yapma anlayışını perdelemeye çalışıyorlar.
7) Anti-emperyalist olamayanlar enternasyonalist olabilir mi?
İşçi sınıfı ve ezilen halkların tüm dünya ölçeğindeki ortak düşmanı emperyalizm olduğuna göre, ortak düşmana karşı ortak amaç ve ruh birliğinde olmak zorunluluktur.
Enternasyonalizmin özüne ve ruhuna uygun davranacak her parti veya ülkenin anti-emperyalist olması da doğal olarak, olması gerekendir.
AB’ye ve ABD’ye karşı mücadeleyi ve işbirlikçi oligarşilere karşı mücadeleyi gündemlerine almayanların, enternasyonalist olabilmeleri de mümkün değildir.
Dolayısıyla; bağımsızlık düşüncesini terketmek, mücadelenin ulusal yanını yok etmek, kendi ülkesi özgülünde devrimi reddetmek anlamına gelir ki, bu nedenle, anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimden uzaklaşanların enternasyonalist olabilmeleri söz konusu bile edilemez.
8) “Proletaryanın vatanı yoktur”
sözü ile ‘“Ya özgür vatan ya ölüm” anlayışı ve bağlı olarak enternasyonalizm çelişir mi?
Hayır çelişmez. Tam tersine mesele enternasyonalizm olunca bunlar birbirlerini bütünler. Şöyle ki; enternasyonalizmle ulusallık (ulusalcılık- milliyetçilik değil!) enternasyonalizmle vatanseverlik birbirlerinin tamamlayıcıdırlar.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, emperyalizmin gizli ya da açık işgali altındaki bir ülkede devrimcilerin enternasyonalist anlamdaki görevi emperyalizmi ülkeden kovmak, bağımsızlığı gerçekleştirmek ve adım adım sosyalizmi inşa etmektir. Nihai zafere kadar, yani kapitalizmi yeryüzünden silip tüm dünyayı proleteryanın vatanı yapana kadar, her devrimcinin ilk görevi budur.
Bu yanıyla “Ya özgür vatan ya ölüm” sloganıyla “proleteryanın vatanı yoktur” sözü çelişmez. Günümüz koşullarında kastedilen “vatan” kavramı, burjuvazinin ulusal pazarı için çevirdiği çitlerden oluşan vatan değil, Marksist-Leninistlerin nihai zafere giderken önündeki engeli, yani emperyalizmi ülke dışına çıkararak elde edilecek olan “özgür vatan” kavramıdır.
9) Marksist-Leninistlerin “vatan” sevgisinden ne anlaşılmalıdır?
Marksist-Leninistlerin vatan ve vatanseverlik kavramlarını kullanması ya da vatan sevgisini çeşitli biçimlerde ifade etmesi, solun bazı kesimlerince eleştirilmişti.
Sol bu konuda da yüzeysel ve dar bakış açısının sonucu olan bir kısırlık yaşıyor. Devrimcilerin vatan sevgisi “vatan, millet, sakarya” edebiyatı ile ilişkilendirilemez. Asıl eleştirilmesi gereken emperyalizmin işgali altındaki bir ülkede, vatanseverlik duygusunun ve bilincinin devrimciler tarafından propa
ganda edilmesi ve geliştirilmesi gerekirken, bunu işbirlikçilerin ve faşistlerin demagojik olarak kullanabiliyor olmasıdır. Esasen buna izin veren, on yıllardır “vatan” kavramından ve söyleminden uzak duran soldur. Oysa ki en güçlü sesimizle “Bu vatan bizim!” diyebilmeliyiz.
Proleter enternasyonalizminden zerre kadar taviz vermeden kendi ülkemizde devrimi gerçekleştirebilmek için, vatan sevgisini devrime ve sosyalizme bağlılıkla birlikte telaffuz edebilmeliyiz.
10) Türkiye devrimci hareketinin enternasyonalizm anlayışı ve tavır alışı hakkında ne söylenebilir?
Türkiye devrimci hareketi, enternasyonalist daman güçlü bir hareket olarak gelişmiştir. Enternasyonalist damarının güçlülüğü, anti-emperya- list yanının son derece güçlü olmasının sonucudur. Devrimci hareketin, 1960’lar sonundaki yazı ve konuşmalarına bakıldığında, Vietnam’dan Küba’ya, Falkon’dan Çin’e dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizme karşı sürdürülen mücadelenin kendi mücadeleleriyle özdeş tutulduğu görülür. Keza Filistin hareketiyle kurulan bağ da bu enternasyonalist ruhun bir yansımasıdır.
THKP-C çizgisi ‘60’lar, ‘70’ler boyunca SBKP, ÇKP veya AEP gibi “merkez”lere tabi olmayı enternasyonalizm anlayışı gereği kabul etmemiş, enternasyonalizmi, emperyalizme dünyanın her yerinden darbeler vurmak ve en başta kendi ülkesindeki devrim mücadelesini geliştirmek olarak kavramıştır.
Mahirler’den bu yana Cepheliler, dünya halklarına, devrimcilerine yönelik tüm emperyalist saldırılan protesto etmeyi, emperyalizme çeşitli biçimlerde tavır almayı görev bilmişler, her emperyalist saldırıda, emperyalizme karşı silahlı silahsız eylemler yapılmış, halklarla dayanışma içinde olunmuştur.
11) Enternasyonalizm ve ulusallık bağı nasıl kurulabilir?
Tutarlı enternasyonalistler,
Marks’ın “proleteryanın vatanı yoktur” deyişini (zaman ve mekan kavramlarını görmezden gelerek) papağan gibi tekrarlayarak, kendi ülke sınırlan içindeki devrimci görevlerinden kaçınanlar değil, bizzat öncelikli görevlerinin kendi ülkelerinde devrimi gerçekleştirmek olduğunu bilenlerdir.
Stalin, bu diyalektik bütünlüğü şöyle ifade ediyor;
“Herhangi bir ülkenin komünist partisi eğer… kendi ülkesinin koşullarım ve durumunu gözönüne alarak, uluslararası proleteryanın ve diğer ülkelerdeki devrimin çıkarlarını odak noktası yaparsa, yani özünde, ruhunda enternasyonalist ise, “bütün ülkelerdeki” devrimlerin gelişmesi, desteklenmesi, güçlendirilmesi için bir ülkede (kendinitıkinde) “mümkün olanın en fazlasını” yaparsa bu partinin strateji ve taktiği ancak o zaman doğru olabilir. ” (Strateji ve Taktik, Aktaran Hayatın İçindeki Teori C: 2, syf: 184)
12) Savaşın ulusal ve sınıfsal planda yürütülmesinden ne anlaşılmalıdır?
Enternasyonalizm ve ulusallık arasındaki bu diyalektik bağın kurulması, enternasyonalistlere kendi ülkelerinde “mümkün olanın en fazlasını” yapmalarını emrederken, ülkemiz koşullarında bu görevin anti- emperyalist, anti-oligarşik devrimin gerçekleştirilmesi olduğunu gösteriyor. Ve bu mücadele, bu özgünlüğünden dolayı hem sınıfsal hem de ulusal planda yürümek zorundadır.
Mahir Çayan, devrim mücadelesinin yürütülüşü açısından şu özgünlüğe dikkat çekmiştir yıllar önce;
“Oligarşi içinde bizzat emperyalizm yer aldığı için, devrimci savaş sadece sınıfsal planda yürümeyecektir. Savaş, sınıfsal ve ulusal planda yürüyecektir. Şüphesiz oligarşik devlet cihazının mil i tarize gücü yetersiz kalıp, Amerikan ordularının açıkça savaş içinde yer almasına kadar sınıfsal yan ağır basacaktır…”
13) Che’nin yaşamı enternasyonalist öz ve ruh açısından bir örnek
oluşturabilir mi ?
Elbette kesinlikle… Ernesto Che Guevara’nın devrimci yaşamı Marksist-Leninistlerin örnek alabileceği enternasyonalist bir yaşamdır.
Arjantin’de doğup, tüm Latin Amerika halklarının emperyalist sömürü ve zulümden kaynaklanan acılarını yüreğinde hisseden ve bu acılara son vermek için Küba’dan Kongo’ya Bolivya’ya kadar ulus ayrımı gözetmeden mücadele eden bir devrimci örneğidir Che…
Meksika’da Küba’lı önder Fidel Castro ile karşılaştıktan sonra Kübalı devrimcilere katılıp 1959 yılba- şındaki zafere değin bir Kübalı gibi dağlarda savaşmış, Küba’da devrim hükümetinin bakanı olmuş, sonra Küba’daki bu görevlerini bırakıp Kongo’dan Bolivya’ya kadar ideallerini taşımış ve Bolivya’da bu idealleri için şehit düşmüştür…
Che’nin bu özelliğini, Fidel Castro, şu sözleriyle özetlemiştir: “Günümüzde hiç kimse proleterya enternasyonalizmi ruhunu Che gibi mümkün olan en yüksek düzeye ulaştıramamıştır. … Ulusal bayraklar, önyargılar, şovenlik, bencillik onun zihninden ve yüreğinden kaybolmuştu. Hangisi olursa olsun, … tüm halkların davası uğruna kanını hemen, cömertçe akıtmaya hazırdı.” (Politik Yazılar, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları, syf: 17)
14) Enternasyonalizm deyince tek cümlede ne söylenebilir.. ?
Che’nin dediği gibi; “Dünyanın herhangi bir köşesinde ezilenlere, sömürülenlere atılan tokadın acısını yanağında hissetmektir… ”
15) Halk Cephesi tarafından, halkların emperyalizme karşı mücadele birliğini sağlamak için ilki geçen yıl düzenlenen ve sürek- lileştirilmesi hedeflenen enterna- syonalist sempozyumun adı neydi?
EYÜP BAŞ EMPERYALİST SALDIRGANLIĞA KARŞI HALKLARIN BİRLİĞİ SEMPOZYUMU
Yürüyüş243-syf.30-31-32
15-KONUT SORUNU
1) Konut Sorunu Deyince Ne Anlamalıyız?
Barınma insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Bugün bir kişinin, bir ailenin sokakta yaşamı düşünülebilir mi? Onun için her insanın yaşamım sürdürebileceği sağlıklı bir ihtiyacı vardır. Çünkü; elektriği, suyu, sistemi, ısınma koşulları vs. elverişli olmayan bir konutta insanın insanca sağlıklı, bir yaşam sürmesi düşünülemez. Bu anlamda yaşanabilir bir konut her insanın en doğal hakkıdır.
2) Kapitalist Dünyada Konut Sorunu Çözülmüş müdür?
Emperyalist sömürünün hakim olduğu dünyamızda bugün 100 milyonun üzerinde insanın evsiz olduğu, buna sağlıksız koşullarda yaşayanlarda eklendiğinde rakamın 1 milyonun üzerine çıkmaktadır. Sömürü üzerine kurulu bir sistemde konut sorunu da olacaktır. Özel mülkiyetin kutsandığı bir sistemde kapitalistler halkın en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamazlar. Paran varsa yaşam hakkın da, seyahat hakkının da konut hakkın da vardır. Yoksa yoktur.
Emperyalist ülkelerde halkın konut sorunu belli oranlarda çözüme kavuşturmuştur. Elbette bu da kapitalistlerin lütfu ya da emekçileri çok düşünmeleri sonucu gelişen bir çözüm değildir. Birincisi, işçi sınıfı bu hakları için uzun mücadeleler vermiştir. İkinci neden ise 2. Paylaşım Savaşı sonrası gelişen ve güçlenen devrimlerdir. Yani hem işçi sınıfının örgütlü ve güçlü oluşu, hem de sosyalist alternatifin güçlü varlığı, kapitalistleri konut sorunu da içinde olmak üzere, sosyal hakları konusunda bir çok hakkı tanımak zorunda bırakmıştır.
90’lardan sonra ise sosyalist sistemde yaşanan geriye dönüşleri fırsat bilen kapitalistler emekçilerin sosyal haklarını kısıtlamaya, gaspetmeye başladılar Bu yüzden bugün yine konut sorunu emperyaist ülkelerde de halkın karşısma bir sorun olarak çıkmaya başlamaktadır. Emperyalist ülkelerin bir çoğunda sokaklarda yatan evsizlerin sayısı sürekli artmaktadır.
3) Ülkemizde Oligarşi Halkın Konut Sorununu Çözüyor mu?
Anayasanın barınma hakkına ilişkin 27. maddesinde “herkes yerleşme hakkına sahiptir” diyor. 57. maddesinde “devlet konut ihtiyacını karşılayan tedbirler alır” diyor. İnsan hakları Evrensel Beyannamesi’nden, uluslararası Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne kadar konut sorununa ilişkin bir çok uluslararası belgeyi de imzalıyor.
Kağıt üzerinde devlet konut sorununu çözmeyi üstlenmiş. Peki Pratik?
Somut rakamlara bakalım. Ülkemizde 2000’de yapılan sayımda toplam konut sayısı 11 milyon 200 bin
olarak tespit edilmiş. Peki halkın konut sorununu çözmekte yükümlü devlet bu konutların ne kadarını yapmış? Konutların % 91,9’u kişisel ve özel sektör tarafından, % 4,2’si de kooperatifler tarafından yapılmış. Devletin yaptığı konut oranı ise sadece ve sadece % 3,6!
Devlet bu alanı tekellere, rantçılara, mafyaya bırakmıştır. Devlet ülkemizde konut sorununu çözmek bir yana, çözümsüz hale getiren politikaların mimarı ve uygulayıcısıdır.
4) Halk Kendi Sorununu Nasıl Çözüyor?
Halkın çözümünün adı gecekondudur.
Şunu da belirtmekte fayda var. Ülkemizde büyük bir çoğunluk da evsizdir. Yani kiracıdır. Gecekondu sahibi olanlar da tüm birikimlerini yatırarak, borçlanarak başım sokabileceği derme çatma bir konuta sahip olmuştur. Gecekondular bir sömürü denizinde halkın yaşamım bir nebze kolaylaştırmış olsa da bu, konut sorununun çözüldüğü anlamına gelmez.
5) Ülkemizde Gecekondulaşmanın Boyutu Nedir?
Ülkemizde 1950’den itibaren köyden kente göçün yoğunlaşmasına paralel gecekondulaşmada da artış görülür. 1948’lerde büyük kentlerde 25-30 bin olan gecekondu sayısı, 1953’te 80 bine, 1960’da 240 bine, 1983’te yaklaşık 1,5 milyona yükselmiştir. 2000’li yılların başlarında ise gecekondu sayısının 2 milyon 200 bin civarında olduğu biliniyor.
Halk gecekondularda oturmaktadır. Ve gelinen noktada gecekondulaşma yalnızca sanayileşmiş kentlerde değil Trabzon’dan, Edirne’ye, Van’a kadar ülkemizin tüm kentlerinde vardır artık.
6) Oligarşinin Gecekondulaşmaya Yaklaşımı Nasıldır?
1945’lerden itibaren emperyalizmle girilen bağımlılık ilişkilerine paralel ülkemizde gelişen çarpık kapitalist sanayinin ucuz işgücüne ihtiyacı vardır. Bu iş gücünü kırdan kente göçen kitleler karşılayacaktır. Bu nedenle devlet kente göç eden bu kitlelerin gecekondular inşa etmelerine başlangıçta göz yumar. Böylelikle halkın konut sorununu çözme yükümlülüğünden de kurtulmuş olur. Ancak başlangıçta kondulaşmaya izin verdiği bu alanların kentin gelişip büyümesiyle birlikte değeri ve önemi artar. Burjuvazi için buralar önemli kar alanlarına dönüşür ve bu alanlar o saatten sonra yoksul halka bırakılamayacak el konulması gereken değerler olarak görülür. Yıkımlar başlar.
7) Bugün Neden Gecekondu Mahallelerine Saldırıyor?
Birinci neden; yukarıdaki maddede belirtildiği gibi, yoksul halkın yaşadığı mahallelerin tekeller için değerli araziler haline dönüşmüş olmasıdır. İkinci neden, ki asıl önemli nokta gecekondu mahallelerinin devrimin yatağı olmasıdır.. Çelişkilerin de en keskin yaşandığı, adaletsizliğin en yakıcı biçimde hissedildiği kondularda, bu koşulların yarattığı isyan potansiyeli ezenlerin korkusudur. “Kondulardan gelip gırtlaklarımızı kesecekler” sözleri bu korkunun ifadesidir. Oligarşi yoksul halkın isyanından korktuğu kadar devrimcilerin öncülüğünde örgütlü bir isyandan daha çok korkmaktadır. Işte bu yüzden egemenler yataklarında rahat uyuyabilmek için gecekondu mahallerini, sahip oldukları örgütlülüklerle ve potansiyelle birlikte yok etmek istiyor.
8) Yıkımlara Karşı Direnmek Suç mudur?
Şunu unutmayalım ki hiçbir değeri olmayan araziler üzerine konduları- nı inşa eden halk varlığıyla, emeğiyle, tüm birikimiyle senelerce en zor koşullara dayanarak o arazileri değerli kılmıştır. Şimdi bu arazi değerlendi siz burayı terkedeceksiniz, biz burayı parababalarına peşkeş çekeceğiz, lüks siteler, iş merkezleri kuracağız diyorlar. Halk ise, evlerinin arsalarının değerinin çok altında bir bedel ödenerek, şehrin dışına sürülecektir.
Unutmayalım ki bu araziler üzerinde yaşayan, ona emek veren, değer katan halktır. Bu yüzden bu düzenin yasaları ne derse desin halkın kendi emeğiyle yarattığı değerine sahip çıkmak en doğal ve meşru hakkıdır. Yıkımlara, karşı direnmek suç değil haktır…
9) Devrimcilerin Gecekondulara Bakışı Nedir?
Sağlıklı konutlardan bahsedip yaşam koşulları elverişli olmayan gecekonduları savunmamızda çelişki arayanlar olabilir. Bunda bir çelişki yoktur. Halk, bu sömürü düzeni içinde kondularla barınma sorunun bir nebze gidermiştir. Ki devrimciler de bu çabalarında her zaman halkın yanında olmuş, hatta Çayan, Armutlu, Çağlayan, Okmeydanı gibi gecekondu mahallelerinin inşasına öncülük etmişlerdir. Ancak burjuvazinin ve reformistlerin iddia ettiği gibi devrimcilerin bu düzen içinde konut sorununu çözme gibi bir politikası da, beklentisi de yoktur. Gecekondu halkının evlerini savunurken düzenin zorbalığına karşı halkın barınma ve direnme hakkını savunuyoruz. Halkın bu hakkını savunmak ve direnişinin içinde olup önderlik etmek bugün yapılması gerekendir.
10) “Kentsel Dönüşüm’le Amaçlanan Nedir?
TOKİ başkanı Erdoğan Bayraktar 1,5 milyon ev yıkılacak diyor. Elbette bunlar yoksul gecekondu mahalleleri. Yani halkın evleri başlarına yıkılacak şehrin merkezine yakınlığıyla, depreme dayanıklı zeminiyle, manzarasıyla değerli bu araziler tekellere peşkeş çekilecek. İktidara ve belediyelere yeni rant kapıları açılacak, şehir merkezleri yoksul halktanda temizlenmiş olacak. Kısacası kentsel dönüşüm, burjuvazinin kentleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirmesinin adıdır.
11) İktidar TOKİ He Herkesi
Ev Sahibi Yapacağını Söylüyor Doğru mu?
Halkın hiç bir sorununu çözmeyen iktidarın TOKİ ile konut sorununu çözebileceğini düşünmek dahi komiktir. Devletin toplam konutların % 3,6’smı yaptığını söylemiştik. TOKİ bugün de yoksul halk için çok az sayıda konut yapmaktadır. Yapılan 100 konuttan 20 tanesi sosyal konuttur. Diğerleri ise lüks konutlardır. Ki sosyal konut diye yapılanlar da, düşük maliyetle yapıldığı için kısa sürede dökülmeye başlayan, kalitesiz ve sağlıksız konutlardır.
12) Mortgage Nedir?
