CEPHELİ İKTİDARI İSTER
“Gerçekten İsteyen Bir Yolunu Bulur…”
İktidarı istiyoruz. Hem de yüzyılların özlemiyle. Tarihin ve bilimin hükmettiğini istiyoruz. Tarih ve bilim, iktidar için bize tek yol göstermektedir: DEVRİM. Cepheli, iktidar ve dolayısıyla devrim iddiasıyla hareket edendir. İktidarı istiyoruz. İstemek cürettir. Bu cürete sahibiz. Cüretimizi tarihsel haklılığımızdan ve Marksist-Leninist teoriye inancımızdan alıyoruz. İktidarı istiyoruz; çünkü halkımızın ve ezilen dünya halklarının başka kurtuluş yolu yoktur. İktidarı alacağız; ezilen, horlanan, yok sayılan, aşağılananlarımız için; Akan kanımız, dökülen gözyaşlarımız için; Bedenini satmaya zorlanan kadınlarımız, çaresizlikten intihar edenlerimiz için; Açlıktan, sefaletten dilenci durumuna düşürülenlerimiz için; Yakılan, boğulan, asılan, kesilen, kurşunlanan, parçalanan yoldaşlarımız için…. Satılan vatanımız için… Alacağız iktidarı. Cepheli, iktidar bilincidir. Cepheli, bundan dolayıdır ki kırıntılarla yetinmez. Halkın olanı gasp edenlere, bize zulmedenlere diyalog eli uzatmaz, methiyeler dizmez. Uzlaşmaz.
İktidarı istiyoruz! Cüretimiz de, tereddütsüzlüğümüzde, uzlaşmazlığımız da bundandır. Cüretli, uzlaşmaz, tereddütsüz olmayanlar iktidarı alamazlar. Biz istiyoruz! Alacağız! Her Cepheli, hayatın her alanında, bu iddiayla, bu bilinçle hareket edip etmediğini sormalı. İddiamız, rüyalarımıza giriyor mu? İddiamız, baktığımız her şeyde, “devrimdensonra… Sosyalizmde bunu şöyle yapacağız” dedirtiyor mu? İktidar iddiası, hayallerimizdir. İddiamız hayallerimizi gerçekleştirmek için harcadığımız emek kadar güçlüdür. Öfkemize, kinimize, sevincimize, emeğimize, çabamıza, sabrımıza, dilimize, iddiamıza, düşüncelerimize, direniş ve savaşımıza bu iddia yön vermeli.
İktidarı alacağız.
Bolşevikler’den Küba’nın “sakallılar”ına kadar, iktidarı alan tüm devrimci partiler, iddiamızın öğretmenidirler. Cepheli onlardan öğrenen, iddiasını onlarla besleyen ama kendi stratejik çizgisini de iyi özümseyendir.
İktidarı alacağız.
Teoride bunu söylemek yetmez. Bunu sık sık tekrarlamak da bir şey ifade etmez. Her iddia gibi, bunun da altı doldurulmalıdır. Cepheli bu iddia ile yaşayan ve savaşandır. Eğitiminde, eyleminde, okumasında, öğretirken, öğrenirken, örgütlerken bu iddia ile hareket eder. Bu iddia ile yüzleri bin, binleri onbin, onbinleri milyonlar yapar. Bu iddiayla donanan Cepheli, çalmadık kapı, girilmedik ev, gidilmedik mahalle, iş yeri, okul, fabrika, köy, kasaba, şehir bırakmaz…Satılmadık dergi, asılmadık pankart, yapılmadık eylem bırakmaz…
Cepheli bu iddiayı taşıdığında olmazları olur kılar, yoktan var eder, her sorunun üstesinden gelir.
İktidarı istemek güç ve cüret işidir. Cüretimiz var, gücü yaratacağız.
Çünkü biz Cepheliyiz.
CEPHELİ İRADİDİR
Bizim için devrimcilik gelip geçici heves, bir gençlik heyecanı değil, bir ruh hali, yaşam biçimi, bir iddiadır. Böyle olduğu için devrimcilik ve de Cephelilik, uzun ve zorlu bir yoldur. Bu uzun yolda birçok şeyler yaşarız; zaferler, yenilgiler, direnişler, tutsaklıklar, kuşatmalar… Bazen en büyük acılar düşer payımıza… Bazen en büyük sevinçler, ağız dolusu gülmeler, zaferler… Ne yaşarsak yaşayalım, önemli olanın iradi olmak olduğunu bilendir Cepheli. Zor zamanlarda da, devrimin hızla büyüdüğü zamanlarda da, zaferlerde de, yenilgilerde de, iradiliği asla elden bırakmayandır.
Cepheli, her an bizi teslim almaya çalışan düşmanın karşısında dimdik durmanın adıdır. Düzen hayata dair küçük ayrıntıların içinde, günlük yaşamda sessiz ve sinsice dayatır bazen kendi ideolojisini. Bunlar karşısında taviz verildiğinde, bunlar normal karşılanmaya başlandığında, burjuva ideolojisi bulduğu her gedikten sızıp çürütecektir… Bazen de düzen apaçık dikilir karşımıza; silahıyla, polisiyle, askeriyle, işkencesiyle, kurşunuyla, hapishanesiyle… Her koşulda dayattığı irademizi teslim almaktır. İradi olmak asla bir kalıba sığmaz. Sözlüklerde “Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, yetisi” yazar irade için. Daha basit haliyle söylersek, karar verebilme gücünü göstermek ve bu kararı sürdürmektir. Cepheli içinse daha fazlasıdır; Düzen kültürünün hayatın her alanındaki yansımalarına, kendiliğindenciliğe, bireyciliğe karşı tavizsiz olup devrimci değerlere sımsıkı sarılmak, örgütlü tavrı sahiplenmek, her koşulda Parti-Cephe politikasını, anlayışını, kültürünü hayata geçirmekle ısrarcı olmaktır. Düşman karşısında koşullar ne olursa olsun, asla teslim olmamaktır. Devrimci iradenin bütün iradelerin üstünde olduğunu her koşulda göstermektir.
Kitle çalışmasında halka gitmekte ısrardır. Daha hızlı koşmaktır. Zor zamanlarda bir adım öne çıkmaktır…
İradilik, disiplinde, kolektivizmde, eğitimde, zamanı kullanmakta, devrimin çıkarlarının gerektirdiklerini yapabilmektir. Yeri geldiğinde de işkencelerde direnmek, hapishanelerde yıllarca dimdik durmaktır. Ölebilmektir iradilik.
Ya da çok daha basit örnekle söylersek, sabahları erken kalkmaktır iradilik… Bunların hiçbiri diğerinden ayrı değildir. Bir bütünün, yani iradiliğin farklı zamanlara yansıyışıdır tümü.
Cepheli daima bu iradiliği taşır. Bu irade ile katlanılması zor acılara katlanır, kimsenin cesaret edemeyeceği savaşlara girer, büyük fedakârlıklar yaratır. Karşı devrimin fiziki-ideolojik en ağır saldırılarının karşısında bu irade ile dimdik durur.
Cepheli için irade Dayı’nın ifade ettiği gibi; emek ve cüret demektir. Bu iradeyi yaşatmak, her anı için yoğun emek ve her adım için büyük bir cüretle mümkündür. Bu her Cepheli’de vardır! Kendinde “bu gücü bulamayan” her Cepheli bilmeli ki; bu gücü, tarihinden ve yoldaşlarından bulabilir.
Cepheli için iradilik, davaya bağlılıktır. İradiliğimizin mayasında halk ve vatan sevgimiz, özgürlük tutkumuz, kahramanlarımız, ideolojimiz, inancımız ve kendimize güvenimiz var.
Cepheli, emek ve cüretle, daima iradi olandır
CEPHELİ KOLLEKTİFDİR
Cepheliler büyük bir ailenin içerisindedir, “biz” diye düşünür, “biz” olarak yaşar ve biz olarak mücadele ederler. Cepheliler’i “biz” yapan, onların beyinlerini, yüreklerini birleştiren, bir arada tutan harç, kolektivizmdir.
Kolektivizm bir anlayış ve bir kültürdür; birlikte hareket etmek, üretmek, devrimi birlikte örgütlemektir. Her eylem küçük işlerin bir araya gelişinden meydana gelir, eylem insanları birleştirir, mücadeleye katar. Mücadele büyüdükçe zaferler kazanılır ve devrim bu zaferlerin birleşmesiyle büyür. Devrimin omuzlarımıza yüklediği sorumluluk, tek başına kimsenin kaldıramayacağı, başaramayacağı kadar ağırdır. Ancak kolektivizmin gücüne dayanıp birleşmiş bir hareket bu yükü omuzlayabilir ve düzene alternatif olabilir.
Düzen insanlara bireyciliği öğretir. Çocukluğundan itibaren insanların ‘ben’ duygusunu pekiştirir, ideolojik kuşatma altında tutar ve kendi birey bataklığına çeker. Halkın bu saldırıya direnme gücü örgütlülükle oluşabilir. Burjuvazinin “bireycilik” bataklığından çıkmak, kolektivizimle mümkün olur.
Yani bireycilik kapitalizme ve burjuvaziyi, kolektivizm sosyalizme ve proletaryaya aittir. Cepheli için de kolektivizm ideolojik bir tercihtir. Kolektif işleyişin küçümsendiği, kolektif ruhun kaybolduğu alan ya da birimde düzen devrim saflarına sızmış demektir. Kolektivizmin olmadığı yerde devrimciliğin bozulması ve olumsuzluklar olması kaçınılmazdır. Tek kişiye dayalı işleyişte bazen işler “hızlı” yapılıyor gibi görünebilir. Ancak, bir dönem sonra bu “hız”, kaybolur, çünkü işleyiş ve tüm işler, sürekli bir iki kişinin sırtındadır. Bu işleyiş yeni kadro yetiştirmez ve zamanla kısırlaşma, boğulma, hantallaşma kaçınılmazdır. Kolektivizmin gücü de işte buradadır. Kolektivizm insanları tanıyıp geliştirmenin de en uygun aracıdır. “Kolektif örgütlenmeye gidilmediği sürece, insanları daha yakından tanımak, yetenek ve kapasitesini gözleyebilmek, eksikliklerini tespit ederek gidermek mümkün değildir.”(Yolun Neresindeyiz)
Kolektivizm bize kadrolaşmanın, politika üretiminin en iyi koşullarını sunar: Her Cepheli bunun farkında olmalıdır. Eğer bir birim ya da alanda kolektivizim işlemiyorsa kadrolaşma olmayacaktır. Devrimci ortamın kaybolması, herkesin birbirini idare ettiği, hatalara karşı sessiz kaldığı, yoldaşlık ilişkilerinin yerini ahbap-çavuş ilişkilerine bıraktığı bir durum ortaya çıkaracaktır. Bireysel çalışma tarzının hâkim olduğu böyle bir ortamda memur kadro anlayışı gelişir. Kontrolsüz bir işleyiş ortaya çıkar.
Cepheli’yse kişilik olarak her an denetleyen ve kontrol eden, her an eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını çalıştıran bir tavra sahiptir. Böyle bakıldığında kolektivizm sadece ‘herşeyi beraber yapmalı’ diyen soyut bir anlayış değil, Cepheliler’in hayatının her anında oluşturacakları mekanizmalar bütünüdür. Bu mekanizmalar disiplini bir anlayış olarak kavratacak, pratik olarak denetleyecek ve bunu bütün birime yayacak nitelikte olmalıdır.
Cepheli kolektivizmi örgütlerken, onun ideolojik mücadelede bir zemin olduğunu da unutmamalıdır. Kolektif işleyiş ve politika üretimi, insanların çarpık düşüncelerini, eksikliklerini, neyi, nereden, nasıl öğrendiklerini açığa çıkarır. Cepheliler bu şekilde kişisel yetersizlikleri de daha kolay terk edebilirler. İnsanlar bu işleyişle yaşadıkça hem örgütsel işleyiş ve değerleri öğrenip fark edecekler, hem de büyük düşünmeyi öğreneceklerdir.
Cepheli kolektivizmi örgütlerken her zaman büyüyecek ve kendisi büyüdükçe devrimi büyütecektir.
Cepheli bulunduğu her alan ve birimde kolektivizmi hayata geçirir, kolektivizmde sonuna kadar ısrar eder. Kolektivizmde ısrar, devrimde ısrardır. Cepheliler bu büyük iddiayı taşırlar.
CEPHELİ İNSANLARI KAZANMAYI HEDEFLER
Bir insanı kaybetmek çok kolaydır. Kazanmak ise zordur. Hele de düzenin yoz kültürünü, bireyciliğini, ahlaksızlığını hayatın her alanında böylesine dayattığı, insanları her yandan kuşattığı koşullarda, bir insanın düzenden çekilip kopartılması, politikleştirilmesi, adım adım devrimcileştirilmesi, kalıcılaştırılması uzun bir emek, sabır ve fedakârlık sürecinin sonucudur. Cepheli bunu en iyi bilendir. Çünkü en başta, zamanında kendisi için o emek, sabır ve özveri gösterilmiştir. Kendisi de şimdi, bıkıp usanmadan halka giderek insanları kazanan olacaktır.
Cepheli, daima bir avuç işbirlikçi ve faşist dışında herkesi kazanma, devrim saflarına katma ve bu saflarda kalıcılaştırma düşüncesiyle hareket eder. Bilir ki, devrim için herkesin mutlaka yapacağı, yapabileceği bir şeyler vardır. Yeri gelir vurdumduymazlıklar, bencillikler, çıkarcılıklar, ukalalıklarla karşılaşırız. Böylesi zamanlarda da Cepheli yine, sorunları, insanların davranışlarını asla kişiselleştirmeden, onların bu tavır ve davranışlarının sınıfsal, kültürel, sosyal temellerini çözümleyip, onları kazanmak için çabasına devam eder. O insanın neden öyle yaklaştığını çözmek, onu nasıl kazanabileceğimizi de az çok netleştirmek demektir.
Cepheli bu noktada düşünür, çözümler üretir, eğitir, değiştirir. Eğer bir insanı kazanmakta zorlanıyorsa, Cepheli önce kendi yaklaşımını gözden geçirir. Asla önyargılı değildir. “Bu insan değişmez, bu dönüşmez, bundan bir şey olmaz” demez. Önyargının burjuva ideolojisinin en kokuşmuş, en çürümüş artığı olduğunu bilerek, herkesin değişebileceğine sonuna kadar inanır.
Bir insan üzerinden süren savaş, onu devrimin mi düzenin mi kazanacağı savaşı, aslında en büyük kavganın dar bir alanda somutlanmasından başka bir şey değildir. İnsanların devrimciliğinde inişler yaşandığı, umutsuzluğa, inançsızlığa düşüldüğü dönemler olabilir. Cepheli böyle durumlarda da insanlarını yalnız bırakmaz. Elini hep omuzunda hissettirir, zor zamanlarda elinden tutar, kaldırır. Hiçbir insanımızı düzene teslim etmez. Çünkü düzen insanların posasını çıkarır, çürütür. Çünkü bir insanı düzene teslim etmek, karşı-devrimi güçlendirmektir. Bu düzenin yozluğuna, çürümüşlüğüne, bireyciliğine tavır alarak devrimci saflara gelen, burada bir şekilde yer alan her insan değerlidir.
Cepheli için kimse “değersiz”, “önemsiz”, “olmasa da olur” değildir. Asla tek bir insanımızdan bile vazgeçmez. Tek bir insanı düzene göndermemek için sonuna kadar savaşır. “Defol git” demek, küsmek, ilgisiz davranmak, kendi haline bırakmak, tavır almak en kolayıdır. Ki bunlar kaybetmek, vazgeçmek demektir.
Cepheli kaybetmez, vazgeçmez, kazanır!
Bu Cepheli’nin devrim iddiasıdır.
Cepheli, insanları devrim için kazanır!
CEPHELİ MORALİNİ BOZMAZ
Devrimci mücadele, her alanda yüksek moralle sürdürülür. Cepheliler için devrimcilik, aklın ve yüreğin birleştiği yerdedir. Ve bitmez, tükenmez, yok edilemez bir moralle sürdürülür. Öyle süreçler olur ki, umutsuzluk, karamsarlık kol gezer. Olanaksızlıklar, yoksunluklar kuşatır etrafımızı. Çok büyük bedeller ödediğimiz, düşmanın tüm gücüyle üzerimize yüklendiği ya da devrimci mücadeleyi sürdürebilmenin iğneyle kuyu kazmaktan farksız olduğu süreçler olur.
Türkiye devrimci hareketinin tarihi, tarihimiz böylesi dönemlerle doludur. Cuntalar yaşadık, kitlesellik geriledi, eylemler durdu, örgütlenme daraldı… Ama biz direniş çizgisindeydik hep; hep cuntaya karşı mücadeleyi sürdürme ve yükseltme kararlılığındaydık. İnancın, coşkunun, cüret ve bedelleri göze almanın bileşiminden oluşan yüksek moralle aşıldı bu süreç… Oligarşi sayısız kere “bitirildiğimizi, yok edildiğimizi, artık belimizi doğrultamayacağımızı” ilan etti… Fakat o tarih bir kez olsun Cepheliler’in umutsuzluğa kapıldığını, moralini kaybettiğini yazmadı. Yazmayacaktır.
Bunu oligarşi de bilir. Bundan dolayı da, fiziki saldırılarının yanısıra, kesintisiz bir şekilde moral değerlerimize de saldırır. Onlarda bir aşınma, bir gedik yaratmak için her yöntemi kullanır. Tarihimize, değerlerimize, şehitlerimize dil uzatır. Önderlerimizi karalar. Kendince gücümüzü küçümser. Halkın bizi istemediğini, umursamadığını ya da “bu halk için hiç bir şeye değmeyeceğini” anlatır durur. Linçler örgütler, bunları çarpıtılmış, aşağılık haberler halinde günlerce yayınlar. Düşman bilir ki moralin kaybedildiği yerde devrimcilik tartışılır hale gelir; orada düzen devrimciliğe üstün çıkmaya başlar. Devrimci gibi düşünmenin yerini düzen kafasıyla, düzen ölçüleriyle düşünme alır…
Cepheli buna izin vermez. Vermediği kadar iyi bir Cepheli’dir.
Moralini bozup düşmanı sevindirmez. Moralini bozup ideallerini gölgelemez.
Cepheliler, bu konuda tarih önünde çok güçlü bir sınav vermişlerdir. İşte bu yüzden düşmanın moralimizi bozma çabası nafiledir. Ne yaparsa yapsın, yokluklar, zulümler ve psikolojik savaşın binbir türlü hilesi, etrafımızı ne kadar kuşatırsa kuşatsın, moralimizi bozmayacağız. Aksine tüm bunlar, öfkemizi büyütmeli, bizi devrim saflarına daha sıkı bağlamalı.
Cepheli, zorluklar, saldırılar karşısında, darbeler, yenilgiler sırasında, kendi iradesiyle kararlar alabilen, yeni sorumluluklar yüklenebilen, gevşemeyen, kadercileşmeyen, karamsarlığa düşmeyendir. Bunları başarabilmek, her şeyden önce yüksek, güçlü bir moralle mümkündür. Onun için, her ne olursa olsun, her koşulda ve her süreçte, moralimizi hep yüksek tutmak durumundayız.
Moralimizin kaynağı, haklılığımız, tarihsel olarak kazanacağımıza sarsılmaz inancımız, yoldaşlarımıza ve partimize olan güvenimizdir. Che’de şöyle diyor bir yazısında: “Kahramanlık anlamında moralse, savaşma gücü ve askerleri en olağanüstü yiğitçe eylemleri başarmaya götüren nihai zafere ve davanın doğruluğuna olan inançtır.” İşte moralin özü, özeti budur.
Böyle olduğu içindir ki, Cepheli asla moralini kaybetmez, her koşulda mücadeleyi, savaşı büyütür, ileri taşır diyebiliyoruz.
CEPHELİ DAVA ADAMIDIR
Burjuvazi sömürü düzenini sürdürmek, ayakta tutup, yaşatmak için milyonlarca dolar para harcayıp, olanaklar yaratıp düzenine kadrolar yetiştiriyor. Cepheli ise kavganın içinde ustalaşıp, öğrenip, sınanarak dava adamı oluyor. Biri, burjuvazinin kadroları, gerici, asalak, çürümüş ve yok olacak olanı, diğeri, Cepheli, ilerici, tarihi ve toplumları geliştirecek olanı savunur.
Cepheli dava adamıdır… Dava, devrimdir, dava sosyalizmdir. Devrim ve sosyalizm, önce örgütte somutlanır; dava örgüttür. “Ben varsam örgütüm de vardır” diyendir Cepheli. Ve bu sözünü bir dava adamı gibi yaşayıp, savaşarak yerine getirendir.
Her anını, saatini planlar. “Olmaz, yapamam, yok… gelmezler, katılmazlar” demez. Dava adamının kitabında yoklar, olmazlar, bilmiyorumlar, gelmediler, yapmadılar, yer almaz. Yap, et, gel, git demez o. Yapar, yaptırır. Olmazı olur kılar. Örgütler, başarır, sonuçlandırır. Sadedir, mütevazıdır.
İdeal ve iddia sahibidir Cepheli.
İdealleri ve iddiaları olmayanlar dava adamı olamazlar. İddiasız ve idealsiz olanlar, yapamaz, başaramaz, küser, siner, sığınacak liman, dertleşecek dostlar ararlar. Büyümezler, örgütlenmezler, narindirler, zora gelemezler. Eğitmezler, öğrenmezler. Ağlarlar, sızlarlar ve yok olup giderler.
Kişi, düşündüğü, ürettiği, paylaştığı, geliştiği, geliştirdiği kadar devrimcidir.
Dava adamı hep düşünendir. Büyük düşünendir. Üreten, kafa yoran, düşünceyi hayata geçirendir.
Halkını, vatanını, yoldaşlarını düşünür dava adamı. Mücadeleyi, örgütü düşünür; onları büyütmeye, yaygınlaştırmaya kafa yorar. Yeni değer ve gelenekler yaratmayı düşünür. Halkın acılarını, sorunlarını, çözümlerini düşünür. Hem de her anında. Hem de bıkıp usanmadan. Şevkle yapar bunu.
Dava adamı, devrimi isteyendir. Sömürünün, zulmün, yoksulluğun, açlığın son bulması için kendini sunandır. Gerektiğinde feda edendir. Evim, aşım, işim, eşim demez dava adamı. Onun her şeyi davasıdır.
Düşmanına, zaaflarına kin duyan, onlarla uzlaşmayan, tereddütsüz savaşandır. Hem de cepheden savaşandır. Onun “kendi hayatı” yoktur; her anını devrime adamıştır. Dava adamı için, her şeyin başı devrimdir. Her şeyin sonu yine devrimdir. Bulunduğu, gittiği her yere devrimi taşıyandır. Devrimle birlikte, coşku, moral, inanç, kararlılık, enerji taşıyandır. Savaştıran, örgütleyendir.
Dava adamı, her şeye önce tek bir soruyla bakar: Devrimin yararına mı, zararına mı? Devrimin yararına olanı sahiplenip savunur; devrimin zararına olanla savaşır.
Dava, yoldaşıdır, dava halkıdır, dava vatanıdır ve o, onlar için uğruna canını vermekten çekinmeyendir. Davası demek olan halkına karşı sorumlu, vefalı, sevgi dolu, yoldaşının üstüne titreyendir.
Dava adamı, her koşulda sosyalizmi savunandır. Bedeli ne olursa olsun. Cepheli dava adamı, her anında, gece gündüz, rüyasında ve hayatın gerçeğinde yalnız devrimi düşünür. Devrim için soluk alıp verir, devrim için yaşar ve nihayetinde devrim için ölür. Dava adamı ölse de, dava yaşar, dava büyür, zafere ulaşır; zafer, her zaman, her yerde dava adamlarının eseridir.
CEPHELİ ENTERNASYONALDİR
Dünyanın Türkiye’sinde sosyalizm için savaşıyor, bedeller ödüyoruz. Bu halkın, bu toprakların devrimcileriyiz. Harcımız Anadolu’nun bin yıllık isyan tarihiyle karılmıştır. Ancak mücadelemiz, ufkumuzu ülke topraklarıyla sınırlayan bir mücadele değildir. Sosyalist vatan uğrunda savaşımız, biçim itibariyle ulusal, muhtevasıyla ise enternasyonalisttir. Bu, hem ideolojik bakımdan böyledir, hem dünyanın nesnel koşulları bakımından böyle olmak zorundadır.
İdeolojik bakımdan böyledir, çünkü devrimcilik, sosyalist olmak, dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere patlayan bir tokatın acısını kendi yanağında duyabilmektir. Cepheli, bundan dolayı enternasyonalisttir.
Enternasyonalizm, nihai kurtuluş açısından bir zorunluluktur. Çünkü bir ülkede sosyalizmin zaferi, o ülke halkları için nihai zafer demek olmayacaktır. Sosyalizmin nihai zaferi, ancak emperyalizmin dünya üzerinden silinmesiyle gerçekleşebilir. Ve ancak, o zaman insanlık, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada güvence içinde yaşayabilecektir.
Cepheli bu bilinçle enternasyonalist düşünür. Sadece kendi halkının kurtuluşu için değil, bütün dünya halklarının kurtuluşu idealiyle savaşır. Başka halkların acıları öfkemizi büyütür, zaferleri sevincimiz olur. Biliriz ki, ortak düşman emperyalizmdir. Ve bugünün dünyasında temel çelişki emperyalizmle halklar arasındadır. Bundan dolayı, dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizme ve işbirlikçilerine vurulan her darbe, emperyalizme güç kaybettiren her eylem, bizimdir.
Dünya halklarının emperyalizme karşı kazandığı her mevzi bizim mevzimizdir. Ve emperyalizmin başka ülkelerin devrimcilerine, başka halklara karşı giriştiği her saldırı, bize yapılmıştır.
Enternasyonalizm, Cepheli geleneğin en güçlü, en temel yanlarından biridir. Hareketin daha oluşum yıllarından başlayarak, başka ülkelerin halklarına ve devrimcilerine karşı yapılan saldırılar karşısında tavır alışımız, bunun bir ifadesidir.
Cepheli, vatan duygusundan kopmadan enternasyonalist düşünmeli, kendini dünya halklarının emperyalizme karşı verdiği savaşın bir neferi olarak görmelidir. Mahir’in şu sözlerini de hiç unutmamalıyız: “Ancak ve ancak sapına kadar sosyalist olanlar emperyalizme karşı mücadelede hem kendi saflarında, hem de bütün anti-emperyalist sınıf, zümre ve örgütler arasında birleştirici ve yönlendirici olabilirler.”
Kolombiya’da, Nepal’de, Hindistan’da savaşan gerillayız; Filistin’de, Irak’ta işgale karşı direnenleriz… Yoksulların yaralarını saran Kübalı doktorlarız dünyanın dört bir yanında…
Feda savaşçılarıyız zulmün olduğu her yerde… Bolivya’da Molotoflarıyla direnen madenci, Zimbabwe’de toprak işgalcisi bir köylü, Avrupa’da grevdeki işçiyiz.. Hepsiyle aynı cephede omuz omuza çarpışıyoruz.
Emperyalizm cephesi, Yugoslavya saldırısında olduğu gibi, sosyalist ülkelerdeki karşı-devrimlerde olduğu gibi, 1991’deki körfez kuşatmasında, 2000’lerdeki Afganistan, Irak işgalinde, dünya halklarına karşı birleşmiş olarak hareket etti. Cepheliler, her birinde, tereddütsüz ve açık olarak, enternasyonal bir ruh ve ideolojiyle belirlediler tavırlarını. Merkezi bir politikayı beklemeksizin, aynı ruh haliyle karşıladık karşı-devrimleri ve saldırıları… Ne bekle gör oldu düşüncemiz, ne faydacılık… Çünkü kâğıt üzerinde değil, ideolojik olarak, ruhsal olarak enternasyonalisttik…
Cepheliler, iddialıyız; bugün yeryüzünde enternasyonalizmi en saf, en çıkarsız, en kararlı haliyle savunanlardır.
CEPHELİ SABIRLIDIR
Halkımız arasında çok sık duyarız sabırlı olmak sözünü. Bir işi yaparken acele ettiğimizde ya da hemen sonuç almayı beklediğimizde acelecilikle veya sabretmekle ilgili halk deyişleri çıkar karşımıza. Evet sabırlı olmak önemlidir; ancak sabırlı olmak, eli kolu bağlı sadece beklemek değildir. Öyle yapmak zaten sabır göstermek de değil, bir sonuç yaratmayı kendiliğindenciliğe bırakmaktır.
Düzen de sürekli bir biçimde sabırlı olmayı öğütler. “Sabredin bu günler geçecek” der mesela. Demeçler verirler “Kriz geçecek, açlık bitecek, işsiz kalmayacak… SABREDİN!”
Haksızlıktan, adaletsizlikten şikayet ettiğinizde “ama bunlar bugünden yarına düzelmez, biraz sabredeceksiniz” cevabı duyulur yine. Düzenin öğütlediği sabır, susun, boyun eğin demektir. Biz ise devrimci bir sabırdan söz ediyoruz.
Devrimci sabrın düzenin sabrından farkı nedir?
Fark, emektedir. Düzen sabredin derken, oturun, susun, sadece bekleyin diyor… Bir şeyler değiştirilecekse, sizin dışınızda, burjuva politikacılar, hükümetler değiştirir, size gerek yok!
Devrimci sabır, emektir. Sabrederken aslında beklemiş olmaz. Emek sarfetmeye devam eder. Düzen, insanlara aynı zamanda yüzeyselliği, emek harcamadan kısa yoldan “köşeyi dönüvermeyi” öğretir. Sabırsız, emekten kaçan, bir işle uzun süre uğraşamayan, hemen bıkan, maymun iştahlı, yüzeysel kişilikler yaratır. Bu insan tipi, düzene karşı da mücadele edemez çünkü. Düzene karşı mücadele edecek kararlılığı, sabrı, emeği gösteremez. Böyle şekillenmiş insanlar, çevremizde de, içimizde de vardır elbette. Diyelim ki bir kampanya başlattık. Ve bununla ilgili bir takım eylemler, çalışmalar örgütlüyoruz. İşte sabırsız insanlar bunları yaparken aceleci davranırlar, ayaküstü programlar oluştururlar, işi her yönden ele almazlar ve doğal olarak oradan sonuç da alamazlar. Sonuç alamayınca moralleri bozulur. Ve ikinci bir denemeyi yapmazlar, vazgeçerler. Orada Cephelilik yoktur. Orada emekten kaçış vardır. Hedeflenen sonuca inançsızlık vardır. Ve bu da düzenin bize empoze etmek istediği bir özelliktir. Oysa ki bir Cepheli’nin sahip olması gereken en temel özelliklerden biridir emekçi olmak. Çünkü her Cepheli’nin görevi, bizi bu yoksulluğa mahkum eden düzeni insanlara anlatmak, anlatmak, anlatmaktır. Tekrar tekrar gitmek, tekrar tekrar anlatmak ve onları örgütleyip mücadeleye katmaktır. Bunun tek yolu sabırlı, kararlı olmak sabrımızı emekle ve programlılıkla beslemektir.
Hiç kimse bir anda örgütlenmiyor, bir anda devrimcileşmiyor. Hemen hepimiz, yoğun bir emek ve sabrın sonucu olarak bu saflardayız. Mesela dergi satışlarında bile görürüz ki insanlar hemen alıp okumazlar. Bazen kapılar hiç açılmaz, bazen açılan kapılar yüzümüze kapanır. Böyle bir durumda vaz mı geçeceğiz o mahallelere gitmekten?
Aksine daha çok gitmeliyiz o mahalleye… ısrar etmeliyiz. Düzen önyargılı olmayı, güvenmemeyi öğretmişse, biz de güvenmeyi öğreteceğiz o zaman. Herkes bizim baktığımız gibi bakmayabilir. Herkes bizi anlamayabilir. Anlatacağız. Bu noktada Cepheli’nin yapması gereken sabırla anlatmaktır. Zaman zaman örgütlenmek veya kitle çalışması, iğneyle kuyu kazmak gibidir deriz. Sabır işte orada somutlanır. Cepheli o sabrın ve aynı zamanda ne yapıp edip söke söke, dişiyle tırnağıyla kazıya kazıya sonuç alma kararlılığının adıdır.
CEPHELİ TARİHİNE SAHİP ÇIKANDIR
Her ülkenin devrimi, içinde yaşanılan dönemin koşullarının ürünü olduğu kadar, aynı zamanda o ülkenin tarihsel özelliklerine göre şekillenir. Ve her devrim, içinde yaşanılan sürecin çelişkilerinden olduğu kadar tarihsel çelişki ve çatışmalardan da beslenir. Kendimiz açısından söylersek; Türkiye devrimi emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi devrimlerinin genel karakteristik özelliklerini taşıyacaktır ama aynı zamanda “bize özgü” olacaktır. Türkiye halklarının tarihsel kökleri, kültürü, gelenekleriyle yoğrularak zenginleşecektir.
Cepheli işte bu tarihe sahip çıkandır. Tarihine sahip çıkmayan bir devrimci hareket, köksüz bir harekettir. Kendi tarihini yok sayanlar, başka ülkelerin kültür ve geleneklerinin, başka ülkelere özgü teorilerin etkisinde kalmaktan kurtulamazlar. Bu ise, taklitçi, şabloncu devrim modellerini çıkarır ortaya. Böyle bir devrim mücadelesinin ayakları havada kalmaya mahkumdur. Şabloncular eğer Sovyet devrimi modelini uyarlamaya çalışıyorlarsa, ülkemiz işçi sınıfını da Rus işçisi gibi değerlendirir. Ya da taklit edilen Çin devrimi ise, ülkemiz köylülüğüne Çin köylüsü gibi bakarlar. Tarihine sahip çıkmak, işte bu çarpıklıklardan uzak durmaktır.
Cepheli’nin sahip çıktığı tarih, uzağı yakınıyla halkın tüm tarihidir. Kendi varoluşunu tarihsel geçmişinin inkârında gören inkârcılık, kendini “geçmişin aşılması!” gibi şatafatlı kavramlarla pazarlasa da, aslında orada bir kopukluk söz konusudur. Ve o kopukluktan hiçbir zaman kesintisiz bir mücadele geleneği çıkmaz. Bakış açısı bu olunca ülke gerçekliğinden, halktan kopukluk kaçınılmazdır.
Rus halkının, Çin halkının tarihi, kültürel özellikleri en ince ayrıntısına kadar bilinir ama aynı kesimler kendi halklarının tarihinden, bu tarihteki ayaklanmalardan, kahramanlıklardan, önderlerden bihaberdirler. Tarih karşısındaki inkârcılığın bir başka biçimi, düzen içileşme noktasında ortaya çıkar. Düzen içileşenler, o tarihteki ayaklanmaları, halkların şiddetini, silahlı eylemlerini yok sayarlar. Tarihi keyfi bir ayıklamaya tabi tutarlar adeta… “Eline silah bile almayanları” öne çıkarıp, silah elde savaşanları tarihin karanlıklarına hapsederler… Ama aslında karanlık izinde kalan, tarihin yaktığı meşalelerden yararlanamayan kendileridir. Cepheli halkının tarihine, Türkiye solunun tarihine, o tarihte yaratılmış en küçük bir değere sahip çıkar.
Cepheli, haklarımızın tarihini, kültürel yapısını, geleneklerini, o tarihteki direnen ve savaşan yanı bıkmaksızın araştırır öğrenir. Cepheli o tarihte iyiden güzelden isyandan yana ne varsa ortaya çıkartıp sahiplenen, devrimci düşüncelerle yoğurup yeniden halka götürendir. Cepheli halklarımızın tarihini, solun mücadele tarihini devrimin gücüne dönüştürendir. Bu tarihin derinliklerinde zulme başeğmeyenler, eşitlik ve adalet için savaşanlar; Demirci Kawalar, Baba İshaklar, Şeyh Bedreddinler, Pir Sultanlar, Köroğlular, Kara Fatmalar, Karayılanlar var. Kerbelalar var, Kızıldereler var. Seyit Rızalar, Nazımlar, Hikmet Kıvılcımlılar, Denizler, Kaypakkayalar var.
Dayı, Cepheli’nin bu tarihi sahiplenişini şöyle anlatır: “Halklarımızın… zengin tarihi ve kültürel birikimi, Anadolu haklarının mirası, sahip çıkmamız ve onurla taşımamız gereken bir tarihtir. Bu tarihin derinliklerine inerek güç alacak, halkların kendi tarihlerine sahip çıkmasını sağlayacak ve nihai kurtuluşa ulaşacağız.” Cepheli ayakları ülke topraklarına basandır. Cepheli, bin yıllık Anadolu ihtilalinin sürdürücüsüdür.
CEPHELİ KENDİNİ SÜREKLİ YENİLEYENDİR
Halkımız “işleyen demir pas tutmaz” der. Emeğe, emekçiliğe bir övgüdür bu söz. Emeğiyle varolur insan, emek; kendini ve hayatı geliştirmektir. Kendini sürekli geliştiren, kendine sürekli emek harcayan, kavgaya ve yoldaşlarına sürekli emek harcayan, her daim ışıldayan bir demir gibi olur.
Kendini sürekli geliştiren, bir ömür boyu devrimciliği hayata geçirebilir. Kendini yenilemeyenler “yoruldum, inançsızlaştım, coşku duymuyorum, bu yükü kaldıramıyorum” gerekçelerine sığınıp düzene dönerler. Düzen her cepheden, her vesileyle ve her an saldırıyor. İnsanları gerici, yoz bir yaşama hapsedip umutsuz, çaresiz bırakmak istiyor. Düzen doğrudan devrime, devrimciliğe saldırıp: Halka inanmayan fedakârlıktan kaçan, bedel ödemekten korkan, üretmeyen ve sonunda bırakıp giden olmamızı dayatıyor. Burjuva ideolojisini yayarak, zaaflarımıza seslenerek, bencilliği körükleyerek yapıyor bunu. Beynimizi ve yüreğimizi teslim almak istiyor. Beynimizi ve yüreğimizi işlemeyen bir demir gibi paslandırmak istiyor. Pratikte şu veya bu konuda başarılı olmamızı engelleyerek, başarısızlıklarımızın altında ezilip halka inancımızı yitirmemizi istiyor.
Cepheli, gücünü ideolojisinden alır, tarihinden, geleneklerinden, örnek eylemlerinden, destansı direnişlerinden alır. Devrimci ideolojiyi, teoriyi tekrar tekrar okur, araştırır, özümser. Kendini geliştirmek, işini, görevini daha iyi yerine getirmek için soru sorar, öğrenir. Bulunduğu alanda politika üretebilmek için daha çok yoğunlaşır, daha çok emek sarfeder. Örgüt gibi, “düşünen, üreten, yaratan” olabilmek için gayret gösterir. Pratiğin içinde öğrenerek kendini yeniler. Kendini geliştirmesi kendiliğinden değil, iradi olmalıdır. Neyi öğreneceğini, hangi noktalarda eksikleri olduğunu, konularda kendini hangi açılardan öncelikle geliştirmesi gerektiğini, kendi pratiğinden çıkarır. Bunu doğru bir biçimde çıkarabilmesi için kendine eleştirel bakabilmelidir…
Cepheli, gelişmeye, öğrenmeye açıktır. Her zaman soruları vardır. Her zaman araştırılacak cevapları vardır. Hangi alanda ve görevde olursa olsun, var olan tecrübeyi özümser, özümsedikçe yeni yöntemler geliştirir; kadrolaşmada, eğitimde, eylemde yenilikler bulur. Bunu yaparken okur, araştırır, ilişkilerden yararlanır, hayatı gözlemler. Teknik gelişmeleri takip eder. Teknolojiyi kullanmayı öğrenir. Kendini yenileyen çözülmez, aşılmaz denen sorunları aşar. ” O yok bu yok, bilmiyoruz, yapamıyoruz” gerekçelerini reddedip “öğreniriz, yaparız, buluruz” diyerek çözer. Kendini yeniler, yeteneklerini geliştirerek, yeni şeyler öğrenerek yetkinleşir… Devrimciliğini büyütür.
Cepheli, güçlü, yıkılmaz bir devrimcilik için kendini sürekli yeniler. Düşmana darbeler vurabilmek, bir adım önde olabilmek için de böyle yapmak zorundadır. Statükocu olmaz. Düzenin hareket alanını daraltmaya, faaliyetlerini engellemeye yönelik her adımını bertaraf eder, faaliyetlerini sürdürebilmek için yaratıcı olur, iradi davranır, aynı yöntemlere çakılıp kalmaz. Düşünür, kafa yorar, emek harcar, yeni bilgiler yöntemler öğrenir…
Her Cepheli, “savaş gerçeği”ni tarihinden bilir; bilmeyen öğrenme görevini önüne koyar. O tarih, her Cepheli’ye, hareket olarak yaşadıklarımızdan öğrenen, kendini sürekli yenileyen geliştiren bir hareket olduğumuzu gösterir. Tek tek her Cepheli de böyle olmalıdır. Örgütle bütünleşmek, bu özelliği kazanmamızı gerektirir.
CEPHELİ EMEKÇİDİR
Hiçbir iş kendiliğinden yürümez. Değiştirmek dönüştürmek belli bir emeğin sonucudur. Bir insanı ikna etmek, bildiri dağıtmak, eylem örgütlemek, kapı çalışması yapmak emek ürünüdür. Savaşı büyütmek emekçiliğimize bağlıdır. Cepheli’nin kazandığı her insan, başardığı her çalışma devrimi güçlendirir, düzeni zayıflatır. Cepheli bunu bilerek emekçiliğiyle en önde olur. Her çalışma bir programla başlar, programın içi emekle ve disiplinle dolar. Beynimizle bedenimizle, gireriz çalışmaya. Saatlerce yürür, acele eder, arka arkaya onlarca kapı çalar, her kapıda konuşur, dinler, tekrar tekrar anlatırız. Halsiz düşene, dizlerimizde derman kalmayana dek devam ederiz kitle çalışmasına, propagandaya…
Ama Cepheli, bu emek karşısında kendini dinletmiş, yeni ilişkiler yakalamış, bir adım dahi ilerlemişse, yarattığı sonuçla gurur duyar. Emeğin değiştiren dönüştüren gücünü görür. Cepheli devrimin hamalıdır, yüksünmeden her işe koşturur. İş ayrımı yapmaz, bir zincirin halkası gibi düşünür her çalışmayı. Yetebildiği her işe el atar, elindekini bitirip zaman kaybetmeksizin, durup dinlenmeksizin yenisine sarılır ki, bekleyen çalışmalara yetişebilsin. O emek vermeksizin hiçbir işin sonuçlandırılamayacağını bilir. “Benim işim bitti” demez, yoldaşlarına yardım eder, yarım kalan işleri tamamlar. “Ben yöneticiyim”, “ben eskiyim”, “ben daha yeniyim” demez, her işe koşturur. Ayrım yapmadan “bizim işimiz” der. Masa başında ahkâm kesen devrimci bozuntularına benzemez O. Çalışmaların örgütleyicisi, emekçisidir. Her çalışmaya en başta kendisi hazırlanır. İlk kendisi yapar. Sorunları engelleri “iğneyle kuyu kazar” gibi sabırla, ısrarla, bıkıp usanmadan emekçiliğiyle aşar. Bitmez tükenmez enerjisiyle koşturur, değişimi, dönüşümü pratiğiyle gösterir, yapılabilirliği anlatır ve gösterir. Olanaklar yaratır, becerilerini geliştirir, okur, öğrenir, araştırır, bunları da öğretir. Emekçi olmanın verdiği güvenle, güçle her işin altına girer. Emek sahiplenmektir. Devrimin çıkarını, sorunlarını, insanları, yapılması gereken işleri… kısacası, halkı ve devrimi sahiplenmektir. Devrim, sahiplendikçe büyür.
Cepheli, herkesten çok emek vererek, herkesten çok devrimi istediğini gösterir. Günlük işlerden büyük hedeflere kadar her anda emeğin belirleyici gücünü görür. Cepheli, yarınların, geleceğin inanç, cüret, kararlılık ve mutlaka emekle kazanılacağını bilerek savaşır. Devrimin yılmaz, yıkılmaz, yorulmaz hamalı olur.
CEPHELİ FEDAKÂRDIR
“Savaşta feda olan birileri olacaktır daima. Ölüm ender bir durum değildir. Ancak bizim yüreğimizde halkın çıkarları yatmaktadır. Biz korkutucu çoğunluğun acılarını düşünürüz ve halk için öldüğümüzde bu onurlu bir ölüm olur…” (Mao)
Cepheli’nin yüreğinde engin bir halk sevgisi vardır. O “milyonlarca korkutucu çoğunluğun” çıkarını, geleceğini, kurtuluşunu düşünür. Bundandır fedakârlığı. Burjuvazi “uğruna ölünecek, fedakârlık yapılacak hiçbir şey kalmadı” diyor. Ve bunun propagandasını yapıyor. Diğer yandan da bencilliğini, yozluğunu, değersizliğini pompalıyor kitlelere. Burjuvazi bilir ki fedakâr olmayan, bencil insan düşünmez, paylaşmaz, değiştirmez, örgütlemez, örgütlenmez. Dostluk, vefa, yoldaşlık nedir bilmez. En önemlisi de sömürü düzenlerinin başına bela olmaz. Çünkü devrimciliğin temelinde fedakârlık vardır. Fedakârlık bir kültür, yaşam biçimidir. Ruh halidir, düşünme tarzıdır, reflekstir… Ekmeğini paylaşır fedakâr olur. Açlığını, acısını, evini, derdini, mutluluğunu… Ortak olur sıkıntısına. Birlikte çözümler arar, düşünür, kafa yorar, yol yöntem bulur. Paylaşır sevincini.
Tüm bu güzelliklerin toplamıdır Cepheli. Ve fedakârlık Cepheli’nin kültürüdür. Yaşam biçimidir, ruh halidir. Ve Cepheli her şeyin en iyisini, güzelini, değerli olanını milyonlara, halka layık görür. Aç kalır onlar için. Uykusuz, evsiz, soğukta, yağmurda, karda… Dağları mesken ederler kendilerine. Sokakları, meydanları tutar.
Cepheliler Hapishanelerde yatarlar, ölürler, öldürürler. Kilometrelerce yol yürürler “of aman yoruldum” demezler. Yüzlerce kapı çalar, günlerce dolaşırlar sokak sokak. Hem de bıkıp usanmadan. En zorlu işlerin üstesinden gelirler. Yine de eksik olmaz yüzlerinde gülüş, gözlerinden ışıltı. Çünkü Cepheli’nin yüreği fedakârlıkla doludur. Fedakârdır Cepheli. Halka umut taşıyandır. Paylaşan, derdine sıkıntısına ortak olandır. Sorunlarını çözendir. Yol gösterendir. Gün olur cenazesinde acısını paylaşır. Gün olur düğününde halaya durur sevincine ortak olur. Gün olur birlikte direnir, savaşır. Bir göz kondusuna tuğla taşır, harç karar. Su taşır tankerlerden bidon bidon. Kiralık ev bulur ev arayana, eşyalarını taşır birlikte. Yardım toplar taşınırken en yoksullara. İki lokma yiyecek götürür içi yanarak. Odun kömür bulur ayaz gecelerini ısıtmak için. Kavga gürültülerinde barıştırır, çözüm olur. Doktora götürür hasta olanı. İlaç bulur uğraşır günlerce. Çocukları kaydeder okula. Kalem, çanta, defter, önlük ayarlar. Bulur, buluşturur. Yardım eder derslerinde yoksul öğrencilere…
Odur ki Cepheli, 24 saatini durup dinlenmeden halkına, yoldaşlarına adayandır fedakârca. Hem de gözünü kırpmadan, sızlanmadan, yeter demeden yapar bunu. Hem de her anında. Cepheli korkutucu çoğunluğun halkının acılarını dindirmek, gün yüzü görmesini sağlamak için gecesini gündüzüne katmakla kalmaz. Canını vermekten de çekinmeyendir.
Çünkü Cepheli bencilliğin dünyasında fedakârlığın kendisi, yıkılmayan kalesidir.
CEPHELİ HALK İLİŞKİLERİNDE SEVEN SAYAN ÖRGÜTLEYENDİR
Deryadır halk; uçsuz bucaksız bir derya. Cepheli, bu halk denizinde balıktır. Çok tanık olmuş veya okumuşuzdur. Şehit ya da tutsak yoldaşlarımızı veya başka alana giden yoldaşlarımızı anlatan halk ilişkilerimiz, “arıyoruz onu” derler. “Çok iyiydi, emekçiydi, mütevazıydı. Çok şey öğrendik ondan. Terbiyeli, saygılıydı. Sabırla dinler, anlatırdı. Sorunlarımızı bilir, bize yol-yöntem gösterir, çözümler bulurdu. Küçümseme, üstten bakmak yoktu onda… Evimizden biri gibi olmuştu.” Hak edeni böyle anlatırlar. Son cümle belirleyicidir; “Evimizden biri gibi olmuştu…” Ve üstenci olmadan çok şey öğretmek onlara. İkinci temel yan budur. “Devrimciliği, devrimcileri, hareketi, Parti’yi onunla tanıdık, onunla bağlandık” dedirtebilmişsek eğer, orada doğru bir ilişki şekillendirmişiz demektir.
Davranışlarımız, ilişkilerimiz, oturup kalkışımız, yeme içmemiz, üslubumuz her şey halkı olumlu ya da olumsuz etkiler. Halkın gözleri her daim üzerimizdedir; unutmayalım. Bir örnek: Yemliha Kaya yoldaşımızın çaldığı tüm kapılar tereddütsüz sonuna kadar açılırdı, o kapıları çalmadığında “gelmiyor uğramıyor” diye sitem ederlerdi. Çünkü, sadedir, mütevazıdır, emekçidir Yemo. Değer verir halkına, küçüğe de, büyüğe de saygı gösterir. Sorunlarını sorunu sayar. Cahili asla küçümsemez. Kadir kıymet bilir. Çıkarcı, fırsatçı, faydacı yaklaşmaz. Günü birlik düşünmez. Yağcılık yapmaz, idareci davranmaz. Eğitir, öğretir, değiştirir… Yani halkla ilişkilerinde, bir Cepheli’nin olması gerektiği gibi davranır. Evin kadınına, erkeğine, çocuğuna, dedesine aynı bakış açısıyla yaklaşır, kendisiyle ekmeğini paylaşan insanların sorunlarını, coşkularının, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşır, birlikte çözümler üretir. Gerekirse; oturup kaldığı evin çocuğuna ders çalıştırır. “Cahil, çıkarcı, fesat, güvenilmez, dönüşmez, işe yaramaz…” demez. Demez de, düşünmez de. Bütün bunlar doğru olsa bile sadece bir sonuçturlar ve o sonucu yaratan da düzendir.
O halde Cepheli o sonuçlara göre hareket etmez. Tersine, eğitir, değer verir, anlatır, eleştirir, arındırır, yeniden şekillendirir… Tanıdığı, tanıştığı, ilişki kurduğu, evine, işyerine gittiği herkese, birşeyler vermeye çalışır; bilinç, inanç, umut, coşku taşır onlara. Halkın değerlerinde mahkûm edilmiş hiçbir davranışı benimsemez Cepheli. Abartılı davranmaz mesela. Hiçbir şeyi de abartmaz. Şekilci, gösterişçi davranmaz. Yan gelip yatmaz. Pis, dağınık, emir veren, bağırıp çağıran, bohem, bencil, vurdumduymaz olmaz halk ilişkilerinde. Aslolan halkı sevmek, halka saygı duymak, halka değer vermek, bunları somut olarak hissettirebilmek ve halkın değişebileceğine, gelişebileceğine, eğitilebileceğine inanmaktır. Sevgi, saygı, değer vermek, inanmak veya inanmamak, bütün bunlar halk tarafından hissedilir…
Cepheli için halkın değerleri her şeyin önündedir. Kadın erkek ilişkilerinde olsun, büyükler ve küçüklere davranışlarında olsun, yozluklara karşı yaklaşımında olsun, halk her açıdan sürekli tartar bizi. Bu noktada halk kendi notunu verir size; halkı kandıramazsınız.
CEPHELİ SORUN ÇÖZER
“Bir güçlükle karşılaştığınızda kendinize bir kaçış yolu değil bir çıkış yolu arayın” der D.L Veatherford.
Bu sözün haklılığına hayatımız ve devrimci yaşamımız boyunca defalarca tanık olmuşuzdur. Birçok sorunla karşılaşıyoruz ve o sorunlar bizleri kimi zaman çözüme, kimi zamanda çözümsüzlüğe sevk ediyor. İster büyük, ister küçük olsun yaşadığımız sorun; sonuç olarak seçtiğimiz yol kendimize olan güvenimizi azaltıyor veya arttırıyor. Biz Cepheli mutlaka ama mutlaka çözüm için düşünürüz. Çözüm emektir, yoğunlaşmadır, kafa yormadır. Diyelim ki, mahallemizde bir basın açıklaması düzenleyeceğiz. İnsanlarla konuşuyor, anlatıyoruz. Ama ikna edemiyor, çalışmaya katamıyoruz. Nasıl çözeceğiz bu sorunu? Yapamıyorum deyip vaz mı geçeceğiz? İnsanlar anlamıyor, çok geriler diye düşünüp sorumluluğu üzerimizden atacak mıyız? Kuşkusuz bir Cephelinin bakış açısı her ikisi de olamaz. Eğer ikna edemiyorsak o mahalleye veya basın açıklamasının konusuna vakıf değilizdir. Sohbet edecek, araştıracak, öğreneceğiz. Bir daha bir daha deneyeceğiz. Ya da ailemizde yaşarız. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren plan kurarlar. Nasıl yaşayacağımızdan, hangi mesleği seçeceğimize kadar. Biz o plana uymadığımızda ise sıkıntı yaşamaya başlarız. Peki, burada nasıl davranacağız? Kestirip atmak veya teslim olmak çözümsüzlüktür. Yüzümüz her daim devrimcilere dönük olmalı. Bütün sorunların çözümü devrimde, devrimcilerdedir. Tabii ki her şeyde hazır reçete yoktur. Ama bizler sevinçlerimizde olduğu gibi sıkıntılarımızda da yan yana, omuz omuzayızdır. Bugün düzen, her şeyimizi silah olarak kullanıyor. Açlığımızı, yoksulluğumuzu, yalnızlığımızı… İstiyor ki sorunlar içinde boğulup, onun istediği gibi yaşayalım. Bir lokma ekmek uğruna onurumuzdan, namusumuzdan vazgeçelim. Yaşadığımız bütün haksızlıkları görmezden gelelim. Cephe ise o sıkıntının temelindeki düzeni gösteriyor. Çözümse boyun eğmemek, direnmektir diyor. Şöyle bir hikâye vardır halkımızın dilinde: Yaşlı bir adamın iki köpeği vardır. Köpeklerden biri siyah, diğeri beyazdır. Bir gün kavga ediyorlar. Adamın torunu sorar: “Dede sence hangisi kazanacak? Dede cevap verir: “Ben hangisini beslersem o kazanacak.” Evet hikayedeki yaşlı adam haklıdır. Ve köpeklerden biri devrimi biri düzeni temsil eder bizim için. Biz hangisini beslersek o kazanacak. Çözümsüz kaldığımız her şeyde düzen, çözüm ürettiğimizde biz kazanacak, güçleneceğiz. Göreceğiz ki her çözüm bizi ilerleten, büyüten bir basamak. Her basamak ise kendimize olan güvenimiz ve güçtür. Bu güç de her Cephelide fazlasıyla vardır.
Bizler bütün insanlığa umut taşıyoruz. Kendi sorunlarımız içinde boğulduğumuzda bırakalım insanları kendimize bile umut olmayız. Şu hiçbir zaman aklımızdan çıkmamalı: Umut da, çare de biziz. Kokmuş düzenin tek alternatifiyiz.
CEPHELİ İYİMSERDİR
Kötümserliğin karşısında şöyle yazıyor sözlükte: “Her şeyi en kötü yönünden alan, her durumu kötü, karanlık gören ve hep en kötüyü bekleyen dünya görüşü.”
Hayattan hiçbir amacı, hedefi olmayan insanlar değiliz. Bir hedefimiz var. Bunun sonucu olarak da bu hedefimize ulaşmak için yürüdüğümüz yolda birçok sorunla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanın sorunlar karşısındaki tavrı ise nasıl biri, nasıl bir devrimci olacağının da cevabını verir. Biliyoruz ki “sorun varsa çözümü de vardır.” Ancak bunu bilmek yetmez. Çözümü somutlamak gerekir. Nasıl çözülecek, ne zaman çözülecek, çözümün beraberinde getireceği sonuçlar neler olacak? Eğer bunu somutlamazsak, karşımıza çıkan her engel, her sorun bizi kötümserleştirir. Çözümsüzlüğün girdabına sokar. Karşılaştığımız olayların olumsuz yanlarını ve “kötü” ihtimalleri de elbette düşüneceğiz. Fakat bu bizim her şeyin en kötü yanına saplanıp kalmamızı getirmememelidir. İşte bu kötümserliktir. Biz, bilimsel anlamıyla iyimser olmalıyız. Bilimsel anlamıyla iyimser olan bir Cepheli, sorunun çözüleceğine kesin inanır. Ama kendiliğinden çözümü de beklemez. Tam tersine o çözümün gerçekleşmesi için sorunun üstesinden nasıl gelineceğine dair yollar, alternatifler düşünür, plan program yapar. Olaylara “olmaz” diye bakanlar, başka ne yapılabilir ki diyerek yol ve yöntemlerde statükoları sürdürenler, nerede yanlış yaptık, nerede eksik bırakıyoruz diye sormayanlar, sorunları çözemez ve giderek kötümserleşirler. Kötümserlik, çaresizliğe ve umutsuzluğa götürür. Yaşadığımız olaylar, sorunlar, ne olursa olsun, en kötü yanında bile, muhakkak onu devrimin çıkarına dönüştürecek bir yanı vardır.
Cepheli, bir işe başlarken veya varolan bir işi sürdürürken, hep olumsuzu düşünen, o işten bir sonuç alınacağına inanmayan, başarma inancından, azminden, inattan yoksun bir düşünce tarzı içinde olamaz. Cepheli’nin insan konusundaki iyimserliğinin bir ifadesi de, insanın değişebileceğine inanmasıdır. Bilir ki, idealistlerin iddia ettiğinin aksine, bir insanın kişiliğini oluşturan özellikler doğuştan değildir; tarihsel toplumsal koşullara, içinde büyüdüğü çevrenin koşullarına bağlı olarak, insanın niteliği de değişebilir. Cepheli böyle baktığı için insandan umudunu hiç kesmez. Birçok olumsuzluğun içinden, yozlaşma batağından, bencilliğin, bananeciliğin orta yerinden insanı çekip çıkarmayı bir tek Cepheliler başarır. Çünkü; değişime inanır. Değişim için emek harcar. İnsan hakkında “Bu serseri, bu vurdumduymaz, bu adam olmaz” kötümserliğine izin vermez. Cepheli, hangi biçimde olursa olsun, olumsuz sonuçlarla karşılaştığında, bu sonucun Cepheliler’in moralini bozmasına izin vermez.
Aldığımız sonuç kötü olabilir, beklediğimiz sonucun çok gerisinde kalabilir. Peki, bunlar karşısında ne yapacağız? Moralimizi yüksek tutacağız ve “Ben bunun üstesinden nasıl gelirim?” diye düşüneceğiz. O soruna, olaya ilişkin ısrarımızı hiçbir koşulda kaybetmeyeceğiz. Sorunları, karşılaştığımız olumsuz sonuçları, ancak yaratıcı ve politik çözümlerle aşabiliriz. İyimserlik de, kötümserlik de, bizim politik bakış açımızdan bağımsız değildir.
YANLIŞIN YERİNE DOĞRUYU KOYMAK EMEKTİR
Birden fazla doğru olduğu düşüncesi, doğrunun göreceli olduğunu, herkese göre değişebileceğini söyler. Bu, doğrunun yok edilmesi için burjuvazinin icat ettiği bir düşüncedir. “Eleştiri özgürlüğü”, “farklılıkların kabulü” gibi süslerle pazarlanıp dilimize, yaşantımıza sokulmak istenir. Biz bu düşünceyi reddederiz. Çünkü biz bilimin, somutluğun, maddi gerçeklerin, yalın diliyle konuşuruz. Herkese göre ayrı doğrular, her bireyin çapına, kişiliğine, zevkine göre eğilip bükülecek gerçekler yoktur.
Doğruyu bulmak, gerçeğin bilgisine sahip olmak, emek isteyen süreçlerdir. Ve aklın yolu birdir; özel bir sübjektivizmi yoksa herkes doğruda buluşur. Fakat emek harcamaktan haberi olmayan veya kaçan, ve kendi fikirlerini eşsiz sananlar için durum farklıdır. Onlar çoğu zaman akıllarına geldiği gibi konuşur, kafalarından fışkıran o cümlelerde bir keramet var sanırlar… Bunu değişik düzeylerde görebiliriz. Bu, özellikle burjuva kültürün yoğun etkisi altında kalmış, bireyselliğinin kutsallığına inanan kişiliklerde çok daha bariz olabilmektedir. Bu tür kendini beğenmişlikleri, ucuz tespitçilikleri, yüksekten atıp tutmaları sol saflarda sık sık görebiliriz; bunlar, oportünizmin, reformizmin de tipik davranışlarıdır bir bakıma. Yanlışın yerine doğruyu koymak zorundayız. Doğruları egemen kılabilmek için yanlışların tespit edilmesi gerekir. Yanlış olan nedir? Niye öyledir? Ve nasıl düzeltilecektir? Mücadelenin gelişme kaydetmediği, ilişkilerin ve örgütlenmelerin genişlemediği yerde yanlış giden bir şeyler muhakkak vardır. Ve biz doğruların ikame edilmesi derken işte bunların aşılmasını anlarız.