Kısaca, ipotekle ev sahibi olmaktır. ABD’de çökmüş olan bu sistem ülkemizde konut sorununu çözeceği iddiasıyla piyasaya sürülmüştür. Mortgage, konut sorununda çözüm değil sömürü mekanizmasının adıdır. Emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin ellerinde birikmiş olan büyük miktardaki paranın ipotek karşılığı faizle çalıştırılmasıdır. Yürütülen kampanyalarda açıklanan peşinat ve taksitleri yoksul halkın ödeme durumu yoktur. Bu yüzden mortgage yoksul halkı dışlayan bir sistemdir. Ki bu sisteme dahil olanlar da ipotek karşılığı bankadan aldığı kredinin bir kaç taksidini ödeyemediğinde banka ipotekli evine el koymaktadır.
13) Neden İnsanlar Bir Ömür
Boyu Çalışıp YşanılacakBir Eve Sahip Olamaz?
Kapitalist sömürü sisteminde halkın en temel hakkı, çoğu kez gerçekleşmeyecek bir hayale dönüşmüştür. Düşünün, asgari ürcretle geçinmeye mahkum edilen, emeğinin karşılığını alamayan, bir liranın hesabını yapmak zorunda kalan emekçiler, ev sahibi olabilir mi? Ki fahiş ev fiyatlarını düşündüğümüzde bu erişilmesi adeta imkansız bir hayale dönüşmüştür.
14) Bu Düzende Sağlıklı Bir Konutta Ykşama Şansımız Var mı?
Öncelikle mevcut tabloya eldeki verilerle bakmak lazım. 1975 sayım sonuçlarına göre ülkemizde toplam hane halkının %55,8’i 1-2 odalı konutlarda yaşıyor. Mevcut konutların % 44’ü çürük ya da onarıma muhtaç. % 37’9’unun mutfağı, % 26,6’smm tuvaleti, % 45’nin banyosu, % 49’unun elektiriği, % 58’inin kent suyu bulunmuyor. Elbette bugün bu rakamlar değişmiştir. Ancak değişik sorunların devam ettiği kesindir. 2000 verilerine göre de kunutların % 32’si- nin kanalizasyonu yok, binaların yüzde 86’sı soba ile ısınıyor.
Yoksul halk en kötü koşullarda yaşıyor. Doğalgazlı, sıcak su tesisatlı, asansörlü, yangın merdivenli konutların oranı yüzde 5 evet sadece yüzde 5, civarında. Sonuç olarak, bu ülkede % 5’lik bir azınlık rahat yaşıyor % 95’lik çoğunluk ise standartların altında konutlarda barınmak zorunda bırakılmıştır.
15) Halkın Konut Sorunu Ne Zaman ve Nasıl Çözülecektir?
Şunu biliyoruz ki sosyalist ülkelerde tek bir insan dahi sokakta yaşamaz, yaşamasına izin verilmez. Halkın barınma hakkı sosyalist devlet tarafından güvence altına alınmıştır. Ülkemizde de milyonlarca insanın konut sorununu çözecek olan halkın kendi iktidarı olacaktır. Devrimci Halk İktidarı’nda halk kendi sorununu ertelemez, çözümsüz bırakmaz. Bir seferberlik ilan ederek tüm halkın insanca yaşayacağı konutları inşa eder.
Yürüyüş245-syf.12-13
16 – ANADOLU ALEVİLİĞİ
1- ) İmam Ali ve onun soyundan gelen
12 imam Anadolu Aleviliği’nin en kutsallarıdır. Onlar hem yol imamı, hem önderidir. Aşağıdakilerden hangisi 12 imamlardan biri değildir?
A- İmam Taki B- İmam Mehti C- İmam Zeynel Abidin D- İmam Cafer-üs Sadık E- İmam Ali Asker
2- ) 4 Kapı 40 Makam olarak bilinen ve ham Müridlikten olgun insan olma yoluna geçişte bu eğitimin ana durakları olan 4 KAPI arasında aşağıdakilerden hangisi yoktur.
A- Marifet B- Şeriat C-Hakikat D-Tarikat E-Basiret
3- ) Cem törenlerinin vazgeçilmezlerinden birisi de DAR MAKAMLA- Rl’dır. Cem yapılan yerin ortası kabul edilir. Yani meydan. Bu makamlar işleyişi ve duruş şekliyle dört tanedir. Aşağıdaki makam adlarından hangisi doğru değildir?
A- Dar-ı Merdan B- Dar-ı Fazlı
C- Dar-ı Hüseyin (Dar-ı Fatma)
D- Dar-ı Nesimi E- Dar-ı Mansur
4- ) Yas-ı Muharrem ya da Muharrem orucu olarak bilinen ve Kerbela katliamının yası için tutulan orucun bitiminden sonra yapılan ve içerisinde 12 çeşit malzeme bulunan yemeğin adı nedir?
A- Yası Muharrem
B- Birlik Yemeği
C- 12 İmam aşı D-Aşure E- Çeşni aşı
5-) Cem törenlerine Alevi olmayanlar alınmazlar. Hatta yola giriş töreni yapılmamış olan Aleviler bile ceme alınmazlar. Birini Ceme kabul etmek için de özel bir tören düzenlenir. Aşağıdaki cemlerden hangisi “Yola giriş” ceminin adıdır?
A- Hızır Cemi B- Musahip Cemi C- Muhabbet Cemi D- Görgü Cemi E- Kırklar Cemi
6- ) Anadolu Aleviliği’nin en önemli kişileri olan dedeler yılın belli zamanlarında mensup olduğu ocağa bağlı insanların olduğu yerleri ziyaret ederler. Bu ziyaretlerde hem sorunlar sıkıntılar giderilir, hem birlik belirtisi Cem törenleri yapılır. Dedelerin bu tür yolculuklarında yanlarında olan ve günlük işlerine yardımcı olanlara hangi sıfat verilir?
A- Refakatçi B- Kanber C- Gözcü D- Sahiptar E- Derviş
7- ) Bektaşiliği derleyip toparlayan ve kurallarını belirleyerek tarikat haline getiren, bu yüzden ikinci kurucu kabul edilen Bektaşi büyüğü kimdir? A- Balım Sultan
B- Hacım Sultan C- Taptuk Emre D- Yunus Emre E- Abdal Musa
8- ) Anadolu Aleviliği’nde 7 ulu ozan olarak bilinen ve Cem törenlerinde eserleri okunan ozanlar içinde aşağıdakilerden hangisi yoktur.
A- Fuzili B- Hatai
C- Nesimi D- Hasabi
E- Pir Sultan Abdal
9- ) BUYRUK adlı kitap Anadolu Aleviliği’nin en önemli kaynak kitabıdır. Bu kitapta Aleviliğin yol ve ibadet kuralları vardır. Bu kitabın yazarı ve yaratıcısı kimdir?
A- Muhammet Bakır B- İmam Ali C- Şahı İsmail D- Hacı Bektaş Veli E- İmam Cafer-üs Sadık
10- ) Çoğunluğu Adana, Mersin, Hatay ve çevresinde yaşayan Arap Aleviliği’nin Anadolu Aleviliği içinde de sayılan kolu hangisidir.
A- Nusayrilik B- Nasturilik C- Ezidilik D- Süryanilik E- Bedevilik
11- ) Kerbala katliamında İmam Hüseyin de dahil olmak üzere 72 kişi katledilmiştir. Kerbela zalime karşı direnişin de bayrağıdır. İşte bu direnişte bir tek erkek katledilmemiştir (kadınlara dokunulmuyor). Kerbela katliamından sağ kurtulan ve 12 İmam yolunu sürdüren hangi imamdır?
A- İmam Zeynel Abidin
B- İmam Hasanül Askeri C- İmam Muhammet Bakır D- İmam Muhammet Mehti E- İmam Cafer-üs Sadık
12- ) Cem törenlerinde deyişleri çalıp söyleyenlere yörelere göre değişik adlar verilir. Aşağıdaki isimlendirmelerden hangisi doğru değildir.
A- Ozan B- Zakir C- Güvende D- Sazende E- Aşık Baba
13- ) 16. yy Anadolu Aleviliğine karşı katliamların başladığı zamandır. Anadolu’da peşpeşe ayaklanmalar yaşanmış ve hepsi kanla bastırılmıştır. Bunun dışında da katliamlar yaşanmıştır. İşte bu katliamların yapılması için fetva veren biri vardır. O aşağıdakilerden hangisidir?
A- Şeyhülislam Ebusuut B- Şeyhülislam Baytasi C- Şeyhülislam Kuyucu Murat D- Şeyhülislam Ebu Sait E- Şeyhülislam Ebu Suat
14- ) Anadolu Aleviliğinde İmam Hüseyin soyundan gelenlere ne ad verilir?
A- Dede B- Hüseyni C- Seyit D- Şerif E- Sultan
15- ) Safavi devletinin kurucusu ve Anadolu Alevilerince kabul edilen 7 büyük ozandan biri olan, deyişlerini HATAYİ mahlasıyla yazan ozan kimdir?
A- Şah Ceneyt B- Şah Haydar C- Şah İbrahim D- Şah İsmail E- Şah Tahmas
16- ) Anadolu topraklarında meydana gelen Alevi halka dayanan ilk ayaklanma aşağıdaki ayaklanmalardan hangisidir?
A- Bedreddin ayaklanması B- Şah Kulu ayaklanması C- Kalander Çelebi ayaklanması D- Babai ayaklanması E- Baba Zünnun ayaklanması
17- ) 1825 yılında Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla aynı zamanda dergahları kapatılan, açık kalanlarına Nakşi şeyhi konulup Sünnileştirilmeye çalışılan ve önde gelen önderleri asılıp başsız bırakılmak istenen Anadolu Aleviliği kolu hangisidir?
A- Tahtacılar B- Bektaşiler C- Kızılbaşlar D- Cepniler E- Abdallar
18- ) Anadolu Aleviliğinde var olan Cem törenleri yapılış amaçlarına göre adlar alırlar. Aşağıdakilerden hangisi Cem töreni adı değildir?
A- İkrar Cemi B- Musahip Cemi C- Sorgu Cemi D- Hızır Cemi E- Ayin-ül Cem
19- ) Cem törenlerinin bir parçası olan semahlar içinde kimileri belli yöredeki Alevilere aittir. Bu tür semahlar içinde sayılmayacak semah aşağıdakilerden hangisidir?
A- Turna Semahı B- Uryan-Buryan Semahı C- Tokat Semahı D- Tahtacı Semahı E- Urfa Semahı
20- ) Anadolu Aleviliği bir yardımlaşma kurumu yaratmıştır. Buna yol kardaşı da denilebilir. Kırklar Ce- mi’nden kaldığına inanılan bu uygulamanın adı aşağıdakilerden hangisidir?
A- Kirvelik B- Dervişlik C- Mücerretlik D- Musahiplik E- Ahretlik
21- ) Anadolu topraklarında 200 yıl kadar süren ve adına Celali ayaklanmaları denilen zincirleme ayaklanmaları başlatan önder kimdir? Ve ayaklanmanın ilk patlak verdiği yer neresidir?
A- Şeyh Cemal – Amasya B- Şeyh Celal – Turhal C- Şeyh Cüneyt – Divriği D- Şeyh Celal – Adıyaman E- Şeyh Celal – Dersim
22- ) Anadolu Aleviliği bir ağacın gövdesinin adıysa, dallarının ayrı ayrı ad
ları vardır. Aşağıdaki isimlendirmelerden hangisi Anadolu Aleviliği’nin kollarının adlarından biri değildir.
A- Bektaşilik B- Kızılbaşlık C- Ehli Hak D- Tahtacı E- Cepni
23- ) Cem törenlerindeki DAR MEYDANI aynı zamanda toplumsal yargılama yeridir. İnsanlar kendi aralarında çözemeyecekleri sorunları Cem töreninde dile getirir. Dede (Mürşit- Pir) huzurunda yapılan yargılama sonucu suç varsa suçlu suçu oranında cezalandırılır. Bir bedel (maddi) ödeme dışında süreli ve süresiz toplumdan uzaklaştırma cezaları da verilir. Toplumdan sürekli uzaklaştırma (kovma) en ağır cezadır. Alevilikte toplumdan uzaklaştırılmışlara ne denir?
A- Düşkün B- Düşük C- Yüzü yerde D- Tecrit E- Suçlu
24- ) İmam Ali ile Muaviye mücadelesinde Ali’yi pasif görerek Ali yandaşlığından ayrılan ve daha sonra Ali’yi katledenlere ne ad verilir?
A- Hasami B- Ayrılıkçı C- Küskün D- Harici
E- İslam Radikalleri
25- ) Cem törenlerindeki 12 hizmet
içinde var olan ve görevi cem yapılan yerin aydınlatılması olan görevlinin adı nedir?
A- Işıkçı B- Çerağ eri C- Şamdancı D- Delilci E- Cerağcı
1-E, 2-E, 3-A, 4-D, 5-D, 6-B, 7-A, 8- D, 9-E, 10-A, 11-A, 12-A, 13-A, 14-C, 15- D, 16-D, 17-B, 18-C, 19-A, 20-D, 21-B, 22-C, 23-A, 24-D, 25-E
Yürüyüş247-syf.28-29
17 – FAŞİZM
1) Faşizm nedir?
Dimitrov “Faşizme Karşı Birleşik Cephe”de faşizmi şöyle tanımlar: “Finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.”
2) Faşizm hangi dönemin ürünüdür?
Dimitrov, “Faşizm, emperyalizm ve sosyal devrim döneminde, kapitalist burjuvazi ve diktatörlüğünün sınıf hakimiyeti sistemidir.” (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, syf: 27) diyerek, faşizmin emperyalizm dönemine “özgü” olduğunu anlatır.
Emperyalistler kendi çıkarları çerçevesinde buhranlarının bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemeye çalıştıkları için faşizme ihtiyaç duyarlar.
3) Tekelci burjuvazi ne zaman “kanlı bir diktatörlüğe” geçer?
Burjuvazi, yönetimini burjuva demokrasisi ile sürdüremediği koşullarda “faşizme geçiş” yapmıştır. Faşizmde burjuva demokrasisi rafa kaldırılır.
4) Klasik faşizme hangi ülkelerden örnekler verilebilir?
Kendilerine Nasyonal Sosyalist adını veren, milyonlarca insanı toplama kamplarında ve fırınlarda yok eden Alman faşizmi ilk akla gelendir. Ve yine baskı, zor ve aldatma metotlarıyla Italyada, halkın çeşitli kesimlerini yedekle-yen, 1.800.000 üyeli faşist partiyle Italyan burjuvazisinin çıkarları için halka baskı uygulayan İtalyan faşizmi de bir diğer örnektir.
5) Faşizmin varlığı, yokluğu yasalara bakılarak belirlenebilir mi?
Faşizmin varlığını ya da yokluğunu belirleyen burjuvazinin yaptığı yasalara uyup uymaması değil, o yasaların muhtevasıdır. Burjuva demokrasisi de kendi yasalarını çiğner.
6) Türkiye’de faşizm var mı? Varsa nasıl şekillenmiştir?
Vardır. Ülkemiz faşizmle yönetilmektedir. Faşizm ülkemizde iktidara gelecek “olası bir tehlike” değil, somut bir gerçektir. Mevcut devlet biçimidir. Ülkemizdeki faşizm, sömürge tipi faşizmdir.
Ülkemizin yeni sömürgeleştirilmesi aynı zamanda küçük burjuva diktatörlüğünün faşizme dönüştürülmesi dönemidir. Yeni sömürgeleştirme 1945’lerden itibaren başlayan bir süreçtir ve sömürge tipi faşizm de o dönemden bugüne vardır.
7) Sömürge tipi faşizm nedir?
Klasik faşizmden (Almanya ve İtalya örneklerinden) temel olarak iktidar oluş biçimi itibariyle farklıdır. Dimitrov’un tanımına esas olan faşizm, aşağıdan yukarıya siyasal bir hareket olarak örgütlenip ik-tidara gelen bir faşizmdir. Bizim gibi ülkelerdeki faşizm ise, “aşağıdan gelen” bir hareket şeklinde değil, yukarıdan aşağıya devlet aracılığıyla inşa edilen bir faşizm olmuştur.
Mahir Ç ayan, bizim gibi ülkelerdeki faşizmi “sömürge tipi faşizm” olarak adlandırmıştır.
8) Egemen sınıflar için, ülkemizde faşizm “olmazsa olmaz mıdır”?
Evet. Çünkü ülkemiz (ve tüm yeni sömürgeler) sürekli ekonomik, sosyal ve siyasal kriz içindedir. “Milli kriz” olarak adlandırdığımız bu olgunun sonucu olarak, oligarşi, burjuva demokratik yöntemlerle sömürüsünü gerçekleştiremez. Başka bir deyişle, oligarşinin sömürü ve iktidarını, “zor” yöntemleri dışında sürdürmesi olanaksızdır.
9) Sömürge tipi faşizmin açık ve gizli biçimleri nedir?
Sömürge tipi faşizm, iki biçimde icra edilir: Gizli ve açık faşizm. Gizli faşizm, faşizmin burjuva demokrasisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan demokrasicilik oyunu biçiminde icrasıdır. Göstermelik bir parlamento vardır. Açık faşizm, faşizmin sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icrasıdır. Açık faşizm sürekli değildir, genellikle oligarşi ipin ucunu kaçırdığında başvurulur.
10) Gizli ve açık faşizm, günümüzde nasıl şekillenmektedir?
Oligarşi, 12 Eylül cuntası yönetiminde, tekrar tekrar cuntalara ihtiyaç duymamak için açık faşizmi kurumsallaştırmaya çalıştı. Böylelikle, cuntalara başvurmadan da açık faşizmin yöntem ve baskıları uygulanabilecekti. Böylece hem “demokrasi var” denilebilecek, hem de gerek duyuldukça açık faşizm uygulamalarına başvurulabilecekti. Nitekim, bugün tam da böyle yapılmaktadır.
12 Eylül işbaşında değilken, 12 Eylül’ün sürmesi de işte bunun sonucunda mümkün olmaktadır.
11) Faşizm kendine kitle tabanı yaratırken nelerden yararlanır?
Bütün faşist iktidarlar, birincisi belli bir kitle tabanına; ikincisi, devletin faşist yüzünü gizleyecek örgütlenmelere ihtiyaç duyarlar.
Faşizmin gerek aşağıdan yukarıya geliştiği ülkelerde, gerekse de yukarıdan aşağıya inşa edildiği ülkelerde değişmeyen olgularından biri milliyetçiliğin kullanılmasıdır.
Çok uluslu, çok kültürlü Türkiye’de saf haliyle Hitler Almanya’sındaki gibi bir “üstün ırk” düşüncesinin yaşam bulamayacağı açıktır; bu anlamda ülkemizde şovenizm biraz daha farklı temellendi- rilmiştir. Linçler bu açıdan çarpıcı örneklerdir.
12) Faşizm dini nasıl kullanmaktadır?
Kitlelerin bilinçlenmesini engellemek, mücadeleyi geriletmek, halkı bölmek ve birbirine düşürmek için kullanmaktadır. Bu politikasını yaymak için de Kuran kurslarını, dini temelde eğitim veren okulların açılmasını, tarikatları desteklemektedir.
13) Faşizm nasıl bir kültüre sahiptir?
Faşizm kozmopolit bir kültüre sahiptir. Emperyalizmin bireyci, yoz kültürüyle bütünleşmiş, inkar, demagoji, şovenizm ve gerici din kültürü üzerine kuruludur. Faşizm, çeşitli milliyetlerden halkların varlığını, dillerini, kültürlerini inkar edip bunları asimile ederek sadece Türk ulusu yaratma çabasına girmiştir.
14) Faşizmin yukarıdan aşağıya hakim kılındığı bizim gibi ülkelerde sivil faşist hareketlerin önemi nedir?
Sivil faşist hareketler, başlangıçta faşizmin bir kitle tabanına sahip olmadığı tüm yeni sömürgelerde örgüt- lendirilmiştir. Bu an-lamda ülkemizdeki sivil faşist hareket MHP de, faşist devlet aygıtının bir parçası olarak örgütlendirilmiştir.
Oligarşik devlet halkın her türlü hak arama eylemine, direnişine kendisi müdahale etmek, provokasyonları, katliamları çıplak olarak her zaman kendi yapmak istemez. Sivil faşist hareket işte bu noktada oligarşiler tarafından kullanılan güçtür.
15) Faşizm ve hukuk arasında nasıl bir bağ vardır?
Faşizmin de en genel anlamda “meşruluk” sorunu vardır. Meşruluğunu “kanun devleti” olmakta alır. Faşist bir devlet, sık sık kendi yasalarını çiğnese de bir örtüye de ihtiyaç duyar.