“Eğriye eğri, doğruya doğru.” diye bir söz vardır. Bu sözle anlatılan her şeyden önce açık konuşmak gerektiğidir. Gördüğümüzü söylemeli ve hiç kimse ve hiçbir şey hakkında oluşmuş yanılsamalara aldanmamalıyız. Öncelikle yapılması gereken, yanlışa yanlış demektir. Yeter ki kafa yormuş olalım, düşünerek söz söylemiş olalım. Öyleyse hiç tereddüt etmemek gerekir. Yanlış, başka türlü değişmez. Yanlışa yanlış demek insanın kendine saygısıdır bir yerde. Kişilikli olmanın gereğidir. Yanlışları şu ya da bu hesapla görmezden gelmek, burjuvaziye özgü bir davranıştır. Biz kendimizi kişi olarak bu kültürden korumayı bilmeliyiz, yoksa burjuva ikiyüzlülüğüne sapılmış demektir.
Yanlışa yanlış demek doğrunun önerilmesini de içermelidir. Yoksa hiçbir şey beğenmeyen aksi ihtiyarlar olunur. Yanlışın yerine doğruyu koymak için emek harcamak gerekir. Bu süreç emeğin tanımıdır da aynı zamanda. Yanlışı görmemek körlükten, değilse çoğu zaman liberallikten, kişisel hesaplardan, kaygılardan kaynaklanır. Rahatını kaçırmamak, başına iş almamak, kimsenin tekerine taş koymamak ve durumları idare edip herkesi hoş tutmaya çalışmak, iyi geçinmek ve benzeri düşünce ve davranışlar, yanlışın dostlarıdır. Yanlış bu zaaflarla yaşatılır ve çürütür. Böyle davranmak korkaklara hastır. Yanlışla uzlaşır, çünkü onu yenebileceğine inancı yoktur. Bu ise daha büyük bir yanlıştır. Emek harcamadan hiçbir yanlış düzelmez. Yanlış pratikler, yanlış düşüncelerle iç içedir ve birbirlerini durmadan beslerler. Eleştiri- özeleştiriyi işlettiğimizde, kendimize ve doğrularımıza güvendiğimizde, aklımızı ve cesaretimizi kullandığımızda, yanlışlar giderek soluk alamaz olur.
Doğrularımızda yılların emeği, ödenen büyük bedellerin tecrübesi vardır. Doğruları hâkim kılmak emeğimize, üzerimizde o güne kadar harcanmış tüm emeğe saygıdır. Defalarca kendimizi sorgulayacak, nerede ne yanlış var, bulacak ve üzerine gideceğiz. Defalarca anlatacak, kafa yoracak ve düzelteceğiz, örnek olacağız. Yanlışların bizi tüketmesine izin vermeyeceğiz.
CEPHELİ EGİTİMİYLE DEVRİMİ BÜYÜTÜR
Devrimci örgütün kadroları, taraftarları, savaşçıları olaylar, gelişmeler karşısında aynı duygu ve düşünceleri taşırlar. Böyle olması bir tesadüf değildir; bu, ideolojik birliktir. İdeolojik birlik, tarihsel bir sürecin sonucudur ve o birlik, sürekli ve yeniden eğitimle ve ortak bir pratikle sürdürülür. Devrimci eğitim, Cepheli’yi bu ideolojik birliğe ulaştırmayı hedefler. Ancak bu hedefe ulaşmak, ideolojide, kültürde bir çok çarpışmayı ve bir çok çalışmayı gerektirir. Cepheli, eğitiminde, birinci olarak, düşüncesinde ve yaşamında, alışkanlıklarında burjuva kültürüne ait ne varsa onları yok etmeyi hedefler. Marksist-Leninist ideolojiyi, örgütünün stratejisini özümsemesi, eğitiminin diğer bir yanını oluşturur.
Eğitimde amaç, savaşı büyütebilecek donanıma ve disipline sahip kadrolar yetiştirmektir. Gerçekte eğitim, klasik anlamda bir eğitim çalışmasından ibaret değildir. Günlük yaşamın her anına yayılır. Cepheli, okuduğu kitaptan, seyrettiği filmden, eğitim çalışmasından, sohbetlerine, eylemlerine kadar her alanda eğitimini sürekli kılandır. Devrimci ideolojinin, örgütün ölçüleri ve değerlerinin olmadığı yerde düzen vardır. Düzen, gazetelerini, televizyonlarını, reklamını bol yaptığı kitapları, yazarları, filmleri, müzikleri, düşünürleri kullanarak, sistemli bir şekilde kendi ideolojisini ve değerlerini yaygınlaştırmak ister. Bu propagandanın etkisinde kalanlar, istedikleri kadar teorik bilgiye sahip olsun, istedikleri kadar kitabı hatim etmiş olsunlar, önemi yoktur. Böyle bir insanın beyni yararsız bilgilerle dolu çöplük gibidir adeta.
Cepheli’nin beyni en kıymetli organıdır. Orada mücadelenin ihtiyaçlarını karşılayacak bilgiler dışında bilgiye yer yoktur. İhtiyaçlar dâhilinde öğrenir, yeni bilgiler ekler donanımına, öğrenmeye açıktır. Öğrenmek ve öğrenileni pratikte uygulamak, disiplinli bir yaşamı zorunlu kılar. Cepheli’nin eğitiminin bir parçası da, disiplinli bir yaşamı kurmaktır. Cepheli’nin disiplini ideolojik gücüdür. Devrimci hareketin tarihi boyunca, yoldaşlarının kanı pahasına çıkarılan derslerden hareketle konulmuş kurallar bütününe uyulması, disiplinin ilk ve zorunlu adımıdır.
Cepheli yaptığı her şeyin devrim mücadelesini ya büyüteceğini ya da zarar vereceğini bilir. Bu anlamda da, hep devrimin ihtiyaçları doğrultusunda hareket eder, kendini bu doğrultuda eğitir ve geliştirir.
CEPHELİ HALKINI SEVENDİR
Sevmek, birlikte dövüşüp umudu birlikte büyütmektir… Cepheli, sevgisiyle eğitir, değiştirir, dönüştürür, örgütler, militanlaştırır, savaştırır. Sevginin olmadığı bir dünya, sevginin olmadığı bir kavga, bize ait değildir. Devrimciliğimizin içinde büyük bir sevgi vardır; vatan sevgisi, halk sevgisidir bu. Devrimcidir bizim sevgimiz. Kapitalizm kirletiyor, her şeyi pazara çıkarıyor, satıyor. Sevgiyi de. Soysuzlaştırıyor, içini boşaltıyor, ayaklar altına alıyor, yok ediyor. Ve sahtesini yaratıyor, ticari olanını yaratıyor. Bundandır sevgimizin kavgaya içiçe, militan, savaşçı bir sevgi olması. Cepheli’nin sevgisi, Ferhat’ın sevgisidir. Deldiğimiz dağlar sadece Şirin için değildir. Suyu götürürüz susamışa.
Cepheli’nin sevgisi Dadaloğlu’nun sevgisidir. Halk için, onur için, namus için çıkmak gerekirse dağlara, çıkarız. Uğrunda ölecek kadar seviyoruz halkı. Yüzünü görmediğimiz, adını bilmediğimiz milyonlara olan sevgimizdir bizi devrimci yapan. Ve devrimciliğimizin kaynağıdır halkımıza olan sevgimiz. Hilesiz, hurdasız, yalansız, riyasız, çıkarsız… Cahil, korkak, yiğit, bilge… Aç, gönlü zengin, çaresiz, umutlu, eli nasırlı. Yalan söyleyen, doğruluk için ölen, sözünde duran, durmayan, kadın erkek, her ulustan, her inançtan… İşte böyle bir halkı hem de tereddütsüz sevendir Cepheli.
Kişi sevdiği için her türlü fedakârlığı yapar. Korkmaz, kaçmaz, gözünü budaktan sakınmaz. Sevdiği için ölür, öldürür. Aç, susuz kalır. Dağa çıkar, zindana atılır. İnsan olmanın güzelliği, erdemidir bu. Böyle sever Cepheli de. “İnsan sevdiğinin mutluluğunu ister” der halkımız. Cepheli de, halkın yüzü gülsün ister. Sömürülmesin, aç açıkta kalmasın, geleceği kararmasın ister. Bundandır fedakârlığı, emeği, cüreti, devrimci kavgası.
Sevmek, halkın acısını kendi acısı, halkın sevincini kendi sevinci bilmektir. Derdini paylaşmaktır. Birlikte çare aramaktır. Umut vermektir, umut olmaktır. Birlikte dövüşüp umudu birlikte büyütmektir. Gerçek sevginin dayanışmak, paylaşmak, zorluklara birlikte göğüs germek olduğunu bilir Cepheli. Sevgisiyle eğitir; değiştirir, dönüştürür; örgütler, militanlaştırır, savaştırır. Doyurur, ısıtır, besler, iyileştirir, neşelendirir, umutlandırır, güçlendirir.
Sevgiyle çalışan bir beyin, sevgiyle atan bir yürek her türlü fedakârlığı yapar, her cüreti gösterir. Sonuç alır, ayağa kalkar ve kaldırır… Cepheli’nin beyni ve yüreği tepeden tırnağa halk ve vatan sevgisi ile doludur.
Cepheli’nin sevgisi devrimcidir, militandır, bilimseldir.
Sevgisi bu yüzden ölümünedir.
CEPHELİ DÜŞÜNENDİR
Sık sık söylediğimiz bir şey var: Düzen düşünmeyen, sorgulamayan bir gençlik, hatta bütün olarak düşünmeyen sorgulamayan bir toplum yaratmak istiyor. Bu amacında belli bir yol katettiği de gerçektir. Öyleyse, düşünmek, düzenin bir politikasını da boşa çıkarmaktır. Ama düşünmek, elbette bunun da ötesinde hayati bir zorunluluktur. Çoğu insan için düşünüp düşünmediğini sorgulamak bile abestir. “Düşündüğünü” sanıyordur. Fakat aslında çok da düşünmüyordur. Yüzeyseldir. Sorgulamaktan, nedenlerini anlamaktan uzaktır. İlk akla gelen söylenir, düşünmeden konuşulur genelde. Oysa biraz üzerinde durup düşünüldüğünde ilk söylenenden çok daha farklı sonuçlara varmanın da mümkün olduğu görülür. Bazen de, “hayalcilik”le düşünmenin birbirine karıştırıldığı olur. “Elbette düşünüyorum” denir ama şöyle bir durup bakıldığında, aslında düşünmediğinin, bütün gün sadece “kurduğunun”, beyninin boş, hedefsiz, plansız düşünceler peşinde koşturup durduğunun farkına varır.
Oysa bir insanın beyni en değerli hazinesidir. Kitapların kitabı, fabrikaların fabrikası, üniversitelerin üniversitesidir. Etrafımızda doğa dışında görüp görebileceğimiz her şey insan beyninin ürünüdür. Ve bir insan beynini kullanabildiğinde artık büyük bir güce sahiptir. Beyni kullanmak, düşünmekle başlar.
Düzen, düşünen, beynini kullanan halkın neleri yapabileceğini iyi bilir. Burjuvazi tarihte bunun “acı” tecrübelerini defalarca yaşamıştır. Bunun içindir ki düşünmeyen, sorgulamayan, kendine sunulanla yetinen bir toplum yaratmaya çalışır. Burjuvazinin eğitim sisteminden iletişim araçlarına, empoze ettiği kültüre kadar her şey bu amaca yöneliktir. Düşünmemek, hiçbir şeyi sorgulamamak, kendine sunulanla yetinmek, baştan düzene boyun eğmeyi kabul etmektir. Düşünmeyen kendi gücünün farkına varamaz.
Cepheli düşünür! Bu yanıyla da düzenin karşısında alternatiftir, düzenin asla fethedemeyeceği bir kaledir. “Her şey beyinde başlayıp biter”. Cepheli için de asıl eylem alanı asıl mücadele alanı her şeyden önce beynidir. Düşünmek, savaşmaktır. Düşünmemenin sıradanlaşmak demek olduğunu, yozlaştıracağını, çürüteceğini biliriz. Düşünmek, kafa yormak ise, birçok şeyi başarmak için önemli bir adımdır. Düşündüğümüzde mutlaka bir yol buluruz. En olmaz denileni yaratırız. Yanlışlarımızı, hatalarımızı düşünerek bulur, dersler çıkarırız. Eksikliklerimizi görür gideririz. Ufkumuz genişler düşündükçe…
Bu yanıyla Cepheli için düşünmek iradidir. İlk aklımıza geleni söylemeden, plansız bir adım atmadan önce, bir karara varmadan, bir işi yapmadan önce, mutlaka en az otuz saniye düşünmeliyiz. Bunun ötesinde ise, düşünmek asıl olarak bir eylemdir, bir faaliyettir, devrimci faaliyetin uyanık olduğumuz her dakikasında devam eden bir parçasıdır.
Cepheli düşünür, beynini kullanır.
Cepheli bunu yaptığında, yenilmezdir.
Emperyalizm asla insan beyninden daha gelişkin bir silah bulamayacaktır.
CEPHELİ CÜRETLİDİR
Cephe demek, cüret demektir. Cephe tarihi “yapılamaz” denilenin yapılmasının, en ağır yüklerin altına girmekten çekinilmemesinin örnekleriyle doludur. Bu tarihte, kimilerinin teslim olduğu, kimilerinin ricat kuyruğuna girdiği, 12 Eylül döneminde silahlı mücadeleyi yükseltme kararı alabilme cüreti vardır. Cunta hapishanelerinde “bu devlet politikası, geri adım attırılamaz” denilerek uzlaşmacılık teorileştirilirken, bedeli ne olursa olsun diyerek cüretle direnme kararı alan ve o bedeli de ödeyen bir cüret vardır. 1990’ların başlarında “silahların devri geçti” teorilerine “Atılım”la, silahlı mücadeleyi büyüterek ve yayarak cevap verebilme cüreti de devrimci hareketindir.
Cüret, kuşatmalar altında çatışarak şehit düşmektir.
Cüret, Susurluk nezdinde devlete cephe almaktır.
Cüret, bulunduğun mevzileri meşruluğuna tam inançla, barikatlarla savunabilmektir.
Cüret, uzlaşmamaktır. Oligarşiden icazet almaya çalışmamaktır.
Cephe’nin tarihi, emperyalizme, oligarşiye hiçbir koşulda boyun eğmeme cüretinin tarihidir.
Cepheli, bulunduğu her yerde bu cüretin temsilcisidir. Düşüncede de, pratikte de cüretlidir. Yılgınlığa, umutsuzluğa düşmez. Kimsenin de düşmesine izin vermez. Her işin yapılabileceğine inanır, hem de tek başına da kalsa! Ödenecek bedeller, alınan riskler, onu korkutmaz, yıldırmaz. Çünkü risklerden ve bedel ödemekten kaçanlar, asla gereken siyasi cüreti gösteremezler.
Cepheli’nin cüretinin kökeninde kendine güven vardır. Yalnız bırakılabileceğini düşünerek, tavrından vazgeçmez. Çevresinde kimse olmasa da en zor görevlerin, ağır işlerin başarılabileceğine inanır. Onun güveni kendinedir, halkına, yoldaşlarına, örgütünedir. Bunu bilerek cüreti kuşanır. Tek başına da kalsa, direniş ve savaş çizgisini sürdürecektir. Tek başına da kalsa yapılacak işleri üstlenme cüretine sahiptir. “Bu mahalleyi örgütleyeceğiz”, “Bu eylemi yapacağız”, “Bu insanı kazanacağız” der. Cepheli’nin cüreti, faşizme olan kininden, halka olan sevgisinden beslenir. Bu öfkeyle düşmanın karşısına dikilir. Hesap sorma, örgütlenme iddiasından kimse alıkoyamaz onu. Cüretinin, kararlılığının karşılığında, düşmanın baskısını arttıracağını, tutsak düşmenin de, işkencelerden geçirilmenin de, infaz edilmenin de ihtimal dâhilinde olduğunu bilir. Ve cüret, elbette bunları göze alabilmektir.
Cüreti önderlerimizden öğrendik, şehitlerimizden öğrendik. Dayı bizlere “İradi olun. İradi olmak; emek ve cürettir.” diyordu. Onların yol göstericiliğinde hep düşmana meydan okuyan bir hareket olduk. Ne Cephe’nin, ne tek bir Cepheli’nin pratiğinde düşmanla uzlaşma arayışı olmadı; hiçbir nedenle yapılması gerekenlerden vazgeçilmedi. Hiçbir koşulda korkuların, kaygıların esiri olunmadı. En zorlu koşullarda yaratılan büyük direnişler, adaleti yerine getiren eylemler ve kahramanlıklar yaratan, bu cürettir. Burada sözü edilen asla kişiselleşmiş korkaklık veya cesaret değildir.
Cepheli’nin cüreti politik ve ideolojiktir. Cüretinin temelinde halka güven, davaya sarsılmaz inanç, örgüte güven, iktidar iddiası ve perspektifi vardır. Bunlara sahip olamayanlar, cüretli de olamaz.
İNİSİYATİFLİ OLMAK
Devrimci mücadele önümüze daima yeni görevler, sorumluluklar, hızla müdahale edilmesi gereken gelişmeler çıkarır. Bunun da ötesinde her an karşımıza çıkan tüm olanakları, ilişkileri değerlendirmek, koşulları ve çalışmalarımızı devrimcileştirmek, mücadeleye hizmet eder hale getirmek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Cepheli, bulunduğu alanda, birimde hiç zaman kaybedilmemesi, hızla müdahale edilmesi gereken gelişmeler yaşandığında, inisiyatif koyarak, yapılması gerekeni yapabilendir.
Somutlayacak olursak; devrimcilere, değerlerimize, halka, namusa yönelik saldırılar böyledir mesela. Cepheli bu anlarda ne talimat bekler, ne de yanlış yapmaktan korkar. Yanlış yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Nitekim Gazi, Nurtepe ayaklanmaları, 1 Aralık işgali ve daha birçok direnişler böyle bir insiyatif anlayışıyla ortaya çıkmış direnişlerdir. 1 Aralık 1989’da İstanbul’da Basın Yayın Yüksek Okulu’nda Hamiyet Yıldız adlı devrimcinin tek başına faşistlere meydan okumasındaki cüret, Gazi’de Ali Haydar’ın “Hedef Karakol” deyişindeki netlik, Zehra Öncü’nün şehit düşerken düşmana kayıp verdirme kararlılığı… aynı inisiyatif anlayışıdır.
İnisiyatif, yalnızca ani gelişmeler karşısında alınan tavır olarak da anlaşılmamalıdır. Cepheli, örgütlenme çalışmalarında, eğitimde, askeri alanda, devrimci mücadelenin her anında inisiyatif sahibidir. Bu anlayışla harekete yeni olanaklar, ilişkiler yaratır. Kendini sadece kendi alanıyla, kendi işiyle sınırlamak gibi bir bakışı olmaz. Edilgen, bürokrat, memur kafalı değildir. Gördüğü olumsuzluklara, yetersizliklere örgütsel mekanizmalar içinde müdahale eder, gerektiği yerde sorumluluklar üstlenir. Bu gerçek ışığında, her Cepheli inisiyatif sahibidir. Gerektiği zaman ve yerde, inisiyatif kullanmayı bilir. İnisiyatif sorumluluk üstlenmektir. Cepheli sorumluluktan kaçmaz. Bunun sağlıklı olması için, yanlış yapmamak için kendini sürekli eğitir, geliştirir, daha çok emek sarfeder. Cepheli’ye inisiyatif kullanırken yol gösteren dört önemli şey vardır: İdeolojimiz, tarihimiz, geleneklerimiz, duygularımız… Bunlara göre tavır belirlediğimizde yanlış yapma ihtimali asgariye inecektir.
Dayı bu konuda da öğretir: “Devrimci ilişkilerde, her şeyden önce yaratıcılık ve inisiyatif esastır. Yaratıcılığını ve inisiyatifini geliştirmeyenler, devrimci ilişkileri emir alıp verme olarak kavrayanlar, emirleri de uygulamazlar.”
Cepheli için inisiyatif sadece belli anlarda ortaya çıkmaz; bir süreklilik, bir ruh hali, bir çalışma tarzıdır. Emekle, eğitimle, coşkuyla besler onu Cepheli. Tavrının doğruluğundan emin olduğu, yukarıdaki temel ölçülerin süzgecinden geçirdiği noktada, kendinden emin ve cüretli olmalıdır inisiyatif kullanırken.
Mücadele böyle büyür. Yeni direnişler, destanlar böyle yaratılır…
CEPHELİ SİKAYETÇİ DEĞİLDİR
Şikâyet etmeyi çok farklı boyutlarla da ele alabiliriz, ama biz bu yazımızda; sorunlar karşısında sızlanmak, yakınmak şeklinde ele alacağız. Bir insan çözümlenmeyen sorunlar karşısında şikayet eder. Çünkü kendisini sorunun odağında görmez. Çözümü kendi dışından, başkalarından bekler. Biz neden şikâyet ederiz? Ya da söyleniriz. Hem de hiç düşünmeden? Karşılaştığımız sorunları çözemediğimiz durumlarda şikâyet ederiz. Bu sorun ya da sorunlar ufak ya da büyük olabilir. Sorunun boyutu ne olursa olsun, çözülmediği için önümüzde engeldir. Önümüzdeki bu engeli aşamadığımızda, başlarız şikâyet etmeye. Örneğin; ekonomik sorunlarımız vardır, para bulamayız. Ve her karşılaştığımız insana para sorunundan söz ederiz. Ya da bir arkadaşımız disiplinsizdir. Eleştirmemize rağmen adım atmıyordur. O sorun bizim için kördüğüm olmuştur. İlk fırsatta birilerine şikâyet ederiz.
Bu doğru bir tarz mıdır?
Tabii ki hayır. Sorun her zaman, her yerde karşımıza çıkar. Ancak iş yapılmayan yerde sorun yoktur. Ekonomik sorun, insanlarla yaşanan sorunlar vb. karşımıza çıkar. Şikâyetin nedeni çıkan sorun ya da sorunlar değildir. Sorunları çözmek için iradi olmamamızdır. Şikâyetçiler kimlerdir; onlara bakarsak, hemen hepsinde ortak yan şudur: Var olan sorunları görürler, ama doğru değerlendiremezler. Ondan öte çaba sarf etmezler. Halkımızın deyimiyle ellerini taşın altına koymazlar.
Neden böyle davranırlar?
Sorun çözmek, adım attırmak, sorumluluk üstlenmeyi gerektirir. Ufak ya da büyük, çözüm için atılan her adım için sorumluluk duymak, sorumluluk almak gerekir. Bu, sahiplenmeyi, emek vermeyi gerektirir. Büyük bir ailenin içindeyiz. Ve bu ailenin her bir ferdinin yaşadığı bir sorun bizi de etkiler. O sorunu çözmede bize de görev düştüğünü görüyorsak, yanlışı görüp doğrusunu biliyorsak, onu göstermek düşer bize. Bir kere söyleyip geçmekle sonuç alamayız. Bir kere değil, gerekirse 10 kere anlatacağız. Her defasında bir başka yol deneyerek anlatacağız, ta ki kavrayana kadar. Örneğin, disiplinsizlik yapan arkadaşımızın disiplin sorununu çözmek için önce tanımak, sonra emek vermek gerekir. Sürece yayılan bir emektir bu.
Şikâyetçiler ise sorunu sahiplenmezler. Sadece olumlulukları sahiplenirler. Çıkan sorunlar, olumsuzluklar başkalarına aittir. Başkalarının çözmesini beklerler, seyrederler. Ya da şikâyet ederler. Var olan sorunu görmek ya da söylemek yeterli diye düşünürler. Bu anlayış, devrime değil, düzene hizmet eder. Çözdüğümüz her sorun, bizi büyütür, güç katar, çözülmeyen her sorun ise devrimin önünde engeldir.
Cepheli düzeni değil, devrimi büyütmek için, sorunlar karşısında şikâyetçi değil, çözen olmalıdır.
Cepheli nasıl sorun çözebilir?
Bir aile, hem de büyük bir aile olduğumuz unutulmamalıdır. Nasıl ki, bir ailede sadece güzellikler yaşanmıyorsa, aile fertleri çıkan sorunları beraber çözüyorsa biz de karşımıza çıkan sorunlara bu anlayışla bakmalıyız. Ben de bu ailenin bir ferdiyim. Sorun benim de sorunum demeliyiz. Bu ufak-büyük tüm sorunları sahiplenmemizi sağlar. Bu birinci adımdır.
İkinci adım olarak, sorunu çözebileceğimize inanmalıyız. İnanmak bize güç verir. İnanarak adım atmak, karşımıza çıkan sorunları ufaltır. İnanmadan yasak savmak için çabalamak ise sorunu büyütür.
Bundan sonraki adım ise emektir. Emek, sabır ve ısrarla çözülmeyecek sorun yoktur. Her sorun çözülebilir. Yeter ki isteyelim ve ısrarcı olalım. Büyük ailemizden alacağımız güçle tüm bunları başarabiliriz.
CEPHELİ’NİN MİZAH ANLAYIŞI ALAYCI, AŞAĞILAYICI ESPRİ, MİZAH DEĞİLDİR ESPRİ YAPTIĞINI İDDİA
EDENİN DÜZENDEN ALDIĞI AŞAĞILIK DUYGUSUDUR YOLDAŞLAR BİRBİRİNİ AŞAĞILAMAZ, BİRBİRİNİ
SAHİPLENİR
Mizah yaşamımızda sık sık yer almaktadır. Birçok alışkanlığımız gibi, mizah da ailemizden, çevremizden, en genel olarak da bizim dışımızdaki faktörlerden oluşmaktadır. Devrimci saflara gelirken düzenden aldığımız birçok eksiği, zaafı, çeşitli alışkanlık ve anlayışları da birlikte getiririz. Bunun böyle olması anormal bir durum değildir. Ancak devrimci hareketin saflarına katılmış, devrimcilik gibi onurlu ve cüretli bir işi yapmaya da karar vermiş bir Cepheli, espri anlayışını da gözden geçirmelidir. Cepheli, düzen alışkanlıklarından devrimci kültürü özümseyerek arınır. Bunun başka bir yolu yoktur. Cepheli’nin espri anlayışı ile düzenin mizah, espri anlayışı arasında kalın çizgiler vardır. Ve Cepheli’nin yaşam tarzını oluşturan her davranış gibi espri anlayışımız da ideolojimize, ideallerimize uygun olarak şekillenmelidir. Cepheli’nin birbirleriyle olan ilişkilerinde de mizah hep vardır. Bizler, somurtkan insanlar değiliz… Yaşama dört elle bağlıyız ve ideallerimizi gerçekleştirebilmek için mücadele ediyoruz. Bununla birlikte bir de mizah anlayışımız var. Yeri geldiğinde birbirimize karşı espri de yaparız, güleriz, kahkaha atarız… Ama burada önemli olan yaptığımız esprilerin içeriği ve hangi anlayışla yapıldığıdır. Yine bunun kadar yeri ve zamanı da önemlidir. “Esprinin zamanı mı olur?” diye düşünenler olabilir. Evet olur!
Cepheli olur-olmadık yerde ve zamanda espri yapmaz, yapmamalıdır. Örneğin bir cenaze yerinde espri yapılmaz, gülünmez. Bu bizim ruh halimizle, hissettiklerimizle ilgili bir durumdur çünkü. Yine örgütsel bir toplantı ya da ciddi bir iş yapılırken espri yapıp da gülmenin yeri yoktur. Zira bu durum o ortamın sulandırılması ve bir ciddiyetsizliğin oluşması anlamına gelir. Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir. Halk ilişkilerimizle, ama özellikle çevremizde duran, derneklerimize gelip giden genç kesimle kurduğumuz ilişkilerde mizah anlayışımız çok önemlidir. Yeri gelir karşılıklı espriler yapılır ve gülünür. Karşımızdaki insanlar, eğer dikkat edilirse, yaptıkları espriler filmlerden ve bolca da dizilerden alınmış esprilerdir. İçi boş, sulu, düzeysiz ve en önemlisi yozlaştıran ve yozlaşan düzen mizahı, şu ya da bu şekilde insanlarımıza da bulaşmıştır. Bizimle konuşurken, espri yaparken, isteyerek ya da istemeden düzenin dilini kullanırlar. Oysaki o dil yozlaştırmanın ve değersizleştirmenin dilidir. O dil insan ilişkilerinin, değerlerinin sulandırılmasının, içinin boşaltılmasının dilidir.
Cepheli, böyle bir espri anlayışını masum görüp, derneklerimizde ya da bizim bulunduğumuz yerlerde bu dilin, espri anlayışının hayat bulmasına müsaade etmemelidir. Bunun çeşitli yöntemleri vardır. Öncelikle o espri anlayışının düzenin dili olduğu anlatılmalıdır. Dizilerden, filmlerden alınmış esprilerin ne denli değersiz ve anlamsız olduğu sabırlı bir şekilde anlatılmalıdır. Ama en önemlisi düzenin mizah anlayışına karşı alternatif olarak bizim kendi mizah anlayışımızı koymalıyız.
Cepheli’nin bir devrimci kültürü vardır ve espri, mizah anlayışı da buna göre şekillenir. Düzenin yoz kültürü ve espri anlayışının yerine kendi devrimci kültürümüzü koyacağız ve yaygınlaştıracağız. Bizim kültürümüz hiçbir soruya dahi yer olmayacak kadar berrak ve açıktır. O zaman Cepheli kültüründen besleneceğiz. Bizim espri anlayışımızda yoldaşlarımızın fiziksel kusurları ve eksikleri ile, davranışlarındaki kusurlar ve eksiklerle DALGA GEÇMEK yoktur. Çünkü Cepheli, bilir ki yoldaşının eksiği ve kusuru kendisinin eksiği ve kusurudur ve bunu değiştirmenin yolu esprisini yapmak, aşağılamak değil eleştiri, özeleştiridir.
Alaycı, aşağılayıcı bir tarz, espri değil espri yaptığını iddia edenin aşağılık duygusudur. Kendi aşağılık duygusunu devrimci bir eleştiri özeleştiri ile aşamayan başkalarını aşağılayarak kendini tatmin ediyordur. Yani açıkça söyleyelim bu tür espriler, aşağılık duygusu içindeki zavallıların tarzıdır. Zavallılık Cepheli’ye yakışmaz. Cepheli’ye yakışan eleştiri özeleştiridir. Burjuvazi espri yapanların çok zeki olduklarını savunur. Yapamayanlar aptaldır der. Hayır, bu koca bir yalandır. Burjuvazinin dayanışmayı, eleştiri özeleştiriyi engellemek için, bu tür yozlukları pohpohlamak için uydurduğu bir yalandır. Ortada zekâ değil; kabalık vardır.
Ortada zekâ değil; bencillik vardır.
Ortada zekâ değil; aşağılık duyusu vardır.
Ortada olsa olsa zekâya hakaret vardır. Çünkü zekâ anlayıştır, zekâ dirayettir, zeka sevgidir, zeka sezgidir, zeka insana hastır. Espri, düzenin de empoze etmeye çalıştığı gibi birbirimizle alay etme, aşağılama tarzında olamaz. Elbetteki kendi içimizde de espri yaparız. Fakat kendi aramızda yaptığımız espri, geliştirici ve öğretici olmalıdır. Bir Cepheli espri yaparken zamanını, zeminini, biçimini yerli yerine oturtmalıdır. Burada düzenin biçimlendirdiği espri tarzından uzak olmalıyız. Unutmayalım ki düzene açılan her kapı bir olumsuzluğun da kaynağıdır.
Espri bir silahtır da aynı zamanda. Ve Cepheli mizah sanatını düzene karşı kullanmalıdır. Yani burjuvazinin salaklıklarını, beceriksizliklerini espri konusu yapmalıdır.
Eleştirerek, teşhir ederek, yorumlayarak.
CEPHELİ DİKKATLİ VE ÖZENLİ İŞ YAPANDIR
Cepheli her işini aynı dikkat ve özenle yapar. Onun için büyük iş-küçük iş, kolay iş-zor iş yoktur. Yaptığı tüm işlerin halkta bir etkisi olacağını bilir ve bu bilinçle yapar işlerini. Cepheli, yaptığı işlerle halkta bir bakış açısı yaratmalıdır. Halkımız, işini yapış şeklinden tanımalıdır Cepheli’yi. Yaptığı işlerde, “Bu pankart Cepheli’nin pankartı, bu yazılama Cepheli’nin yazısı, bu eylem Cepheli’nindir…” gibi sözler söyletir Cepheli. Bu sözlerde hem sahiplenme vardır, hem de beğeni ve gurur. Cepheli bugüne kadar yarattığı kültür ile her işini özenerek ve düzgünce yaptığını göstermiştir halka. Yaptığımız işlerdeki özenimiz, dikkatimiz, isteğimiz, işimizin sonucuna da yansır. Yaptığımız iş bizim imzamızdır. Cepheliler yaptıkları özenli işlerle, aldıkları sonuçlarla yer eder halkın hafızasında. Cepheli’nin kimliği, yaptığı özenli, dikkatli işleridir. Biz böyle bir kültürün yaratıcısı, savunucusuyuz. Hiçbir zaman baştan savmacı, üstün körü iş yapan değildir, olmamalıdır.
Peki her zaman bu kimliğimize denk davranıyor muyuz? Eksik yanlış yaptığımız olmuyor mu? Mutlaka oluyor. Yaşamda da örnekleriyle karşılaşıyoruz bunun. Mesela duvarlarda, aceleyle yazılan, imlâ hataları olan yazılamalar görüyoruz. Ya da özensiz yazılmış pankartlar, özensiz öylesine asılan afişler, kapı altlarından atılıp gidilen bildiriler… Özensizlik, emek vermemektir. Yapılan işin sonucunun ne olacağını, önemini, bize ne kazandırıp ya da bizden ne götüreceğini göremeyenler özensiz olur. O zaman öğreneceğiz, işimizin önemini kavrayacağız, emek vereceğiz, ısrarcı olacağız. Cepheli, nasıl yazılama yapılır, nasıl afiş yapılır bilmiyorsa öğrenmelidir. Ve öğrendiklerini büyük bir dikkat ve özenle pratiğe geçirmelidir. Yaptığımız işlere gösterdiğimiz özen, kendimize ve karşımızdakine olan saygımızın da ifadesidir aynı zamanda.
Cepheli yukarda saydığımız olumsuzlukların bizim olmadığını fark eden ve bunları düzeltmek için mücadele edendir. Özensiz, gelişi güzel, dikkatsiz, kaba, küllemeci yapılan her iş bizim gücümüzü zayıflatır, düzene güç verir. Aldığımız her olumlu sonuçsa devrimimizi büyütür. Tüm Cepheliler’in görevi devrimi büyütmektir. En küçük- büyük iş ayrımı yapmadan tüm işlerin devrime hizmet ettiğinin bilincinde hareket etmeliyiz. “Sen daha bunu yapmaya özen gösteremiyorsun gerillada nasıl özen göstereceksin” diye… Burada cevap “orası başka, burası başka” olur. Hayır, her Cepheli sürekli bir savaşçı gibi işinin ciddiyetinde olacaktır, işindeki özensizliğin ortaya çıkaracağı sonuçların tutsaklıklara, ölümlere mal olabileceğini bilecektir. İktidar bilinciyle hareket edecektir. Emeğine yani onuruna sahip çıkacaktır, özensiz, baştan savma yapılan işin kendi emeğine hakaret olduğunu bilecektir.
Sonuç olarak, bir Cepheli; emeğine yani onuruna sahip çıkmalı, yaptığı tüm işlerde aynı bilinçle; Cephe için, halk için, devrim için diye bakmalıdır.
CEPHELİ YAPTIĞI İŞTEN ZEVK ALIR, SONSUZ BİR ENERJİYLE ÇALIŞIR
Devrimcilik, gönüllülük temelinde yapılır. Kimse bize zorla devrimcilik yaptıramaz, zorla devrimciliğimizi bitiremeyeceği gibi… Gönüllülük esas olduğu için; yaptığımız iş, sorumluluklarımız bize yük değil, aksine mutluluk kaynağıdır. Günde 20 saate yakın çalışıp da mutlu olan bir işçi gördünüz mü? Aç kalıp da, şevkle insanlara bir şeyler anlatmaya çalışan birisini… Peki bir de devrimcileri düşünün… En zor işi yaparken bile ne kadar mutlu ve huzurludurlar. Örneğin; feda eylemine hazırlanan bir devrimciyi ağlarken gördünüz mü? Hâlbuki birkaç dakika sonra hayatını, elindeki tek şeyi verecektir… Ama ne kadar mutlu ve onurludur…
Cepheliler, düzenin dayatmalarını tepetaklak ederler. Onlar katlanmayı, zoru dayatır; biz gönüllüğü, işlerimizden zevk almayı esas alırız. Bunun için özel olarak sevdiğimiz bir iş olmasına da gerek yoktur. Cepheli, devrimi büyütecek olan her işi bir sıra neferi gibi omuzlayıp yapabilir. Bilmediği işi de hızla öğrenebilir. Bunun için okula gitmesine, diploma almasına da gerek yoktur üstelik. İşi bilen başka bir yoldaşından veya koşullar el vermiyorsa bizzat kendisi deneyerek öğrenir. İhtiyacımız neyse odur belirleyici olan. Cepheli kendisini, fabrikada ücretle çalışan bir işçi ya da amiri ne diyorsa yapan bir memur olarak görmez. Üstelik yaptığı işler için para da almaz. Hatta paraya ihtiyaç varsa, onun yaratması gerekir bazen…
Cepheli, yaptığı işe devrimci ruhunu koyar. Hangi idealler için çalıştığını bilir. Bunun bilinciyle coşkuyla, şevkle çalışır. Yaptığı işten zevk alır. Yorgunluk, tatlı bir mutluluktur bizim için. Emeğimizin sonucunu görürüz, çünkü emeğimize değer verildiğini görmüşüzdür. İşte bu yüzden bir Cepheli açlık grevi yaparken mutludur. Burjuvazinin düşünce sistemini yıkar bu anlamıyla. Burjuvazi açısından mantıksız gibi gelebilir ama açlık grevi yaparken, onur duyarız, gurur duyarız kendimizle. Bedenimize söz geçirebildiğimiz, irademize hükmedebildiğimiz içindir mutluluğumuz. Cepheli’nin sonsuz bir enerjisi vardır. Bataryayı şarj eden elektriktir. Cepheli’ye enerjisini veren ise inancıdır. İnanç nedir; bilgi ve gerçeğin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir duygudur.
Sınıfsal kinidir enerjisinin kaynağı. Devrimcileşen bilincidir. Oflamayan, puflamayan, yeni insan olma yolundaki neferdir Cepheli. Burjuvazi, emeğine yabancılaşmayı öğretir. Bir işçi fabrikada vida üretir, ama ürettiği vidanın buzdolabının kapısını sıkmaya yaradığını bilmez. Bilmediği için de, kendini tekrar eden sıkıcı bir işe dönüşür. Buzdolabını satın almaya parası da yetmediği için, yani üretimine katkıda bulunduğu malı kendisine alamadığı için mutsuzdur. Çalışmak onun açısından karın doyurmak için bir zorunluluktur.
Cepheli ise, emekle yoğrulur. Emeğinin nereye gittiğini bilir. 2 saat mahallede dergi satışı yapıp, 1 dergi satıyorsa; en azından bir eve ulaştığını bilir, harcadığı emekten dolayı hayıflanmaz. Cepheli’nin enerjisi bitmez; çünkü kolektif çalışır. Bütün yük tek kişinin omuzlarında değil, komitenin omuzlarındadır. Bilen bilmeyene öğretir. Parası olan olmayana verir. Sağlam olan hasta olana bakar. Tutsak düşen dışarıdakinin eksiklerini tamamlamaya çalışır, dışarıdaki de içerdekinin ihtiyaçlarını gözetir. Sahiplenme ve paylaşım coşkuyu, zevkli çalışmayı getirir. Emeğinin kıymetli olduğu bir örgütlenme içinde olmak enerjiyi büyütür… Cepheli için bu yüzden kolektif çalışma tarzı ve emek önemlidir.
Cepheli iktidarı hedefler ve bilir ki küçük büyük iş yoktur. Çünkü her iş iktidarı daha da yakınlaştırır. Aynı ailenin üyeleri olmak, tek bir yumruk olmak, hayattan zevk almamızı, yaptığımız işi sonsuz bir enerji ve zevkle yapmamızı getirir.
CEPHELİ MİLİTANCA DÜŞÜNENDİR
Sözlüklerde militan: “Bir düşüncenin bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadeleci” olarak geçmektedir. Bizim militan sözünü ilk duyduğumuzda aklımıza gelen, mücadelenin askeri alanında korkusuzca savaşan, cesaretli, söyleneni tereddüt etmeden yapandır. Evet bunlar da militanın özelliklerindendir. Mücadelenin askeri alanında da militanlık sadece bu özelliklere sahip olmakla bitmiyor. Aslında militanlık bir ruh hali, yaşam ve düşünce biçimidir. O nedenle sadece askeri anlamda bir militanlık aklımıza gelmemeli. Militanca yaşamak… Militanca düşünmek Militanca çalışmak… Militanca savaşmak… Yani militanlık yaşamımızın bütünüdür.
Bir devrimci düşünün; bir iş yapacak ama en küçük bir sorunu bile çözmekten aciz kalıyor. Koşullara teslim oluyor. Kurallı ve ilkeli davranmıyor. Her şeye yapılabilir, edilebilir gibi değil de olmazcı yaklaşıyor. Kendi zaafları ve eksikleriyle barışık yaşıyor, ne kendisiyle ne de başkalarıyla çatışmaya cesaret edebiliyor. Bir şey okumuyor, yeni bir şey öğrenmiyor, öğretmiyor. Eleştiri- özeleştiri zaten onun kitabında hiç yok. Böyle bir devrimci, istenilen sonucu alabilir mi? Elbette alamaz, ayrıca bırakalım istenilen sonucu almasını, elde olanı da tüketir, bitirir. Bir devrimci böyle olamaz. Bunun sonucu yozlaşmadır, çürümedir, gideceği yer düzendir. Bu yüzden devrimci MİLİTAN OLACAK.
Peki, bir devrimci nasıl militan olacak?
Kurallara ve ilkelere kesinlikle uyacak. Kurallar işin güvenliği için gereklidir, ilkeler ise bizim vazgeçilmezlerimiz, olmazsa olmazlarımızdır. Böyle değerlendirecek, ilkeler hayatidir. Düzenle, hangi biçimde karşısına çıkarsa çıksın uzlaşmayacak. Her sorunun üzerine gidecek, bize, devrimci değerlere aykırı gelen hiçbir şeyi kabul etmeyecek. Eleştiri ve özeleştirinin gerçeği ortaya çıkartmak ve akılcı çözümler bulmak olduğunu unutmayacak. Bunlar için ideolojik düzeyini yükseltmek, doğru-siyasi çizgiyi benimsemek ve çalışmadaki eksiklerin üstesinden gelebilmek için ideolojik eğitimini süreklileştirecek. Sonuç alana kadar defalarca düşünecek, kesinlikle vazgeçmeyecek; kendini ve düşmanı tanıyacak. Cepheli, militanlığın kişisel bir cüretten öte meselelere bilimsel bakabilmek olduğunu kafasından çıkartmayacak. Çünkü kişisel cüret ve cesaret dönemseldir. Bilimsel bakmak ise militanlığı bir çizgi haline getirmektir. Bilimsel bakış; diyalektik materyalizm’dir. En geçerli, en doğru, en militan düşünme şeklidir. Devrimcileri militanlaştıran bu bakış açısıdır. Militanlık bu ideolojinin kendisindedir. Diyalektik ve tarihsel materyalizm tarihin en militan sonucu DEVRİMİ yaratmıştır çünkü. Militanca düşünen için; nerede ne olduğu ve hangi işi yaptığı değil; onları nasıl yaptığıdır belirleyici olan.
Militanlık iş, insan, faaliyet örgütlemektir. Alanına vakıf olmaktır, nerede ne oluyor, kim ne yapıyor, ne düşünüyor, ne durumdadır bilmektir. Hangi işi nasıl örgütleyeceğini düşünen, bilen, bilmiyorsa sorup öğrenen, sonuç alandır. Sorunları çözen, sorun karşısında çaresiz kalmayan, sorunlardan korkmadan her engeli aşan, sorunları çözüp işi yapılabilir hale getiren, sorun çözerken eğitendir. Her koşulda, her durumda insanları eğiten, gerekçeleri olmayandır. Düşman karşısında hiçbir koşulda taviz vermeyendir.
Cepheli militanca düşünür ve çalışır. Ancak böyle bir düşünce ve çalışma tarzı devrimi gerçekleştirecektir. Cepheli’nin militanlıktan anladığı budur.
CEPHELİ ZAMANIN DİZGİNLERİNİ ELİNDE TUTANDIR
Zaman nerede olursak olalım akıp geçer. Bizim sorunumuz zamanın akıp geçmesi değil, nasıl geçtiğidir. Çoğumuz zaman sorunu yaşarız, zamanın yetmemesinden şikâyetçi oluruz. Gün 24 saattir bunu daha fazla uzatamayız. O halde zaman sorunumuzu çözmenin başka yolunu bulmalıyız. Bu sorunu çözmek zamanı doğru kullanmak demektir. Zamanı doğru kullanmak ise programlı olmak ve o programı uygulamak demektir. Gün içinde hangi işi ne zaman, ne kadar sürede yapacağız, gideceğimiz yere kaç saatte varacağız, ne zaman döneceğiz, ne kadar kalacağız… Tüm bu ayrıntıların belirli olmasıdır.
Kendiliğindencilikten kurtulup iradi olmaktır zamanı doğru kullanmanın yöntemi. “Yetiştiremedim, unuttum, zamanın o kadar hızlı geçtiğinin farkına varmadım…” bu konuda en çok karşılaştığımız, kullandığımız sözlerdir. Cepheli bu kelimeleri yaşamından silmelidir. Bunu ise zamanı doğru programlayarak başarabilir. Zamanı doğru kullanmazsak ne olur? En özet hali ile zamanı doğru kullanmamak, işlerin birikmesi ve bir süre sonra da içinden çıkılamaz bir hale girmesi demektir. Bunu yaşamımızdan şöyle örnekleyebiliriz.
Gün içinde yapmamız gereken 5 iş olduğunu düşünelim, ama bu işlerin hangisini, ne zaman, kiminle, ne kadar sürede yapacağımızı programlamamışsak bazen tüm günümüz bir işle ya da o günün 2-3 işi ile geçer ve zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile olmayız. Bu durumun 2-3 gün devam etmesi bile arkamızda dağ gibi bir iş yığınının birikmesi demektir. Biriken işler moralimizi bozar, motivasyonumuzu düşürür. Bir sonraki aşama ise ‘ben bu işi yapamıyorum’ düşüncesidir. Oysa doğru planlayıp o plana uyduğumuzda işlerimizin hiçbiri yapılmayacak işler değildir. Bilmediğimiz, daha önce hiç yapmadığımız bir iş bile olsa, zamanı doğru kullandığımızda bilmediklerimizi öğrenip işimizi yapabiliriz. Ancak zamanımızı programlamaz, 3-5 saatten, 3-5 günden bir şey olmaz rahatlığı ile davranırsak, giden zamanımız ve devrimciliğimiz olur.
Cepheli’nin 1 günü, 1 saati, 1 saniyesi bile önemlidir. Çünkü Cepheli savaşı kazanmanın veya kaybetmenin bir an meselesi olduğunun bilincindedir. Randevusuna 5 dakika geç gittiğinde, sonra dediğinde ağır bedellerle karşılaşabileceğini bilir Cepheli. Cepheli’nin tarihi bunu öğretir. Bir işin zamanında yapılmamasının yoldaşlarının şehitliğine, tutsaklığına, daha fazla çalışmasına mal olacağını bilir Cepheli. Bunları bildiği için de her anını, her saatini böyle bir hassaslık ile programlar ve o programı hayata geçirir. Çünkü Cephe bir savaş örgütüdür. Cepheli her an düşmanla karşı karşıyadır. Bu, kimi zaman dış düşman, kimi zaman iç düşman suretindedir. Düşmanın sureti ne olursa olsun Cepheli zaman silahını düşmana doğrultandır. Boşa geçen, programsız geçen zaman, düşmanın silahını doldurur. Cepheli savaşta buna izin vermez, onun için de her dakikasını programlar.
Gün 24 saat, bunu uzatmak mümkün değil; o zaman ne yapacak bir Cepheli?
Zaman bizi değil biz zamanı kullanacağız. Zaman Cepheli’nin emrinde, hizmetinde olacak. Zaman savaşın, zaman devrimin hizmetinde olacak…
CEPHELİ GÜVEN VERENDİR
“Cepheliler dünyanın en kararlı, kendisine en çok güvenen insanlarıdır.” (Dursun Karataş)
“Babana bile güvenmeyeceksin”i öğreten çürük bir düzende yaşıyoruz. Ahlaksızlığı ve yozlaşmayı her gün hayatımıza sokmaya çalışan düzenin istediği bencil, çıkarları her şeyin ve herkesin üstünde olan bireyler yaratmaktır. Değer nedir bilmeyen, her şeye çıkarları doğrultusunda bakan biri olun… yani düzen, en iyi bildiği şeyi öğretiyor, dayatıyor: “Bencil olun, hayatınızı yaşayın, kimseye güvenmeyin.” Peki, halkımız için öyle midir? Elbette hayır. Halkımız günlük yaşamda manevi değerler üzerine konuşup sohbet ederken “Parayı, pulu kaybedersen bulursun. Ama dostluğu, onuru, güveni kaybedersen bir daha tutamazsın” der. Bu değerlerin önemi vazgeçilmezliği vurgulanır her vesileyle.
Güvenin olmadığı yerde dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık yoktur. Vefa, sadakat, bağlılık, fedakarlık, saygı, sevgi yoktur.
Bir kişi veya halk güvendiğine bağlanır. Peşinden gitmekte, yanında durmakta, onunla olmakta tereddüt etmez. Ölür, öldürür, her türlü bedeli ödeyip, fedakârlıkta bulunur. Paylaşır, emek verir, sever, sahiplenir. Cepheli halkına güvenir. Çünkü devrimciliğin mayasıdır güven, olmazsa olmazdır. Güvenmek istemektir, emek vermektir, inanmaktır. Sonuç almaktır, başarmaktır.
Halka, yoldaşlarına, örgütüne güven verendir Cepheli. Bu güven sınavlardan, sınamalardan geçilerek yaratılır. Cepheli’nin fedakârlığı, emeği, cüreti, militanlığı, ahlakı, inancı, güvenilir olmasının kaynağıdır. Yalan söylemez, kandırmaz, aldatmaz, oyalamaz, yarı yolda seni bırakmaz. Satmaz, sırtını dönmez, gerçeği doğruları söyler Cepheli. Sözünün eri olması, söylediğini yapması, yaptığını savunması, savunduğunu her şart ve koşul altında yerine getirmesi güvenilirliğinin teminatıdır.
“Bizim işler güvene, itimada dayalı işlerdir. Kendimden şüphelenir Fuat’tan şüphelenmezdim, o derece güvenilirdi.” Bu sözler Fuat Perk yoldaşımızın patronuna aittir. Şehit düştükten sonra arkasından söylediği sözlerdir.
Düzen insan ilişkilerini kirletiyor. Güvensizlik, umutsuzluk, karamsarlık yayıyor. Cepheli bunları boşa çıkaran, güvenen, güven verendir. Her Cepheli’nin görevi bu güveni daha da büyütmektir. Bu güveni büyüteceğiz. Halkımızın, şehitlerimizin, tarihimizin, hareketimizin bize yüklediği görevi yerine getireceğiz. Her gün bu güveni daha da büyüterek, büyüyeceğiz.
CEPHELİNİN DUYGULARI DA DEVRİME AKAR
Devrimcinin duyguları da devrime akar. Devrimci, ayrılığın acısında özlemi silaha dönüştürür… Özler devrimciler…
Özleriz… Özlemlerimizi büyütürüz… Üzülmeyiz ayrılıklarda… Biliriz ki özlem silahımız güçlüdür… Biz nice ayrılıklara son vermek için özleriz… ve biz “gerçek ayrılıklar özlemlerin bittiği yerde başlar” diyenlerin mirasçısıyız… Yaz geldi. Kampa gittik birçoğumuz… Beraber güzel günler geçirdik. Güldük, eğlendik, sohbet ettik, yarışmalar düzenledik, hep beraber dost sofrasında diz kırdık… Öğrendiklerimiz de, öğrettiklerimiz de oldu, güzellikler paylaştık… Her anımız dolu dolu geçti ve öyle hızlı geçti ki zaman, tatilimiz bitiverdi… Ayrılık vakti geldi. Üzüldük… hiç bitmese, hiç ayrılmasak dedik… Ama kavgamızın gerçeği bu: Ayrılacağız… “Her güzel şey gibi bu da bitti” diye düşündü kimimiz… “Hep burada, beraber kalalım” dedi kimimiz de… beraber olmak, birlikte yaşamı paylaşmak çok güzel… Ama biten hiçbir şey yok. Aynı ailenin içinde olduğumuz sürece “ayrılık” diye de bir şey yok. Ne demişti, Ölüm Orucu şehidimiz Osman Osmanağaoğlu: “Aynı göğün altında birlikteyiz.” Biz devrimciyiz. Güzelliklerin ustasıyız… Bizim hayatımızda güzellikler bitmez… Ayrılığımızda kuşanırız özlem silahını ve devam ederiz yolumuza… Bazen evimizden ayrıyız, bazen okulumuzdan, ailemizden, sokağımızdan ayrılırız… Hatta kimimiz de yurdundan ayrıdır… Tüm ayrılıklar da bizi güçlü kılan özlemimizdir… Özlemlerimizi çoğaltırız, büyütürüz… Yaratacağımız özgür ülkemizin özlemi, tüm ayrılıkların karşısındaki yılmaz gücümüzdür, yorulmamıza engeldir. Özlemimiz tutkumuzdur, hayallerimizin bayrağıdır özlemimiz. En çok da o büyük günde omuz omuza kuracağımız halayımızı özlüyorken… yeni bir kavuşmanın eşiğindeyiz.
İşte Hüsnü Yıldız’ın 14 yıllık ayrılığı bitmek üzere… O kadar güçlüydü ki özlemi, kavuşma yolunda canını ortaya koydu… Çünkü Ali’yi hep özledi.
CEPHELİ DENEYİMLERİNDE ÖĞRENENDİR
Cepheli her şeyden öğrenendir. Hayatın her alanı okuldur onun için. Direniş çadırlarımıza gelen insanlarla yaptığı sohbetler, masalarımızda geçen konuşmalar, dergi satışlarında, gözaltında yaşadıkları, yıkımlara karşı direnişler… Bu kadarla sınırlı değildir. Düşmanla yüz yüze geldiği andaki duygularından, hesap sorma isteğinden öğrenir. Cephelinin öğrendiği her şeyin içi dolu doludur, onu geliştirir. Halkın düzene isyanı, haksızlıklar karşısındaki şikâyetleri, daha iyi bir yaşam isteği, adalet özlemi vardır. Düşmanın pervasızlığı, onur-ahlak bilmezliği vardır. Cephelinin ise öğrendikleriyle halka onuru, ahlakı, adaleti anlatma için çabası vardır. Düşmana her seferinde bir darbe vurma isteğiyle yaşar. İşte bunlar Cephelinin yaşam içerisinde kazandığı deneyimlerdir.
Cephelinin her deneyimi öğretmendir. Cepheli halkın içerisinde mücadeleyi öğrenir. Bir dergi satışında ısrarı ve iknayı öğrenir, açtığımız çadırlarda meşruluğu öğrenir, bir insanı örgütlerken sabrı ve emeği öğrenir, tarihimizden nasıl direneceğini öğrenir, şehitlerimizden cüreti ve teslim olmamayı öğrenir. Cepheli tüm bu öğrendiklerinden güç kazanır. Deneyimlerini büyüterek ileriye taşır.
Cepheli yaşadığı olaylarda olumsuz sonuçlar da alır. Olumsuz sonuçlar hata ve eksikliklerinden kaynaklanır. Cepheli eksik ve hatalarının nedenlerini bulur, sorgular, giderir ve güçlenir. Çünkü bir Cepheli bilir ki deneyimlerinden öğrenmeyen büyüyemez, ilerleyemez. Deneyimleri onun yol göstericisidir. Adımlarını daha net ve daha güçlü atmasını sağlar. Cepheli deneyimlerini paylaşandır. Cephelinin deneyimleri eğiticidir. Yoldaşlarına yol, yöntem gösterir, eksik ve hataların tekrarını önler, ufkumuzu genişletir, Cepheyi büyütür. Cephelinin deneyimleri topluluk içinde anlatılacak anılar değildir. Cepheli deneyimlerini anlatarak kendini övmez. Anlattıkları ile kendini öne çıkarmaz. Dinlemeyi bilir, sorarak öğrenir.
Cepheli mütevazıdır. Anlattıklarının bir amacı vardır, eğiticidir. Anlattıkları aynı zamanda bir eğitim çalışması niteliğindedir. Cepheli deneyimlerinden öğrenendir.
Cepheli şehitlerine, tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Cepheli örgütünün deneyimlerinden öğrenir ve yeni patikalar yaratır. Deneyimler okuldur. Cepheli bu okulun öğrencisidir. Her alanda, her birimde farklı deneyimlerden öğrenir. Tüm bunlar hem kendini, hem örgütünü büyütür.
Cepheli, 42 yıllık her anı tecrübe, direniş, kazanımlarla dolu bir tarihe sahiptir. Bu onurlu tarihin birer parçası olarak deneyimlerini büyüterek ileriye taşır.
CEPHELİNİN ELİ HER DAİM YOLDAŞININ OMUZUNDADIR
“Yoldaş ki
Hayata şen omuz
Omuz üstü candır
Yoldaş ki
Paylaşmaya değer
Hakikatli sevgidir”
Yoldaşlık gerçek sevgidir, paylaşımdır, omuz üstünde candır ve sevgimiz öyle büyük ve sonsuzdur ki, Cepheli bu sevgiyi yoldaşlarına hassasiyetle gösterir. Mücadele içerisinde birçok eksiğimiz, zaafımız olur. Bir yandan kendi eksik ve zaaflarımızla mücadele ederken, bir yandan da yoldaşlarımızın eksik ve zaaflarını görüp düzeltiyoruz. İşte Cepheli yoldaşına büyük bir hassasiyetle emek harcar ve eğitir.
Cepheli, eğer yoldaşı kötüyse kendisinin iyi olmayacağını bilir… Yoldaşının devrimcilikten uzaklaşmasının aslında kendisinin de devrimcilikten uzaklaşması olduğunun bilincinde hareket eder. Bu yüzden yoldaşına sahip çıkarken, aslında kendi devrimciliğine de sahip çıktığını bilir… Kalıcı, ömür boyu devrimciliğin bundan geçtiğini bilir.
Bir göz ağlarken, diğer göz gülemez. İşte her Cepheli hep bunun bilincinde ve sorumluluğunda olur. Cepheli hassastır. Çünkü bir tek insanımızın dahi saflarımızda hata yapmasının, yanlışa zaafa düşmesinin burjuvaziyi güçlendirdiğini bilir. İşte bu bilinçle, sabırla eğitir. Emek harcar, yoldaşının eksikliğini düzeltmek için. Savaşın bu cephesini de boş bırakmaz.
Nedir emek harcamak? Emek harcamak paylaşmaktır, sahiplenmektir. Yoldaşını tanımaktır. Yoldaşının neye gülüp, neye ağladığını, neye öfkelendiğini bilmektir. Yani her anına, duygusuna, düşüncesine vakıf olmaktır. Her türlü eksik ve zaafını bilmektir. Yoldaşının eksiklerini ve zaafını bilmeyen değiştiremez, dönüştüremez. Cepheli, yoldaşını ezmek, kırmak, küçük düşürmek ya da dalga geçmek için değil, yanında olduğunu, yalnız olmadığını hissettirmek için tüm bunları öğrenir. Bu yüzden bir cephelinin eleştirileri, uyarıları, kırıp döken değil, yoldaşımızı yeniden ayağa kaldırandır. Cephelinin söyledikleri yoldaşına güç verir. Her kelimesi yoldaşını motive eder, güvenini arttırır, coşkusunu ve heyecanını diri tutar, sevindirir. Zaaflarını hoş görmez, ince, özenli ve hassastır.
Cephelinin eli, yoldaşının omzundadır. Paylaşmasını da, eleştirip düzeltmesini de bilir. Cepheli, yoldaşlarına böyle emek harcadığı için vefalıdır, sahiplenendir, fedakârdır. Bu yüzden cepheli canını yoldaşları için feda etmekten çekinmez. Nerede olursa olsun, yoldaşını canı pahasına korur.
Cepheliler, yoldaşlığın en güzel örnekleriyle dolu bir tarihe sahiptir. Bugüne kadar taşınan bu değerleri şehitlerimizden öğrenmiştir. Ali Rıza Kurt’tan, Sibel Yalçın’dan, Adalet Yıldırım’dan, Gültekin Koç’tan, Günay Öğrener’den, Selma Kubat’tan, Eyüp Beyaz’dan, Şengül Akkurt’tan ve nice şehitlerimizden öğrenmiştir.