Ülkemizdeki hukuk da faşizmin hukukudur. Ve biçimsel olarak kimi burjuva demokratik hak kırıntılarının varlığı, bir parlamentonun ve seçimlerin olması, bu hukuku burjuva demokrasisinin hukuku yapmaz.
16) Dünya halkları faşizme karşı nasıl mücadele etmelidir?
Faşizm dünya halklarının ortak düşmanıdır. Ortak düşmana karşı ortak bir mücadele yürütmek gereklidir.
Almanya ve İtalya’da faşist iktidarların kurulduğu, faşizmin Avrupa’da yayıldığı dönemde, çeşitli ülkelerde, faşizme karşı birleşik cepheler kurulmuştu. Biçimleri değişse de bu ihtiyaç hep vardır.
17) Faşist devletin yaklaşımındaki hangi noktalara dikkat edilmelidir?
Faşizmin yalan ve demagojilerini, asla küçümsememeliyiz. Tersine buna karşı yaygın bir ideolojik kavga yürütmeliyiz. Faşistler halkın tarihi
ni de istismar ederler.
Buna da izin vermemeli, tarihe ve halkın kültürüne sahip çıkmalı, anlatmalı, öğretmeli, öğrenmeliyiz.
Yine, MHP’in tabanı da dahil halk kesimlerine doğruyu gösterebilme perspektifiyle hareket etmeliyiz. Örneğin linç saldırıları için kışkırtılan kitlelere, oligarşinin çıkarları için kullanıldıklarını anla- tabilmeliyiz.
18) Faşizm bugün ülkemizde gerçek yüzünü nasıl gizliyor?
Yalan, demagoji, aldatmaca ve demokrasicilik oyunuyla. Halk düşmanı AKP de gelmiş geçmiş hükümetler gibi faşizmi sürdürürken demokrasicilik oyununa devam ediyor.
Görünüşe bakıldığında Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen, 12 Eylül darbesinin katlettiği devrimcileri gözü yaşlı bir şekilde anan, Kürt, Alevi sorununda açılımlardan bahseden, kontrgeril- laya karşı çıkıyor görünen bir iktidar var. Bu yalan kampanyasını boşa çıkarmak için ısrarlı olmalıyız.
19) Faşizmin yozlaştırma çabalarını nasıl boşa çıkarırız?
Kendi kültürel kurumlarımızı yaratarak, yozlaştırma politikalarına karşı mücadele ederek, halkı örgütleyerek, bu alanda alternatif örgütlenmeler yaratarak boşa çıkarabiliriz…
20) Faşizme karşı mücadelede başarı sağlanabilir mi?
Egemenler kendilerini yıkıma götürecek bu tarihsel gidişatı baskı ve terörle tersine çevirmeye çalışsalar da emperyalistler kovulacakfaşist iktidarlar altedilecek, gelecek dünya halklarının olacaktır.
Yürüyüş248-syf.38-39
18-BÜTÜN YAZILAR
1- ) Bütün Yazılar nedir?
Türkiye devriminin önderi Mahir Çayan’ın ülkemizi elli yıl boyunca etkisi altında tutan revizyonizme, her türden oportünizme, cuntacılığa, parlamentarizme karşı kararlı bir ideolojik mücadele ve oligarşiye karşı kızgın devrimci pratik içinde çizdiği Türkiye devrimin yolunun yazılı metinleridir. Mahir’in 1968 yılından şehitliğine kadar yazdığı yazıların bir araya toplanmasıyla oluşturulmuştur.
2- ) Mahir’in politik düşünceleri nasıl şekillenmiştir?
Mahir’in düşünceleri revizyonist ve oportünist görüşlere karşı ideolojik mücadele içinde şekillenmiştir. İdeolojik netleşme, ilk olarak “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” başlıklı yazıyla ortaya konulmuştur. Önceki yazılarında çeşitli yanlış, henüz yerine oturmamış görüşler de mevcuttur. Bu yazıları bir arada okumak, bu gelişimi gözlemlemek açısından da önemlidir.
3- ) Bu yazıların yazım süreci nasıl gerçekleşti?
Kuşkusuz ki, Mahir’in yazıları, masa başı devrimcilerinin rahat koltuklarında oturarak sağa sola sosyalistlik sattığı, ahkam kestiği yazılara benzemez. Bu yazılar her aşamada pratiğin içinde yer alınarak, kavgadan öğrenilerek yazılmıştır. Öyle ki Mahir, Bütün Yazılar’ın gövdesini oluşturan Kesintisiz Devrim II- III yazılarını oligarşinin ölüm mangaları tarafından her yerde “vur” emriyle arandığı, her gün yer değiştirmek zorunda kaldığı koşullarda yazmıştır.
4-) Mahir’in yazıları ilk ne zaman ve nasıl basılı hale getirildi?
Mahir’in teorik mirası olan yazıları 1974’e gelindiğinde kimileri 12 Mart öncesi çeşitli dergilerde yayınlanmış, kimileri de elden ele dolaşan çeşitli metinler halindeydi. Bu yazılar ilk olarak THKP-C mirasını sahiplenen Dayı’nın önderliğindeki genç Cepheliler tarafından 1975’te toplandı. Teksirle çoğaltılarak dağıtıldı, geniş kesimlerin okuması sağlandı.
5- ) Yazıların kitaplaştırılmasına neden ihtiyaç duyulmuştu?
Kızıldere katliamıyla THKP-C örgütlenmesi de bir anlamda fiziken yok edilmişti. Fakat onlar, direnişleriyle Kızıldere’yi bir siyasi zafere dönüştürmüşlerdi. Bu, büyük bir potansiyel yarattı. 1974’ten itibaren bu potansiyel üzerine hesaplar yaparak THKP-C düşüncesinin devamcısı olduğunu iddia eden birçok sağ veya sol sapma grup ortaya çıktı. Sağ ve sol sapmanın THKP-C’nin teorik mirasını sinsi yöntemlerle inkar ettiği veya içini boşalttığı koşullarda “en başta ‘Mahir’in neleri söyleyip neleri söylemediği’ üzerine spekülasyonlara son verecek adım atılmalıydı…”
6- ) Bu süreçte Mahir’in yazıları nasıl bir işlev gördü?
– “Kesintisiz Devrim l-II-lll başlıklı yazılar, çok sayıda basılarak yeni devrimci kuşağın THKP-C düşüncelerini öğrenmesini sağladı, Mahir Çayan’ın ve THKP-C’nin teorisi üzerine yaratılan bulanık ortam dağıtıldı.
Artık devrimcilerin önünde sadece görkemiyle, kararlılığıyla yol gösteren Kızıldere örneği değil, Kızıldere’ye hayat veren teorik miras da vardı.” (Boran Yayınevi tarafından basılan Bütün Yazılar’ın Önsöz’ünden)
7- ) Bütün Yazılar ne anlatıyor?
– Bütün Yazılar’da anlatılan, Türkiye devriminin yoludur. Emperyalizmin 3. bunalım dönemi ve yeni-sö- mürgecilik tespitine bağlı olarak başta Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi olmak üzere, stratejik hedef, devrim anlayışı, örgüt anlayışı net bir dille anlatılır bu yazılarda.
8- ) Bütün Yazılar’ın kitap olarak
baskıları ne zaman yapıldı?
– Mahir’in yazılarının 1975’te teksirle çoğaltılmasının ardından yazılar 1976’da Evren Yayınları tarafından “Bütün Yazılar” adıyla kitap olarak yayınlandı. İkinci baskısı 1979 Ekim’in- de Devrimci Sol Yayınları tarafından yapıldı. Bu kitabın künyesindeki yazı işleri müdürü 1984 Ölüm Orucu şehidi Haydar Başbağ‘dı. “Bütün Yazılar” son olarak Mart 2004’te Boran Yayınevi tarafından yeniden yayınlandı. Kısa bir süre sonra toplatıldı.
9- ) Mahir’in yazdıkları bugün hala geçerli midir?
– Burjuvazinin kalemşörleri, dönekler ve sözde Mahir’e sahip çıkan ama onun yolunda yürüme cüretinden yoksun kesimler, ne kadar aksini iddia ederse etsin Mahir’in savunduğu düşünceler bugün de geçerlidir. Emperyalizmin 3. Bunalım dönemi, yeni-sö- mürgecilik, gizli işgal, sömürge tipi açık ve gizli faşizm, demokrasicilik oyunu ve silahlı mücadelenin temel alınması, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi… Bunlar nasıl ki o günün gerçeğiyse, bugün de hepsi geçerliliğini sürdürüyor. Bunların hangisi değişti, ortadan kalktı ki Mahir’in savunduğu düşünceler, çizdiği devrim yolu geçerliliğini yitirmiş olsun?
10- ) Bütün Yazılar neden toplatıldı?
– Mahir hem eylemiyle, hem de teorik mirasıyla bugün de oligarşinin korkusu olmayı sürdürüyor. Mahir’in çizdiği devrim yolunda yürüyenler var oldukça bu korku hiç bitmeyecek. Devrimci olmak, devrim yolunda yürümek için, Bütün Yazılar’ı okumalı, Kızıldere’nin teorik mirasıyla donanmalıyız.
Yürüyüş 259-syf.24
19-ELROM EYLEMİ
1- ) Efraim Elrom kimdir?
Elrom, başta Filistin halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının kanını döken, Amerikan emperyalizmin Ortadoğu’daki ileri karakolu ve temsilcisi, oligarşinin işbirlikçisi İsrail devletinin İstanbul Başkonsolosuydu. Elrom basit sıradan bir diplomat olarak görülmemelidir. İsrail’de Emniyet Müdürü ve İsrail gizli servisinin ikinci adamı olarak görev yapmış, birçok “operasyon”da yer almış deneyimli bir MOSSAD elemanıydı. Türkiye’de de siyonist hareketin organizasyonunda önemli bir rolü vardır.
2- ) Neden devrimcilerin hedefiydi?
Elrom konumu gereği siyonist İsrail’in Ortadoğu halklarına karşı gerçekleştirdiği tüm katliamlardan, emperyalizmle ve Türkiye oligarşisiyle işbirliğinden sorumludur. Bunlardan dolayı, Filistin halkının mücadelesiyle dayanışma içinde olan Türkiye’li devrimcilerin hedefiydi.
3- ) Nasıl kaçırıldı?
Elrom’un kaçırılması, THKP-C’nin “1 Mayıs Harekâtı” adını verdiği bir dizi eylem kapsamında yapıldı. Cepheliler, Elrom’u ve evini önceden izleyerek gerekli istihbaratı çıkarmışlardı. Elrom, her öğlen evine geliyordu. 17 Mayıs 1971 günü Elrom’un evinin olduğu binaya önceden giren Cepheliler, kapıcıyı ve diğer kişileri etkisiz hale getirerek Elrom’u beklemeye başladılar. Elrom her zamanki saatinde geldiğinde bina içinde etkisiz hale getirilerek kaçırıldı.
4-) Bu eylemde kimler yer aldı?
Elrom’un kaçırılışından cezalandırılmasına kadar eylemin her aşamasında THKP-C önderi Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı bizzat yer aldılar. Onlar için önderlik masa başında talimat vermek, lafazanlık yapmak değil, kavganın en önünde olarak hak edilmiş bir sıfattı. Yine o dönem THKP-C içinde yer alan birçok kişi eylemin çeşitli aşamalarında görevler aldı.
5- ) Eylemin talepleri nelerdi?
THKP-C, Elrom’un kaçırılmasının ardından yayınladığı bildiride Elrom’un hayatına karşılık şu şartların yerine getirilmesini istedi:
“1- Tutuklu bulunan bütün devrimcilerin derhal serbest bırakılması.
2- Türkiye Halk Kurtuluş Cephe – si’nin 1 No’lu bülteninin (…) TRT Haber bültenlerinde 3 gün devamlı ve eksiksiz anons edilmesi.
3- Mühlet doluncaya kadar polisin ve diğer zabıtanın hiçbir takibe girişmemesi ve aleyhte yayın yapılmaması.
4- Mühlet, bu ültimatomun verildiği tarihten itibaren 3 gündür. Şartlar yerine getirilmezse derhal Efraim Elrom kurşuna dizilecektir.”
6- ) Bu talepler karşısında oligarşi ne yaptı?
Oligarşi talepleri yerine getirmeyip, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Hükümet adına yayınlanan bildirilerle tehditler savurdu. Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş şöyle diyordu bu bildirilerden birinde: “Kaçırılan Başkonsolos, bu bildirinin yayınlanmasını takip eden en kısa sürede derhal serbest bırakılmadığı taktirde, sözü geçen gizli örgütle uzak yakın ilişkisi bulunanlar… derhal gözaltına alınarak en yakın sıkıyönetim komutanlığına teslim edileceklerdir.”
Bu tehditleri gözaltı terörü tamamladı. Türkiye’nin dört bir yanında bilinen tanınan bir çok ilerici, devrimci gözaltına alındı. 23 Mayıs 1971 günü ise İstanbul’daki bütün evler tek tek arandı.
7- ) Elrom ne zanan, nasıl cezaandırıldı?
Cepheliler, oligarşinin tehditleri ve terörü karşısında geri adım atmadılar. Efraim Elrom halklara karşı işlediği ve sorumlusu olduğu tüm suçlar nedeniyle 22 Mayıs 1971’de, Levent’te tutulduğu evde kurşuna dizilerek cezalandırıldı.
8- ) Mahirler, cezalandırmadan sonra nerede saklandılar?
Mahir, Ulaş, Hüseyin ve bir kişi daha, o gece Yılmaz Güney’in evinde çatı arasında saklandılar. 23 Mayıs sabaha karşı 04.00 sıralarında polisler evi aramaya geldiklerinde, Güney’in soğukkanlılığı sonucunda yerleri açığa çıkmadı.
9- ) Bu eylem nasıl bir etki yarattı?
Bu eylemle Parti-Cepheliler, oligarşinin bütün tehdit ve saldırıları karşısında ölümü göze alarak meydan okuyorlardı. Elrom eyleminin Türkiye’de ve dünyada yankısı büyük oldu. Bütün gözler THKP-C’nin üzerine çevrilmişti
10- ) Bu eylemin önemi nedir?
Elrom’un cezalandırılması, Parti- Cephe’nin adını herkese duyuran ilk büyük eylemdir. Mahirler bu eylemle, devrim için çıktıkları yolda emperyalizmi ve siyonizmi de karşılarına almaktan çekinmemiş, ölümü de göze alarak devrimci halk iktidarı için savaşma kararlılığını en üst boyutta ortaya koymuşlardır. Ayrıca bu eylem, Türkiyeli devrimcilerin Filistin halkının kurtuluş mücadelesiyle dayanışması açısından da büyük önem taşır.
Yürüyüş 260-syf.16
20-KIZILDERE
1-) Kızıldere’ye giden süreç nasıl gelişti?
1960’ların ikinci yarısı boyunca sürdürülen ideolojik ve pratik mücadele sonucunda revizyonizmin elli yıllık etkisi kırılmış, Türkiye devrimi silahlı mücadele temelinde gelişmeye başlamıştı.
Hem oligarşi içi çelişkilere müdahale etmek, hem yükselen devrimci hareketi bastırmak için 12 Mart 1971’de ordu tarafından muhtıra verilerek yönetime el konuldu. Faşist cuntanın baskı ve takip koşullarında birçok devrimci katledilirken, aralarında Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Ulaş Bardakçı’nın da olduğu birçok devrimci tutsak düştü.
Oligarşi, Deniz Gezmiş ve iki yoldaşı için idam kararı verdi. 29 Kasım 1971’de Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ömer Ayna, Ziya Yılmaz ve Cihan Alptekin, Maltepe Askeri Hapis- hanesi’nden tünel kazarak firar ettiler.
2-) Özgürlük eyleminden sonra neler yaşandı?
Mahirler’in dışarı çıktıktan sonra yaptıkları ilk iş, THKP-C içinde ortaya çıkan ihanetle hesaplaşmak oldu. Partinin devrimci çizgisini tasfiye edip sağcı bir çizgiyi hakim kılmaya çalışan Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli partiden atıldılar.
Bu süreçte kimi yoldaşları Mahir’e yurtdışına çıkmayı önerirler. Mahir kabul etmez. Öncelikle yapılması gereken “Türkiye devriminini prestiji haline gelen” Denizler’in idamını durdurmaktır. Bu amaçla hazırlık yaparken önce Ulaş Bardakçı, ardından Koray Doğan katledildiler.
Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü,
Cihan Alptekin ve Ömer Ayna Karadeniz’e geçtiler. Fatsa’da diğer THKP-Cli- lerle birleştikten sonra 26 Mart 1972 günü, NA TO’ya bağlı Ünye Radar Üssü’nde görevli üç İngiliz teknisyenin kaçırılması eylemi gerçekleştirildi. Teknisyenleri de yanlarına alan devrimciler Tokat Niksar’a bağlı Kızıldere Köyü’ne geçtiler.
3- ) Mahirler’in talepleri nelerdi?
Mahirler bu eylemle öncelikle Denizler’in idamını durdurmayı amaçlamışlardı. Yayınladıkları bildiride rehin aldıkları İngilizler’in hayatlarına karşılık talepleri şunlardı:
”1-İnfazlar derhal durdurulacak.
2-Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak.
3-En çok 48 (kırk sekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarında infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.”
4- ) Denizler’in idamını durdurmak neden önemliydi?
Oligarşi, Denizler’i idam ederek bütün Türkiye halkına ve devrimcilere gözdağı vermek, silahlı devrim cephesini daha başlangıçta boğmak istiyordu. Dolayısıyla o koşullarda Denizler devrimci hareketin prestiji durumundaydı. Bunun farkında olan Mahirler, ideolojik ayrılıklarını bir tarafa bırakarak idamları durdurmak için seferber oldular. Bu uğurda kendi yaşamlarını ortaya koydular.
5- ) Nasıl kuşatıldılar?
İngiliz ajanların kaçırılmasından sonra oligarşi Karadeniz genelinde büyük bir operasyon başlattı. Dağ taş, köy köy arama tarama yapılıyordu. 30 Mart 1972 sabahı, saat 05.00 sularında jandarmalar Kızıldere’ye ulaştılar. Parti-Cepheliler’in rehin aldıkları İn- gilizler’le birlikte köy muhtarının evinde saklandıklarının ortaya çıkması üzerine, ev tamamen sarıldı. İstanbul ve Ankara’dan kontrgerillacılar da Kızıldere’ye sevk edilmişti.
6- ) ‘Teslim ol’ çağrılarına ne karşılık verdiler?
Mahirler kuşatıldıklarını anlayınca evde bulunan muhtarın torunlarını dışarı çıkararak çatışma için hazırlandılar. Dışarıdan gelen ”Teslim olun” ve “İngilizler’i teslim edin” çağrılarına karşılık asla teslim olmayacaklarını, eve yaklaşılması veya ateş açılması halinde İngilizler’i cezalandıracaklarını söylediler. Gün boyu aralıklarla devam eden “teslim olun” çağrılarına Mahir, o günden sonra Kı- zıldere’nin yolunda yürüyenlerin dilinden hiç düşmeyecek ve her kuşatmada aynı cüretle tekrarlanacak olan şu sözlerle karşılık verdi: “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!”
7- ) Nasıl şehit düştüler?
Kuşatma sürerken Mahir, yoldaşlarını bir araya toplayarak “Şu an doğru olanın burada kalıp direnmek olduğunu fakat buna rağmen yine de teslim olmak isteyen varsa teslim olabileceğini” söyler. Fakat -daha sonra samanlığa saklanarak canını kurtaracak olan bir kaypağın dışında- kimse bunu düşünmez bile. Öğleden sonra 2 sularında Mahir evin çatısında olduğu bir anda dışarıdan ilk ateş açılır. Mahir bu sırada içeriye doğru ” İngilizler” diye bağırır ve düşer. Evdekiler söylediklerini yaparlar ve ateş açılması üzerine ilk olarak üç İngiliz’i cezalandırırlar. Mahir açılan ilk ateşte çatıda vurulmuştur. Süren çatışma sonunda THKP-C’den Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve THKO’dan Ömer Ayna ve Cihan Alptekin büyük bir kahramanlık destanının yaratıcıları olarak şehit düştüler.
8- ) Kızıldere’nin öğrettiği nedir?
Kızıldere’de iki devrimci örgütün savaşçıları omuz omuza çarpışarak şehit düştüler. Mahirler kendi hayatlarını ortaya koyarak Denizler’in idamını engellemeye çalışırken hem devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin yaratıcısı oldular, hem de ülkemizde devrimciliğin ancak bedeller ödemeyi göze alabilen, can bedeli bir mücadeleyle sürdürülebileceğini, zaferin ancak silahlı mücadelede ısrarla kazanılabileceğini gösterdiler.
9- ) Kızıldere son muydu?
Katliamdan hemen sonra oligarşinin sözcüleri, paralı kalem- şörleri, yılgınlar, dönekler, hep bir ağızdan devrimci mücadelenin bitirildiğini, Kızıldere’nin “sonumuz” olduğunu ilan ettiler. Oysa aynı anda Mahirler’in kavgası Anadolu’nun dört bir yanında, genç yüreklerde daha büyük bir öfkeyle boy atıyordu. Halk onları aldı, bağrına bastı. Destanlarıyla ölümsüzleştirdi. Çok geçmeden “Kı- zıldere Son Değil Savaş Sürüyor”, “Yolumuz Çayanların Yoludur”, “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” haykırışları dört bir yanda yankılandı. Kızıldere devrimci hareket açısından bir son değil, bir siyasi zafer, bir devrim manifestosu olmuştu…
10- ) Kızıldere’yi unutturabilirler mi?
Oligarşi sonraki yıllarda Kızıl- dere Köyü’nün adını “Ataköy” olarak değiştirdi. Kızıldere’yi, Mahirler’i unutturmak çabalarının basit ve zavallı bir örneğiydi bu da. Bu çabalar hiç eksik olmadı. Hatta soldan da destek oldu. Denizler’i kavgalarından soyutlayıp içini boşaltarak “romantik devrimci” gibi sunanlar, Mahirler’i tümüyle yok saymayı tercih etti. Fakat Kızıldere tüm görkemiyle duruyordu tarihteki yerinde. Ne yaparlarsa yapsınlar ne Kı zıldere destanını, ne Mahirler’i unutturabildiler… Kuşatmalarda yeniden yaratılan Kızıldereler, 38 yıl sonra Kızıldere’de dalgalanan kızıl bayraklar, bunu göstermiyor mu?
Yürüyüş261-syf.20-21
21-YOZLAŞMA VE YOZLAŞMAYA KARŞI MÜCADELE
1- ) Yozlaşma Nedir?
Sözlüklerde yozlaşma “özündeki iyi nitelikleri bir takım dışsal etkenlerle zamanla yitirmek… Doğasındaki olumlu özellikleri sonradan kaybetmek… Bozulmak, soysuzlaşmak, dejenere olmak… Özünden uzaklaşmak… Manevi anlamda değer yargılarından uzaklaşmak” şeklinde tanımlanıyor.
Sözlük tanımından dahi yozlaşmanın halklar için kabul edilemeyecek bir olgu olduğu ve neyi ifade ettiği anlaşılabilir. Yozlaşma, halkın geçmişten bugüne yarattığı, gelenekselleştirdiği olumlu gelenek, kültür, ahlaki özelliklerin ve değerlerinin bozulması, içinin boşaltılması ve bunların yerine emperyalist yoz kültürün geçmesidir.
2- ) Yozlaştırılmak İstenen Değerlerimiz ve Bunların Yerine Konulmak İstenenler Nelerdir?
Halklarımızın tarih içerisinde yarattığı ve bugüne kadar ulaşmış olan bütün olumluluklar, iyi ve güzel özellikler emperyalist yozlaştırma politikasının hedefidir. Nedir bunlar? Yardımlaşma, dayanışma, haksızlığa-adaletsizliğe karşı olma, kadir-kıymet bilen, emeğe saygı, büyüğü sayma-kü- çüğü sevme, yalan söylememe, zalimin karşısında dik durma, mazlumdan yana olma, bağlılık ve vefa, fedakarlık, özü sözü bir
olma, zorda kalanın yanında olma, emeğine, toprağına, eşine- dostuna, halkına sahip çıkma sevme…
İşte bunlar ve bunlar gibi nice olumluluğu yozlaştırmak yerlerine tam tersi olumsuz özellikleri, yozlaşmış değerleri koymak isterler. Nedir bunlar? Sadece kendini düşünme bencillik, maneviyatı önemsemeyip maddiyata göre yaşamak, bireycilik, duyarsızlık, köşeyi dönmecilik, çıkarcılık, vefasızlık, sapkın cinsellik, kadir-kıymet bilmeme, emeğe düşmanlık…
3- )Yozlaşmanın Nedenleri Nelerdir?
En başta belirtmek gerekir ki yozlaşma bir sonuçtur. Bütün sınıflı toplumlar doğası gereği halklar için eşitsizlik, adaletsizlik, açlık üretirler. İşte bunlar halkları olumlu değerlerinden uzaklaştırır. Halklar karşı karşıya oldukları sorunlarla mücadele edemediği durumlarda, içinde yaşadıkları çürüyen sistemle beraber çürürler, yozlaşırlar. Sınıflı, sömürüye dayalı sistemler yozlaşmanın nesnel zemininin-nedenlerini oluştururlar. Ancak yozlaşma sadece nesnel nedenleriyle açıklanamaz. Aynı zamanda yozlaşma iradi, sistemli, kapsamlı politikaların bir sonucudur.
4- )Yozlaştırma Politikasının Sahibi Kimdir? Neden ve En Çok Hangi Kesimler Bu Politikanın Hedefidir?
Tabii ki emperyalizmdir. Emperyalistler halklara düşmandır. Karlarına kar katmak, politikalarını hayata geçirebilmek için halkları baskı altında tutmak zorundadırlar. Bunun için her yolu de
nerler. Zor ve şiddet, her türden baskı aygıtı temeldir. Ancak bunlar yeterli olamaz ve dahası halkların düzene olan öfkesini, kinini daha da büyütürler. Bu nedenle emperyalistler halkları yozlaştırmak, uyuşturmak, kendilerine di- renemeyecek hale getirmek zorundadırlar. Hedef en yoksullardır, halkın bütün kesimleridir. Özellikle de halkların geleceği olan gençliktir. Emperyalizmi yenecek, yok edecek olan yoksul halklardır. Zor ve şiddete, sömürü ve zulüm politikalarına karşı direnen devrimci halk iktidarlarım kuracak olan yoksul halklar yozlaştırma politikalarının temel hedefidir.
5- ) Emperyalizm ve Oligarşinin Halkları Yozlaştırma Saldırısında Kullandığı Yöntem ve Araçlar Nelerdir?
Bu yöntem ve araçlar, çoktur ve de çeşitlidir. En genelde bunları şu şekilde sıralayabiliriz. Eğitim sistemi, kültür-sanat (müzik, resim, sinema vb. bütün dallarıyla), edebiyat, tüketim kültürü, TV-medya, internet, magazin… Uyuşturucu, fuhuş, kumar, şans oyunları, çarpık eğlence kültürü-aktiviteleri, moda akımları, futbol ve diğer spor dalları…
6- ) Yozlaşmaya Karşı Mücadele Devrimcilerin Görevi midir?
Evet, mutlaka görevidir. Çünkü devrimciler halk için, halkların kurtuluşu için, sömürü ve zulüm düzenine son vermek için emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadele ederler. Bu mücadele içinde halkı ilgilendiren her şey devrimcilerin gündemi olmak zorundadır. Devrim kitlelerin eseridir. Ve yozlaşma da halk kitlelerinin devrim mücadelesine katılmasındaki en önemli engellerden biridir. Yozlaşmaya karşı mücadele halkı örgütleme, devrimcileştirme, halkı savaştırma ve savaşı halk- laştırma mücadelesinin bir parçasıdır. Her süreçte devrimcilerin görevidir.
7- ) Solun Yozlaşmaya Bakışı Nasıldır?
Oportünist ve reformist solun yozlaşmaya, emperyalizmin yozlaştırma politikalarına ve buna karşı mücadeleye bakışı çarpıktır. Yanlışlarla doludur. İddiasızlıklarının bir sonucu olarak bu sorunu devrime havale ederler. Yozlaşmanın ve yozlaşmaya karşı mücadelenin devrimci mücadeleyle ilişkisini bilinçli olarak görmezden gelirler. Ama solun bu konudaki çarpıklığı çok daha ciddidir. Yozlaşma solu da sarmıştır. Direnmeyen, devrim ve iktidar hedefinden uzaklaşan sol, devrimci değerlerden, geleneklerden ve halk kültüründen uzaklaşmıştır. Yozlaşmıştır… Çürümüştür… Emperyalizmin ideolojik-politik ve kültürel yönlendirmesi altına girmiştir.
Oportünist ve reformist sol, yozlaşmaya karşı mücadelede halkın da gerisindedir. Ve daha da önemlisi, çürüyen sol bugün çok çeşitli biçimlerde bu mücadelenin önünde engel olurken yozlaşa- nın, emperyalist yoz kültür ve ahlakın açıktan savunucusu, taşıyıcısı, yaygınlaştırıcısı durumundadırlar. Nitekim bugün cinsel sapkınlıkları, ”seks işçiliği” adı altında fuhuşu savunur hale gelmişlerdir. Devrimcilerin halkla birlikte yürüttükleri mücadeleyi “ahlak-namus bekçiliği” diye küçümsemektedirler.
8- ) Emperyalizmin ve Oligarşinin Halkları Yozlaştırma Politikası Karşısında Devrimciler Neler Yapmalı?
Devrimciler öncelikle emperyalizmin yoz kültürüne karşı, saldırılarına karşı sürekli ve çok yön
lü bir mücadele yürütmeli; halk kültürünü ve devrimci kültürü hakim kılmaya çalışmalıdırlar. Ve bu mücadeleye halkı da katmalıdırlar. Bu, halkın mücadelesi olmalıdır. Yozla şmaya karşı hayatın her alanında alternatifler üretebilmelidirler. Kültür-sanat merkezleri ve faliyetleri, spor ve sosyal aktiviteler-örgütlenmeler, devrimci edebiyat çalışmaları, ürünleri; uyuşturucuya, fuhuşa, yozlaşmaya karşı kampanya ve kurumlaşmalar, halk için kütüphaneler, internet merkezleri, meslek edinme kursları, halkın kendi sorunlarını birlikte çözebileceği – maddi üretimlerde bulunacağı örgütlenmeler yozlaşmaya karşı kullanılacak yöntemler ve araçlardır. Bunun yanında emperyalizmin yoz kültürünü üreten ve yayan bütün düzen kurumları, çeteler ve bunların hamiliğini yapan polis vb. güçlere karşı halkın devrimci şiddetini örgütlemek devrimcilerin görevidir.
9-) Kapitalizmi Sona Erdirmeden Yozlaşmayı Bütünüyle Yok Etmek Mümkün Müdür?
Kapitalizm içinde yozlaşma, halkın devrimci mücadeleye katılımına ve özel olarak yozlaşmaya
karşı verilen mücadelenin ulaştığı boyuta paralel olarak, belli ölçülerde geriletilebilir. Ancak, halklar açlık, yoksulluk, adaletsizlik üreten kapitalizm yaşadıkça yozlaşmanın maddi zemini de varolacaktır. Çürümüş sistem çürütür, yozlaştırır. Bu düzen içinde yozlaşma tam olarak bitirilemez. Ayrıca emperyalizmin ve oligarşinin yozlaştırma saldırıları da sürekli olacaktır.
10-) Emperyalizmin Halkları Yozlaştırma Saldırılarını Püskürtmenin ve Yozlaşmanın Nihai Çözümü Nedir?
Çözüm devrimdir… Çözüm sosyalizmdir… Sadece sömürünün ortada kalktığı emperyalist-kapitalist sistemin yok olduğu koşullarda yozlaşmanın maddi zemini ortadan kalkar. Sosyalizm insanlığın yarattığı bütün olumlu değer ve gelenekleri kültürleri sahiplenir ve onları ileri taşıyacak güce sahiptir. Sosyalizmin gelişimi ve zaferi kapitalizmden kalan bütün tortuları ezip geçer yok eder. Halklar sosyalizmle sürekli bir kültüre gelişim sürecini, kültür devrimini başlatacak ve sınıfsız-sömürüsüz bir gerçeğe yürüyecektir.
Yürüyüş437-syf.34-35
22-UYUŞTURUCU
1- ) Uyuşturucu nedir?
Hareket veya düşünme gücünün ya da duyarlılığının yitirilmesine neden olan maddelere uyuşturucu denir.
Genel olarak üç gruba ayırmak mümkündür. Birincisi, bitkilerin işlenmesiyle elde edilen esrar, eroin, kokain gibi uyuşturucular. İkincisi, uçucu madde denilen tiner, bali, çakmak gazı gibi uyuşturucular. Üçüncüsü, uyarıcı nitelikte kim- yasal-sentetik uyuşturucular, ecstasy ve bonzai gibi.
2- ) Uyuşturucunun İnsan Sağlığına Zararları Nelerdir?
Uyuşturucu madde, ilk kullanıldığı anda insan sağlığına zarar vermeye başlar. Kullanım sürdükçe ve sıklaştıkça zararları artar. Bağımlı yapma özelliği nedeniyle insan iradesini yok ettiğinden insanı ölüme sürükler. Bonzai gibi son dönemde geliştirilip yaygınlaştırılan uyuşturucu maddeler bir defa kullanmayla dahi insanı öldürebilir.
Uyuşturucu insanın düşünme, karar alma yetkisini yok eder. Motor sinir hareketlerini sakatlar. Kalp ritmini bozar, kan basıncını yükseltir, kasılmalara, felç ve sakatlıklara yol açar. Solunum rahatsızlıklara neden olur, insanı karamsarlaştırır, sinirli- agresif hale getirir. Duygularındaki keskin iniş ve çıkışlar saldırganlaştırdığı gibi kişiyi intihara kadar sürükler.
3-) Uyuşturucu nerelerde üretilir, nasıl pazarlanıp dağıtılır?
Uyuş turucu üretimini belli başlı ülkelerle ve yerlerle sınırlanarak mümkün değildir. Bazı maddeler belli ülkelerde daha fazla üretilse de uyuşturucu üretimi ve tüketimi tüm dünyada bir ağ gibi yayılmıştır.
Eroinin ham maddesi afyonun %92’si Afganistan’da üretilmektedir. Kokain ham maddesi koka bitkisidir ve Latin Amerika üretimin yoğunlaştığı bölgedir. Yine esrar, dünyanın her tarafında üretilebilmektedir.
Sentetik-kimyasal uyuşturucularla, uçucu madde denen uyuşturucuların maliyetleri daha düşük, ulaşımları daha kolay olduğundan üretimleri de yayılmıştır. Bugün her yerde kısıtlı kimya bilgisi ile bonzai gibi kimyasal zehirler üretilebilmektedir.
Uyuşturucu üretimini, pazarlanıp dağıtılmasını, organize eden emperyalizmdir. Nerede nasıl üretileceğini, nasıl işlenip hangi ülkeye hangi uyuşturucu maddenin pazarlanaca- ğını emperyalistler organize ederler.
Daha nadir bulunan, daha pahalı olan eroin, kokain gibi maddeler Avrupa, Amerika gibi gelişmiş kapitalist ülke halklarına pazarlanırken, daha ucuz, kolay ulaşılabilen, bu nedenle yıkıcı etkisi daha yaygın olan bonzai gibi uyuşturucular yeni- sömürge ülkelerde daha yaygın pazarlanır.
4-) Uyuşturucunun hedef kitlesi kimlerdir ve nerelerdir?
Emperyalistler uyuşturucu ile dünya halklarını daha rahat, sorunsuz sömürebilmeyi amaçlarlar.
Temel olan budur, uyuşturucunun yarattığı rant ise talidir.
Bu nedenle uyuşturucunun hedef kitlesi bu düzenden memnun olmayan kesimlerdir diyebiliriz. Emperyalistler uyuşturucu maddelerle halkları dire- nemez, karşı koyamaz, savaşamaz hale getirmeye çalışırlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur. İngiliz emperyalizminin Çin’i sömürgeleştirmesi tüm Çin halkını afyona bağımlı haline getirmesi ile mümkün olmuştur. Emperyalistler aynı yöntemi bugün de uygulamaktadır.
Yeni-sömürge ülkelerde büyük şehirlerin gecekondu mahalleleri uyuşturucu çetecilerinin işgali altındadır. Örneğin Brezilya’da hergün onlarca kişi uyuşturucu çetelerince katledilmektedir. Ülkemizde gecekondu mahallelerinde bakkallar dahi uyuşturucu satar duruma gelmiştir. Özellikle devrimcilerin çalışma yaptığı mahalleler özel hedeftir.
Uyuşturucu çetelerine karşı mücadele kararlılıkla verilmeden ülkemizin de Brezilya’dan farkı kalmayacaktır.
Gençlik başlı başına uyuşturucu ile teslim alınması gereken kesim olarak görülmektedir. Üniversiteler ve liselerden sonra ortaokullar ve hatta ilkokullar dahi uyuşturucu kullanımıyla anılmaktadır. Gençliği işsiz-geleceksiz hale getiren emperyalistler, onların çaresizliğinden yararlanarak onları birer uyuşturucu satıcısı haline getirmektedir.
5-) “Bir defa kullanmayla bir şey olmaz” mı?
Uyuşturucunun yaygınlaşması için emperyalizm özel çaba sarfeder. Bunun üzerine filmler, diziler hazırlanır, kitaplar basılır. Uyu şturucunun yaygın reklamı yapılır. Uyuşturucu kullanımı merak edilen, ilgi çekici bir madde haline getirilir.
Genel olarak kişinin tercihini bağlıymış algısı olsa da düzen, kişi iradesine kaçacak yer bırakmadan kuşattığından uyuşturucuya karşı tek başına karşı koymak olanaklı değildir. Bu nedenle, “ben kendimi
biliyorum”, “bir defa kullanmakla bir şey olmaz” denerek başlanan uyuşturucu kullanımı kişiyi hızla bağımlı hale getirmekte, geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklemektedir. Biz “bir defadan bir şey olur, uyuşturucu öldürür” demeliyiz.
6- )Birinin uyuşturucu kullandığı nasıl anlaşılır?
Uyuşturucunun etkilerini bilmiyor olabiliriz ama iyi bir gözlem uyuşturucuya başlayan ve uyuşturucu kullanan birini ayırt etmemizi sağlar. Özellikle aileler bu konuda daha hassas ve dikkatli olmalı, yaşamı ortaklaştırarak ve uygun bir diyalog kurarak çocuklarının yaşamlarına, hal ve hareketlerine vakıf olmalı, herşeyi paylaşabilme- nin zeminini yaratmalıdırlar.
Uyuşturucu kullanan kişilerin bakışları donuklaşır, gözleri kayar. Uyku düzeni bozulur, sinirli, kaygılı, agresif davranışlar sergilenir. Gerçeklik algısı değişir, kurguyla gerçeği karıştırabilir, anlama yeteneği düşebilir. Nefes alışverişi sıklaşır, nefes darlığı, terleme, genel bir sıkılma hali, üşüme hali görülebilir. Fiziksel etkilerinin yanında yaşam şeklindeki değişiklikler de uyuşturucu kullanımına bağlı olabilir. Mesela para harcama ve zamanı kullanma rejimindeki değişiklikler uyuşturucu kullanımına dair veriler olabilir.
Kullanma sonrası gözbebeklerinin aşırı büyümesi ya da küçülmesi görülebilir. Uyuşukluk görülür. Kişi dalgın olur. Kusma, kasılma hali görülür. Ağız kuruması, açlık hissi (yemesine rağmen), çarpıntı şikayetleri, kızarık gözler, sakarlık, unutkanlık, ilgisizlik gibi işaretler uyuşturucu kullanımı gösteriyor olabilir.
7-) Uyuşturucu yasak olmasına rağmen nasıl yaygınlaşıyor?
Uyuşturucunun yasak olması sadece görüntüdür. Uyuşturucu yasak değildir. Emperyalistler ve işbirlikçileri uyuşturucu bizzat üretip pazarlamaktadırlar.