Cepheli işte böyle bir yoldaşlığın filizlendiği, kök saldığı bir hareketin parçasıdır. Bu gelenekler, sonsuz bir yoldaşlık sevgisi ve güçlü bir bağ olmadan yaratamaz.
CEPHELİ ERTELEMEZ
“Bugünkü işini yarına bırakma” der halkımız. Bugün yapacağımız işimizi yarına ertelemek aslında o işi yapmamaktır… Çünkü yarının işi zaten var. Bugünden ertelediğimiz işe yarın zamanı nerden bulacağız? Ya bulamayıp o işimizi yapmayacağız, ya da yarınki işimizi erteleyip bugünden kalanı yapacağız. Bu da ertelemeler zincirini başlatacaktır. Bunun için Cepheli ertelemez.
Ne yapacağız? Düzenli olacağız, programlı olacağız. Zaman bulamadım dememek için zamanımızı örgütleyeceğiz, doğru kullanacağız ve işimizi yapacağız. Günümüze başlarken o gün yapacağımız işleri belirleriz. Neler yapacağız, kimlerle görüşeceğiz, nerelere gideceğiz, belirleriz. Günün koşuşturması içinde karşımıza yeni işler çıkacaktır. Bunlar günlük programımızı büyük oranda etkilemiyorsa mutlaka hemen yapılmalıdır. Eğer hemen yapmak mümkün olmuyorsa onu da bir program dâhilinde planlamalıyız. Aksi takdirde iş boşlukta kalacaktır ve yapılmayacaktır. Bu da asla ertelenmemelidir.
Bilmeliyiz ki, zamanında yapmadığımız bir iş, ertelemeler zincirini getirecek ya yapılmayacak ya da bize daha çok zamana malolacaktır. Cepheli kafasına göre yaşayan, aklına estiğinde aklına geleni yapan değildir. Cepheli “Biz”dir. Karıncalar gibi her birimiz devrime doğru giden yola emeğimizle omuz veririz. Bugün bulunduğumuz yer de verilen emeğin, ertelenmeyen işin sonucudur. Biz bunu bilerek hareket ederiz. Mesela bir orkestra düşünelim. Onlarca müzik aleti aynı anda çalar ve güzel bir müzik çıkar ortaya. Ama bir zamanlaması vardır her notanın. Ve herhangi bir aletin biraz geç çaldığını düşünelim ortaya müzik değil gürültü çıkar. Orkestrada herkes, her alet birbirine bağlıdır, birbirine bağımlıdır, karşılıklı sorumluluk vardır. Her aleti çalan bilir ki çalmasını ertelerse, orkestranın ürettiği müzik eksik ve yanlış olur, müzik değil gürültü olur.
Cepheliler işte böyle bir orkestra gibidirler. Sesimizin Cepheli sesi olduğu orkestra oluşumuzdan anlaşılır. İşlerimizi yaparken zamanında yapmakta ısrarlı olacağız. Emeğimize, alınterimize, kanımızla, canımızla yarattığımız değerlerimize sahip çıkacağız. Sahip çıkmak, işini yapmaktır. İşimizi yapacağız. Sahip çıkmak ertelememektir, sahip çıkmak omuz vermektir.
Devrim için yola çıktığımızı hep aklımızın başköşesinde tutacağız ve bugünkü işimizi yarına bırakmayacağız. Yarına bıraktığımız her iş devrimin işidir. Ertelediğimiz devrimdir.
Cepheli devrim yapmak için vardır; ertelemez, zamanında yapar.
CEPHELİ SAYGINDIR İNSANI SAYGIN YAPAR
Cepheli saygın insandır. Yaşam tarzıyla, kültürü ve mücadelesiyle bu saygınlığı ortaya koyar. Cepheli saygındır, insanları da saygın yapar. Çünkü Cepheli devrimcidir. Devrimciler dünyanın en soylu ve temiz damarına sahiptirler. Burjuvazi hemen hemen her şeye pisliğini bulaştırmış, kirletmiştir. Ama bir tek devrimcilere pisliğini bulaştıramamıştır. Devrimciler bu kirletilmiş dünyada en temiz kalan insanlardır, onun için devrimciler saygın insanlardır.
Saygın olmak en başta belirtmeliyiz ki, değerlere sahip çıkmaktır. Cepheli’nin değerleri vardır. Çünkü Cepheli’yi Cepheli yapan da bu değerlerdir. Cepheli için yaşadığı vatan bir değerdir. Eğer Cepheli’nin vatanı emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından gizli ya da açık, işgal edilmişse Cepheli, “değerim” dediği vatanı için savaştığından dolayı saygındır.
Cepheli için halkı her şeyidir. Onun varlık sebebidir. Cepheli’yi var eden her şey değerlidir. Cepheli “bir canım var halkıma feda olsun” diyebildiği için saygındır. Bunu diyenler bencil, kendini düşünen insanlar olamaz. Cephe’li böyle bir insan olmadığı için saygındır. Cepheli’nin en büyük değeri örgütüdür, örgütünü var eden şehitleridir. Onlara laf söyletmez ve her yerde savunur. Şehitlerini hiçbir zaman unutmaz, unutturmaz. Onların hesabını sorma bilinciyle hareket eder. Cepheli şehitlerinin ideallerine, anılarına sahip çıkar, onların özlemlerini, hayallerini gerçekleştirmek için mücadele eder.
Cepheli’nin değeri onurudur, namusudur, kültürüdür, ahlakıdır, ideolojisidir. Cepheli onurunun ezilmesine müsade etmez. Onuru, namusu, ideolojisi için nerede olursa olsun dağda, şehirde ya da tecrit hücrelerinde direnir ve savaşır. Cepheli onuru ve namusu için savaştığından saygındır.
Cepheli dediğini yapan, yaptığını savunan insandır. Düşüncelerinden asla taviz vermez, düşmanıyla uzlaşmaz. Düşmanıyla uzlaşmanın halka, vatana, şehitlere ihanet olduğunu bilir. Cepheli değerlerine hiçbir zaman ihanet etmediği için saygındır.
Cepheli yaşamının her alanında oturmasından kalkmasına, konuşmasından yürümesine, yemek yemesinden temizliğine, anne baba ve yar ilişkisinden büyüklerine ve küçüklerine olan yaklaşımına hemen hemen her yerde ve konuda saygınlığını ortaya koyar. Özü, sözü birdir Cepheli’nin.
Saygınlık, göstermelik bir şey değildir, saygınlık bir yaşam tarzıdır. Cepheli saygın bir yaşam tarzına sahiptir. Cepheli’nin kendisi saygındır ancak kendi saygınlığını başka insanlara da taşır, onları da saygın yapar. Çünkü Cepheli değiştiren, dönüştüren, örgütleyendir. Cepheli yeni bir gelecek kurma, yeni bir kültür yaratma derdindedir. Bu yenilik kendisidir. Bu yenilik ne kadar çok başka insanlara ulaştırırsa o kadar çabuk amacına ulaşır.
Cepheli üç kuruşluk adamların halkımızı aşağılamasına, hor görmesine müsaade etmez. Cepheli onların hor gördüğü bu halktan nice kahramanlar yaratır, bu halkla birlikte nice direnişler yaratır. Onun için Cepheli kendi saygınlığını tüm halka taşır, onları da saygın yapar. Onları saygın yapmanın yolu da bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine katmaktır.
CEPHELİ SORUMLULUK SAHİBİDİR
Sorumluluk, bilincinde olmaktır. Sorumluluk bakmak değil görmektir. Sorumluluk beklemek değil yapmaktır. Omuz vermektir. Halkımız der ki “Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır” Dilsiz şeytan olmamaktır sorumluluk.
Bizler devrimciyiz. Bu çürümüş ve çürüten düzeni yıkıp yerine yepyeni bir düzen -sosyalizm- inşa etmek istiyoruz. Bunun için de, attığımız her adımdan, yapmadığımız her işten sorumluyuz. Devrim için yola çıkarken aldık bu sorumluluk görevini. Her gün yeni yeni sorunlarla karşılaştık, karşımıza birçok engel çıktı. Bazen yapmamız gereken işi nasıl yapacağımızı bilemedik, bilgimiz yetersiz kaldı ve öğrenmek sorumluluktu bu durumda. İşimizi yapmak için öğrendik. Sonra sonuçlarına baktık, hatalarımız var mı gördük ve onlardan da öğrendik, yeni, daha büyük görevler, daha çok işler omuzladık. Sorumluluk, işten kaçmamaktır diye öğrendik.
Bizim için sorumluluk kendini aşmaktır. Emek vermektir. Kendi zaaflarımıza karşı mücadele etmek ve bunu sürekli kılmaktır. Öğrenmek sorumluluğumuz vardır. Daha çok iş yapabilmek, görevimizi daha iyi yerine getirebilmek için kendimizi geliştirmek için sürekli araştıran öğrenen olmalıyız. Öğrendiğimiz her şey karşılığını pratiğimizde bulmalı, sorumluluk budur. Çünkü sosyalizm, insanın insan tarafından sömürülmediği bir düzendir. Ve bu düzeni kurmak için çıktığımız yolda ilerlemek ve başarmak için gelişmeliyiz. Öğrendiğimiz bir şeyi öğretme sorumluğumuz vardır. Öğrenen herkesin öğretmek sorumluluğu vardır. Bunun için birbirimize karşı da sorumluyuz. Bilgilerimizi paylaşırız, gelişimimizde birbirimizi de geliştiririz, geliştirmeliyiz. Ne kadar çok sorumluluk sahibi olursak o kadar hızlı koşarız. Sorumluluk sahibi oldukça da beklemek değil yapmak gerektiğini görürüz. Halk savaşçısı Ali Yıldız’ın abisi Hüsnü Yıldız, kardeşinin toplu mezardan çıkartılması için kendi canını ortaya koyabilme sorumluluğuyla hareket etmiştir mesela. Sorumlu hissetmeseydi kendisini, umursamaz ve hayatını yaşamaya devam ederdi. Ama sorumluluğunu hissetti ve gereklerini de yerine getirdi.
Cepheli, tavır alması gereken yerde geri durmayandır. Taşıyabileceğimiz en üst boyutta sorumluluk üstlenmeliyiz. Sorumluluk duygusudur bizi devrimci yapan. Ve devrimcilik sorumluluk üstlenme cesaretidir. Halkın sorunlarını çözme, halkı sömüren düzeni alaşağı etme sorumluluğu ile hareket ettiğimiz için devrimci olduk. Bu sorumluluk duygusunu daha da devrimcileştirmeli, günlük işlerimizi örgütlemede kullanmalıyız.
Cepheli, daha fazla sorumluluk almaktan kaçınmaz. En önde atılır her göreve… Hesapsızca sunar kendisini hareketine. Sorumsuzluk, inisiyatifsizlik devrimci değildir. Bir kenarda oturup, müdahale etmeden sorunlara göz yumma tavrı bizim değildir. Sorumluluk duygusunu yükseltecek olansa, yaptığımız işin siyasi önemini kavramaktır. Hangi amaçla yaptığımızı bilirsek, devrim iddiamızın büyüklüğünü unutmazsak, en küçük işin bile nasıl da önemli olduğunu görürüz.
Cepheli, devrim iddiamızın sorumluluğuyla omuzlar her yükü…
CEPHELİ ADALETLİDİR
“Bize her şey diyebilirler ama adaletsiz diyemezler!” (Dursun Karataş)
Halkımız ve devrimciler için en önemli duygudur adalet. Cepheli adaletlidir. Adaletin sağlayıcısıdır. Cepheli yarının adaletinin bugünkü göstergesidir. Dayı’nın da dediği gibi, bize her şeyi diyebilirler ama adaletsiz diyemezler. Cepheliliğin temel taşı adaletli olmaktır. Dost da, düşman da bilir adalet anlayışımızı. Bu anlayış ve pratik, düşmana, halkın kaza sonucu zarar gördüğü bir eylemden sonra, “Bu Cephe’nin eylemi olamaz” dedirtmiştir. Düşmana bile adalet anlayışımızı açıklatan, bizim adalete verdiğimiz önemdir, yılların biriktirdiği deneyimimizdir. Cepheli devrimi gerçekleştirmeyi, iktidarı ele geçirmeyi hedefler. İktidarı ele geçirmenin yolu kitleleri kazanmak ve savaşmaktır. Halk, güvenmediği bir hareketle beraber bir şey yapmaz. Bunun için Cepheliler’e güvenmesi gerekir. Cepheli’ye güvenmelerinin temel ve belirleyici noktalarından biri de adaletidir. Adaletin sarsıldığı, halka taşınmadığı noktada kitlelerde güven yaratılması söz konusu olamaz.
Cepheli, dostuna düşmanına karşı adaletin gereğini yerine getirendir. Doğru hedeflere karşı, doğru bir eylem tarzıyla halkın adaletini yerine getirip, düşmana korku saçandır. Cepheli hem örgütsel işleyişte hem de örgütün halkla ilişkilerinde sarsılmaz bir adalet duygusuna sahip olandır. Mahallelerimizde uyuşturucu kullananları, fuhuş yapanları, baz istasyonu saklayanları… halk önce gelip Cepheliler’e söylüyorsa, bunda yılların sınanmışlığı ve devrim mücadelesinde uygulanan adaletin etkisi vardır. Halk, polise değil devrimcilere güvenmelidir. Cepheli bunu sağlamalıdır. Baskının, zulmün, zorbalığın kol gezdiği, adaletin olmadığı bir ülkede devrimciler halkın adalet arayışına cevap vermelidir. Düzenin sağlayamadığı adaleti devrimciler göstermelidir.
Adalet, cezayı hak etmiş, suçu halk nezdinde de açığa çıkmış olanlara yönelmeli, verilecek ceza suç ile orantılı olmalı, devrimci adalet konusunda kuşku bırakmamalıdır. Halkın adalet ihtiyacına, devrimci bir tarzda cevap verdiğimiz oranda halka ulaşabilir, halkı örgütleyebiliriz. Devrimin en önemli dinamiklerinden birisidir adalet duygusu…
Cepheli, sadece halka karşı değil, kendi içinde de adaletli olmalıdır. Bir Cepheli’nin yaptığı adaletsizlik sadece o kişinin yaptığı adaletsizlik olarak algılanmaz, bütün olarak Cephe’yi etkiler. Bu yüzden Cepheli adaletsizlik yapmaz. Vatanımıza, halkımıza, yoldaşlarımıza beslediğimiz sevgi ve düşmana olan öfkemiz ne kadar büyükse, adaleti gerçekleştirme ilkemiz de o kadar büyük olur. Adaletli olma sorumluluğunu buralardan alırız. Dayımızın sözleri Cepheli için kılavuz olmalıdır.
CEPHELİ DİNLEYEN VE KENDİNİ DİNLETENDİR
Cepheli halkı ciddiye alan ve bunun karşılığını gören insandır. Zaten tersi de mümkün değildir. Bizler halkı ciddiye almadığımız takdirde, halkın da bizleri ciddiye alması beklenemez. Halkın gerçekliğine vakıf olmadığımız zaman onunla sağlıklı bir ilişki kurmamız olanaksızdır. Halkla içiçe olup, onların sorunlarıyla yatıp, onların sorunlarıyla kalktığımızda, kendi düşüncemizi onlara anlatma ve onların bizleri dinleme zemini oluşur. Halka yukarıdan bakan, onları yönetilecek kitleler olarak gören anlayış hiçbir zaman halkla bütünleşemeyecektir. Cepheli’nin halktan öğreneceği ve halka öğreteceği çok şey vardır. Bu diyalektik bir bütünlüktür, birbirinden ayrı ele alamayız. Bu birliktelik bozulduğunda, hiçbir şey yerli yerine oturmayacaktır. Halktan bir insan bize bir şey anlatıyorsa, onu sonuna kadar dinlemeliyiz. Çünkü onu dinlediğimiz takdirde, yanlışını düzeltebiliriz. Dinlemezsek, o yanlış olarak kalır. Zaten insanlarla ilişkiler geliştirmek için, onları dinlemek gerekiyor. Devrimi onlar gerçekleştirecek, devrim onların eseri olacak, Cepheliler’in öncülüğünde…
Halk bizim yardımcımız, destekçimiz değildir. Onlar savaşın asli unsurudur. Cepheliler belirli günlerde gider halkın sorunların dinler, sonra kendileri de bir şeyler anlatır diye yaklaşmamalıyız. Bizler 24 saat halkın içinde olmalıyız. Cepheli’nin farkı, halkın içinde bulunduğu durumun nedenlerini bilmesi ve bu nedenleri ortadan kaldırmak için mücadele ediyor olmasıdır. Bir zamanlar kendisi de bilmiyordu doğrunun ve yanlışın ne olduğunu. Birileri geldi, ona doğruları anlattı, okudu, araştırdı, öğrendi. Bildiklerini bilmeyenler taşıma görevi, onundur artık. Bu zafere kadar böyle devam edecektir. Fakat bu görev mekanik biçimde olmamalı, devrimciyi yöneten coşkulu ruh halidir. Bu coşkuyu yitirdiği takdirde ne iyi bir dinleyici olabilir, ne iyi bir anlatıcı. Dinlerken ve anlatırken, coşkumuzu ve inancımızı yansıtabilmeliyiz karşımızdakine. Dilimize ve üslubumuza dikkat etmeliyiz, halkımızın anlayacağı bir dil kullanmalıyız. Bir şeyler anlatırken, hayatın içinden somut örnekler vererek, halkımızın yaşamından, gerçekliğinden uzaklaşmadan yapabilmeliyiz bunu. Kendi yaşamlarını, kendi gerçeklerini görebilmeliler bizim anlatımlarımızda. Marksizm-Leninizmin güncel olaylarla bağını kurmalıyız. Kendimizi dinletmemiz bize bağlıdır. Bizi dinlediğini sandığımız insan, biz gittiken sonra “Bu ne anlattı şimdi, hiçbir şey anlamadım” diyorsa başaramamışız demektir. Önemli olan süslü püslü kelimeler kullanmak değildir. Onların yaşadıklarını anlayabiliyorsak, yürekten hissedebiliyorsak anlatmayı da başarırız.
Dinleyebildiğimiz ölçüde dinletebiliriz.
CEPHELİ, HAREKETİN HALKIN OLANAKLARININ DEVRİMİN OLANAKLARI OLDUĞUNU BİLİR!
1994 yılının Eylül ayıydı; Halk Kurtuluş Savaşçıları Arasor deresi mevkiinde Ulukale köyünde çatışıyorlardı… “Çatışma sürüyordu. Nurhan vücudunda iki yara almıştı. Artık geri çekilebilecek durumda değildi. Diğer yoldaşlarının çekilebilmesi için kısa bir süre daha çatışmaya devam etti. Artık biraz sonra ölümsüzler kervanımıza katılacaktı. İşte o anda elindeki silahı yanındaki yoldaşına verdi. Silahının düşmanın eline geçmesini istemiyordu. ‘Silahıma iyi bak, yoldaşlarıma ve halkıma selam söyle. Ben şehitlerimizin yanına gidiyorum; son sözleri bunlardı. Ölümü göğüslemekteki kararlılığı, soğukkanlılığı olağanüstüdür. Ama son davranışındaki ve sözlerindeki bir ayrıntı da en az bunun kadar olağanüstüdür. Silahının düşmanın eline geçmesini istemez. Şehit olmasından hemen önce son düşündüğü şeylerden biri bu olur. O anda bunu düşünür ve yalnız silahını yanındaki yoldaşına teslim etmekle de yetinmez, ‘silahıma iyi bak’ diye de tembih eder. ‘İyi bakılacak’ olan o silah, harekettir. O silah, savaşın kendisidir. O silah, emektir. O silah, hareketin ve halkın sahip olduğu bir değerdir, bir olanaktır.” Üstünden bir yıl geçmemişti… Şehit düşen Halk Kurtuluş Savaşçılarının bayrağını, silahını yoldaşları devralmıştı… 1995 yılının Haziran ayında Ovacık’ta bu sefer Komutan Kenan Gürz’ün önderliğinde Halk Kurtuluş Savaşçıları silahını düşmana, zulmün sahibine çevirmişti… “Kenan’ın omuz başında vuruşuyordu Doğan Genç. Dersim’in Pertek ilçesindendi. Aynı havayı solumuştu halkıyla. Onlarla üzülüp onlarla sevinmişti. Silahını çok seviyordu. Ve biliyordu ki, ANCAK SİLAHLA HALKINI İKTİDARA TAŞIYABİLECEKTİ. Bunun için düştüğü azgın sularda canından önce silahını kurtarmaya çalışmıştı hep. Parti’nin malını gözü gibi korurdu. Hele bu, silahı ise… Biliyordu ki Parti’nin malı halkının alın teriyle elde edilmişti. Ve şimdi düşmana karşı ustaca kullanıyordu silahını. Onunla halkın acılarının hesabını soracaktı. Onunla ekecekti umudun tohumlarını bereketli vatan topraklarına.”
Her şey yaşamın kendisinde gizlidir değil mi? Yaşamımız ise belki bazılarına ayrıntı gelse bile bizim için hayatın ta kendisidir. O ayrıntılardır bizim yaşam biçimimizi belirleyen. Yaşam biçimimiz ise ideolojimizin bir yansımasıdır.
İşte burada Nurhan’ın, Doğan’ın silahlarına yüklediği misyon daha açık bir şekilde görülecektir. O zaman biz işin odağına kendimizi koyalım… Nurhan’ın yerine, Doğan’ın yerine kendimizi koyalım… Biz acaba hareketin malını, halkın malını nasıl koruyoruz?.. Veya koruyor muyuz? Yoksa sadece günlük yaşamdaki söylemlerde mi kalıyor, hareketin malını korumak? Bir taraftan kırıp-döküp, bir taraftan etrafa büyük laflar mı ediyoruz? Ya da onlar gerilla ve ellerindeki silahı, namusu diyor, biz de olsak biz de aynı şeyi yapardık mı diyoruz?
Ne diyoruz?
İşte ne dediğimizin ispatı günlü yaşamımızdır, ne dediğimizin cevabı pratiktir… Yoksa şehit yoldaşlarımız gerillaydı ve silah onları devrime götürecek hesap soracak bir araçtı, bir emanetti ve ona canları pahasına sahip çıktılar. Nerede, hangi alan ve birimde çalışıyorsak çalışalım, çalışma aletlerimize, bizi devrime götürecek araç gereçleri ne kadar sahipleniyor, koruyor, kolluyoruz?
Buna vereceğimiz cevap, alan ve birimimizdeki çalışmamızın verimliliğini de yansıtacaktır. Çünkü çalışma araç gereçlerimizi, devrime götürecek araç ve gereçler; belki bir fotokopi, belki bir sandalye, belki bir bilgisayar… Sonuçta bir bardağına, bir bandına kadar her şeyi ne kadar iyi kullanıyorsak; HALK İÇİN, CEPHE İÇİN, DEVRİM İÇİN mücadelede o kadar ilerleyecek, o kadar güzel günleri yakın kılacağızdır Bunun aksi; hor kullanma, kırıp dökme, özen göstermeme, değer-kıymet bilmeme bizi ancak YOZLAŞMAYA götürecektir. Yozlaşmanın ise sonu yoktur; çürütür, bitirir bizi; sevdiklerimizin, savunduğumuz değerlerin, onurlu- namuslu bir yaşamın, yeminlerimizin, öfkemizin dışına iter, yok eder. “Aydemir deyince akla ilk gelen, ondaki sahiplenme bilincidir. Hareketin malını öylesine itina ve dikkatle kullanırdı ki… Bundan dolayı yoldaşımızın üzerindekiler, ayakkabısından kepine kadar evladiyelik türünden özellikteydi. Yırtıldı ya da eskidi diye bir malzemeyi kesinlikle atmaz, ondan en fazla yararlanmanın bir yolunu arar bulurdu.” İşte Aydemir’i şehitliğe götüren yaşamındaki bu ayrıntılardır yine… Aydemir önderliğinde yoldaşları Dersim’de saatlerce çatışıp, bu sefer silahını en iyi şekilde kullanıp öğretmeye devam etmiştir.
Sonuç olarak;
BİRİNCİSİ;
Bizi devrime götüren araç-gereçler halkın malıdır. Ne emeklerle elde edildiğini bileceğiz. Bir bardağın, bir fotoğraf makinesinin kaç para olduğunu ve bir emekçinin bunun parasını kazanması için ne kadar emek verildiğini alın teri döktüğünü bileceğiz. Akşam işten dönen işçinin- memurun yorgun yüzünde, elleri nasır bağlamış bir emekçinin, evlere temizliğe giden bir ablamızın- anamızın alın teri olduğunu bileceğiz. Halkımızın emeğine sahip çıkacağız. Emek onur diyoruz, halkın onuruna sahip çıkacağız. Niye mücadele ettiğimizi, halkın emeği-onuruyla yaşayabileceği bir ülke istediğimizi, bu hayalle yatıp-kalktığımızı unutmayacağız!
İKİNCİSİ;
Kullandığımız her araç ve gereç örgütün bize emanetidir. Bizi devrime götürecek yegane araçlardır. Bu yüzden örgütlü olmanın temeli, örgütün malına sahip çıkmaktır. Örgütün malına sahip çıkmak, örgüte sahip çıkmaktır. Disiplinli, programlı bir yaşamın göstergesidir. Biz ne kadar örgüt gibi düşünürsek, o kadar örgütün malına da sahip çıkacağızdır. Bu yüzden her birimiz örgüt olacak, örgüt gibi düşüneceğiz. Kırılan her alette, her özensizlikte, her israfta öfkeleneceğiz! Hareketin olanaklarını kıskançlıkla sahipleneceğiz! Unutmayacağız, yarının teminatı bugünümüzdür, kuracağımız düzenin göstergesidir bizim yaşamımız. Yaşamımızı devrimcileştireceğiz, hepimizin birer halk çocuğu olduğunu unutmayacağız! Bu bizi halkın emeğini, örgütün emeğini, yoldaşlarımızın emeğini daha çok sahiplenmeye götürecektir. Bu bizi yaşamda daha özenli, daha dikkatli, daha tutumlu, daha programlı-disiplinli kılacaktır. Bu bizi kırılan, hor kullanılan her araçta, her israfta öfkelendirecektir! Öfkeleneceğiz, kıskançlıkla olanaklarımıza sahip çıkacağız!
CEPHELİ MEKANİK DEĞİL DİYALEKTİK DÜŞÜNÜR
Mekanik olmak, bir işi düşünmeden ya da yüzeysel bir düşünce ile yapmaktır. Bir makineyi ele alalım. Mekanik bir şeyler üretir ama düşünmez, düşünemez. Nasıl programlanmışsa, programlandığı gibi çalışır. İnsanlardaki mekaniklik ise düşünmeden iş yapmak olarak tanımlanacağı gibi, daha çok yüzeysel düşünerek iş yapmak şeklinde karşımıza çıkıyor. Mekanik düşünme özle değil de biçimle ilgilenir. Sadece görünenle yetinir. Mekanik düşünen insan şablonlarla hareket eder. Zaman, mekan ve karşısındaki sorunun özgün yanları onun için önemli değildir. Somut durumu tahlil ederek bir sonuç çıkartması ve ona göre davranması değil, olayları şablonlara sığdırması gibi bir anlayışı vardır. Tek düzedir, yeniliklere kapalıdır… Elinde her zaman bir reçete vardır. Hatta her konuda onun bir reçetesi vardır, ona göre davranılmasını ister. Oysa hayat reçetelere, şablonlara sığdırılamayacak kadar zengindir.
Mekanik düşünen insan gelişen yeni bir olay karşısında, hesapta olmayan bir durum karşısında afallayıp kalır. Elleri-ayakları birbirine dolanır. Ne yapacağını bilmez. Çünkü elinde bu olayın çözümü için hazır bir reçetesi yoktur. Böylesi gelişmeler karşısında şaşkınlaşır. Karar alamaz, kararlılıkla uygulayamaz. Es-kaza müdahale edip sorunu çözmeye çalışırsa çoğu zaman sonuç olmaz. Bu gibi durumlarda ise ya öfkelenir kendi yetersizliklerini başkalarında arar ya da kendine güvensizleşip yapamam, edemem diye yakınmaya başlar. Cepheli ise mekanik değildir. Sadece gördükleri ile yetinmez. Karşılaştığı her olayın özündeki çelişkiyle ilgilenir. Elinde reçetesi yoktur, ama planlı- programlıdır. Kurallar ve ilkelerden taviz vermez. Ama temel olanı düşünmesi gerektiğini de bilir. Bu nedenle reçeteler değil tarihin, bilimin yol göstericiliğiyle şekillenen devrimci teorisidir kılavuzu.
Sorunların şematik çözümleri yoktur Cepheli’nin kafasında… O somut koşulların somut tahlilinden yola çıkarak kurallar ve ilkeler dışında tüm yol ve yöntemlerin bu gerçeğe göre belirlenmesi gerektiğinden hareketle çözüm üretir. Kısacası mekanik değil, diyalektik düşünür. Diyalektik, çelişki demektir. Çelişki, çözmektir. Çelişkinin çözüldüğü en doğru düşünce anıdır.
Bu nedene Cepheli diyalektik düşünüp çelişkiyi çözer. Mekanik düşünüp, donup kalmaz. Çünkü bilir ki; bilimsel ve doğru olan düşünce budur.
CEPHELİ’NİN ÖFKESİNİN KARŞISINDA HİÇBİR GÜÇ DURAMAZ
Biz dünyamızın ve ülkemizin gerçeğini biliyoruz. Marksist-Leninist bakışımızla dünden yarına her şeyin adını koyuyoruz. Emperyalizm ile halklar arasında kesintisiz süren bir savaş var, diyoruz. Bizi “ıslah etmek”, “yola getirmek” isteyen düşmana karşı savaşıyoruz. Savaşımızın bir amacı ve nedenleri var. Ülkemiz emperyalizmin yeni sömürgesidir, halklarımız özgür değil, vatanımız özgür değil, bağımsız değil, diyoruz. Halklarımız aç, halklarımız yoksul bırakılıyor, halklarımız zulümle katlediliyor, diyoruz. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin zulüm ve sömürüsüne son vermek istiyoruz, tam bağımsız ve demokratik bir Türkiye için savaşıyoruz. Savaşımızı yalnızca ideolojimizle, teorilerimizle, bilimsel doğrularımızla sürdürüyoruz. Savaşımızı aynı zamanda ideolojimize, kazanma inancı ve kararlılığımızla, halkımıza, vatanımıza duyduğumuz sevgimizle, emperyalizme ve işbirlikçilerine duyduğumuz kinimizle sürdürüyoruz.