Uyuşturucu ticareti bir devlet örgütlenmesi ve organizasyonudur. Polis, büyük uyuşturucu sevkiyatına korumalık yapmaktadır. Avrupa uyuşturucu pazarı Türkiye oligarşisi aracılığıyla doyurulmaktadır. En tepeden en aşağıya kadar devlet bu işin içindedir.
Rant paylaşımından kaynaklanan sorunlar nedeniyle gerçekleşen operasyonlarda ortaya çıkan odur ki içinde polis, asker, bürokrat, mafyacı olmayan bir uyuşturucu şebekesi yoktur.
Hasan Ferit GEDİK’i katleden uyuşturucu çetesi elebaşlarının Mehmet Ali AĞCA ve AKP Gebze- Dilovası parti yöneticileriyle AKP Gebze-Dilovası parti binasında birlikte çektirdikleri fotoğraf hatıralardadır.
Yoksul mahallelerde uyuşturucu satan, torbacıları organize eden onları koruyup ranttan pay alan polistir. Uyuşturucunun yasak olması bir aldatmacadır. Uyuşturucuyu kat kat arttıran AKP’nin polislerinin bazı zamanlar operasyonlar, devrimcilerin uyuşturucuya karşı mücadelesi sonucu zor durumda kalan AKP’nin göz boyama operasyonlarıdır.
8-) Son dönemde uyuşturucuya karşı halkı harekete geçiren nedenler nelerdir?
Birincisi, bıçak kemiğe dayanmış hatta kesip atmıştır.
Kaybedecek vakit yoktur. Özellikle bonzai, halkın üzerine atılmış kimyasal bir bombadır. Temmuz 2014 verilerine göre son 1 ayda bonzai den 300 kişi ölmüştür. AKP’nin son 5 yılında esrar kullanımı 262 kat artmıştır. Son 3 yılda (2011-2014 arası) bonzai kullanımı yüzde 800 artmıştır. Uyuşturucu kullanım yaşı 9’a kadar düşmüştür.
İkincisi, artık halk, düzenin uyuşturucuyu önlemek gibi bir derdinin olmadığını anlamıştır.
Uyuşturucu çetelerini koruyan, uyuşturucuya karşı mücadele eden devrimcilere saldırıp tutuklayan devletin maskesi düşmüştür.
Üçüncüsü, devrimcilerin mücadelesi, bedel ödeme kararlılığıyla ortaya koydukları mücadele. Hasan Ferit GEDİK’in şehitliği ve onu sahiplenen halk kitlelerinde somutlanan irade uyuşturucu belasının def edilebileceği düşüncesini halka kazandırmıştır. Hasan Ferit GEDİK Uyuşturucu ile Savaş ve Kurtuluş Merkezi’nin açılışı, devrimci şiddet de dahil, devrimcilerin ortaya koyduğu güven veren politikalar ve kazanımlar halka umut olmuştur.
Tüm bu nedenler konunun ne kadar hayati olduğunu göstermektedir. Halkın sabrı kalmamış harekete geçmiştir.
9- ) Uyuşturucu nasıl bir rant yaratır?
Uyuşturucu nasıl bir rant yaratır?
Tam bir sayı ortaya koymak zordur. Daha çok kayıtdışı yapılıp başka alanlarda aklanan bir rant sözkonusudur. Dünya uyuşturucu piyasasının yıllık 600 milyar ile 1 trilyon dolar arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde 1,7 milyar dolar uyuşturucu rantı vardır. Bu, öyle büyük bir ranttır ki, Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesinin nedenlerinden biri olarak da uyuşturucu rantına tam hakim olma isteği gösterilmektedir.
10- ) Uyuşturucuya karşı nasıl mücadele etmeli, neler yapmalı?
Düzen, uyuşturucu silahıyla halkı çürütmeye çalışıyor. Yeni- sömürge bir ülkede iktidar iddiası olan devrimci bir örgütün uyuşturu- cuyla/yozlaşmayla mücadeleyi önüne bir görev olarak koyması bir zorunluluktur.
Örgütlü olunan her yerde uyuşturucuya karşı mücadele bir programa bağlanmalıdır. Hedefler belirlenmelidir. Hedef nettir: Örgütlü
bulunduğumuz her yerde uyuşturucu üretilmesini, satılmasını, kullanılmasını sonlandırmak. İnsanlarımızın uyuşturucu batağına saplanmasını önlemek, saplanmış olanları ise bataklıktan kurtarmak ve nihayetinde halkı bataklığı kurutma mücadelesinin bir parçası yapabilmek.
Bugün uyuşturucuya karşı genel bir duyarlılık oluşmuştur. Bilinçlendirme çalışmalarıyla halk bilinçlendirilmeli; komiteler ve meclislerde örgütlenmeleri sağlanmalıdır.
Sokak sokak, ev ev uyuşturucu satan, kullanan, üreten tespit edilmeli; vazgeçirmek için ikna edilmelidir. Torbacılık yapanlar, uyuşturucu sattıranlar devrimci zor kullanılarak cezalandırılmalıdır.
Uyuşturucu kullanımının yoğun olduğu mahallelerde uyuşturucuya karşı mücadele ve kurtuluş merkezlerimizin kuruluşu sağlanmalıdır. Sosyal, kültürel faaliyetler örgütlenerek halkın yaşamı devrimcileş- tirilmeli halkı uyuşturucuya sürükleyen zemin ortadan kaldırılmalıdır. Spor faaliyetleri kültür-sanat faaliyetleri, film gösterimleri, halk kitaplıkları, festivaller, şenlikler, kültür geceleri örgütlenmelidir. Uyuşturucuyu ve uyuşturucudan kurtulmayı konu olan üretimler için kısa film-belgesel atölyeleri, tiyatro atölyeleri, edebiyat-şiir atölyeleri örgütlenmelidir.
Devlet destekli uyuşturucu çeteleri katletmek için saldırmaktadır. Halkla birlikte halkın güvenliğini sağlayarak, devrimci şiddeti uygulayarak, mahallelerinde nöbete çıkıp denetim yaparak örgütlenmeler yaratılmalı. Hasan Ferit GEDİK Uyuşturucu İle Savaş ve Kurtuluş Merkezleri yaygınlaştırılmalıdır.
Yürüyüş438-syf.29-30-31
23-LİSELİLER KİMDİR? NASIL ÖRGÜTLECEĞİZ!
1-) Liseliler Kimdir?
Liseliler; yaşı, bulunduğu konum itibariyle her şeye açıktır. Ö ğ- renmeye can atar. Yaşam tecrübesi yoktur. Her türlü bilgiye açtır. Yüreği, beyni, hangi bilgiyle donatılırsa gençlik de o bilginin sahibi olur. En coşkun ve en militan, en cüretli damarı olarak da kavgada öncüdür.
2- ) Liseliler Nasıl Yaşarlar?
Liselilerin yaşamı daha çok okul, ev ve dershane üzerinden şekillenir. Gününün büyük bir bölümünü okulda geçirir. Liselinin arkadaşları okulunda ya da okul çevresindedir.
Liseli, daha çok derslerine çalışır, arkadaşlarıyla vakit geçirir. Son süreçte, bilgisayarda ya da internet kafelerde zamanlarını doldurmaktadırlar. Bu anlamıyla günü birlik yaşarlar. Yaşamlarında okul ve evin dışında sabitleşmiş bir şey yoktur.
3- ) Liseliler Nelerden Hoşlanırlar?
Liseliler zevk almadığı, keyif almadığı hiçbir şey yapmaz. Bir eğlenceye, tartışmaya, toplantıya katılsa, ya da bir pikniğe de gitse, kursa katılsa burada öğrenecekleri, eğer merakını giderecek şeyler değilse ve aynı zamanda onun hoşuna gitmiyorsa yapmaz, gitmez. Bu yanıyla liselilerin davra
nış ve hareketlerini belirleyen iki faktör, merak ve zevk almasıdır. Birini diğerine tercih etmez. Her ikisinin varlığını aynı anda ister liseli. O halde yapacağımız her şeyde bu ikisini sağlamalıyız. Bu yüzden hazır bir faaliyetin içine katmak değil, onunla örgütlemek, onun düşüncelerini belirteceği, onun yetenek ve becerilerini sorgulayacağı bir zemin yaratılması hoşuna gider liselinin ve bu sahiplenmenin de daha hızlı gelişmesini sağlar.
4- ) Liselilerin Düzenle Çelişkileri Nelerdir?
Liseliler, sorgulamayan, araştırmayan, merak duygusunu körelten bu düzene karşı öfkelidirler. Özellikle düzenin eğitim sistemine karşı öfkelidirler.
Liselilerin vatan kavramı, bağımsızlık kavramı gelişmiştir.
Liselilerin bir diğer çelişkisi de düzen ile aile arasındaki çelişkidir.
5- ) Liselilerin Olumlu Yanları Nelerdir?
-Öğrenmeye açık
-Cüretli
-Delikanlı
-Coşkulu
-Yeniliğe açık
-Meraklı
-Militan
-Vatansever
-Arkadaşlık bağları güçlü
6- ) Liselilerin Olumsuz Yanları Nelerdir?
-Tecrübesiz
-Sabırsız
-Aceleci
-Çabuk sonuç almak ister
-Halkı tanımaz
-Aile bağları güçlüdür
-Çarpık bir vatanseverliği vardır.
7- ) Liselilerin Hareketlerini Kısıtlayan Etkenler Neler?
Okulu, ailesi, çevresi her zaman o sınırlarda bilinen duvar oluyor, aşamıyor, kıramıyor. Kafası her şeyiyle açık olmadığı için, isteklerine nasıl ulaşacağını tam olarak o da bilmediği için bugün yapacaklarının, atacağı adımların hesabını yapıyor.
Okuldan atılmak, ailesiyle tartışmak dünyanın en büyük sorunudur onun için. Çok istediği bir konsere ailesiyle tartışmayı göze alsa da kaçar gider; ama işi eyleme katılmak olunca, devrimci olmak olunca aile sorunu devreye giriyor. Mesele gerçekten isteyip istenmemesidir. Liseliler adaletsizliklerin, açlığın sömürünün farkındadır. Ancak, aşması gereken bu duvarları aşamadığı için mücadeleye katılma konusunda engel olabiliyor.
8- ) Liselilerin En Fazla Zaman Geçirdiği Yerler Nerelerdir?
Liseliler en fazla, okulda, dershanede, internet kafelerde ya da evde bilgisayarda, kafelerde vakit geçirirler.
9- ) Liselilerin Kazanması Gereken Özellikler Nelerdir?
-Liselierin öfkesi düzene yönelmelidir
-Liseliler gerçeği kavramalıdır -Liseliler düşünen, sorgulayan, araştıran olmalıdır -Kitap okuma alışkanlığı kazanmalıdır
-Var olan savaşın öncüleri olmalıdır
-Liselilerin ufku dar olmamalıdır -Liseliler, halktan, onun mücadeleşinden kopuk olmamalıdır -Dev-Gençli olmanın gururunu yaşamalıdır.
-Liseliler militan olmalıdır -Liseliler asla tembel olmamalı, emekçi olmalıdır -Disiplinli olmalıdır -İnsiyatifli ve kendine güvenli olmadır
-Duygularla değil, mücadelenin ihtiyaçlarına göre düşünen olmalıdır
-Liseliler yaptıklarıyla yetinmemelidir
10-) Düzen Liselileri Hangi Yöntemlerle Teslim Almaya Çalışıyor?
Düzen liselileri teslim almak için birçok yöntem kullanır. Okul baskısı, aile baskısı ile liselileri bir cendere içine sokar.
Eğitim sistemiyle liselilerin saydığımız olumlu özelliklerini törpülemek isterler.
Yine gözaltılarla yıldırmaya çalışır. resmi olarak aileye bağımlı olmasını kullanarak aile üzerinde baskı yapar.
Sonuç olarak liselilerin iki temel sorunu vardı aile ve okul
24-LİSELİLERİ NASIL ÖRGÜTLEYECEĞİZ?
1-) Neden Liselileri Örgütlemeliyiz?
Liseliler, en coşkun ve en militan, en cüretli damarı olarak da kavgada öncüdür. Halkın kavgasında, vatan savunmasında, faşizmi boğmada öncü olduğunu bilerek hareket etmelidir.
2-) Liselileri Nasıl Örgütleyeceğiz?
Liselilerin en çok vakit geçirdikleri yerler, okul ve dershane ise biz de liselileri örgütlemek için öncelikle liselerde çalışma yapacağız.
Liselileri örgütleme alanımız, en başta okullar ve dershaneler ama liselilerin olduğu her yerde çalışma yapmalıyız.
Liseliler kendilerine ait bir yerlerin olmasından hoşlanırlar, orayı kendileri düzenleyip kendileri şekillendirirler. Bunun için gençlik dernekleri mesela tek gözlü bir dükkanı kendi şubeleri olarak liselilerin etrafında açıp düzenleyebilir. Burada hem kütüphane yaratmak, hem öğle aralarında gençliğin beslenme sorunlarına çare olacak kimi düzenlemeler yaparak, çeşitli tartışma – seminer günleri de, kültürel faaliyetler de bizzat burada yapılabilir. Okul civarında hem faşistlerin, polislerin, hem de gençlere yoz bir ortam sağlayan kafe vs. gibi yerlerin olduğunu gözetirsek, sadece dışarıdan müdahaleyle yetersiz kalacağımız açıktır. Mahallede varolan kurumlar bir odalarını buna göre de düzenleyebilir. Zaten mahallenin çocukları orada oluyor, halk komitelerinde kadınlar bu işle ayrıca görevlendirilip beslenme sorunlarıyla ilgilendirilebilir. Okuluna ne kadar yakın olursak, liselilere o kadar yakın oluruz.
3- ) Liselileri Örgütlerken Karşılaşacağımız Sorunlar Nelerdir?
İki temel sorunla karşılaşabiliriz: Birincisi okul baskısı, İkincisi aile baskısı. Bu iki temel çelişki bizim liselileri örgütlememizde geciktiren etkenler olacaktır. Bunun dışında devletin gençliğe saldırıları ve düzenin yozlaştırma politikası da bizim liselileri örgütlememiz önünde engeldir.
4- ) Liselilerin Sorunları Nelerdir?
Devamsızlık, staj sömürüsü, geçer not, ezberci eğitim, eğitim hakkının gaspı, okula dışardan yemek getirme, disiplin soruşturmalar, not tehditi, tenefüs süreleri, sosyal faa
liyet alanları, aidat, sınıf mevcudunun çok olması, okullarda uyuşturucuya karşı önlemler alınmaması, kılık kıyafet üzerindeki baskılar… gibi birçok sorunu yazabiliriz. Bunların dışında aile sorunu da yaşamaktadırlar.
5-) Liselerde Ajitasyon ve Propaganda da Dikkat Etmemiz Gereken Noktalar Nelerdir?
-Liseli gençliğin yaşadığı somut sorunlar ve bunlardan kaynaklanan talepler temelinde bir ajitasyon propaganda yapmak gerekir. -Sadece genelde liselerde yaşanan sorun ve taleplere bağlı kalmadan, somut olarak yaşanan günlük gelişmeler etrafında bir ajitasyon propaganda yürütmek gerekir. -Eğitim ağırlıklı bir ajitasyon ve propaganda yapmak gerekir. -Duyguları daha ön planda olduğundan, duygulara daha çok hitap eden bir ajitasyon ve propaganda yürütmek gerekir. Yani ajitasyon ağırlıklı bir çalışma içinde olmak gerekir.
-Tiyatro, müzik, sinema vb. gibi araçlarla, görsel propagandaya önem vermek gerekir. Gerekirse her lisede bu tür çalışmalar içinde bulunmak, kendimiz tiyatro ya- pamıyorsak da, mevcut tiyatrolara, sinemalara toplu gidişler örgütlemek ve daha sonra bunlar hakkında tartışma açarak birer eğitim ve ajitasyon, propaganda aracına çevirmek önemlidir.
-Liseli gençliğin mücadele tarihini, her birimin mücadele ve direniş tarihini, şehitlerini propaganda etmeye özel önem vermek gerekir. -Liselerde diğer alanlara göre daha basit, daha anlaşılır, daha özendirici bir propagandaya ağırlık vermek gerekir. Bu doğrultuda gerekirse sloganlar etrafında bir anlatımdan ve şemalaştırmalardan da kaçınmamak gerekir.
-Kendine güveni geliştirici bir pro-
pagandaya önem vermek gerekir.
-Sorular etrafında şekillenen bir propagandaya özel önem vermek gerekir.
-Liseli gençlere yönelik yaşam tercihi propagandası yapmak oldukça önemlidir.
6- ) Düzen Liselilere Neden Saldırıyor?
Düzen liselileri, ilerici yanlarını bildiği için özel olarak saldırıyor. Yeniliğe açık, militan, bağımsızlık duyguları olan, vatansever yanlarının olduğunu bildiği için saldırıyor. “Ağaç yaşken eğilir” mantığıyla, daha düşünceleri olgunlaşmadan düzenin istediği gibi bir tip yaratmak istiyor. Liseliler öfkelerini düzene yöneltmesin diye kendi istediği gibi bir gençlik yaratmak istiyor.
7- ) Düzen, Liselilere En Çok Hangi Noktalardan Saldırıyor?
Düzen gençliğe en çok eğitim sistemiyle, okulda yarattıkları baskılarla saldırıyor. Bunun dışında ailesini kullanarak da bir baskı oluşturmak istiyor. Düzenin yozlaştırma politikası da gençliğin maruz kaldığı saldırılardan birisidir.
8- ) Liselileri Faşizmin Karşısında Nasıl Güç Haline Getireceğiz?
Öncelikle, liselilerin her türlü sorunun, bizim sorunumuz olduğunu bileceğiz. Ve bu sorunlar etrafında liselileri faşizmin karşısında bir güç haline getireceğiz. Liselilerin militan yanlarını büyüterek, savaşın her türlü ihtiyacını karşılayan kadrolar haline getirerek, bunu başaracağız.
9- ) Liselilerin Örgütlülüğü Nedir?
Liselilerin örgütlülüğünün adı, 33 yıllık bir geçmişe sahip olan DLMK’dan bugüne onurlu bir tarih yaratan Liseli Dev-Genç’tir. Bugün liselilerin önünde duran görev, tüm liselileri örgütlemek için Liseli Meclisle- ri’dir.
10- ) Liseli Meclislerini Nasıl Kuracağız?
Öncelikle liselilerin faşizmin karşısında önemli bir güç olduğunu bilinciyle hareket etmeliyiz. Daha sonra, tüm liselileri kapsayacak talepler etrafında liselerde çalışmalar yürütmeliyiz. Liselilere, neden öğrenci meclislerinde örgütlenmeleri gerektiğini, sorunlarının çözümünün birlikte mücadele olduğunu anlatmak gerekiyor.
Yürüyüş439-syf.23-24-25
25-BAĞIMLILIK
Soru 1: Bağımlı olmak ne demektir?
Cevap: Bağımlılık, sözlük tanımı olarak; bir kişinin, toplumun ya da toplumsal grubun, siyasal, ekonomik, yaşamsal ihtiyaçlar bakımından başka kişi, grup ya da top- lumların güdümü ve yönetimi altına girmesi anlamına gelir. Bağımsız olmak ise; kendi isteğine göre davranmakta serbest olmak olarak tanımlanır. Yani bağımlılık öncelikle kişinin öz iradesini yitirmesidir. Yaşamını olağan şekilde sürdürebilmesi için bir maddeye, kişiye vs. ihtiyaç duyması, muhtaç olmasıdır. Aynı zamanda bağımlılık, insanın yaşamını eskisi gibi sürdürememesi ve yaşam niteliğinin düşmesine neden olan bir durumdur.
Soru 2: Madde bağımlılığı nedir? Kapitalist sistem içerisinde farklı tür bağımlılıklar var mıdır?
Cevap: Madde bağımlılığı; genellikle uyuşturucu, keyif verici olan ve bağımlılık yaratıp kullanılmaması durumunda insan vücudunda çok çeşitli tepkilere yol açan, kullanılmaya devam edilmesi durumunda ise insan sağlığını olumsuz etkileyen doğal ya da sentetik maddelere bağımlı olunmasıdır. Bağımlılık yaratan bu maddelerin en yaygın kullanılanı alkol ve sigaradır. Alkol ve sigaranın bağımlılık etkilerinin uyuşturucu maddelere göre daha hafif olması ve insan sağlığına tahribatı daha
çürürken halkı da kendisiyle birlikte çürütmeye çalışmaktadır. Yozlaşma, ahlaki dejenerasyon özellikle uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının artmasına yol açıyor. uzun sürece yayılması nedeniyle, alkol ve sigara bağımlılığı çok fazla yaygınlaşabilmiş ve diğer maddelere göre doğallaşmış, meşruluk kazanmıştır. Eroin, kokain, esrar, sentetik uyuşturucular, tiner, bali gibi çok çeşitli bağımlılık yaratan uyuşturucu maddeler bulunmaktadır. Kapitalist sistem içerisinde madde bağımlılığı dışında insan yaşamını olumsuz etkileyen çok sayıda bağımlılık çeşitleri de mevcuttur. Televizyon, dizi-film bağımlılığı, bilgisayar-video oyunu bağımlılığı, ”şans oyunları” denilen kumar bağımlılığı, alışveriş bağımlılığı gibi daha çoğaltabileceğimiz pek çok madde bağımlılığı kadar öne çıkmasa da bu tür bağımlılıklar da insanların hayatını kimi zaman madde bağımlılığı kadar olumsuz etkilemektedir.
Soru 3: Bağımlılık yaratan nedenler nelerdir?
Cevap: Bağımlılığın her türlüsünü yaratan temel neden kapitalist sistemdir. Sömürü düzeni halkı her geçen gün daha kötü şartlarda yaşamaya zorlar. İşsizlik, geçim sıkıntısı, barınma, eğitim, sağlık gibi yüzlerce sorun içinde boğar halkı. İkinci olarak da, insanları hedefsiz, amaçsız, sıkıntı ve bunalım içinde bireyler haline getirir.
Düzenin halka sunduğu bu olumsuz yaşam tablosundan kısa bir süreliğine de olsa kopmak için yaratılan sahte kapılardır bağımlılıklar. Örneğin; alkol ve sigara sıkıntılardan kurtulmak, rahatlamak adına tüketilir. Televizyon, bilgisayar vb. ile yaratılan sahte dünyalar insanları gerçek yaşamından alıp götürür. Hedefsiz, amaçsız, hak arama, bunalımlı insanlar, ”alışveriş çılgınlığı” gibi bağımlılıklara bırakır kendini. Yine bu nedenlerden ötürü bir uyuşturucu madde ile beynini uyuşturmak isteyebilir insanlar. Çürüme ise başlı başına bağımlılıkların ortaya çıktığı zemin oluyor. Düzen
Soru 4: Bağımlılık nasıl yayılır?
Cevap: Bağımlılık düzen tarafından iradi bir politika çerçevesinde yayılır. Düzenin tüm kurumları bu politikaya hizmet eder. İnsanlar, televizyon, gazete-dergi, internet, radyo… gibi bütün görsel, işitsel, basılı iletişim araçları ile bağımlılık oluşturan maddelere-ürünlere, alışkanlıklara yönlendirilir. Televizyon, alışveriş… türü bağımlılıklar en fazla bu kanallardan beslenip yayılmaktadır.
Madde bağımlılığı; özellikle uyuşturucu bağımlılığı polisin denetimi ve kontrolündeki çeteler ile, daha çok da yoksul halkın yaşadığı semtlerde yaygınlaştırılmaktadır. Alkol ve sigara bağımlılığının yayılması için tüm koşullar mevcuttur, rahatlıkla tüketime sunulmaktadır.
AKP iktidarı döneminde uyuşturucu maddeye ulaşım da son derece kolaylaşmıştır. Bu durum, madde bağımlılığında büyük patlamaya yol açmıştır. 2009-2014 yılı arası sadece esrar kullanımının 262 kat artması bağımlılığın yayılma hızına ilişkin çarpıcı bir örnektir.
Bağımlılık devlet eliyle yayılır, çünkü düzen bağımlı insanlar yaratmak ister. Bağımlı insan iradesini, reflekslerini, duyarlılığını yitirmiştir ya da zayıflamıştır. Tüm ilgisi bağımlı olduğu maddeye yönelmiş, o maddeye ulaşmak dışında amacı kalmamış insandır. Bir nevi beyni uyuşturulmuş, düşüncesi esir alınmış bu insanlar düzen için en rahat yönetilecek insanlardır. Sömürü, baskı, adaletsizliğe ses çıkarmak bir yana farkına dahi varmazlar. Bu nedenle emperyalizm ve oligarşi her türlü yol ve yöntemle bağımlılığı teşvik eder, yayılması için iradi bir politika izler.
Soru 5: Bağımlılık insan yaşamını nasıl etkiler?
Cevap: Bağımlılıkların insanın beden sağlığına, psikolojisine, sosyal kişiliğine yönelik olumsuz etkileri vardır. Örneğin, televizyon, bilgisayar başında uzun süre oturan bağımlı insanlarda obeziteden, ani ölümlere yol açan damar hastalıklarına kadar birçok sağlık sorununun oluştuğu bilinir. Esas olarak en ciddi sağlık sorunlarını madde bağımlılıkları yaratmaktadır. Vücudun tamamına, bütün organlara zarar verebilen bu zehirli maddeler sayısız kalıcı ve ağır hastalıklara yol açar. Kullanımının devamında ise ölüm kaçınılmazdır.
Bağımlılıklar insan psikolojisine zarar verir ve asosyalleştirir. Duyarsızlık, tepkisizlik, edilgenleşme, iradesizleşme, güvensizlik gibi insan üzerinde en sık görülen sonuçları bağımlı insanın yaşamında da bozulmalara yol açar. Ailesi ve çevresiyle ilişkisi yıpranır. Çevresindeki insanlara da zarar verir. Elbette ki kısa sürede yalnızlaşması, istenmeyen kişi konumuna gelmesi kaçınılmazdır. Böylelikle bağımlı insanın tüm sosyal yaşamı çökmüş olur. Bağımlılık, özellikle madde bağımlılığı zaman içerisinde farklı sorunları da tetikler. Bağımlılık düzenin çürümesine açılan kapıdır çünkü. Bağımlı insan ihtiyaç duyduğu maddeye ulaşmak için zamanla tüm ekonomisini çökertir. Hırsızlık, fuhuş, çetecilik batağına saplanma bu koşullarda çok olası ve en sık görülen durumdur.
Soru 6: Devlet bağımlılıkla mücadele eder mi?
Cevap: Devlet bağımlılığa karşı mücadele etmez, sadece ediyormuş gibi görünmek ister. AMATEM gibi kuruluşların varlığı sadece bu aldaünacayı güçlendirmek içindir. Zaten bu kuruluşların sayısı ihtiyacı karşılamaktan da çok uzaktır, milyonlarca bağımlıya karşılık sadece 26 tane AMATEM bulunur. Bu kuruluşlar ttim izlenimi de yitinniştir, madde bağımlılarını tedavi etmek yerine tekrardan başlamasına vesile olan, uyuşturucu satıcılarının mesken tuttuğu yerler haline gelmiştir. Devlet uyuşturucu çetelerini her zaman teşvik etmiş, koruyup kollamıştır. Ortaya çıkan tüm uyuşturucu çetelerinin polis ya da askere bağı olduğu geçmişte tankların korumasında askeri konvoylarla uyuşturucu taşındığı dahi deşifre olmuştur. AKP milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın şirtekine ait tırların uyuşturucu taşdığının ortaya çıkması bugün de uyuşturucu baronlarının meclis koltuklarında oturduğunu gösterir.
Devlet bağımlılığa karşı mücadele etmediği gibi devrimcilerin mücadelesini de engellemeye çalışır. En somut örneği, uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı mücadele ettiği için Halk Cephesi’nin basılan onlarca kurumu, dava açılan, tutuklanan yüzlerce üyesi, katledilen Hasan Ferit Gedik ve Birol Karasu’dur.
Soru 7: Bağımlılıkla mücadele görev midir?
Cevap: Bağımlılıkla mücadele, başta devrimciler olmak üzere tüm halkın görevidir. Bağımlılığın yayılması her yönüyle halkın yaşamını tehdit eden bir sorundur. Hem bağımlı olan insanlarımızın yaşamı yok olur, hem de bağımlı kişi halkın geri kalanına zarar verir. Madde bağımlılığı çeteleşmeyi de beraberinde getirir, böylece de halkın can ve mal güvenliği tehlikeye girer. Yozlaşmayı yayar,
halk değerlerinin bozulmasına yol açar. Duyarsızlık ve güvensizliğin büyütülmesi gibi sonuçları, halkın bölünüp parçalanmasına, sonuç olarak da örgütsüzleşmesine neden olur.
Halk kendi geleceğini güvenceye almak için, devrimciler de ciddi bir örgütsüzleştirme, halkı çürütme saldırısını geri püskürtmek için, halkı çetelerin, düzenin eline bırakmamak için yozlaşmaya ve bağımlılığa karşı mücadele etmek zorundadır.
Soru 8: Bağımlılıkta kişinin-bireyin rolü nedir?
Cevap: Bağımlılık yaratan alışkanlıklara, maddelere insanların yönelmesi düzenin baskısı, özendirmesi, yönlendirmesi sonucu olsa da ilk başlamayı son tahlilde kişinin iradesi belirlemektedir, geriye kalanlar etkendir. İnsan iradesine bağlı olarak başlayan madde kullanımı kısa sürede bağımlılığın oluşmasıyla insanın kontrolünden çıkmaktadır. Ve artık kullanımı sonlandırmak kişinin iradesini aşmaktadır. Kimse bir maddeye bağımlı olmak için, sağlığının bozulması için başlamaz. Ancak bu sonuçlar ortaya çıktığında iş işten geçmiş olmaktadır. Çünkü bağımlılık insan idaresini zayıflatır, parçalar. Bu nedenle ”ben bağımlı olmam” gibi kör güvenle hareket edenler hüsrana uğramıştır. İradenin parçalanması bağımlılığın en ciddi sonuçla- rındandır. Sadece bağımlılıkla sınırlı değil yaşamının tamamında kişiyi iradesiz, kendine güvensiz bir insan haline getirir.
Soru 9: Sosyal bir sorun olarak bağımlılığın temeli nedir?
Cevap: Bağımlılık tek başına tıbbi açıdan ele alınmamalıdır, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Tam da bu nedenle kurtulmak için sadece tıbbi yöntemler yeterli gelmemektedir.
Düzenin halka yaşattığı sosyal bu-
nalım, sorunlar, insanların sosyal etkinliğinin neredeyse sıfıra indirilmesi; ev-iş, ev-okul vb. arası, sadece yaşam sorunlarıyla kuşatılmış asosyal bir hayatın daya- tılması. İnsanların spor, kültür-sanat vb. sosyal akti- vitelerden yoksun olması ve hatta birbirleri, aileleri ile düzenli görüşme, zaman geçirme olanaklarından dahi yoksun olması gibi sosyalleşmenin çok zayıf olduğu bir yaşam, bağımlılığın geliştiği sosyal zemindir.
Bağımlılık yaratan, haz verici madde ve alışkanlıklara yenilmek büyük oranda sosyal sıkıntılardan bireysel yoldan kurtulma arayışıdır. İnsanlar, bir araya gelip sosyalleşme ihtiyacını gidermesi durumunda, alkol, uyuşturucu ya da televizyon müptelalığı gibi bağımlılıklara da daha az rağbet gösterecektir.
Soru 10: Sosyalizmin bağımlılık sorununa yaklaşımı nedir?
Cevap: Bağımlılık en başta düzenin yarattığı bir sorundur. Yani bağımlı insan, kapitalizmin sömürüyü sorunsuz ve en rahat biçimde sürdürebilmesi için yaratmaya çalıştığı insan tipidir. Kapitalizmi yıkarak sömürüye son vermek isteyen sosyalizmin ise bunun tam tersi bir insan tipine ihtiyacı vardır. Yani beyni uyuşmuş, bağımlılığın yarattığı bireyleşme, duyarsızlaşma, iradesizleşme gibi zayıf insan özelliklerinden kurtul
muş insan tipidir sosyalizmin ihtiyacı olan. Sosyalizm için bağımlılık yok edilmesi gereken ciddi bir sorundur.
Devrim mücadelesi aynı zaman da büyük bir sosyal faaliyettir, bu nedenle bağımlılığın geliştiği asosyallik temelini dağıtır. Amaçsız ve bilinçsiz insan bağımlılığa açıktır, devrim mücadelesi insanlara büyük bir amaç, güçlü bir bilinç ve irade kazandırdığı için bağımlılığa karşı panzehirdir.
Dünya devrim örneklerinde de görülmüştür: Rusya halkında devrim öncesi alkol bağımlılığı, Çin halkında ise uyuşturucu bağımlılığı son derece yaygındı. Küba fu- huş-kumar-uyuşturucu ile anılan bir ülkeydi. Ama devrim süreci ve sonrasında inşa edilen sosyalizm tüm bağımlılıkları yok etti.
Sosyalist ülkelerde yaratılan yüksek ahlak, idealler; sosyalizmin sunduğu refah seviyesi, sosyal-kültürel olanaklar, sağlık ve eğitim olanakları da bağımlılığın gelişmesine izin vermemiştir.
Bağımlılıktan ancak sosyalizmde, halk iktidarında kur- tulunabilinir. Bağımlılığı yayan kapitalizmdir. Bizim ülkemizde de bağımlılık, kapitalizmi, sömürü düzenini yıkma mücadelemiz içinde gerileyecek ve sosyalizmde tam olarak son bulacaktır.
Yürüyüş 440-syf.42-43-44
26-BAĞIMLILIĞA KARŞI MÜCADELE
1- )Bağımlılık nedir?
Kişisel olarak bağımlılıktan kurtulmak mümkün müdür?
Kendi özgücü ve olanaklarıyla temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekken, ihtiyacı olmadığı halde irade zayıflığı göstererek, dışındaki bir maddeyle, nesneyle, güçle ilişki kurup ondan vazgeçmeme halidir. Fiziksel, ruh- sal-kültürel olarak iradesini kullanamayanlar çeşitli neden ve gerekçelerle vücudun savunma sistemini, sinir sistemini sabote eden kimyasal maddeleri ağız-damar vb. yollarla vücutlarına alarak bağımlılığa neden olurlar.
Bağımlılık bir sonuçtur. Bağımlı olmamak mümkündür. Bağımlılığın ilk anlarında kişisel çabayla bağımlılığı engellemek mümkündür. Bağımlı olmamak ve engellemek kişinin kendi istek, çaba ve iradesini zorlayarak gerçekleşebilir. Ama kişi vücu- du-beyni ile her açıdan bağımlılığı ilerletmiş ise kendi çabası ile bağımlılıktan kurtulması mümkün değildir.
2- )Bağımlı birinin iradesi nasıl güçlenir?
Bağımlılıktan kurtulmak mümkün müdür?
Bağımlılıktan kurtulmak mümkündür. Bağımlı birinin kurtulmasının önündeki temel engel bağımlı insanın kendi dışındaki koşullardır. Uyuşturucu çetelerinin kol gezdiği, iletişim teknolojisinin her yere ulaştığı, emperyalizmin bağımlılığı körüklediği koşullara karşı örgütlü mücadele bağımlılıktan kurtulmanın koşullarını da sağlar.
Bağımlılıktan kurtulmak isteyen birinin
iradesini güçlendirecek tek bir yol-yöntem, tek bir kalıbı yoktur. En belirleyici olan kişinin kendisinin istemesi, çevresindekilerden kurtulabileceğini o insanı inandırması ve inanmasıdır. İradeyi güçlendirmek adım adım, sabırla, emekle gerçekleşir. Tüm araçlar, kullanmak gereklidir. Hiçbir isteği olmayana ise ilk yapılacak olan onda istek uyandırmaktır.
3- )Bağımlılıktan kurtulmak (veya kurtarmak) için aşılması gereken aşamalar nelerdir?
Bağımlı kendisi kurtulmak için bize gelebilir (ailesi getirebilir) ama asıl olarak bizler bağımlıları bulup, tespit edip, onları bağımlılıktan kurtarmayı hedefleyeceğiz.
Bağımlılığın hangi aşamasında, yeni mi başlamış, ilerlemiş mi, tam bağımlı mı? Beyninde, vücudunda hangi tahribatlar oluşmuş? Uyuşturucuyla Mücadele Merkezi gibi tıbbi müdahale gerektiren bir yerde 24 saat tutmak gerekli mi? Ailesinin yanında, evinde müdahale etmek mümkün mü? Ayrıntılı bir tespit zorunludur. Tespit edilen bağımlı istekliyse olanaklar değerlendirilir. İstekli değilse bizim çabamızla istek yaratıp gerçekten kurtulması için olanaklarımızı sunacağımıza dair güven vermeliyiz. Kendisinin hiçbir olanağı olmayabilir. Bir sonraki aşama program çıkarmaktır. Programın kararlılıkla uygulanması, denetlenmesi sonuç almak için önemlidir. Tüm bu aşamalardan uzman doktorlar, bağımlılıktan kurtulmuş olanlar programın uygulanması, sonuç alıcılıkta başvurulacak araçlardır. Zorunlu olmadıkça ilaçlı tedaviye başvurulmaması gerektiği uzmanlarca da belirtilmektedir.
4- )Sovyetlerde, Küba’da, Çin’de bağımlılıktan kurtulmak için kullanılan yöntemler nelerdir?
Çin bugün emperyalist bir ülke olmasına rağmen sosyalist dönemin bıraktığı miraslardan biri uyuşturucuyla mücadeledir. En büyük suçlardan birisi uyuşturucu satışıdır ve cazası ölümdür… Küba’da da uyuşturucu ticareti, alımı-satımı büyük suçtur. Bağımlılık kapitalist ülkelere oranla yok denecek boyuttadır. Emperyalizmin kışkırtmasıyla bağımlı hale gelenler de Küba’daki gelişmiş sağlık sistemi sayesinde tedavi edilmektedir. Sosyalizm insana değer veren, bireyin ruhsal-bedensel, her açıdan gelişmesi iradesinin güçlenmesi için ekono- mik-siyasi-kültürel olanakları halkın hizmetine sunduğundan bağımlılıkla mücadele de güçlü bir pratik ortaya koymuştur. Bağımlılığa yol açan kapitalist sömürü ve yoz kültür sosyalizmde yaşama-gelişme şansı tanınmamaktadır.
5-)Bağımlılığa karşı tıbbi-psikolojik mücadele yöntemleri yeterli olur mu? Ne yapmalıyız?
Oportünist sol bu faşist düzen yıkıldığında yozlaşmaya yol açan uyuştu- rucu-fuhuş vb.nin ortadan kalkacaktır gibi çarpık bir bakış açısıyla bağımlılığa karşı sosyal-kültürel örgütlenmeleri, düzendışı alternatif kurumlan yaratmamaktadır. Bağımlılığa karşı tıbbi-psikolojik ya da uyuşturucu çetelerine karşı askeri yöntemler tek başına yeterli olamaz. Bu gerçekliği gördüğümüzden ve iktidar perspektifli bir hareketin her alanda, her biçimde düzen dışı alternatifleri örgütlemesinin vazgeçil- mez-yaşamsal ihtiyaç olduğunun bilincindeyiz. Bu nedenle Halk bahçeleri, halk sofraları, futbol turnuvaları, Anadolu halk festivalleri, alternatif filmler ve gösterimleri, eğlence programları. kısacası tek tek insanlarımız ve halkımızın iradesini güçlendirecek, halk değerlerini geliştirecek örnekler yaratıyoruz. Bağımlı birine tıbbi-psikolojik destek kalıcı çözüm üretemez. Kalıcı cözümler
halkın yararına alternatif örgütlenmeler ve üretimleri artırmaktır. Yukarıda saydığımız örnekler önemlidir ama yeterli görülmemelidir. Sadece halka ait park-bahçeleri (hiçbir uyuşturucu çetesinin adım atamadığı, halk kültürünün 7 gün 24 saat yaşatıldığı) alanları, sokakları, mahalleleri, sinemaları, spor sahalarını, eğlence alanlarım çoğaltmalı- yız. Daha çok Hasan Ferit Gedik Uyuşturucu ile Savaş ve Kurtuluş Merkezleri açmalıyız. Bağımlılıktan kurtulmak isteyenler insan olarak değer gördükleri ve üretimde yer alıp yeni ilkleri yaratabilecekleri olanakları görmeli, o gücü hissederek bağımlılığa karşı savaşın kadroları olmalılar.