Dost kimdir, düşman kimdir, emperyalizm kimdir, halklar kimlerdir, bunları biliyoruz. Aç, umutsuz, çaresiz bırakılan, iradesi, değer ve gelenekleri yok edilmek istenen halklarımızı seviyoruz. Onuruyla, emeğiyle, alınteriyle sömürü ve zulüm altında çalışan milyonlarca insanı seviyoruz. İşsiz bırakılarak umutları yok edilen, sefalet içinde yaşama terk edilen, dilenciliğe reva görülen milyonlarca insanı seviyoruz. Mahallelerimizde değerlerini korumaya, geleneklerini yaşatmaya çalışan milyonlarca insanı seviyoruz, geleceği çalınan milyonlarca genci seviyoruz. Düşüncelerimize katılmayan, mücadele biçimimizi, yöntemlerimizi onaylamayan ama demokrasi isteyen, bağımsızlık isteyen, ekmek ve adalet isteyen, toprak isteyen, iş isteyen, aş isteyen milyonlarca insanı seviyoruz. Tarihler boyu halklarımızla, mücadelemizle değerler, gelenekler yarattığımız, yenilgiler yaşadığımız, zaferler kazandığımız topraklarımızı, vatanımızı seviyoruz.
Çıkarlarını korumak, düzenlerini sürdürmek için aldıkları kararlarla, uyguladıkları politikalarla milyonlarca insanımızı aç ve işsiz bırakan, gençliği umutsuz bırakan, yoksulların evlerini başına yıkan, köylüleri kendi toprağında aç, sersefil bırakan emperyalizme, işbirlikçilerine kin duyuyoruz. Çıkarları için, düzenlerinin sürmesi için katliamlar planlayan, yapan; insanlarımızı kaybeden, diri diri yakan, toplu mezarlara atan, vatanımızı yağmalayan emperyalizme, işbirlikçilerine kin duyuyoruz. Emperyalizm ve işbirlikçilerinden kin duymak için binlerce nedenimiz var ve onlar nedenlerimizi çoğaltmaya, kinimizi büyütmeye devam ediyorlar. Cepheliler bu kinle savaşıyorlar. Bizim kinimiz, sınıf kinidir. Bizim kinimiz, iradeleri, umutları, değerleri, düzene olan kini yok edilmek istenen milyonlarca insanın kinidir.
Cepheli, milyonlarca ezilenin, sömürülen insanın umududur, onların adaletidir.
Cepheli, halkları, komşuları, karı kocayı, arkadaşları birbirine düşman eden bir avuç asalak, sömürücü sınıfa duyduğu kinle halklar arasındaki her düşmanlığı yok edip, halkın öfkesini emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı yönlendirendir.
Biz bu ülkede devrim yapacağız diyoruz ve Cepheli kinini hedefleriyle büyütür, yönlendirir. Cepheli, devrimin önünde engel olan her şeye bilimsel doğrularla, ideolojimizle, temsil ettiğimiz halkın, sınıfımızın safından bakarak düşünür, politika üretir, mücadele eder. Cepheli sahip olduğu sınıf kiniyle, sevdiği, değer verdiği, sorumluluk duyduğu halkın geleceği için daha fazla emek harcar. Hayatın her alanında, halkın içinde komiteler kurar, halkı örgütler.
Cepheli, halkın öfkesini örgütlü bir güce dönüştürür. Örgütlü bir halkın öfkesinin, kazanma kararlılığının önünde hiçbir güç duramaz.
CEPHELİ DAYANIŞMA İÇİNDE BULUNUR, DAYANIŞMAYI ÖRGÜTLER
Büyük bir acıyla sarsıldık, üzüldük, ağladık, en çok da düşündük. Düşünmeliyiz. Yine deprem ve yine enkaz altında biz kaldık. Bir katliam yaşadık. Yoksul bırakılmışlığımızın Van’daki bedeli yuvamızın altında kalmaktı, sokakta açıkta kalmaktı. Bu en acı günümüzde, her zaman olduğundan da daha hızlı, daha çok dayanışmalıydık. Halkımız ülkemizin dört bir yanından, elinden geleni, geldiği kadar göndermeye çalıştı. Dayanışmamızın önünde de engel olmaya gitti devlet. İnsanlarımızı ayırmaya, birbirine karşı kışkırtmaya, paylaşmamızı engellemeye çalıştı. İzin vermemeliyiz.
Dayanışmamız gücümüzdür. Halkımızın gücüdür. En acılı gününde, en acılımızın yanında olmaktır mücadele etmek. Dayanışma mücadeledir. Dayanışmayı yaratan, temelini oluşturan mücadeledir. Bizler devrimciyiz. Mücadelemiz örgütlenme ve dayanışma temelinde yükseliyor. Sömürüye dayalı iktidarını sürdüren kapitalizm, dayanışmamıza düşmandır. Halkların dostluğuna ve acılarını paylaşmasına düşmandır. Biz halklarımızın yanında, dayanışma içinde olacağız. Dayanışma içinde olmakla kalmayacak, halkımızın hep beraber dayanışmada bulunması için emek vereceğiz. Dayanışmanın, ihtiyaç sürdüğü müddetçe var olabilmesi için her acılı evimizden, her sokağımızdan insanımızı katarak örgütleneceğiz. İnsan olan herkesin dayanışma duygusu vardır. Ama çürüyen ve çürüten düzen, bireyciliği yaratırken; dayanışmamızın da önüne geçmeye çalışıyor. Kapitalizmin doğasındaki çıkar ve kar hırsı, düşene bir tekme daha vurmakla işliyor. Şimdi Van depreminde daha net ortaya çıkan da bu gerçek oldu. Acımızdan sorumlu olanlar, yıkılan evimizden rant sağlamak peşine düştüler. Yıkılmayanları da yıkacaklar ve bunu karları için yapacaklar.
Bizler devrimciyiz ve hiçbir şeyi göz boyamak veya gösteriş için yapmayız. Biz, dünyanın herhangi bir yerinde ezilen halkların yediği tokadın acısını kendi yanağında hissedenleriz. Ki enkazın altındaki insanımızın acısını da hissettiğimiz için dayanışmamızı büyütmeliyiz. İnsanların yaşadıkları sorunları paylaşır, çözümü için emek harcarız. Çözümün coşkusunu, moralini, dayanışma ruhunu paylaşır bütünleşiriz.
Gerçekten insana değer veren, acısını paylaşan ve dayanışmayı yaşatan, çıkar gözetmeden emek verenlerdir. Acılarımızda yan yana olacağız, yoksulluğumuzun ranta dönüşmesine izin vermeyeceğiz.
Cepheliler, dayanışmayı örgütleyendir…
CEPHELİ YAPTIĞI İŞLE KAYNAŞMALIDIR
Her gün yaşanan yeni bir haksızlığa, yeni bir saldırıya, adaletsizliğe şahit oluyoruz. Halkımızın aşağılandığına tanık oluyoruz, değerlerimizin çiğnendiğini görüyoruz. Yozlaşmanın adım adım iktidarın eliyle yaygınlaştırıldığını yaşayarak görüyoruz. Çürüyen bu düzene karşı çözümün devrimde olduğunu söylüyoruz. Ve bunu söylerken görev ve sorumluluklarımızı ilan etmiş oluyoruz: Devrim yapacağız. Başarıya ulaşmamızın yolu güçlenmemizden geçer. Güçlü olmak ise, yaptığımız işe daha sıkı sarılmaktan, onunla kelimenin tam anlamıyla bütünleşmekten, programlı, disiplinli, özverili olmaktan, hata, zaaf ve eksikliklerimize karşı acımasız davranmaktan geçiyor. Böyle bir mücadelede yapılamayan, eksik bırakılan bir işin ya da yerinde ve zamanında yerine getirilmeyen bir görevin nedeninin çoğu kez yaşamı devrimcileştirememek olduğunu görüyoruz. Bizim yapmadığımız, ertelediğimiz işleri başkasının sırtına yüklemiş oluruz, eğer işimizi vaktinde ve gerektiği gibi yapmazsak… Bu ise bencilliktir.
Beynimiz sürekli yaptığımız işle meşgul olmalı. Düşünürsek eğer, eksikleri görürüz ve tamamlamak için zamanımız olur. İşimize vakıf olmamızın yolu düşünmekten geçer. Hata, zaaf ve eksikliklerimizin üzerine radikal bir tarzda giderek, onların gerçek nedenlerini bulmalı, yaşadığımız sorunları yalın halde düşünmeli, çürüyen bu düzenle savaşma isteğimizi güçlendirmeliyiz.
Savaş, değerlerde netliktir. Bizim sorunumuz, var olan düzeni yıkmak, yani devrim yapmak olduğuna göre her Cepheli’nin görevi yaptığı işe kilitlenmek, onunla bütünleşmek ve en iyi şekilde yapmaktır. Duygularımızla, düşüncelerimizle, davranışlarımızla kısaca her şeyimizle yaşamımızı devrimcileştirmeliyiz. Gerekçesi her ne olursa olsun, zamanında ve yerinde yapmadığımız her iş, devrimi yavaşlatır.
Devrimci ilkelere bağlılık, devrimci değerlere karşı sarsılmaz bir inanç taşımak ve bu çerçevede tavizsiz, sağlam adımlarla iktidara yürümek, önümüzdeki engelleri paramparça etmekle, onları kaldırıp atmakla olur. Devrimi, yaşamımızı devrimcileştirdiğimiz kadar geliştiririz.
CEPHELİ SAVAŞANDIR
Savaş nedir bilmeyenimiz yoktur. Yürütüldüğü alana göre genelde adını alır. Bazen hastalıklarla mücadelenin adıdır savaş, bazen silahlı çatışmanın adıdır. Biz ise düzen ile savaşıyoruz. “Biz devrimciyiz” çok genel bir sözdür ve sık da söyler ve duyarız, biz devrim için savaşıyoruz. Evet, biz devrim için savaşıyoruz. Kuracağımız yeni düzen için karıncalar gibi, arılar gibi, orkestra gibi çalışıyoruz… Bu yazımızda bizim savaşımızı oluşturan; kendimizin, her birimizin savaşıdır.
“Bugün yorgunum, kitap okumasam da olur.” dedik mi? Bugün, gittiğimiz randevuya yine mi geciktik? Yapacağım diye belirlediğimiz işimizi zamanında yapmadık mı? Tutmadığımız sözümüzün üzerini örtmek için onlarca gerekçeler ürettik mi? Yalan söyledik mi bugün? Bu sorulara her birimiz onlarca soru ekleyebiliriz… Gerek yok. Şimdi, sadece her birini ayrı ayrı duyarak ve sorarak, tek bir soruda özetleyip yöneltelim kendimize: Ben savaşıyor muyum? Eğer sıraladığımız onlarca yüzlerce soruya “evet” diye cevap verdiysek daha önce, bu son soruya cevabımız “hayır” demektir. Masumlaştırmaya çalışmadan duruma bakalım, “ama”larla başlamadan cümlelerimiz, yalın bakalım. Devrimciyiz ve devrim için savaşanlardanız, biz Cepheli’yiz. Savaşmalıyız. Bizim yaşamımızın her anında, günümüzün akışında yaptığımız her işimizde bizi kendine çeken, bize engel olan düzenin tüm kirleriyle savaşmalıyız. Unutmamalıyız ki, kendimizi devrimcileştirdiğimiz kadar devrim için savaşıyoruzdur. Devrimi istiyoruz, o zaman yaşamımızı devrimcileştirmekle başlayacağız. Zaaflarımızı aşacak, tembelliklerimizi yeneceğiz. Israrcı olacak ve hayatımızı devrimin bir parçası haline getireceğiz. Bu ne demektir? Günümüzü planlı programlı düzenleyeceğiz demektir. İçimizdeki düzeni yıkacağız ve yeni, yepyeni insanı yaratacağız. Sözüne sadık olmak biraz da budur.
Devrimciyiz dediğimiz anda kendimize bir kimlik biçiyoruz. Kimliğimize sahip çıkmak için savaşacağız. Düzenden gelen alışkanlıklarımızı, zaaflarımızı söküp atacağız. Attığımız her eskinin yerine yeniyi, güzeli, devrimci olanı koyacağız. Hayatımızdan tembelliği attığımızda yerini çalışkanlıkla dolduracağız, yalanı attığımızda sözü özü bir olmayı koyacağız. Gecikme alışkanlığını attığımızda zamanında gitmeyi koyacağız… Yani, düzen kişiliğini attığımızda devrimci kişiliği koyacağız yerine. Bunları başarmanın yolu da istemekten, emek vermekten ve ısrarcı olmaktan geçiyor. Yani beynimizi silahlandırmaktan, duygularımızı, düşüncelerimizi devrime yöneltmekten geçiyor.
Savaşmalıyız. Savaşmak bulunduğun yerde, yaptığın işi en iyi şekilde yapmaktır. Savaşmak netleşmektir. Savaşmak soruların cevabını hayatınla örgütlemektir. Savaşmak, dava adamı olmaktır. Savaşmak görevini yerine getirmektir. Çürüyen ve çürüten düzeni yıkmak için omuzladığımız devrim görevini yerine getirmektir savaşmak.
Savaşmak yeni insanı yaratmaktır. Biz Cepheli’yiz. Yapmamız gerekeni yapacağız!
Savaşacağız!
CEPHELİ PLANLI PROGRAMLI ÇALIŞIR
Program çıkartmak, bir çalışma disiplini oluşturmaktır. Bunu, neyi, neden yaptığını, nasıl yapacağını, ne kadar zamanda yapacağını bilmek olarak da tarif edebiliriz. Bir çalışmaya başlamadan önce planımızı oluşturur ve onu gerçekleştirecek programı adım-adım belirleyerek sonuca ulaşmayı başarabiliriz.
Cepheli, hedefine ulaşmak için plan ve program oluşturur. Cepheli’nin nihai hedefi devrimdir. Ancak bu hedefe ulaşabilmek için bulunduğu alanda kısa ve orta vadeli hedefleri de vardır, olmalıdır. Bunlar nihai hedefe ulaşabilmek için yürümesi gereken yoldur. Cepheli bu yolda plansız-programsız yürümeye başlarsa hedefi kaybolur. Hedefsiz yürümek ne anlama gelir? Okyanusta pusulasız yol alan bir gemiyle yolculuk yapmak neyse, hedefsiz bir çalışma yapmak da aynı şeydir. Okyanusta yönünü kaybetmekle aynı sonuçları doğurur. Bu nedenle Cepheli, küçük-büyük, yapacağı her işini önceden planlamalı, çalışma programını çıkartmalı ve işine öyle başlamalıdır.
Örneğin, planımızda bir gün içinde üç ayrı işi halletmek varsa, her bir işin ayrı ayrı programını oluşturmalıyız. Bu zamanımızı doğru kullanmamız için gereklidir. Yoksa gün uçar gider ve sonunda dönüp baktığımızda işimizin birini bile tam yapamadığımızı görebilir, moralimizi bozabiliriz. Bunun olmaması için adım adım belirlemeliyiz, ne yapacağız, ne zaman başlayacak, ne zaman bitireceğiz, nasıl ve kiminle yapacağız. Yani yine 5N1K haberleri okurken veya yazarken dikkat ettiğimiz bu kural, çalışmamızı programlarken de kullanacağımız bir anahtardır. Her şey programımız çerçevesinde gitmeyebilir, o zaman, karşımıza bir engel çıktığında onu nasıl aşacağımızı da düşünmeliyiz. Plan çıkarırken elimizde ne var, olanaklarımız nedir, bugüne kadar ne yapılmış, ne yapılmalı… Bunları değerlendiririz. Program çıkartmak, çalışma yapmak kadar önemlidir. Bir çalışmanın sonucunu belirleyen çıkardığımız programdır. Doğru, pratiğe yön verecek bir programla alacağımız sonuçla, yanlış ve pratikten kopuk bir programdan alacağımız sonuçlar farklıdır. Bu nedenle bizim programımız pratiğe yön vermeli, değiştirebilmelidir. Kâğıt üzerinde yapılacak işleri sıralamak, bizim program çıkardığımız anlamına gelmez. Bu bürokrat bir tarzdır. Böyle bir çalışmadan sonuç alınmaz. İnsanların emeği enerjisi boşa gider. Çünkü hayatın içindeki gerçeğe göre değil, kafamızdaki düşünceye göre pratiğe müdahale edilmiştir.
Doğru bir programı nasıl çıkartabiliriz? Öncelikle doğru program, gerçekçi olandır. Sadece düşüncede değil, duygularımızda, gözlemlerimizle de üzerinde yoğunlaşmalıyız, programın içine katmalıyız. Hangi alana ya da çalışmaya dönük program çıkartıyorsak o alana vakıf olmalıyız. Örneğin mahalle çalışması için program çıkartacaksak, mahalleyi tanımalıyız. Mahallemizde kimler yaşar, alışkanlıkları, siyasal, sosyal, kültürel durumları nedir? Bu ve benzeri sorulara cevap vererek tanımaya başlarız. Tersi durumda mahallenin gerçekliği üzerinden değil, kafamızdaki mahalle üzerinden program çıkartmış oluruz. Çıkartacağımız programı kitlenin tartışmasına açmalı, önerilerini almalıyız. Programımız kolektif bir çalışmanın ürünü olmalıdır. Bu yöntem hem programımızı zenginleştirir hem kitlenin sahiplenmesini sağlar.
Önümüze hedef koymalıyız. Birden çok hedefimiz de olabilir. Programımızı denetlemeliyiz. Denetim çok yönlü olmalıdır. Sadece yukarıdan denetim değil, kitlenin denetimi de önemlidir. Pratikte, aldığımız sonuç, ulaştığımız hedefler bizim programımızın sonucunu yansıtır. Çıkardığımız programa rağmen pratikte eksiklikler, aksaklıklar çıkabilir. Bunları pratik müdahalelerle tamamlayacak esnekliklerimiz olmalıdır. Önümüze çıkan aksaklıklar-eksiklikler programımızı değiştirmemelidir. Çıkardığımız programı disiplinli bir şekilde uygulamalı, ısrarcı olmalıyız.
Nihai hedefe ulaşmanın yolu programlı çalışmaktan geçer.
CEPHELİ YARATICIDIR
Tarihimiz direniş ve kahramanlık destanlarından oluştuğu kadar, yaratıcılığımızın eseri ilkelerden de oluşur. Yaratıcılık, zulme başkaldırının, devrimciliğin özünde, ruhunda vardır. Tarihler boyunca egemenler sömürü düzenlerini, saltanatlarını korumak için her yol ve yöntemi denemişlerdir. Ve mutlaka zulmün olduğu yerde direniş ve isyan da olmuştur. Halkların direniş ve isyanı egemenlerin engellerini, tedbirlerini alteden bir yaratıcılıkla büyüyüp gelişmiştir.
“İhtiyaç icadın anasıdır” demiştir ustalarımız… Yaratıcılığı belirleyen birinci unsur ihtiyaçlardır. İkinci unsur ise örgütlü mücadeledir. Ancak, kolektif bir çalışma tarzı yaratıcılığı besler, büyütür. Örgütlü mücadele yaratıcılığın önüne engel koymaz. Aksine geliştirir, yaratıcılığı geliştirecek koşulları hazırlar, olanakları verimli hale getirmeye çalışır. Şüphesiz ki biz de mücadelemizi, devrimimizi yaratıcılığımızla büyüttük. Tarihimiz düşmana korku, halka güven ve umut veren yaratıcılık örnekleriyle doludur. Yaratıcılığımızın kaynağı devrim inancımız, zafer tutkumuzdur. Biz bu inanç ve tutkuyla devrim kavgamızı büyüttük. Emperyalistlere ve işbirlikçilerine hiç unutmayacakları darbeler vurduk. 12 Eylül faşist cuntasına teslim olmadık; direnişimizle, yaratıcılığımızla planlarını bozduk. Tutsaklıkta inancımızı ve umudumuzu büyütmenin destanı olan “Özgür Tutsak” geleneğimizi yarattık. Yaratıcılığımızla her dönemin koşullarını devrimin okuluna çevirdik. Aşılmaz denen engelleri, geçilmez denen duvarları geçtik ve özgürlük eylemlerimizle yaratıcılıkta sınır olmadığını gösterdik.
Her zaman bir yok etme, kuşatma saldırısı altında yürümek; yok olmadan, yolundan sapmadan zafere ilerlemek yaratıcılığı gerektirmiştir. Önderlerimiz Mahir Çayan ve Dayımız bu yaratıcılığın ustaları, önderleri olmuştur. Kızıldere Manifestosu’nu, Ölüm Orucu direnişlerini, “sosyalizm öldü” denilen bir dönemde atılımı, sayısız direnişi, silahlı silahsız eylemleri büyük devrim inancımızla, yaratıcılığımızla gerçekleştirdik.
Yenilgilerden zafer, kayıplarımızdan inanç yaratma geleneği de bizimdir. Cepheli olmak bu tarihle, bu inanç ve ruhla donanmaktır. Sonrası tutkuyla mücadeleye, görevlerimize sarılmaktır. Yaratıcılık ancak zafer tutkusuyla gelişir. Tutkumuz da umudu büyütmede, devrimin ihtiyaçlarına yoğunlaşmada somutlanır. Ancak ihtiyaçlarımıza yoğunlaşırsak yaratıcı olabiliriz. Yalnız pratik, askeri konularda değil, kitle çalışmasında da yaratıcı olmalıyız. Halkla ilişki kurmak, onların gönlüne girmek, örgütlemek de yaratıcılık gerektiriyor. Hiçbir güç, hiçbir engel inancımızdan, sınıf kinimizden, irademizden üstün değildir. Yaratıcılığımızla umudu, devrimi büyütmeye devam edecek ve tüm sözlerimizi yerine getireceğiz.
CEPHELİ OLAYLARI KİŞİSELLEŞTİRMEZ
Cepheli örgütlüdür, örgüttür. Hiçbir şeyi kişiselleştirmez. Örgütlendiği andan itibaren bireyselliği biter. Her şeyiyle kendini örgütüne sunar. Her şeyde her yerde örgütlü düşünür, örgütlü davranır. Yaşanan hiçbir olayı kendi şahsına yapılmış olarak görmez. Çünkü örgütlendiği andan itibaren örgütü temsil eder. Bu yüzden ona yapılmış her şey ona değil, örgüte yapılmış olur. Mesela düşman saldırıyor, gözaltına alıyor, işkence yapıyor, tutukluyor. Bunu şahsımıza yapmıyor. Örgütlü olduğumuz için, devrimci olduğumuz için yapıyor. Örgüte yapıyor yani. Bu bir örnektir. Düşmandan ya da dosttan olsun bir Cepheliye yapılan herhangi bir şey örgüte yapılmıştır. Bundan dolayı Cepheli yaşanan olayları kesinlikle kişiselleştirmez. Bireysel değil örgütlü düşünür. Bireysel değil sınıfsal düşünür. Ona göre davranır.
Cepheli örgüte, örgütlülüğe zarar veren bir şey gördüğünde hemen müdahale eder. Eleştirir. Kendi yanlışları için de özeleştirisini yapar. Eleştiriyi, özeleştiriyi kişiselleştirmez. Cepheli bilir ki eleştiriliyorsa ona değer veriliyordur. Onu ilerletmek, geliştirmek, örgütlülüğü, örgütü, mücadeleyi büyütmek için yapılıyordur bu eleştiriler. Cepheli bunun bilinciyle hareket eder. Böylelikle yanlışlarını görür, kendisini düzeltir. Devrimciliğini büyütür.
Cepheli örgütlü düşünür. Her şeyde örgütün çıkarını gözetir. Cephelinin kişisel düşüncesi, kişisel yaşamı, kişisel hiçbir şeyi yoktur. Yaşarken, çalışırken yaptığı ufak bir işten, en büyük işlere kadar her şeyin temeline örgütün çıkarlarını koyar. Her zaman, her an örgütün, devrimin yararına düşünür. Cepheli’nin kendisine yönelen herhangi yanlış bir tavır örgüte zarar verir. Cepheli bunun bilincindedir. Bunun sorumluluğuyla hareket eder. Cepheli örgütün çıkarını düşündüğü için örgüte zarar veren her şeyle savaşır. Örgütü, devrimi engelleyen bir durumla, olayla karşılaştığında onu mutlaka çözer. Engeli ortadan kaldırır. Yanlışı düzeltir.
Cepheli kendisi örgüt olduğu için, örgütlü olduğu için kendisine yapılan yanlışları kendi dışında göremez. Cepheli’nin olduğu yerde bireysel, kişisel hiçbir şey yoktur. Cepheli’nin olduğu yerde örgüt vardır. Cepheli örgütlüdür. Yapılan yanlışları düzeltmek zorundadır. Örgütün zarar görmemesi için bu bilinçle hareket eder. Cepheli yanlış yapan yoldaşıysa yanlışla savaşır, yoldaşıyla değil. Yoldaşlarımız yanlış yapabilir. Bilmiyor olabilir. Biz Cepheliler yoldaşımıza yanlış yaptığını göstermeli, doğruyu öğretmeliyiz. Yoldaşlarımızı eğitmeli, onları ilerletmeli, devrimciliklerini geliştirmeliyiz. Bu bizi de geliştirir. Böylece örgütümüz, örgütlülüğümüz büyür. Olaylara böyle bakmazsak, yanlış yapan yoldaşlarımıza yanlışını ve doğruyu göstermez isek yoldaşlarımızı geliştiremeyiz. Cepheli yaptığı her şeyin temeline örgütün çıkarlarını koyar. Hiçbir şeyi kişiselleştirmez. Çünkü Cepheli örgütü için yaşar, çalışır, savaşır. Örgütlü insan için “ben” yoktur, “biz” vardır. Hedefimize ulaşmak için örgütlenmeli, örgütlü düşünmeli, örgütlü davranmalı, örgütlü yaşamalı ve halkımızı da örgütlemeliyiz.
CEPHELİ SAHİPLENENDİR
Sahiplenmek emek vermektir. Sahiplenmek unutmamaktır. Sahiplenmek biz olmak, biz kalmaktır, vazgeçmemektir. Biz devrimciyiz. Devrim için yola çıkarken, bu yolda yalnız yürünülmediğini öğrendik. Bu yolu yalnız yürümenin mümkün olmadığını gördük. Bu yolda güçlü olmak, “Biz” olmaktır diye öğrendik. Örgütlendik “Biz” olduk. “Bizi” sahiplendik. Hedefimizi sahiplendik. Yolumuzda yoldaşımızı sahiplendik. Yol gösterenimizi sahiplendik.
Sahiplenmek mücadeleyle bütünleşmekti. Her sahiplenmemiz karşısında saldırdılar. Saldırıyı bazen okuldaki sıramızda yaşadık “o derneklere gitmeyeceksin…” şeklinde; bazen iş yerimizde “…yoksa işten atarım” tehditiyle yaşadık, bazen sokaktan kaçırıldık… Öldürdüler ama mezarımızdan korktular… Toprağa verdiğimiz canlarımıza mezar yaptık, mezarımıza saldırdılar… Sahiplendik, yeniden diktik şehidimizin mezar taşını…
Her saldırıda tek emirleri vardı: “Teslim olun!” Tek istekleri vardı bizi yok etmek. Biz hiç teslim olmadık ve “Siz bizim teslim olduğumuzu nerde gördünüz?” sorusu bize miras kalan cevap oldu her seferinde. Sahiplendik bu yolu, bu yolda yürüyenler olarak, BİZ olduk. Örgütlendiğimiz günden öğreniriz BİZ olmayı. Her gün biraz daha biz olmak için çalışırız, emek veririz. Biz, örgütlü gücümüzdür. Biz, dünden yarına bugün var oluşumuzdur. Bugün varsak eğer şehitlerimizi sahiplenmemizle ilerlememizdendir.
Dünümüzü, şehitlerimizi, yarattıkları değerleri, miraslarını, hedeflerini direnişlerini sahiplenerek varız. İnsan değerleriyle insandır der halkımız. Devrimciler halkın değerleriyle güçlenir, tarihleriyle bütünleşir ve ancak o zaman yarının umudu olabilir. Her düşen canımızdan kahramanlığını miras aldık, omuzladık ve devam ettik.
Gelenek yaratanlarımıza, geleneklerimize sahip çıktık. Ülkemiz özgür ve bağımsız olsun diye yola çıktık, vatanımızda sosyalizmi kuracağız dedik. 42 yıldır bu hedefimize doğru sahiplenerek yürüyoruz.
Cepheli, sahiplenmenin gücümüz olduğunu bilir. Cepheli, sahiplenmek demek devrim yürüyüşümüzde aynı zamanda üreten ve yaratan olmak olduğunu bilir. İşine daha sıkı sarılmak olduğunu bilir. Her yaptığının devrime hizmet ettiğini bilen Cepheli için sahiplenmek demek şehidimizin, tutsaklarımızın mirası olan umutlarını omuzlamak, onları gerçek kılmak için emek vermektir.
Cepheli umuttur, umudu sahiplenir.
CEPHELİ BOŞLUKLARI DOLDURANDIR
Devrimci mücadelenin en temel özelliklerinden birisi kolektivizmdir. Kolektivizm paylaşmaktır, bir işi beraber yapmaktır, eksiği tamamlamaktır, boşlukları dolduran olmaktır. Cepheli her işi kolektif bir şekilde yapar. Devrimcilik yapmanın belli sınırları, alanları yoktur. Devrimci mücadelenin büyümesi ve ilerleyebilmesi için Cepheli sürekli yeni görev ve sorumluluklara gönüllüdür.
Cepheli boşlukları görebilen ve doldurandır. Örneğin son süreçte oligarşinin devrimcilere yönelik yürütmüş olduğu tutuklama terörü mücadelemiz içerisindeki birçok insanımızı tutsak vermemize neden oldu. Düşman bu sayede devrimci mücadelenin sürekliliğini kesintiye uğratabileceğinin hesabını yapıyor. Cepheli düşmanın bu çabalarını boşa çıkarır. Bu ise ancak kolektif bir çalışma ile engellenebilir. Bu demek oluyor ki yapmamız gereken yoldaşlarımızın görev ve sorumluluklarını sahiplenmek, eksiklerini giderebilmektir. Onların boşluğunu doldurmaktır.
Cepheli görev bilincine sahiptir. Gecenin bir yarısı, herhangi bir günün, herhangi bir saati gelen bir haberle yeni bir göreve gitmeye hazırlıklıdır. Bu sıra neferi olmaktır.
Cepheli sıra neferidir.
Fakat kişinin görev ve sorumluluk alanındaki boşlukları doldurması tek başına yeterli değildir. Öncelikle bilgi donanımı bakımından eksiklerini kapatması, yani öğrenmesi gerekir. Bunun için devrimci düşünür. Boşlukları görebilmek vakıf olmakla mümkündür. Yani devrimciliğimizi büyütmek, kendimizi geliştirmek gerekir. Bu ise savaşı da geliştirmek demektir.