6- )Bağımlılıktan kurtulmada ailenin rolü var mıdır? Devrimcilerin ailelere yaklaşımı nasıl olmalı?
Bağımlılıktan kurtulmada birinci kurtarma amacıyla ailelerle ilgilenmezler. Ama her aileyle demokratik bir aile yapma perspektifiyle ilgilenilmeli- dir. Aile demokratikleştikçe hem evladını nasıl sahipleneceğini bilir, kavrar, hem de bağımlılık kaynağının kurutulması bilincini kazanacaktır.
Anadolu’da ailelerimiz hala bağımlı olan evlatlarını kurtarmak için uğraşmakta, sokağa atmamaktadır. Bu önemlidir. Diğer yandan evladının bağımlılığını gizlemeye, kendini korumaya çalışan, geri tavırlar sergileyen aileler de vardır. Bağımlılığa karşı mücadelede başarı kazanmak ile aile demokratikleştirilmesi, ailelerin kazanılması birbiriyle doğrudan bağlantılıdır.
7- )Bağımlılıktan kurtardığımız, her türlü araç ve yöntemi kullandığımız halde sonuç alamadığımız birine karşı ne yapmalıyız?
Duygusal davranamayız. Ama aynı zamanda evladımızı, kardeşimizi, dostumuzu bu hale getiren emperyalizme, sömürü düzenine kinimiz art
malı, öfkeyle dolmalıyız. Çünkü bağımlıları kurtarmamızı, zamanında müdahale etmemizi engelleyen bu düzendir. Bizi katlederek, hapsederek bağımlılığın önünü açmak isteyende bu düzendir. Diğer yandan biz halkların kurtuluşu için savaşıyoruz. Olanaklarımız sınırlı şu an, saldırılara uğruyoruz: uyuşturucu çeteleri, devlet… her yerden saldırı var. Tüm bağımlılara ulaşmak, kurtarmak temel hedefimiz olmasına rağmen hepsini kurtaramayabiliriz. Tüm araç, yöntem ve çabaların bittiği yerde bağımlı birinin halka zarar vememesi için uyarı, cezalandırma, tecrit, etkisizleştirme yöntemleri kullanılmak zorundadır. Aksi halde bağımlılığın son noktasında olan bu kişi masum insanlarımıza önlenemez zararlar verecektir. Kanserli hücre nasıl kesilip atılıyorsa bu insanlar da kanserli hücre gibi koparılıp atılmalıdır halkın bünyesinden.
8-) Din bağımlılıktan kurtulmak için bir çözüm yolu olabilir mi?
Din yüzlerce yıldır dünyanın pek çok yerinde hakimdir. Egemen sınıflar daima inançları kullanarak halkları birbirine kırdırmaya devam etmektedir. Din her türlü kötülük karşısında alternatifmiş gibi gösterilse de uyuşturucu azalmamış aksine artmıştır. Özellikle ülkemizde “dini değerleri tam ve katı muhafazakar” iktidarlar yönetimde olmasına rağmen bağımlılık yaşı 11’e kadar düşmüştür. Dini en çok kullanan AKP iktidarında ise ilkokul önlerinde bile satılır hale gelmiştir.
Diyanet işleri, sağlık ve eğitime göre kat be kat fazla maddi imkanlara sahipken, dini söylemler artarken bağımlılık azalmayıp artmaktadır. Bu bir yanıdır. Asıl belirleyici olan İslam dini de dahil olmak üzere tüm dinler mevcut ekonomik düzenle bütünleşmiş, ondan beslenmektedir.
Bağımlılığa yol açan kapitalist düzeni toptan yok edecek hiçbir alternatif ekonomik sisteme sahip olmayan dinin bağımlılığı engellemesi imkansızdır. Aksine kapitalist bataklığın yarattığı sonuçlar üzerinden sanki
kapitalizme karşıymış gibi bağımlılıktan korunabilecek sığınabilecek liman olarak din gösterilmektedir. Bu yanıyla düzenin bağımlılıkla teslim alamadığı kitleler din kullanılarak yine düzene yedeklenmek istenmektedir.
9- ) Bu düzende bağımlılık tamamen yokedileblir mi?
Bu düzende bağımlılık tamamen yok edilemez.
Bu düzenin bağımlılığı yok etme programı yoktur zaten. Türkiye’de 26 tanee Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Eğitin Merkezi (AMATEM) var. 26 AMATEM’de 543 yatak. Resmi rakamlara göre 223 bin bağımlı(2004’te 40 bin).
Bağımlılığı körükleyen, tedavi etmeyen, kazanç sağlayan bu düzen yıkılmadan bağımlılığı tamamen yok edemeyeceğiz. Bağımlılığa karşı mücadelemiz emperyalizme, faşizme karşı mücadelemizin bir parçasıdır. Ve bağımlılıkla halkımızın teslim alınmasına karşı da kan can bedeli bir savaşın içindeyiz.
10- )Devrimci halk iktidarı’nda bağımlılık olabilir mi?
Devrimci Halk İktidarı’nda ve sosyalizmde halkımızın bir kısmını etkileyen bir bağımlılıktan değil, bağımlı insanların sınırlı, sayıda var olabileceğini söyleyebiliriz. Emperyalizm var oldukça her türlü araçla, sömüre- mediği bir halk iktidarına karşı şu veya bu şekilde bağımlılığı yayma- ya-bulaştırmaya çalışacağını biliyoruz. Ayrıca bağımlılıkla mücadele ederken faşist bir düzeni yıkıp hak iktidarını kurduğumuzda belirli bir süre bağımlılığın süreceğinin farkındayız. Fakat şunu çok net-açık bir şekilde söyleyebiliriz; Devimci Halk İktidarı’nda bağımlılığı yaymaya çalışanlara karşı acımasız olacak ama diğer yandan bağımlı insanlarımız sağlıklı, üretken kılabilmek için bugünkü gibi her yola başvuracağız. Sosyalizmden başka insanlara hak ettiği gerçek değeri veren başka bir ideoloji, başka bir düzen yoktu.
Yürüyüş442-syf.25-25
27-GÖNÜLLÜ EĞİTİM TOPLULUĞU
1- )Ülkemizde eğitim, sistemi nasıldır?
İnsan üzerinde etki gücü olan her şey eğitim olarak değerlendirilebilir. Eğitim; politik, sosyal, kültürel bir süreçtir. İnsanın yetenek, tutum ve davranış biçimlerinin geliştirdiği süreçtir. Buna kısaca koşullanma da diyebiliriz. Kapitalizm tüm bu süreçleri halkın ihtiyaçları üzerine değil kendi karlılıklarını artırma, sömürü ve talana dayalı iktidarlarının sürdürülmesi üzerine örgütler. Bu anlamda bilimsel ve sosyal tüm değerleri yozlaştırır. Yardımlaşma, dayanışma, birlikte üretme, fedakarlık, emeğe saygı gibi kavramların yerine bireycilik, köşeyi dönmecilik, “her koyun kendi bacağından asılır”, “sana mı kaldı”, “sana ne?” gibi kavramları hayata geçirerek insanları yalnızlaştırır ve nihayetinde umutsuzlaştırır.
Kapitalizmde eğitim;
- Eğitim soyut ve pratikten kopuktur, ezbercidir.
- “Biz” kavramını değil “ben” kavramını öne çıkarıp kolektivizmi öldürür, kişiyi yalnızlaştırır.
- Beyinleri kontrol altına alır. Bireyi özgürleştirmez aksine köleleştirir.
- İnsanı çıkarcı yapar.
- Eğitimin planlanması ve programlanması anti-demokratiktir.
- Düşünen ve eleştiren insanı değil, “iyi vatandaşı” ister. Kapitalizmin “iyi vatandaşı” sömürü ve yoksulluğu gönüllü kabul eden insandır.
2- ) GET nedir?
GET, Gönüllü Eğitim Topluluğu’dur. Yoksul halk çocuklarına ücretsiz eğitim vermek amacıyla bir araya gelen gönüllü öğretmenlerin öncülüğünde oluşan bir topluluktur. Parasız hiçbir çalışmanın yapılamayacağını öğütleyen kapitalist kültürün karşısında örgütlenmiş, bilgi ve becerilerini yoksul halk çocuklarıyla paylaşan, nitelikli eğitimin ne anlama geldiğini pratikte anlatmaya çalışan öğretmenlerin öncülüğünde oluşan bir kurumdur. Gönüllü bir faaliyet olduğundan iç disiplini ve sahiplenme duygusu yüksektir. Çalışmalarımızın özünde halk sevgisi ve karşılıklı özveri vardır. Bu topluluğun içinde olmamızın nedeni piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda ve sınav merkezli bir eğitimin sisteminin sonucu mesleğimize yabancılaşmaktan uzaklaşmak ve birlikte üretmenin heyecanını yaşamaktır.
3-)GET hangi ihtiyaçtan doğmuştur?
Halk için eğitim isteğimizin bugünden hayata geçirilmesidir. Yoksul mahallelerde nitelikli eğitim alamayan ailelerin bu taleplerini karşılamaya dönük bir çalışmadır. Kapitalist eğitimin sınıfsal, ayrımcı ve kendine yabancılaştıran yüzünü pratikte göstermeyi hedefler. Özellikle 90’ların ortasından itibaren TKY (Toplam Kalite Yönetimi) ile birlikte eğitimi bir hak olmaktan çıkarıp piyasa ilişkileri içinde alınıp satılan bir meta haline dönüştürülmesinin karşısında halkın eğitim alma hakkını savunmaya yöneliktir. Eğitimciler kendilerinin “halkın öğretmenleri” olarak tanımlar ve birikimlerini öğrenciler ve velilerle paylaşırlar. GET kolektivizme inanma bilincidir. Bu anlamda eğitim sürecini tek taraflı bir aktarım olarak değil; öğrenci, öğretmen, veli, mahalle sakinleri vb. tüm unsurlarla birlikte öğrenme ve birbirini geliştirme olarak değerlendirir.
4- ) GET’in eğitim anlayışı nedir?
Öncelikle çocukta bir öğrenme arzusu geliştirmektir amacımız. Öğrenmek için soru sormak gereklidir. Öğrencilerimize 5N1K sorularını sormayı alışkanlık haline getireceğiz öncelikle. Piyasa ihtiyaçlarını değil çocuk ve onun ihtiyaçlarını temel alır. Çocukların ciddi ilgilerini rehber alarak bu yönlerini geliştirmeyi hedefine alır. Ayrımcılık yapılmaz. Hiçbir çocuğun bir diğerinden daha az yetenekli ve geride kalmışlık duygusuna kapılmasına izin vermez. İtibar duyguları zedelenmez. Yani çocuğun kendine ve diğer insanlara olan saygısını ortadan kaldıracak, güven duygusunu sarsacak bir çalışma ortamı yaratılmaz. Sınavlardan alınan notların değil, asıl başarımızın çocuklara düşünmeyi öğretebilme yeteneğinden geldiğini düşünürüz.
5- ) GET’in öğrenciler için düşündüğü başka projeler var mıdır?
Gönüllü eğitim topluluğuna gelen öğrencilere ayrıca kendi yaratıcılıklarını da ortaya çıkaracak çalışmalar hedeflenmektedir. Bunun ilk adımı olarak sınıf öğrenci temsilcileriyle bir toplantı yaparak öğrencileri yetenek ve becerileriyle birlikte tanımayı planlıyoruz. Bu toplantıda yapılacak görev dağılımıyla çocukların kendi çalışmalarını örgütlemelerini ve sonrasında bu çalışmaya rehberlik yaparak ortak olmayı planlıyoruz. Bunun dışında imkanları zorlayarak müzik, halkoyunları tiyatro vb. çalışmaları zamanla hayata geçirmeye çalışacağız.
6-) GET’e ekonomik anlamda kimler destek veriyor?
GET’e öğrenci, öğretmen, veliler ve eğitimin parasız olması gerektiğine inanan, bu çalışmalardan bireysel çıkarı olmayan herkes yani halk destek veriyor.
7-) GET eğitimini nerede vermektedir?
Herhangi bir maddi çıkarı olmayan, parasız bilimsel eğitimi savunan, halk ve vatan sevgisi olan kurum ve kuruluşlarda yapılmaktadır.
8-) GET’de hangi yaş gruplarına eğitim veriliyor?
Başlangıç olarak ilköğretim öğrencilerine eğitim veriliyor. İstek ve talep üzerine de farklı alan ve birimler de açılabilir.
9-)GET’lerdeki işleyiş nasıldır?
Kolektif iradeyi ve üretimi hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Öğrenci, öğretmen ve velilerin katıldığı ortak toplantılarla sorunları tespit edip birlikte çözmeye çalışıyoruz. Her sınıfın üçer kişilik öğrenci temsilcisi vardır. Sınıf içi sorunları ve sınıfa dair birtakım işleri bu üç kişilik temsilci grubuyla birlikte çözüyoruz. Ayrıca her sınıftan sorumlu bir öğretmen arkadaşımız ise bu işleyişe rehberlik etmektedir.
Beş kişilik bir veli komitesi seçilmiştir. Veli komitesi kurs sorunlarını ve çözümlerini takip etmektedir. Her gün bir komite üyesi GET’de nöbetçi kalarak öğrenciler ve ziyarete gelen velilerle ilgilenmektedir. Kurs için yapılan başvuruların kaydını tutmakta, öğrenciler ve veliler ile ilgili yapılacak olan sosyal çalışmaları örgütler.
Öğretmen, veli ve öğrenci temsilcilerinden oluşan bir kurul ise kursun yönetim organı görevini yürütmektedir.
10- ) GET’in hedefi nedir?
Öğrencileri yarış atına dönüştüren, sosyal yaşamdan, sanattan, spordan koparan, sorgulamayan, üretmeyen eğitim sistemine karşı sorgulayan ve üreten bir gençlik hedeflenmektedir. Bunun için doğru düşünmeyi, güçlükler karşısında yılgınlığa düşmeden bu güçlükleri yenmeyi, sorun çözmeyi ve yaşamın zorluklarına karşı güçlü durabilmeyi öğretmektir. GET’lerin amacı kapitalizmin ve sömürü ilişkilerinin insan üzerinde yarattığı tahribatı örnekleriyle göstermektir. Özellikle son dönemde gençler üzerinde kapitalizmin en büyük saldırısı olan beyinlerde ve bedenlerdeki yozlaştırma çabalarına karşı da bir mücadeledir GET’ler.
Yürüyüş445-syf.35-36
27-MECLİSLER
1- ) Meclis örgütlenmesi nasıl bir örgütlenmedir?
Meclisler taban örgütlenmelerinin bir çeşididir. Halkın sadece gidilen, örgütlenen, destek-maddi güç veren değil, örgütleyen, mücadelenin asli unsurunu görevini yerine getirdiği örgütlenmelerdir. Halkın gücünü, taleplerini birleştirdiği, kendi sorunlarına çözüm aradığı, söz-karar yetkisinin tamamen kendisinde olduğu, sorunu tespit etmede ve çözüm arayışında kendi iradesini ortaya koyduğu örgütlenmelerdir. Günlük sorunlardan daha politik sorunlara kaydığı, bugünden kendi kendine yönetmeyi öğrendiği politik örgütlenmelerdir.
2- ) Meclislerde kimler yer alabilir?
Halk düşmanları dışında kalan halktan herkes, toplumun bütün ezilen kesimleri yer alabilir. Memuru, işçisi, esnafı, öğrencisi, işsizi, aydını, genci-yaşlısı, kadını- erkeği halkın her kesimi meclislerde yer alabilir. Düzenle şu ya da bu oranda çelişkisi olan, ekonomik- demokratik sorunlarına çözüm aramak isteyen, kendisinin, ailesinin geleceğine sahip çıkmak isteyen herkes meclislere katılabilir.
Bu örgütlenmelere yalnızca bir avuç sömürücü egemen ile onların kapı iti-uşağı halk düşmanları, eli kanlı faşistler, işkenceciler, soyguncular, tecavüzcüler, hırsızlar, tefeci-tüccarlar yer alamaz. Yani şu ya da bu yolla halkın kanına eli bulaşmış, halkın kanını, iliğini- kemiğini emen, alınterini sömürenler yer alamazlar.
3-) Meclislere halkın katılımı nasıl olacaktır?
Meclislerde herkes eşittir. Düzene alternatif örgütlenmeler olduğu için, katılım da düzen örgütlenmelerine katılımdan farklıdır.
Kayırmacılık, hemşericilik, rüşvetle katılım olmaz. Temel kıstas, gönüllülüktür. Halk meclisine üye olma, görev alma gönüllülükle olur. Katıldıktan sonra da tüm çalışmalara; görev üstlenme, denetim, kontrol, çalışma, söz, yetki ve kararda herkes eşittir. Herkes aynı haklara sahiptir.
4- )Meclislerin işlerliği nasıldır, nasıl çalışır?
Meclislerin işlerliği ve çalışması demokratiktir. Karar alma ve kararı uygulama süreci üyelerin tartışması ve salt çoğunlukla karara bağlanmasıyla olur. Alınan kararları hayata geçirmek ise kararda hiçbir esnetme, gevşetme olmadan yapılır.
Meclisler salt çoğunlukla toplanır, gündemlerini belirler, hangi gündemin öncelikli olduğu katı- lanların salt çoğunluğuyla tespit edilir, ne yapmak gerektiğini, meclisin bunun için nasıl bir faaliyet yürüteceği yine salt çoğunlukla karara bağlanır. Konu ne olursa olsun en ince ayrıntısına kadar tartışılır, kimsenin aklında soru işareti kalmayacak şekilde karar aşamasına gelir, oylamaya sunulur. Katılanların salt çoğunluğu ile karar alınır ve bu noktadan sonra meclisin tüm üyelerini bağlar. Tüm üyeler bu karara uymak zorundadır.
Bu durum genel işleyişi içindir. Mahalleyi ilgilendiren önemli ve ani gelişmeler için meclisin toplanıp karar almasında salt çoğunluk aranmaz. Buna rağmen meclis üyeleri bu karara tabi olurlar.
5- ) Meclislerin önemi nedir?
Taban örgütlenmeleri mücadelenin olmazsa olmaz örgütlenmeleridir. Bulunulan yerde kalıcı ve sağlam örgütlenmelerin yaratılması taban örgütlenmelerine bağlıdır. Kalıcı, sonuç alıcı çalışmanın, mücadeleyi geliştirmenin, halkın kendi kendini yönetmeyi- öğrenmesinin, devrim mücadelesini kendi dışında görmemesinin, kendi sorunlarına sahip çıkmasının yolu taban örgütlenmelerinin yaratılmasıdır. Taban örgütlenmelerinin halkın her türlü sorununun çözümünde ve devrim mücadelesinin gelişiminde etkin bir rolü vardır ve bu mücadelelerde temel örgütlenmelerdir. Meclislerin önemini belirleyen de bu yanıdır.
6- ) Taban örgütlenmelerini devrimci mücadelede olmazsa olmaz kılan özellik nedir?
Halk mücadelenin katılımcısı, destekçisi, maddi imkanı değil, asli unsurudur. Ve bu çerçevede mücadelede karar alma, uygulama yetkilerine sahip ve mücadelenin her yerinde seferber olmasıdır. Bunu sağlayacak tek örgütlenme biçimi de meclisler, halk komiteleri gibi halkın seferber edildiği, eğitildiği ve mücadelenin asli unsuru görevlerini yerine getirmelerinin sağlandığı taban örgütlenmeleridir. Bu örgütlenmeleri olmazsa olmaz kılan bu şekilde halkı iktidar perspektifi ile donatıp mücadeleye seferber etmesidir.
7- ) Taban örgütlenmelerinde sorunların çözümü ve sorunlar etrafında halkın seferberliği nasıl sağlanır?
Sorunların tespiti, hangi soruna öncelik tanınacağı, sorunlara nasıl çözümler bulunacağı, neler yapılacağı halkın en geniş katılımının sağlandığı toplantılarla yapılır. Bu toplantılara katılan herkesin eşit söz ve karar hakkı vardır, halk kendi sorunları hakkında direk söz ve karar hakkına sahiptir.
Bu şekilde alınan kararların hayata geçirilmesi de halkın komitelerde seferber edilmesiyle olur. Alınan kararlar çerçevesinde kurulan yaygın komitelerle halk uygulamanın her adımında seferber edilir. Böylelikle sorunların tartışılmasından karar alınmasına ve uygulanmasına halkın seferberliği en geniş biçimiyle sağlanır.
8-)Taban örgütlenmelerinin işleyişindeki temel noktalar nelerdir?
– Halkın her türlü sorun etrafında bir aracı olmadan direk karar alma içerisinde olmasını sağlayan mekanizmaların yaratılması…
– Mücadelenin her alanında olduğu gibi planlı-programlı ve disiplinli bir işleyiş…
– Halkın iktidar perspektifiyle donatılmasını, sınıf bilincinin geliştirilmesini hedefleyen planlı bir eğitim programı…
– Halkın, her aşamasında içerisinde olacağı sıkı bir denetim mekanizması…
Bunlar taban örgütlenmelerinin işleyişindeki temel noktalardır. Ancak bu işleyişle yaratılan taban örgütlenmeleri başarı kazandırır. Aksi halde adı var kendi yok örgütlenmeler olmaya mahkum olur.
9-)Taban örgütlenmelerinin diğer örgütlenmelerden farkı nedir?
Sendika, oda, dernek gibi örgütlenmeler temsil esasına göre çalışır. Kararlara katılım derece derece seçilen delegeler aracılığıyla olur. Haliyle halkın söz karar hakkını kullanımı dolayısıyla, başkaları aracılığıyladır.
Taban örgütlenmelerinde ise halkın söz ve karar hakkını doğrudan kullanımı söz konusudur. Halkın katılımı, yönetimi, denetimi doğrudandır.
10-) Meclisin işlevi ve görevleri nelerdir?
Meclisin görev alanları halkın bulunduğu bölgenin-yerin bütün sorunlarını kapsar. Günlük geçim derdinden, mahalle, köy, kasaba… Sorunlarına, ekonomik, sosyal, politik sorunlara kadar halkı ilgilendiren her şeyi kapsar.
İşlevi; halkın dinsel, ulusal, mesleki vb. ayrılıklarına rağmen dayanışmasını, kendi sorunlarına ortak çözüm aramasını; dil, din, ırk farkı gözetmeksizin halkın birliğini; halka yönelebilecek saldırılara ortak karşı koymayı; çetelerin, devletin saldırılarına direnişleri; halkın sağlık, altyapı, eğitim, barınma hakları için mücadele etmesini; mücadele içinde halkın yaratıcılığını geliştirmeyi, kendi gücünün farkına varmasını;
bugünden yarına neyi, nasıl yapacağına ilişkin söz-karar hakkını kullanmasını; halkın bugün ekono- mik-demokratik talepler için verdiği mücadelede, yarın sosyalist halk iktidarında yönetmeyi öğrenmesini sağlamaktır.
11-) Oligarşinin halkın taban örgütlenmelerine karşı tavrı nasıldır?
Oligarşi, karşısında örgütlü halk istemez. Kendisine yönelmesini sağlayan hiçbir örgütlülüğe izin vermez. Halkın düşünmesini, bilinçlenmesini, kendi hakları etrafında birleşip mücadele etmesini istemez. Bu yüzden de halkın her türlü örgütlenmesini engellemeye çalışır.
Halkı korkutmak, sindirmek için terör estirir. Baskı, şiddet, işkencelere başvurur. En ufak hak talebini, en demokratik eylemi şiddetle, baskıyla ezmeye çalışır. İşkence, hapishane gibi bedellerle halkın gözünü korkutmaya çalışır. Bu korkuların yetersiz olacağını bildiğinden bir de yozlaştırma saldırısıyla saldırır. Bunların tek nedeni halkı örgütsüzleştirmek, kendi iktidarına karşı zararsız “bireyler” haline getirmektir.
12-) Sol’un meclislere bakışı nasıldır?
Reformizmden, Kürt milliyetçilerine solun taban örgütlenmelerine bakışı çarpıktır. Kürt milliyetçi hareketin de halk örgütlülüklerine bakışı reformizmden farklı değildir.
Sol kitle lafını, “söz-karar,yetki halka” sloganını dilinden düşürmez. Fakat bu sadece söylemde böyledir. Gerçekte halka güvenmez. Halkın kendi iradesini ortaya koyarak karar alabildiğine, kararları için mücadele edeceğine inanmaz. Aynı şey Kürt milliyetçileri için de geçerlidir. Halk dediğin kendi politikaları için kullanılacak “kuru kalabalıktır.” Bugüne kadar ortaya koydukları pratikleri sivil toplumcu anlayıştan öteye geçmez.
13-) Sol’un bu çarpık bakışının temeli nedir?
Sol’un bu çarpık bakışının temelinde iktidar iddiasından ve iktidar perspektifinden yoksunluk vardır. Kendi özgücüne inanmayan, politikalarına güvenmeyen hiçbir güç halka güvenemez. Halkın iradesine inanmaz. Sol’un halka bakışı da düzenden farklı değildir. Bunun için de halkın söz ve karar hakları olduğu örgütlenmeler yaratamaz. Sol’da bu sonucu yaratan ideolojik çarpıklıktır. Kendine inanmayan, devrim iddiası olmayan bir sol, halka güvenip, onun söz, karar, yetki hakkına da inanmaz.
14-) Meclislere bizim bakışımız nasıldır?
Siyaset arenasına çıktığımız günden itibaren gücümüz oranında taban örgütlenmelerini yaratmaya, halkın kendi iktidarı için mücadele içinde yer almasına çalıştık.
Halkın devrim mücadelesini sahiplenmesi, onu kendi dışında görmemesi ancak taban örgütlenmeleriyle olur. Kimi dönem, kimi bölgelerde istenmeyen geri kararlar da alabilir, onun etrafında mücadele de edebilirler. Fakat örgütlendikçe, mücadele ettikçe, kendi sorunlarına sahip çıktıkça bilinçlenir ve ülke sorunlarına sahip çıkar. Bu yüzden halkın iradesine, kararlarına, yetki ve söz hakkına inandık. Örgütlenmelerini, mücadele etmelerini, kendi güçlerini görmelerini sağladık; kendilerine güvenmeleri için teşvik ettik, emek harcadık, örgütledik. Çünkü geniş halk kitlelerinin devrimci politikalara sahip çıkması, iktidarı hedeflemesi böyle olabilir. Bu yüzden taban örgütlenmelerini devrim mücadelesinin en temel örgütlenmesi olarak görüyoruz.
15-) Bugüne kadarki pratiğimiz nasıldır?
Taban örgütlenmeleri her dönem üzerine yoğunlaşılan örgütlenmeler olmuş; ’80 öncesi oluşturulan taban örgütlenmeleri cunta ile kesintiye uğramıştır. ’90’lı yıllarda meclis çalışması ile yeniden taban örgütlenmelerine hız verilmiştir. İlk olarak 5 Ekim 1996’da Gazi Halk Meclisi’dir.
Halk meclisleri kuruldukları mahallelerde, mahallelerin temel sorunları olan sağlık, elektrik, yol, eğitim gibi sorunları ele almış ve halkın seferberliği ile çözümler üretmiştir. Ayrıca
mahallelerde yoğunlaşan yozlaştırma saldırılarına karşı da önemli mücadeleler örgütlemiştir. Sorunların yanında Susurluk’ta ortaya çıkan pisliğe karşı örgütlenen “Susurluk Devlettir” kampanyaları ile halkın politik- leşmesine dönük adımlar atılmış, başarılı olunmuştur.
Bu yanları ile; halk meclisleri çeşitli açılardan halkın nasıl seferber edileceği, nasıl geliştirileceği ve nasıl mücadele ettirileceği noktasında dersler içeren bir pratik olmuştur.
Sonuç olarak;
Geçmiş tecrübelerimizin de ışığında tüm alanlarda meclis çalışmalarını başlatmalıyız.
Bugün halkımız geçmişten çok daha fazla bu düzenin faşist niteliğinin farkındadır.
Eğitiminden sağlığına, mahkemelerine, polisinden ordusuna halka değil, AKP’nin soygun, yağma ve talan düzenine hizmet ettiğini görmektedir.
Meclisler ile faşist düzenin tüm kurumlarının alternatifini yaratmalıyız… Bu düzenin alternatifi olduğumuzu göstermeliyiz… Halka kendi kendini yönetebileceğini, sorunların kaynağını ve çözüm yollarını göstermeliyiz…
Yürüyüş446-syf.28-29-30
28-KOMİTE ÇALIŞMASI
1-) Komite Nedir?
Komiteler, herhangi bir alandaki, birimdeki örgütlenmeyi ve faaliyetleri, daha iradi hale getirmek üzere oluşturulmuş, planlama yapmak, politika ve karar üretmek, kolektivizmi hayata geçirmek, disiplin ve denetimi sağlamak üzere, kendi alanı içinde yönetim misyonunu üstlenen yapılardır.
Komiteler, üretimi ve yaratıcılığı artırır. Boşlukta ve belirsiz bir şey bırakmaz.
Komite, kolektivizmin somutlandığı birimlerdir. En az iki ve daha fazla kişiden oluşur. Çalışma alanlarında ve bölgelerde tek insana dayalı ilişkiler ve yönetim tarzı doğru değildir. Her alan, birim yada çalışmanın bir komitesi olmalıdır.
Komite kurmak için ideal, eğitilmiş ve hazır insanlar aramak doğru değildir. Var olan insanlarımızın en ileri olanlarıyla bir komite kurmak gerekir. Eksikleri de olsa bir komite her zaman bireysel çalışma tarzına tercih edilmelidir. Aynı zamanda komiteler bir anlamda bizim “kadro yetiştiren okullarımızdır” Bu okulların pratik sürecinde insanlarımız öğrenirler; sorumluluk alırlar ve eğitilirler.
Komiteleri üçe ayırabiliriz;
Bir: Bir örgütün en üstten en alta kadar tüm çalışma alanlarında, birimlerinde yönetim organı olarak varolan komiteler. Bu komiteler örgütün değişmez bir parçası olarak sürekli ve kalıcıdırlar.
İki: İkinci tür komiteler, taban örgütlenmesi olarak kurulan, kurulması hedeflenen Halk Komiteleri’dir.
Üç: Geçici, dönemsel, belli bir alana veya konuya yönelik oluşturulan komiteler.
2-) Kolektivizm Nedir? Neden Önemlidir?
Kollektivizm, komiteye hayat veren ideolojik güçtür. Salt bir kavram değil, bir mekanizmadır. Kelime anlamı “ortaklaşa, ortaklaşacılık” demektir. Birlikte hareket etmek, birlikte yapmak, birlikte üretmektir.
İki birden, üç ikiden büyüktür. Kollektivizm bu yanıyla kapitalizm karşısında sosyalizmin gücüdür. Kollektivizm sosyalizm; bireysel çalışma ise kapitalizm demektir.
Biz bireylerin üstün yeteneklerine değil emeğe inanırız.
Bizim ölçümüz “yetenek”, “deha” “süper zeka” değil…”kollektivizm”dir. Kollektivizm her türlü bireysel beceri ve “zeka” dan üstündür. Çünkü onlarca yüzlerce örgütlü insanın birleşen bilgisidir; becerisidir; pratikten çıkan bilgisidir. Onlarca, yüzlerce, binlerce insanın birleşen, beynidir.
Kollektivizmi işletmek, işlevli olması için ısrar etmek ve emek vermek zorundayız. Kollektivizm, aklımızı, tecrübelerimizi yeteneklerimizi birleştirmemiz demektir.
Ancak böyle daha güçlü oluruz. Ancak böyle daha az hata yaparız.
Kolektivizmin işlemediği bir komite, bürokratlaşmış, düzen kurumu olmuş demektir. Bu nedenle bizim için çok önemlidir. Binlerce beynin aynı hedef için çalıştığını, binlerce yüreğin aynı hedefe ulaşmak için attığını düşünelim. Bu çok büyük bir güçtür. Biz işte bu gücü açığa çıkarmak istiyoruz.
1990 Ağustos’unda yayınlanan “Yolun Neresindeyiz?” broşüründe yer alan “Hareketimizin geleceğini belirleyen olay kollektif örgütlülükte ısrar ve siyasi pratiğin yükseltilmesi” tespiti komite çalışmasına verdiğimiz önemi de gösterir.
3- ) Kolektivizm Neden Gereklidir?
Birincisi örgütlülüğün ve mücadelenin gelişmesi gibi pratik bir nedenle gereklidir. Kolektivizm ve komiteler, kadrolaşmanın en iyi koşullarda en hızlı biçimde gelişeceği bir ortamı sunar.
İkincisi, ideolojiktir. Devrimciler açısından doğal bir tercih ve zorunluluktur. Kollektif işleyiş, hareketin sorunlarının çözümüne, ihtiyaçlarının karşılamasına tüm kadroları, taraftarları katmanın yegane yoludur. Kolektif işleyiş kurulmadığında herkesin sorunlara vakıf olması, sorunları içinde hissetmesi sağlanamaz. Kolektivizm, bir örgüt gerçeğinde, “ben”i “biz” yapan harçtır. İnsanlar bu mekanizma, bu anlayış içinde örgütle bütünleşirler.
Genç, deneyimsiz bir çok insan, tek başına fazla bir şey yapamayacakken, komiteyle bir çok işi yapar hale gelir. Burada ne sihir var, ne bir olağanüstülük.
Keramet, bir, örgüt olmanın, örgütlenmenin, iki, komite olmanın getirdiği sorumluluk duygusunun, üç, kollektivizmin gücündedir.
Halkı örgütlemenin esası halkla kuracağımız komitelerdir.
Mücadelenin özü daha fazla komite kurmaktır. Komiteler halkın her kesimini mücadeleye katar. Halkı mücadele içinde eğitir. Hayatın ve mücadelenin sorunların çözer. Dayanışmayı sağlar.
4- ) Bir Komite Nasıl Belirlenir?
Öncelikle komitede yer alabilecek kadrolar, kadro adayları varolan insanlar arasından seçilir. O çalışma alanında bulunan, mücadele etme isteği taşıyan herkes komite üyesi olabilir. “İdeal”, “hazır” insan yoktur. Herkes eğitilebilir, herkes gelişebilir. Komite seçiminde esas olan budur. Tercihleri devrimden yana olan insanlarla çalışmak, belirleyici ölçü olarak bunu kabul etmek gerekir.
Yine yapılacak işlere göre “dönemsel” olarak seçilen komitelerde de var olan insanlarla komiteleşmeye gidilir. Konser komiteleri eylem komiteleri gibi… Halk savaşacak; devrimi kitleler yapacaktır. O halde varolan herkes bulunduğu yerde ve yaptığı işte sorumluluk alabilir. Komiteleşmeye uygun insan olmaması, komiteleş- mekten kaçmanın en çok kullanılan gerekçesidir. “Uygun insan” hiçbir zaman olmayacaktır. “Eğitilecek insan” vardır.
5- ) Komite Nasıl İşler?
Öncelikle komite düzenli olarak toplantı yapmalıdır.
Toplantı komitenin kollektivizmi hayata geçireceği öncelikli aracıdır. Toplantılarda işlerin denetimi yapılır; politika üretilir, önümüzdeki sürecin programı çıkarılır. Ayrıca eğitim yapılır. Her komitenin bir siyasi sorumlusu olmalıdır. Komite karar alırken üyeleri arasında bir görüş ayrılığı olursa ve ikna yoluyla karar çıkmazsa, siyasi sorumlunun kararına uyulur. Komite arasında bir görev bölüşümü yapılır. Bunları tamamladığımızda, komiteleşmede asgari bir adım atmış ve kolektivizm için ilk zemini yaratmış oluruz.
6- ) Komite Kurarken Karşılaştığımız Sorunlar Nelerdir?
İnsanlara güvenmeme, yeni insanların varolan sorumlulukları yapamayacakları yada eksik yapacaklarını düşünme; kollektivizmi işletmeme; bireysel karar alma ve uygulama alışkanlıkları… Sıkça karşılaşılabilen sorunlardır.
Bunlar bireyci düşüncenin, ben bi- lirimciliğin, kendiliğindenci çalışma tarzının sonuçlarıdır. Yine komite çalıştırmak, komite üyelerini geliştirmek emek ister. Emekten kaçınmak da bir başka sorun olarak karşımıza çıkabilir. Bunun yerine bireysel olarak hızla karar almak ve uygulamak tercih edilebilir. Görünüşte bu çalışma tarzı daha çabuk sonuç alabiliyor gibi görünse de aslında öyle değildir. Komiteyi sürece katmak daha hızlı iş yapmayı sağlar. İnsanları eğittiği için komiteyi yani örgütü kalıcılaştırır ve daha çok insanla iş örgütlendiği için hata yapma ihtimali azalır.
Yani sonuç almak mümkün hale gelir.
7- ) Komitede Kolektivizme Nasıl Hayat Vereceğiz?
-Kolektivizm bilgiyi paylaşmaktır. Gelişmeleri, düşünceleri paylaşmadır.
-Tüm üyeler kolektivizmi işletmeyi kendi sorumluluğu olarak kabul etmelidir.
-Birbirimizi eğitmeliyiz. Eğitim sosyalizmin ve devrimin değerleridir, eleştiri-özeleştiridir, dersler çıkarmaktır.
-“Kapitalist” bir işbölümü değil, bütüne hakim bir işbölümü olmalıdır. Bütünün sorunlarına, gidişatına tüm üyeler hakim olmalıdır.
-Kollektivizm görünüşteki kurallarıyla değil üretimde-hayatta yönetirken, çalışma örgütlerken ortaya konulmalıdır. Devrimci mücadelenin başarısı üretimde ve çalışmada kollektif alışkanlıkların ne derece benimsendiğiyle ilişkilidir.
8- ) Bir Komitede Kolektivizm Olmazsa Ne Olur?
-Sorunlar zamanında görülmez ve sorunların üzerine kolektif bir şekilde gidilemez. Çözümsüzlük olur.
-Liberal bir çalışma tarzı hayat bulur. Kolektif bir denetim ve hesap sorma mekanizması olmayınca herkes birbirini idare eder.
-“Bireyci düşünceler” kolektivizme karşı kendi bireysel tarzını dayatır.
-Disiplin yoktur.
-Eleştiriye kapalılık hakim olur.
-Kadrolaşma ve örgütlenme sağlanamaz.
-Örgüt o çalışma alan yada bölgede kalıcılaşmaz, örgüt büyümez.
-Üretkenlik artmaz.
9- ) Kolektivizm Komiteye Başka Neler Sağlar?
Sorunlar üzerinde ayrıntılı düşünülmediğinde yanlış sonuçlara vara
biliriz. Bu da bizi pasifleştirir. Sonuç alamamaya, sorun çözeme- meye götürür. Kollektif çalışma ve komiteyle birlikte çalışma anlayışı sorunlar karşısında bizi daha donanımlı ve güçlü kılar. Kollektif düşünmek ve üretmek birbirimizden sorumlu olmaktır. Eksik yada fazla, doğru yada yanlış ne varsa kendimizin kabul edeceğiz
Komite birbirimizin eksiklerini tamamlamaktır. Birisi olayları, olguları gereğinden fazla abartabilir, bir diğeri küçümseyebilir, biri aşırı korumacı davranabilir, diğeri halkın ve yoldaşlarının güvenliğini gözetmeyen bir yaklaşım gösteriyor olabilir…. Kolektivizm bir yerde bütün bunları tamamlayan, törpüleyip devrimci bir çizgiye oturtan mekanizmadır. Devrimin yükü bireyin kaldıramayacağı kadar ağırdır, bu yük ancak kolektivizmin birleşip güç verdiği omuzlarda kaldırılabilir.
10-) Komitelerde Kollektivizmi İşletmek İçin Ne yapacağız?
– Öncelikle komitede yeterli bilgi paylaşımı yapılmalıdır.
– Hesapsız bir yoldaşlık ilişkisi kurulmalıdır.
– İşleyen, pratiğe denk düşen bir iş bölümü yapmalıyız.
– Her konuda birbirimizle gerçekten görüş alışverişinde bulunmalı, birbirimizin düşüncelerine ihtiyaç duymalıyız.
– Komite önünde hesap alıp vermeyi, eleştiri-özeleştiriyi esas almalıyız.
Yürüyüş502-syf.30-31