Cepheli asla koşullara teslim olmaz, vazgeçmez. Her sorunun mutlaka bir çözümü olduğunu bilir. Bundan dolayı ihtiyaçlarını giderip, yeni görev ve sorumluluklar almaya hazır hale gelir. Yaptığımız işleri ve kendimizi asla yeterli görmeyeceğiz. “Ben bu alandaki, birimdeki ihtiyacı bu kadar karşılayabiliyorum.” cümlesi Cepheliye ait değildir. Çünkü Cepheli asla “bu kadar”la yetinmez. YETİNMECİ DEĞİLDİR.
Kendini geliştirmenin savaşı geliştirmek olduğunu bilir. İşimizi ne kadar iyi yaparsak savaşımız o kadar büyür. Yani sürekli daha fazla sorumluluk alacağız. Şunu hiçbir zaman unutmayacağız: Bizim yaptığımız bir işle devrim büyüyecek veya yapmadığımız bir işle devrim gerileyecek. Boşlukları doldurmak asla yetinmemekten geçer.
Cepheli “Şu alanda, şu birimde şu kadar kişi yeter.” asla demez. Bir kişiyi daha, bir eksiği, bir boşluğu daha doldurması için kazanmak gerektiğini bilir. Yapmakla yükümlü olduğu görevini, bir memur gibi değil coşkulu bir devrimci gibi yerine getirir. Eksik varsa tamamlar, soru sorar ve yoğunlaşır. Eksiklerimi başkası tamamlar deyip üstünkörü iş yapmaz. Aksine, nasıl yaparım da eksik bırakmam diye düşünür. İlk başta belki gücümüz yetmez ama bu yapmamamız, çaba göstermememiz için bir gerekçe olamaz.
Öğreneceğiz…
Sürekli daha fazla sorumluluk alacağız. Her aldığımız sorumluluk bizi zafere hızla yaklaştıracaktır.
Boşlukları biz dolduracağız.
CEPHELİ “BEN BU İŞİ YAPAMAM” DEMEZ
Biz devrim için yola çıkarken, onun heyecanını yaşadık, yaşıyoruz… Onun coşkusunu yaşadık, yaşıyoruz… Umudu tanıdık, devrimin yolunu gördük, inandık ve devrime kendimizde başlamayı öğrendik. Ezgilerimizden “Ellerimi bilincimi sesimi tüm hünerimi kavgama verdim…” diye öğrendik.
Şehitlerimizden öğrendik… Halkın doktoru Kevser Mırzak şehit düştüğünde, onu tanıyanlar, bizlere “Bilmiyorsam öğrenirim diyen bir yoldaştı.” diye anlatmıştı…
Biz bu kavgada hep sınırlarımızı aşmayı öğrendik. Onların ötesine geçmeyi cüret etmemiz gerektiğini öğrendik. “Ama”sız emekle gelişmeyi, geliştirmeyi öğrendik. Bütün bunları, yapılması gereken bir iş olduğunda düşündük… Biz Cepheli’yiz… Cepheli, “ben bu işi yapamam”, demez. “Yapmayacağım” demek ise aklından bile geçmez. Cepheli, devrime kendinde başlarken, kendini devrimcileştirdiği kadar devrimin yaklaştığını bilir. Öğrendiği kadar yapabileceğini bilir. Geliştiği kadar geliştirebileceğini bilir… Öğrendiklerini pratikte kullanmanın devrime sunulmuş emek olduğunu bilir. Bildiklerini pratiğe dökmekten geri durmadığı gibi, bilmediklerini öğrenmekte de hep isteklidir, ısrarlıdır. Öğrenmeye hazırdır. Biz, yaşadığımız vatanın da, hayatın da, mücadelemizin de gerçekliğini biliyoruz. Bazen, bulunduğumuz yerde, daha önce hiç yapmadığımız bir işi yapmak zorunda kalabiliriz. Hatta nasıl yapılması gerektiği konusunda hiçbir deneyimimiz, hiçbir bilgimiz de olmayabilir. Koşullar çok olumsuz da olabilir… Biz Cepheliyiz, devrimciyiz. Bunun için söz konusu devrimin görevleri olduğunda, koşullar karşısında kendimizi bırakmak, “Ben bu işi yapamam.”, “Ben bu işi bilmiyorum.”, “Ben bu işi daha önce hiç yapmadım.” demenin, teslim olmak anlamını ifade edeceğini biliriz.
Biz Cepheli’yiz. Bir kere şunu biliriz ki, bize bir görev verilmişse bizim onun yerine getirebileceğimize olan inanç ve güvenin ifadesidir bu. Bu bir onurdur. Ve biz Cepheliler bize duyulan güvene layık olmak için hiç bilmediğimiz bir işi bile en iyi şekilde yapmak için çabalarız. Araştırırız, okuruz, bir bilene danışır, deneyimlerden birikimleri alır, öğreniriz. Hiçbir çabamızı esirgemeyiz, emeği kıskanmadan sunarız, ellerimizi bilincimizi, hünerlerimizi katarız ve işimizi yaparız. Görevimizi yerine getiririz. Olur ya başaramadığımız da olur. Hedeflediğimiz en iyi sonucu alamamış olabiliriz. Ama o hedefe gitme yolunda en yoğun çabayı, en yorulmaz emeği verdiysek, bize duyulan güveni boşa çıkartmamışızdır. Biz, bildiklerimizle yetinmez, bilmediklerimizden kaçmayız.
Cepheliler olarak biliriz ki, bu yol engebeli ve sarptır. Ve biz bu yolun gönüllü koşucularıyız. Hedefimiz nettir. Hiçbirimiz daha önce devrim yapmadık ama emeklerimizin ve hedefimizin umudumuzda birleşmesiyle, inandık ve cüret ettik. Halkımızın umudu olduk. Bu güvene layık olmak için hiçbir Cepheli “Ben bu işi yapamam.” demez.
CEPHELİ PATAVATSIZ DEĞİLDİR
Patavatsızlık; sözlerinin nereye varacağını düşünmeden saygısızca konuşan, davranışlarına dikkat etmeyenlere özgüdür. Ancak, düzen insanlara düşünmeden, saygısızca konuşmayı dayatır. Davranışlarına dikkat etmemeyi meşrulaştırır. Çünkü bireyselliği savunan düzen, “Söylediklerim, yaptıklarım bir tek bana, kime ne!” der. Bu da beraberinde aklına ilk geleni yapmayı, ağzına ilk geleni söylemeyi getirir. Bu devrimci değildir. Cepheli nerede nasıl konuşacağını bilir. Cepheli aklına ilk geleni söylemez. Kuracağı her cümlenin karşısındakini nasıl etkileyeceğini düşünür. Yani sözcükleri seçer. Cümlelerine dikkat eder. Halkımız “Söz var iş bitirir. Söz var baş yitirir.” der. Bu bizim yoldaşlık ilişkilerimize en güzel örnektir.
Mesela, bir yoldaşımızın zaaflarını olur olmadık yerde yüzüne vurmak, ilişkilerimizin temelinde yatan saygı çerçevesinde değil de düşünmeden söylemek o insanı bizden uzaklaştırır. Düşman her şeyi bilmemelidir. Biz savaş örgütüyüz ve patavatsızlığımızdan dolayı örgütlülüğümüze ve halkımıza zarar verebiliriz. Örneğin, düşman telefon konuşmalarımızdan, hal ve hareketlerimize kadar çok dikkatli bir şekilde gözetler ve bize karşı kullanır.
Patavatsızlık düşüncesizliktir.
Cepheli halkını mücadelesini aklından çıkarmaz, halkımızın sorunlarını kendi sorunları gibi benimser. Sorun çözücüdür. Düşüncelidir. Yani her söylediğini 30 saniye düşünür ve daha sonra konuşur. Örneğin, mücadelemizi, devrim iddiamızı götürdüğümüz yoksul mahallelerimizde halkımız konuştuklarımıza ve yaptıklarımıza göre bizi tanır, sahiplenir. Yeni bir insan saflarımıza katıldığında bizim birbirimize olan saygımız sevgimiz ve davranışlarımızdan etkilenir. Düzene alternatif olduğumuzu göstermeliyiz.
Patavatsızlık saygısızlıktır.
Saygı mücadelemiz içerisinde her Cepheli’nin olmazsa olmaz özelliğidir. Yoldaşlarına ve halkına saygısızlık eden bir devrimci kendini sorgulamalıdır. Çünkü düzenden kopup gelmiş birçok insan Cepheli’nin saygısını ve yoldaşlık ilişkilerini yaşam biçimi haline getirir. Saygısızlık düzenindir. Düzenle bağımız olmamalıdır. Patavatsızlık yaparak hem kendimize hem de yoldaşlarımıza olan saygımızı kaybederiz.
Patavatsızlık iç düşmandır.
İç düşmanımıza karşı savaşmalıyız. Öncelikle devrimi düşünmeliyiz. Bir Cepheli başında da söylediğimiz gibi 30 saniye düşünür; duygularıyla değil, mantığıyla hareket eder. Ayrıca Cepheli yaptığı her şeyi, örgütlülüğümüzü ve hareketimizi temsilen yaptığını aklından çıkarmaz. Hedefinin devrim ve sosyalizm olduğunu unutmaz. Saflarımıza yeni katılan insanlara mücadelemizi, bizi anlatabilecek öğretmen olduğunu bilir.
Son olarak ona öğretmenlik eden herkese karşı da dikkatli, düşünerek ve saygılı davranır.
CEPHELİ ÖZGÜVEN SAHİBİDİR
Dünyanın en onurlu işini yapıyoruz. Anadolu’dan dünyayı sarsma, tam bağımsız Türkiye yaratma hedefiyle yürüyoruz. Bu yolumuzda ilerlemek, hedefe ulaşmaktaki olmazsa olmazımız BİZ olmak, kolektif çalışmaktan geçer. Devrimcilik tek başına yapılan, yapılabilen bir iş değildir. Devrimcilik güven temeline dayalı, ideolojik bütünlük içinde ortak hedefe omuz omuza yürümedir. Güven, kuşku, şüphe duymamak, emin olmak halidir.
Biz, ideolojimize olan inancımızla, güvenimizle bu yolda candan önce yoldaş olduk. Kendimize ve yoldaşlarımıza duyduğumuz güven, kolektif gücümüze duyduğumuz güvenden beslenir. İşte bunun için devrim hedefiyle yürüyen her Cepheli özgüven sahibidir, olmalıdır.
Özgüven kendine güvendir. Kendimize güveneceğiz. Bizi biz yapan tüm değerler bu güvenimizin kaynağıdır. Güvenin temelinde inanmak vardır, bilgi vardır, cüret vardır. Örgütüne güvenmektir özgüven. Devrim iddiasına sahip çıkmaktır, emek vermektir. Hedef koyma cesareti olanlar güvenir kendine.
Hedeflerine ulaşmak için emek harcamaktan kaçmayanlar güvenir. Cephemizle devrim yapma hedefimiz var. Bizler Cepheli olarak da bu hedefe doğru ilerlerken tüm engelleri aşma kararlılığımızı, önümüze örülen duvarları yıkma gücümüzü ideolojimizden alırız. Her Cepheli de bu devrim koşusunda kendini geliştirmek, devrime daha çok kendini sunmak için çabalar. Zaten zaferi de böyle kazanacağız.
“Haklıyız Kazanacağız” iddiasını her Cepheli hiç bir kuşku duymadan söyleyebilmeli. Bunu söylemeyebilmek özgüven sahibi olmaktan geçer.
Özgüvenimiz olmazsa ne olur?
Yapamam demeye başlarız önce. Aldığımız görevlerden kaçarız. Yeni görevleri omuzlama cesaretimiz olmaz. Ve en önemlisi de devrim inancımızı yitiririz. Devrim inancı olmayan birinin de devrim mücadelesini yürütmesi zaten mümkün değildir. İnsanlar inanmadığı bir şey için emek vermez. Özgüvenimiz olmazsa düşmanın her saldırısında boyun eğer, teslim oluruz. Özgüven olmazsa açtığımız çadırımıza polis saldırıp parçaladığında, yenisini oraya açma cüretimiz olmaz. Yoldaşına saldırı olduğunda, özgüveni olmayan, yoldaşını oracıkta bırakıp kaçar.
Bu Cepheli tarzı değildir. Cepheliler özgüven sahibidir. Özgüven bilinçtir. Haklı olma gücüyle, ideolojimizle beslenen bilincimizle özgüven sahibiyiz. Bu güvenimizi arttırmak için hedefimize daha sıkı sarılmalıyız. Yapabileceğimize inanmalıyız. Engelleri aşmada yaratıcı olmalıyız. Başarmayı hedeflemeliyiz. Hedefimiz olan devrime ulaşmanın yolu Cepheli bilinçle donanmaktan geçer.
Unutmayacağız, güven sahibi olmayan güven veremez. Halkımıza güven vermek için özgüven sahibi olmalıyız. Bilinçle donanmalı ideolojimizi kavramalıyız.
CEPHELİ, YENİ MEVZİLER YARATANDIR!
Cepheli, yeni mevziler yaratandır. Peki, mevzi nedir? Mevzi, düşmanla karşı karşıya kalınan her yerdir. Bu yer; bazen dernektir, bazen sendikadır, bazen işyerimizdir, büromuzdur, eylem yerimizdir… Bazen yıkılmak istenen gecekondumuzdur… Bulunduğumuz yeri mevzi kılan, mücadelemizi büyütme, örgütlenmemizi güçlendirme, ideolojimizi savunma ve nihayetinde devrim yapma isteğinde ve kararlılığında olmamızdır.
Bu yüzden bulunduğumuz her yer mevzidir bizim için. Amacımız da o mevziyi büyütmek ve güçlendirmektir. Biz neden sendikayız, neden fabrika-hastane önlerinde direnişteyiz, neden gecekondumuzu yıkmak isteyen dozerlerin önündeyiz? Bizi oraya getiren, düşmanla karşı karşıya bırakan adalet isteğimizdir, iş isteğimizdir, hastane fabrika kapılarında emeğimize sahip çıkmamızdır, insanca yaşam hakkımızı savunmamızdır, hakkımızı istememizdir. Hakkımızı yiyenler, bizden çalanlar, bizi sömürenler bizim düşmanımızdır. Hangi nedenle olursa olsun düşmanımızla karşı karşıya geldiğimiz her yer mevzimizdir artık. Ve o mevziyi terk etmezsek, direnişlerimizi hakkımızı alana kadar, ilk günün kararlılığıyla sürdürürsek, asla pes etmezsek işte o zaman kazanırız. Geri adım attığımız noktada ise hakkımızı tamamen kaybederiz.
Mevzi: halkın, emekçilerin, devrimcilerin bedeller ödeyerek kazandıkları her yer, her alandır. Örneğin Okmeydanı’nda bulunan Sibel Yalçın Parkı… Sibel Yalçın bir devrimcidir. Halkımızın sömürülmesine karşı, vatanımızın satılmasına karşı mücadele ettiği için düşman katleder. Sibel Yalçın çatışa çatışa Okmeydanı’ndaki Fatma Girik Parkı’na gelir. Bir gecekonduya girer. “Teslim ol!” çağırısı yapan düşmana, “Asıl siz teslim olun!” diyerek kurşunu bitene kadar çatışır ve şehit düşer. Teslim olmayışına, direnişine, devrimcilerin cüretine tanık olan halk, Sibel Yalçın’dan etkilenir. Sibel’in mirasına sahip çıkan Cepheliler, onun adını, katledildiği mahalledeki bu parka vererek, devrim şehitlerinin ölümsüz olduğunu haykırırlar. Sibel Yalçın’ın adı parkla birlikte yaşarken; yaratılan yeni mevziyi korumak ve büyütmek görevi yüklenir Cephelilerin omzuna. Fatma Girik Parkı, Sibel Yalçın Parkı olmuştur artık. Bu parkın girişine Cepheliler, “Sibel Yalçın Parkı” tabelasını asar. Polis defalarca indirir o tabelayı. Tabelayı her seferinde defalarca asan Cepheliler ve halk, tabelanın başında nöbet tutmaya başlar ve polis sökmek için her geldiğinde polisle çatışır. Park, Sibel Yalçın’ın direniş mevzisidir. Düşmanına meydan okuduğu mevzisidir. Bu mevzi, Cephelilerin ve halkın sahiplenmesiyle halen korunmaktadır. Polis kaybettiği o mevziyi geri almak için sürekli saldırır ve o mevzi kararlılıkla savunuldukça korunur. 1970’ten bu yana yazılan tarihimiz, direnişler tarihidir. Ve bu tarihte nice Cephelinin olduğu her çatışmada devrim kazanır.
Dev-Genç’liler, Malatya’da kurulmak istenen füze kalkanına karşı Anadolu’nun birçok yerinde çadır kurar; ancak AKP’nin polisi saldırır. Dev-Genç’liler; Edirne’den, Adana’ya, Çanakkale’den, Kocaeli’ye, her yerde tüm saldırılara rağmen çadırlarını açar, direnerek savunurlar. Çünkü bilirler ki, orada savunduğu, koruduğu mevzisi sadece bir çadır değildir. Hakları, idealleri, haklılığı, meşruluğudur, vatanıdır, bağımsızlığıdır. Bu bilinçle direnir, bu bilinçle kazanır. Cepheli yaptığı hiçbir eylemi, faaliyeti, oligarşinin iznine göre belirlemez. Kendi haklılığı ve meşruluğudur esas olan. Direnir ve eyleminin meşruluğunu düzene kabul ettirir. Cepheli; direnişiyle, cüretiyle, militanlığıyla düşmana geri adım attırandır. Düşmanı geriletendir.
Çünkü o bilir ki, kazandığı her mevzi onu devrime yaklaştıracaktır. Cepheli; yeni direnişler, yeni alanlar, yeni değerler yaratır. Her yeri savaş alanı olarak görür. Düşmanla karşılaştığı her yerde devrimi büyütür. Bunu yapmaya başlamanın ilk adımlarından birisi direnmektir, asla düşmanla uzlaşmamaktır. O militanca, kararlılıkla, meşruluğuna olan inançla direnir. Saldırının, baskının olduğu her yer devrimciler için direniş mevzisidir. Bu mevzileri tek tek kazanarak devrimin yolunu örendir Cepheli. Bütün, parçalardan oluşur. Kazanılan her mevzi de bizi zafere götürecektir.
Cepheli; bunun bilinciyle davranan, her zaman her gün devrim tarihini güçlendirendir. Cepheli’nin her mevzisi devrimin mevzileridir. Mevzi, düşmana karşı savunulan her şeydir.
Cepheli, düşmana her yönden vuran ve ona karşı zafer kazanandır
CEPHELİ ABARTMAZ
Abartı, bilmemektir. Cepheli bilmiyorsa, öğrenir. Abartının nedenlerini ortaya koyar. Abartıcılar aşırılıklardan aşırılıklara sürüklenir. Mantık zinciri gibi görünen hayal oyunu aşırılıklara götürür. Oysa mantıklı olan her şey doğru değildir. 589 gün açlık grevi yapmak mantıklı, mümkün görünmeyebilir ama Berkan Abatay, ölüm orucundaki irade savaşını 589 gün sürdürmüştür. Abartmayacağız ama devrimci iradenin yenilmezliğini de unutmayacağız.
Abartıcılık burjuva ideolojisinin bir parçasıdır. Var olanı abartarak çözüm yollarını kapatır; çözümsüz, karmaşık bir dünya sunar. Burjuvazinin gücünü abartmamız beklenir, kendi gücümüzü ise ters yönde abartmamız beklenir… Uçtan uca savrulmak tam da budur işte… “Çok güçlü” ve “çok güçsüz” de abartıdır… Bazı şeyleri abartma, abartılı düşünme, olağanüstü anlamlar yükleme hastalığı burjuvazinin öğretisidir. Burjuva okullarda verilen eğitim, burjuvazinin yarattığı yalanlar dünyası abartmayı öğütler. Abartanlar aynı zamanda korkarlar çünkü… Burjuvazi, hedefini arayıp yerin yedi kat dibini gören akıllı füzelerden bahseder. Binlerce kilometre öteden attıkları füzelerin reklamını yaparak, “BU TEKNOLOJİYE KARŞI DİRENMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR” düşüncesini yaratmaya çalışır. Kameralar, teknik takip senaryoları yazar. Beyinleri bombardıman altında tutar…
Ama Cepheli 42 yıllık tarihinden, dünya devrim mücadelelerinden bilir ki, yıkılmaz denileni yıkmak mümkündür. Materyalist düşünce bize bu güveni, bu somutluğu bilimsel olarak vermektedir.
Cepheli bilimsel düşünür, var olanı çarpıtarak değil 5N+1K sorularını sorarak düşünür. Abartıcılıktan kurtulmanın yolu bilmediğimizi öğrenmektir. Öğrendiğimizde abartılacak bir şey olmadığını anlarız, eyleme geçince de abarttığımız kadar zor olmadığını görürüz. Bir yerinden başlamak ve emek vermek gereklidir.
Devrimci irade silahımız elimizde olduktan sonra abartılardan kurtulmak mümkündür. Bilgi insanı abartılardan kurtarır. Cepheli abartıdan uzak, köşeli ve sade düşünmelidir. Abartmak soyut düşünenlerin işidir. Cepheli somut koşullara, eldeki verilere göre düşünür. Bunları bilmiyorsa araştırıp sorup öğrenir. Soru kalmayıncaya kadar kendimize soru sorup kendimizi test edeceğiz. Parçalara bakalım derken, bütünü ya da süreci kaçırmayacağız.
CEPHELİ KAPSAYICIDIR CEPHELİ ÖRGÜTLENME YAPMADIKÇA GİDECEĞİ YERİN DÜZEN OLDUĞUNU BİLİR!
Cepheli örgütlüdür, örgüttür. Yaşamının her anı örgütlü düşünür. Örgütlenmeyi düşünür. Devrimin çıkarını düşünür. “Halk için, Cephe İçin, Devrim için” şiarı onun yaşamına, düşüncelerine ve çalışmasına kılavuzluk eder.
Bu yüzden de Cepheli yaşamının her anında örgütlenme çalışması yapar. Okulda, evde, sokakta, otobüste ilişki kurduğu herkesi örgütlemeye çalışır. Örgütlenirken pratiğiyle, yaşamıyla her zaman örnek olur. İnsanlara devrimi, sosyalizmi anlatır. Devrimi halkla yapacağımızı bilir. Bu yüzden herkese gider, herkesle konuşur, herkese anlatır.
Cepheli insan seçmez. Duygularıyla hareket etmez. Örgütlü düşünür. Örgütlenmeyi düşünür. İnsanlara önyargılı bakmaz. Bu insan böyle, şu insan şöyle demez. O insanın eksiklikleri, çarpıklıkları olabilir. Ama Cepheli o insanı değiştirmeyi, dönüştürmeyi amaçlar.
Cepheli ısrarcıdır, kolay pes etmez. Mücadele eder, kazanmaya çalışır. Bunun için emek harcar. Cepheli bilir ki, herkes değişebilir. Buna inanmazsak, devrimcilik de yapamayız, devrim de yapamayız.
Örgütlenmek için, örgütlülüğümüzü büyütmek için kafa yormalıyız. Tek tek insanlara gitmeliyiz. Öncelikle iyi tanımalıyız onları kimdir, ne yapar, nasıl yaşar, neyi sever? Çelişkilerini nelerdir bilmeliyiz. Sonra nasıl değiştireceğimizi, nasıl mücadeleye katacağımızı düşünmeliyiz. Herkesle ilişki kurabilmeliyiz. İnsanların düzenle çelişkilerini iyi tespit edip, onlara çelişkileri üzerinden gitmeliyiz. Bir iki kere dergi vermekle, konuşmakla, eyleme getirmekle insanlar örgütlenmez. İnsanların hayatına girmeliyiz. Onlarla vakit geçirmeliyiz. Arkadaşı olmalıyız. Güldüğünde de, ağladığında da yanında biz olmalıyız. Bizimle her şeyini paylaşabilmeli. Hayatında her anında biz olmalıyız. Onları nasıl değiştireceğimiz, dönüştüreceğimiz, örgütleyeceğimiz üzerine düşünmeliyiz, program çıkarmalıyız ve en önemlisi de emek harcamalıyız. Kapsayıcılığımız da buradan gelir. Kapsayıcı olmak, insanlarımızı düşmana teslim etmemektir. Düzene tek bir insanımızı kaptırmamaktır.
Cepheli şunu unutmamalıdır ki, bir insanı biz örgütlemezsek, düzen örgütler. Bir insan için iki seçenek vardır. Ya devrimden yanadır ya da düzendedir. Bizim gitmediğimiz, bizim örgütlemediğimiz herkes düzendedir, düzen örgütler. Biz düzenden daha çok çalışmalıyız. Çünkü gerçek biziz, doğru biziz, haklı biziz. Düzen yalanlarıyla halkı kandırmaya çalışır. Cepheli bunun bilincindedir. Cepheli meşruluğuna, haklılığına güvenir. Cepheli bu bilinç, inanç ve sorumlulukla hareket eder.
Hiç bir şeyi kişiselleştirmeyeceğiz. “Bundan adam olmaz”, “Ondan bir şey çıkmaz” demeyeceğiz. İşimiz “Nasıl adam ederim”, “Nasıl iş yaptırtırım”, “Nasıl katabilirim” diyecek ve buna göre sabırla emek vereceğiz.
Başka yolu yok! Ya devrimci olacağız. Görevimizi yapacağız; devrim için örgütleneceğiz. Ya da; düzenin bataklığına giden yolda her gün bir adım bir adım daha yaklaşıp bataklığı boylayacağız!
CEPHELİ KANIKSAMAZ KANIKSAMAK UZLAŞMAKTI
Katliamları, gözaltıları, tutuklamaları her gün duyuyoruz. Artık yaşananlar herkese normal gelmektedir. Çünkü düzen bu yaşananları sıradan bir şeymiş gibi verir, gösterir bize. Önemsizleştirmeye çalışır. Ama Cepheli bunları kesinlikle kanıksamaz. Normal karşılamaz. Çünkü yaşananlar, düzenin bize yaşattıkları normal şeyler değildir. Açlık, yoksulluk halkların kaderi değildir. Yaşanan adaletsizliklere karşı çıktığımızda ve en ufak bir hak arayışımızda dahi gözaltına alınıyor, tutuklanıyoruz.
Cepheli yaşanan bu adaletsizlikleri görür. Bütün bunlar düzenin gerçek yüzüdür. Cepheli bunu bilir. Örneğin düzenin kendi yaptığı yasalarında “Eğitim parasızdır ve herkesin hakkıdır”. Ama bugün parası olmayan kesinlikle okuyamaz. Herkes okumak için para verir. Kimse bu benim hakkım deyip savunmaz. İşkence yapmak yasalarda suçtur. Ama ülkemizde binlerce insan işkencelerde katledilmiştir ve kimse yargılanıp ceza almamıştır. Engin Çeber’in katilleri işkence yaptıkları ispatlanmış olduğu halde yargılamaları halen sürmektedir. Bunlar düzenin halkı sindirme, susturma, yok etme politikalarıdır. Düzen bu politikalarını bize kanıksatmaya çalışır. Kanıksatmak, susturmaktır.
Ama Cepheli bütün bu yaşananların farkındadır. Cepheli asla düzenin dayattığı bu kanıksatma politikasını kabul etmez. Cepheli hesap sorma bilincine sahiptir. Kanıksamaz, alışmaz, hesap sorar. Örgütler, mücadele eder, savaşır, savaştırır ve hakkını alır. Aynı şeyler mücadelemiz içinde de geçerlidir. Cepheli mücadele içerisinde de kendisinde bir yanlış varsa düzeltir. Çünkü Cepheli bilir ki, eğer yanlışları kanıksar ve mücadele etmezse örgütlülüğümüz, mücadelemiz zarar görür.
Cepheli mücadelemize zarar verecek, engelleyecek herkese ve her şeye karşı savaşır. Yanlışları kanıksamaz, benimsemez, umursamazlık yapmaz. Yanlışların üzerine gider. Mücadelenin önündeki engelleri kaldırır. Cepheli bunu yaparken nedenlerini ve niçinlerini sorgular. Yok, saymak, yanlışı görüpte bir şey olmaz diye bakmak, yaşanan yanlışları, haksızlıkları normal görmek Cepheli’yi çürütür.
Bu yüzden Cepheli karşılaştığı, tanık olduğu, yaşadığı çelişkilerin nedenini, niçinini hemen sorgular ve düzeltir. İç veya dış düşman olsun mücadeleyi engelleyecek her şeyi, herkesi kanıksamak örgütlülüğü bitirir. Halkının sorunlarına uzaklaşmış, sömürüyü kanıksamış; kin, öfke duygusunu yitirmiş birisi artık Cephelilik niteliğini kaybetmiştir. Cepheli kendi halkının ve tüm ezilen dünya halklarının yaşadığı her acı için direnen, düşünen, üreten, mücadele edendir.
Kanıksamak, uzlaşmaktır.
Cepheli bu sorumluluk ve bilinçle hareket eder. Örgütlülüğü ve cepheyi, çelişkileri görerek ve çelişkileri çözerek büyütür.
DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ…
Vietnam devriminin komutanı Giap’ı devrimciler tanır. Ölümü ile birlikte bütün dünya tanıdı bu muzaffer komutanı. Burjuva basın o görkemli cenaze törenini görmezden gelemedi… 40 km’lik kortej ile uğurlanan Giap’ı Giap yapan devrim için, vatanı için savaşmasıydı. Başta Fransız emperyalistlerine ardından Amerikan emperyalistlerine karşı verilen ULUSAL KURTULUŞ Savaşı’nda sonuna kadar halkı ile birlikte savaşıp zaferi halkı ile birlikte kazanan komutandır Giap. Emperyalizmin yenilmez denilen devasa askeri gücünü yenendir. “Düşmanı ve kendini iyi tanırsan yenilmez olursun” sözünü pratikte ispatlayan komutan olarak tüm dünya devrimcilerinin gönlünde taht kuran komutan Giap’tan,
Cepheliler;
1- Hızlı olmayı,
2- Gizlilik içinde çalışmayı,
3- İnisiyatifli olmayı öğrenmelidir.
General Giap komutanlarını, savaşçılarını ve halkını bu üç ilkeye bağlı kalarak savaştırdı. 30 bin kişilik gerilla ordusunu bu üç ilkeye bağlı kalarak yönetti… Hızlı olmaktan acele etmeyi değil, hızla düşünüp hızla, doğru kararlar alıp uygulamayı anlamalıyız. Savaşın içinde hızlı olmak bu yanı ile önemlidir. Düşmanın bir adım önünde olmak ondan daha hızlı düşünmeyi ve ondan daha hızlı karar almayı ve uygulamayı gerektiriyor. Yoksa sen düşmanı değil, düşman seni öldürür. Hızlı olmak gerilla için o kadar önemlidir ki; Mao savaşçılarına elde silah parmak tetikte oturarak uyumayı öğretmiştir. Oturarak uyunur mu? Parmak tetikte uyunur mu demeyin, bu bilgi gerçektir… Düşmandan hızlı olmak için bir düşman saldırısı ile karşı karşıya kalındığı zaman silahına düşmandan daha hızlı davranabilmen için bu gerekliydi ve Çinli savaşçılar bunu başardılar. Gizli olmaktan; tüm işlerimizi düşmanın gözü önünde ama düşmana fark ettirmeden yapabilmeyi anlamalıyız. Vietnam, en büyük zaferlerinden biri olan Dien Bien Phu zaferini bu kuralı harfiyen yerine getirilerek kazanmıştır. Denebilirki Fransız ordusunun sonu bu yenilgisinden sonra başlamıştır.
Nasıl gelmesin ki?
16.200 düşman askeri
1 general
16 subay
1749 subay ve assubay saf dışı edilmiş
62 uçak tahrip edilmiş
30 bin adet paraşüt dâhil düşmana ait ne var ne yoksa ya tahrip edilmiş, ya da ele geçirilmiştir. İnisiyatifli olmaktan ise başımıza buyruk veya istediğimiz gibi davranmayı anlamamalıyız. İnisiyatifli olmaktan aldığımız bir kararı hayata geçirirken çıkabilecek boşlukları doldurmayı anlamalıyız. Yani somut durumun somut tahlilini yapmayı ondan sonra inisiyatifimizi koymayı anlamalıyız.
Yoksa bizim bıraktığımız boşluğu düşman hızla dolduracaktır…
Tüm Cepheliler olarak;
Giap’ın önünde bir kez daha saygıyla eğilirken üç ilkeyi unutmuyoruz
HIZLI OLMAK,
GİZLİ KALMAK,
İNİSİYATİFLİ OLMAK.
CEPHELİ BULUNDUĞU HER YERDE SAVAŞIN PROPANDASINI YAPAR
Slogan kitleye hitap etmelidir. Bizim iddiamızı dile getirmelidir. Olayı anlatmalıdır. Süreçle birleştirmelidir. Sade olmalıdır. Kavramlar sorunu değil değerler sorunudur.
Cepheli bulunduğu her yerde savaşın propagandasını yapar. Çünkü emperyalizme ve işbirlikçisi oligarşiye karşı savaşmaktadır. Devrimin yolu, yani halkın kurtuluşunun, vatanın bağımsızlığının yolu mücadele etmekten, savaşmaktan geçer. Savaşmaksa kendini katmayı, adamayı gerektirir. O halde mücadelesinde Cephelinin en iyi propaganda aracı kendisidir diyebiliriz.
Cepheli kitleler için, yoldaşları için okul olması, inanç taşıyıcısı olmasını bilmelidir. Cephelinin hareket etmesini, yürümesini sağlayan ayaklarıysa, kitleler içinde hareket etmesini sağlayan inancıdır. Yüreğinden ve bilincinden süzülüp gelen devrim inancı, ısrarı, kararlılığı kadar etkili bir şey yoktur kitleler nezdinde. Cepheli kitleler içine inanç tohumunu savaşın propagandasını yaparak eker. Kimi zaman afiştir yaptığı, bildiridir, yazdığı yazıdır, kahvehanelerde yaptığı konuşmadır. Ya da attığı sapan, attığı taş, barikatın ardındaki yürektir. Elde silahtır, sözde slogandır. Sıktığı mermidir, dağların doruklarını adımlayan adımlar, yurtdışında savaşa kattığı emeğidir. Ve tüm bunlarla hedeflediği iktidarın kendisidir. Cephelinin bu konudaki en zengin örnekleri yine tarihinde, şehitlerindedir. 6 Aralık 1994’te şehit düşen Kemal Askeriler ıslıklarla, marşlarla, tempo tutarak, Cephe bayrağını açarak yarattıkları direnişleriyle bırakalım köylüleri kendilerini katletmek için gelen düşmanı dahi sarsmışlardır. 19 Aralık’ta Fidan Kalşen bedenini tutuşturmadan hemen önce haykırmış, “Siz bu vatanı sevemezsiniz, sevseydiniz eğer…” diye seslenmiştir. 2001 yılında ölüm orucundan şehit düşecek Özlem Durakcan ölüm orucu eyleminden önce katıldığı demokratik bir eylemde 19 Aralık Katliamı’nı bindirildiği otobüste teşhir etmiştir. Yüzü gözü kan içinde olan Özlem halka ölüm orucunu, tecrit saldırısını, polisin devletin saldırısını anlatmıştır. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak her örneğin gösterdiği bir nokta vardır: Neyi neden yaptığını bilen Cepheli savaşın propagandasını her yerde yapar. Her türlü aracı yaratıcı kullanır ama her zaman en iyi propaganda aracı Cephelinin kendisidir. Sözleri, oturuşu, kalkışı, dürüstlüğü, sözünün eri oluşu, özverisi, mütevazılığı, savaşkanlığıdır… Savaşın propagandasını yapar. Kitleleri bu düzenin kirinden-pasından arındırır kendi kurtuluşumuz için ayağa kalkalım der. Sonuç olarak, Cepheli mahallede, dernekte, evde, şehirde, yurtdışında, işkencede her yerde savaşın propagandasını yapar. Savaşın propagandasını yapmak da kimi zaman AKP politikalarını teşhir etmek, kimi zaman bir gencin, halkın sorununu çözmektir. Sonuçta bunların tümü kitleleri örgütlemeye, savaşı büyütmeye hizmet eder.
BİZ KAZANACAĞIZ ÇÜNKÜ MORAL ÜSTÜNLÜK BİZİMDİR
“Neyiniz var? Bir moral üstünlüğünüz var. Moral üstünlüğü kaptırdık” diyor AKP’nin, Fethullah’ın çocukları… Kaptırmadınız! Biz; dişimizle, tırnağımızla söküp aldık onu… Alişanlarla anti-emperyalizmin bayrağı olduk… Muharremlerle Adalet… Yozlaşmayı, çürüyen düzeninizi Feritlerle yeniyoruz!
“BİZ KAZANACAĞIZ” ÇÜNKÜ MORAL ÜSTÜNLÜK BİZİMDİR! UMUDU BÜYÜTMEK MORAL ÜSTÜNLÜĞÜNÜ APTIRMAMAKTIR UMUDU BÜYÜTMEK KENDİMİZİ SÜREKLİ YENİLEMEKTİR REHAVET VE TEDBİRSİZLİK CEPHELİ’NİN DÜŞMANIDIR.”
Tüm dünyanın gözleri Cepheliler’in üzerinde… Dostun da düşmanın da gözleri Cepheliler’i tarıyor… Cepheliler’in her kazanımı halkların ve devrimin hanesine yazılırken düşmanın öfkesini ve kinini, kudurganlığını artırmaya yetiyor. Her defasında umudun inançla yolunda yürümesinden dem vurarak; “Bir siz yola gelmediniz, teslim olmadınız” diyorlar… Cepheli’nin umut olduğunun düşman da farkında. Bunun için Fransa’dan Yunanistan’a, Almanya’dan Avusturya’ya ve ABD’ye varıncaya kadar emperyalistler ve işbirlikçilerinin saldırılarıyla karşı karşıya kalıyoruz. “Şafak baskını” denilerek gece yarıları helikopterleriyle, binlerce katil sürüsüyle kurumlarımız basılıyor, talan ediliyor, insanlarımız gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Bir insanımızı Yunanistan’dan alıp Türkiye oligarşisine teslim edebilmek için üç ülke -ABD, Yunanistan, Türkiye- olanaklarını seferber ediyor, işbirliği yapıyor… Sürekli hapishaneler yapılırken, binlerce gardiyanını, polisini, askerini, ajanlarını, teknik takip sistemlerini bizi izleyebilmek, takip edebilmek için ve bizi kontrol altına alabilmek için seferber ediyorlar… Çünkü düşman kendi zulüm düzeninin daimi olmayacağının farkında. Çünkü düşman, Cepheliler’in gücünden ve iradesinden korkuyor… Tüm silahlı örgütler tasfiye olsa, tüm silahlı örgütler emperyalizmin güdümüne girse de, Cepheliler’in devrim yürüyüşünden vazgeçmeyeceğini biliyor… Ki, bu sır değildir zaten… Marks: “Komünistler görüş ve niyetlerini gizlemeyi reddederler” diyordu. İlan ediyoruz: “Dünyayı bir kez de Türkiye’den sarsacağız!” diyoruz. Bu korku oligarşiye yetiyor. Bundan korkuyorlar! Devrimcilik yapmak, devrimi istemek ve hatta faşizm koşullarında en demokratik hakkını kullanmak bile faşizmin şimşeklerini üzerine çekmek için yeterlidir. Mesele şimşekleri üzerine çekmek değildir elbette. Cepheliler söyleyeceklerini ta Mahir Çayan’ın ağzından “Varsın bütün oklar üzerimize çevrilsin…” diyerek vermiştir zaten… Bundan dolayıdır ki; Cepheliler, bütün okların ve gözlerin üzerine çevrildiğini bilerek yaşar ve yaşantılarına yön verirler Düşmanın gözleri Cepheliler’in üzerindedir. Cepheliler bu bilinçle hareket ederler. Düşmanın gözleri neden üzerimizdedir sorusu Cepheliler için sır değildir. Her Cepheli bunun cevabını rahatlıkla verir. Bu anlamıyla her Cepheli, hem ideolojik anlamda hem de fiziki anlamda düşmanın saldırılarının hedefinde olduğunu bir an olsun aklından çıkarmaz. Yaşantısını buna göre düzenleyip gerekli önlemlerini alır. Her zaman tedbirlidir. Hapishanede, iş yerinde, okulda, mahallede, kurumlarda, yolda yürürken, bir eyleme giderken bulunduğu her alanda ve her yerde bunları göz önünde bulundurur. Bunları görmezden gelmek, “amaan bir şey olmaz” demek gerçeklere gözlerini kapatmak demektir. O an için yapılabilecek çok basit bir işi yapmamak, üşenmek, vurdumduymaz olmak düzenin yaşam biçimidir. İnsanı çürütür bu yaşam biçimi. Bu tür alışkanlıklar devrimciliği yok eder. Bununla da kalmaz, bilerek ya da bilmeyerek örgütüne, yoldaşlarına ve halka zarar verir. Cepheliler’in yaşantısında bunlara yer yoktur. Rehavete kapılmak gevşekliktir. Vurdumduymazlıktır… Tedbirsizlik, önlemini zamanında almamak, gereğini gerektiği zamanda yapmamak, her şeyi oluruna bırakmaktır. Düşmana açık kapı bırakmaktır… Rehavete kapılmak da, tedbirsiz davranmak da en az düşmanın kendisi kadar tehlikelidir. Düşmanın girmesi ve zarar vermesi için öncü rol oynar. Açık bırakılan bu kapıdan düşman girecektir. Cepheli iradidir. Ne rehavete kapılır ne de tedbiri elden bırakır. Bu savaş gerçeğidir. Bunu yaparken ne abartır ne de düşmanı küçümser. DOĞRU OLANI YAPAR!..
YAPILMAYACAK İŞ, ÇÖZÜLMEYECEK SORUN YOKTUR!
Her İşin Bir Yöntemi Her Sorunun Bir Çözümü Vardır! Olmuyor Yapamıyorum Diye Düşünmeyeceksin! Doğru Yöntem ve
Doğru Çözümü Bulmalıyız Diye Düşüneceksin!
BAŞARMAK İÇİN DÖRT ADIM ATMALIYIZ
1- KARAR ALMALIYIZ İRADİ OLMAKTIR.
2- PROGRAM ÇIKARTMALIYIZ ÜRETMELİYİZ ÜRETMEK EMEKTİR.
3- ISRARLI-HIRSLI OLMALIYIZ DEVRİMCİ ISRAR VE HIRS ZAFERE KİLİTLENMEKTİR.
4- DENETİM YAPMALIYIZ DENETİM YAPMAK ÖNLEM ALMAKTIR. HER ZAMAN SÖYLEDİĞİMİZ GİBİ CEPHELİ BAŞLADIĞI İŞİ BİTİRİR BU, CEPHELİNİN GURURUDUR. CEPHELİ ZORLUKLARDAN KAÇMAZ.
“Zorunluluk ancak kavranmadığı ölçüde kördür.” (Lenin, Seçme Eserler. Cilt: 11. syf. 208) Cepheli; olaylara, sorunlara, kendine ve de yoldaşlarına devrimin gözüyle bakar. Mücadeleye göre değerlendirir, müdahale eder, çözer. Tek bir sınıflandırma vardır; o da mücadelenin ihtiyacına göre yapılandır. Cepheli zor kolay ayrımı yapmadan talip olandır. Zorluklardan kaçmak bencilliktir. “Ben yapamam yapan yapsın” deme bencilliğidir. Nedir yaşanılan? Bir zaaf ile bir eksik ile mücadele mi? Örgütlenecek bir eylem mi? Hiç fark etmez öncelik ölçüsü bellidir Cephelinin. Kavgadır belirleyici olan.
Bugün yoldaşını zaaflarıyla baş başa bırakan birinin yarın yoldaşını düşman karşısında tek bırakmayacağının garantisi yoktur. Bu uç bir örnek değil, müdahale edilmediği takdirde gelinecek noktadır. Zordan kaçma, elbette ki kaçak dövüşmeyi beraberinde getirir. Cepheli kaçak dövüşmez. Cepheli, cepheden tavır alandır. Sorunların, olayların, zaafların üzerine düşmanın üzerine yürüdüğü gibi yürür Bilir ki üzerinden atladığı, deşmek istemediği, karşılaşmak istemediği her zorluk bir yoldaşının karşısına çıkacaktır. Kendisinin dövüşmediğiyle yoldaşı dövüşecektir. Bunu bile bile Cepheli zordan kaçmaz. Hiçbir savaş, kaçak dövüşülerek kazanılamaz. Cepheli, tatlı su devrimcisi olan oportünizme-reformizme karşı ideolojik mücadeleden, saflarımızdaki düzenin yarattığı zaaflara kadar her şeyin zor olduğunu bilir. Hiçbir Cepheliye hiç kimse kolay olanı vaat etmemiştir. Devrim ne derece güzel ise, onun uğrunda mücadele de o derece zordur. Ancak bu zor çözümsüzlük üretmez. İçinde çözümü de olan bir zordan bahsediyoruz. Cepheli her sorunun çözümünün de içinde olduğunu bilerek zorluklarla mücadele eder. Zordan kaçanlar, çözümsüz ve de hedefsiz olanlardır. “Kimsenin çalışanı değilim. Devrim için mücadele ediyorum. Dünyanın en onurlu işini yapıyorum, zorluklar beni ancak güçlendirir. Kime karşı mücadele verdiğimi biliyorum, bu nedenle de mücadelenin kolay olmasını beklemem…” der Cepheli. Böyle düşünüp böyle yaşadığı için de zordan kaçmaz. Çünkü Lenin’in “Yapamıyorum deme, ‘istemiyorum’ deme” sözü hep bilincindedir. İnsan korktuklarından kaçar. Korktukları bilmediği çözemediği şeylerdir. Zoru bilmek gözleri açacak olandır. Ve ustaların sözünü yineler Cepheli “mümkünler zorlanmış imkânsızlıkların sonucudur.” Öyleyse savaşmanın aracıdır zorun üzerine yürümek ve de elbette başarmanın koşuludur. Her konuda zoru zorlayandır Cepheli. Muharrem Karataş için yoldaşları “gerektiğinde kötü adam olmayı da göze alandı”, dedi. Zor olan işte budur. “Ben doğruyu savunuyorum varsın ‘kötü’ desinler bana” diyebilmek, doğruların, mücadele kararlılığının net olmasıdır. Zordan kaçmak emek harcamaktan kaçmaktır. Cepheli emek harcamaktan kaçmaz. Kaçamaz çünkü emek harcamanın kendisine verilen emeği hak etmek olduğunu bilir. Emek harcamak değişip dönüştürme gücüdür. Zordur ama olmazsa olmazımızdır. Bir duvarı delmek için ondan daha sert, bir demir gerekir. Zoru başarma gücü devrimciliğin mihenk taşlarındandır. Zoru başarmak gözlerini devrime dikmektir.
Zor zamanların insanı olmak, zoru başarmak zorlukların üzerine gitmek. Zorun çözümünü zor içinden çekip çıkarmak Cepheli kimliğinin gereğidir.
CEPHELİ TARİHİNİ BİLİR TARİHİNDEN ÖĞRENİR GÜÇ ALIR…
Tarih, geçmişi inceleyen bilim dalıdır. Geçmişi zamansal oluşumu içinde neden ve sonuçlarıyla birlikte ele alıp inceler. “Tarih insanlık-hayatının zaman içindeki akışıdır” denir. Bu açıdan tarih, ideolojik, politik, kültürel tüm yaşanmışlıklarıyla, bilinçleri şekillendirmesiyle doğrudan ya da dolaylı olarak geleceği de etkiler. Eğer geleceği inşa etmeye çalışıyorsak tarihi bilmek zorundayız.
Cepheli; özgür, bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülke, mutlu ve refah içinde bir gelecek yaratma mücadelesi verendir. Bu yüzden de her Cepheli bugün yaptıkları ve yapmadıklarıyla, tarihe ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluk hisseder, hissetmelidir.
Bugüne kadar tarihi, egemenler çarpıtarak, içini boşaltarak, tersyüz ederek, bunu başaramadığı yerde yok sayıp unutturmaya çalışarak, istedikleri gibi kullandıkları bir bilim haline getirmişlerdir. Halka, halkın kültürüne, direnişlerine, kahramanlarına, kahramanlıklarına ait olan ne varsa tarih dışına itilmiştir. Egemenler tarihten korkarlar. Çünkü halkın tarihten öğrenmesini, dersler çıkarmasını, devrim mücadelesinde örnek alabileceği direnişleri, pratik deneyimleri bilmesini istemezler. Halkın tarihsel hafızasını silmeye çalışırlar. Ne yazık ki, sol da halkın tarihini, kendi devrimci tarihini, mücadelenin itici gücü haline getirememiştir. Halka, halkın kültürüne yabancılaşması, tarihe de yabancılaşması gibi bir sonuç yaratmıştır. Tarihin unutturulmaya çalışılmasını, çarpıtılıp tersyüz edilmesini basite almamalıyız. Tarih bilinci de ideolojik mücadelenin bir parçasıdır. Çünkü tarih; halkın kimliğini, kişiliğini oluşturan en önemli yapı taşlarından biridir.
Egemenler unutturmaya çalıştıkça biz hatırlatacak, hafızalara kazıyacağız. Onlar çarpıtıp tersyüz ettikçe biz düzeltecek ve gerçekleri halka taşıyacağız. “Böyle gelmiş böyle gider ”anlayışı, halkın örgütlenip devrimcileşerek, artık hiçbir umudunun, beklentisinin kalmadığı bu düzeni değiştirme mücadelesine girmesinin önündeki en büyük engeldir. Tarihimizi bilirsek, en basitinden böyle gelmediğini, böyle gitmeyeceğini, defalarca değiştiğini, yine değiştirebileceğimizi görür, gösteririz. İşte o zaman “tarih tekerrürden ibaret “olmaz. Halkın tarihindeki ilerici devrimci dinamikleri bulup, çıkartacağız. Yeniyi, gelişeni, geleceği biz temsil ediyoruz. İnsanlığın kurtuluşu için tarihin tekerleğini hızlandırmak bizim görevimizdir.
Cepheli tarihini bilir ve ondan güç alır. Ne kadar unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın her halk kendi tarihini çeşitli araç ve biçimlerle kuşaktan kuşağa aktarır. Gelenek görenekleri, kültürü, isyanları, kahramanları, zaferleri ve yenilgileri bu tarih bilincinde yaşamaya devam eder. Baba İshaklardan Bedreddinler’e, Pir Sultan’dan Köroğlu’na, Dadaloğlu’ndan Karayılan’a, Çakırcalı’ya, Demirci Mehmet Efe’ye, Mahir’den Dayımız’a, Sabolar’dan Sibeller’e, Ayşeİdil’den Fidanlar’a kadar eşsiz kahramanlıklar ve çok zengin deney ve tecrübelerle doludur tarihimiz. Bugün örgütlenmek ve halkı örgütlemek için mücadele içinde karşılaşabileceğimiz her sorunu çözebileceğimiz, ihtiyacımız olan, bilmemiz öğrenmemiz gereken her şey tarihimizde var. Yeter ki tarihimize bakmayı, ondan öğrenmeyi, dersler çıkarmayı bilelim. Aynı hataları, yanlışları yapıp kendimizi-pratiğimizi tekrarlamayalım. “Düşüncelerimizi tarihimizin örs ve çekici arasında dövüp, kavganın suyunda çelikleştirdik” diyor Grup Yorum, “Direnişçilerin Cevabı” marşında.
Cepheli, bu bakış açısıyla tarihini öğrenir, ona sahip çıkar. Düşüncelerimizi kavganın suyunda çelikleştirmek budur. Tarihine sahip çıkmak nasıl olur. Kitle çalışmalarımızda, ajitasyon propagandalarımızda, eylem ve örgütlenmelerimizde, kurumlarımızda, kampanyalarımızda, yayınlarımızda, politik çözümlemelerimizde tarihimizden yararlanarak, tarihimizi yaşayıp yaşatarak, öğrenip öğreterek. Tarihten öğrenmek ve güç almak budur. Her Cepheli bu bakışla düşünüp hareket etmelidir.
CEPHELİNİN DÜŞMANA OLAN ÖFKESİ HALKA SEVGİSİ KADARDIR!
HALKIMIZI VE VATANIMIZI ÖLECEK KADAR ÇOK SEVİYORSAK; DÜŞMANA OLAN ÖFKEMİZ DE UĞRUNDA ÖLECEK KADAR BÜYÜK OLMALIDIR!
Cephelinin düşmana olan öfkesi; halka, vatanına, yoldaşlarına duyduğu sevgiyle vardır. Öfkesini ait olduğu sınıftan, halkının ezilmişliğinden alır. Halkını çok sevdiği için ona yönelen ellere öfke duyar. Bu öfkeyi tüm damarlarında hisseder. Halkına yönelen eller sömüren ellerdir. Sömürenler halkı iliğine kemiğine kadar sömürür. Halkın sırtından yükselir sömürenler. Halk olmazsa kendilerinin olamayacağını bilir. Ancak halk olmadan var olmayacak biri daha vardır. O, sömürenlerle uzlaşmaz bir savaşım içinde olan, sömürenlerin tam karşıtı sınıfta yer alan Cephelidir. Cephelinin var olma nedeni, halktır. Cepheli halkın kurtuluşunu halkı örgütleyerek, halkı savaştırarak, onunla omuz omuza yürüyerek sağlayacaktır. Ve bu savaşımda onun en büyük gücü düşmanına duyduğu öfke, halkına, yoldaşlarına, vatanına duyduğu sevgi olacaktır ki, halkına olan sevgisi, yoldaşlarına ve vatanına olan sevgisini de kapsar. Bu öfke ve bu sevgi, gelip geçici değil, Cephelinin yüreğinde ve bilincinde yer etmiş duygu ve düşüncelerdir. Sevgi de, öfke de mayasını ideolojik netlikten alır. Cepheli, ideolojisi konusunda çok şanslıdır. Çünkü Mahir’den Dayı’ya düşman ile reformist ve oportünist kesimlerden yağan onca oka rağmen yolundan, pusulasından şaşmayan bir ideolojiye sahiptir. Sahip olduğu ideolojisi ona emperyalizm ve işbirlikçileriyle onları yenene kadar savaşmasını, uzlaşmamasını öğütler. Cepheli mücadelesinde düşmana olan öfkesiyle hareket eder. Muharrem Karataş’ın Ankara’da 250 bin polisin sevk ve idare edildiği Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ve polisevine yönelik hesap sorma eylemini yapmasını sağlayan nedir? Hangi duygu ve düşüncelerle gitmiştir eyleme Muharrem Karataş? Kendi dizelerinde cevabını veriyor bu soruların: “Zamanıdır vurmanın zalimin canevine haydi vuralım zalime haydi dikelim zulmün burçlarına bayrağımızı” Zalime öfkesidir dizelerinde okuduğumuz, tıpkı yüreğinde ve bilincinde gördüğümüz öfke gibi. Peki, bu öfke kaynağını nereden alır? Yine kendi dizeleriyle cevaplıyor Muharrem: “bak direniyor halk uğruna dövüştüğümüz, can verdiğimiz Anadolu’muzun yiğit halkı” Biz Cepheliler Muharrem’in dediği gibi halkımızı canımızı verecek denli çok sevdiğimiz için düşmana öfke duyuyoruz. Bu nedenle “Bir canım var, feda olsun halkıma” diyen İbililerimiz var.
Öfke ve sevgi birbirine karşıt iki kelime gibi görünse de, düşmana öfke ve halka duyduğumuz sevgi aynı kaynaktan alır besinini ve Cepheli düşmana olan öfkesini an an yaşar. Öfkesini sevgisiyle birlikte çoğaltır. Bu uğurda kendini eğitir, şehitlerimize sımsıkı sarılır, geleneklerden, umudun tarihinden öğrenir, iç düşmanıyla mücadeleyi elden bırakmaz. Öfkesi yumuşayanların “hiç”leşmeye, düzeniçileşmeye doğru gittiklerini bildiğinden öfkesinin yüreğinden kopmasına izin vermez. Öfkesi onun moral gücüdür. Bu gücü kaybetmez. Halka duyduğu sevgisiyle kendisini geliştirdikçe, hareketin ihtiyaçlarına cevap verdikçe, hesap sorma bilinci gelişir.
Analarımızın, şehitlerimizin ahı mezara kalmaz diyendir Cepheli. Bu gücü kendinde görendir. Ve bu uğurda Muharremleri kılavuz edinendir.
CEPHELİ SİVİL TOPLUMCU DEĞİLDİR DEVRİMCİDİR
Cepheli her şeyi tartışma sevdalısı değildir. Yaşadığı koşulların ve zorunlulukların bilincinde olan insandır. Faşizm koşullarında öyle anlar vardır ki görüş ve önerileri almayı bir yana bırakalım, kararları en hızlı haliyle uygulamak gerekir. -Yukarıdan aşağıya emir ve talimatlarla alınan kararlar hayata geçirilir. Ortak politika üretme adına “fikir jimnastikleri”, “beyin fırtınaları” yapmak; “örgütsüz örgütlenmeler” diyebileceğimiz sivil toplum örgütleri (STK)nin demokrasi anlayışıdır. Bu bazen öyle bir hale gelir ki karar dahi alınamaz. Alınan kararlar uygulanamaz. Bununla iş yapamazlar, bir afiş dahi asamazlar. Çünkü STK’lar isteyenin istediği gibi katıldığı, isteyenin katılmadığı, hiçbir bağlayıcılığının olmadığı kurumlardır. Bu anlayış sahiplerinin demokrasiden anladıkları kendi istek ve çıkarlarına göre kararlar almak ve öyle davranmaktır. Kendi istek ve düşüncelerine ters kararlar çıkarsa uygulamama, iş yapmama, yapılanlara katılmama “özgürlüğünü” arar. “Ortak kararlara herkes uymak zorunda değil” gibi çarpık, örgüt anlayışını tasfiye eden düşünceler savunulmaya başlar. Cepheli böyle örgütlülük karikatürlerini kendine yakıştırmaz. Cepheli, sivil toplumcular gibi olamaz. Cepheli, Marksist-Leninist’tir. Demokratik merkeziyetçiliğe inanır. Demokratik merkeziyetçilik, kararların aşağıdan yukarıya doğru alındığı, karar alma süreçlerine mümkün olan en geniş kesimin katıldığı, kararlar netleştirildikten sonra ise merkezi olarak yukarıdan aşağıya emir ve talimatlarla uygulanmasıdır. Canlı, üretken siyasi tartışma sadece istemekle olmaz. Ona uygun bir işleyişi, örgütsel mekanizmayı sağlamakla mümkündür. Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı düzenli bir bilgi ve görüş alışverişinin sağlanmadığı yerde zaten canlı, üretken bir siyasi tartışma ortamı da olmaz. Böylece sorumlu altındakilerin, halkın ne düşündüğünü bilmez. Alttakiler ve halk, sorumlunun bir talimatı niye verdiğini, bir politikanın neden uygulandığını anlayamaz. İki farklı dünya gibidirler. Devrimci ilişkilerin, yoldaşlığın harcında güven vardır. Devrimci ilişkilerde, örgütsel işleyişte kolektivizm, her bir kişinin sorunlarını örgütün sorunu haline getirirken, devrimci mücadelenin, örgütün sorunlarını da tek tek kişilerin, devrimcinin sorunu haline getirir. Altla üst arasında ortak bir ruhsal şekillenme de olmalıdır. Niyazi Aydın’ın “benim bulunduğum yerde Devrimci Sol vardır” sözü bir yanıyla bunu anlatır. Tek başına da olsa bir karar alırken kolektif düşünmeyi bilir bir Cepheli… Aynı şekilde her emir talimatta, her siyasi tespitte kendi düşüncelerinin de hesaba katıldığının bilinciyle sahiplenir. O değeri görür, zafere kilitlenmiştir, buna göre davranır. Cepheli karar alma sürecinde, hangi aşamasında, hangi düzeyde katılıyorsa düşünüp yoğunlaşır, tartışır. Yoldaşlarını, örgütünü ikna etmeye çalışır. İkna olmaya açıktır. Boş tartışmalara, laf ebeliğine girmez. Herkesin, her şeyi tartışmaya çalıştığı bir ortamda politika üretilemeyeceğini, iş yapılamayacağını bilir. Cepheli örgüt bilincine sahiptir. Örgütüne ve yoldaşlarına güvenir. Aldığı emir ve talimatları Cephe ruhuna uygun yorumlayıp uygular. “Karar alma sürecinde yoktum, benim görüş ve önerilerim kabul edilmedi. Ben ikna olmadım vb” gerekçelerle iş yapmama, isteksiz, gönülsüz katılma gibi tavırlar sergilemez. Karar aldıktan sonra da o kararın hayata geçirilmesi için en çok çalışan, emek harcayan olur. Cepheli mücadeleyi ve devrimi geliştirmek için düşünür ve tartışır…
CEPHELİ SAHİPLENENDİR!
Bir Cepheli’nin karakteristik özelliklerinden biri de sahiplenme duygusu olmasıdır. Sahiplenme duygusu Cepheli’yi güçlü kılan özelliklerden biridir. O yüzden Cepheli her koşulda sahiplenmeyi hayata geçirebilen olmalıdır.
- Yoldaşını sahiplenme
- Örgütünü sahiplenme
- Devrimi sahiplenme
Cepheli yoldaşlarını sahiplenendir! Cepheli’nin yoldaşlık ilişkilerinin mayasında sevgi yatar. Sevgi bencilliğin karşısında en büyük silahlarımızdan biridir. Yoldaşlarımızı ne kadar seviyorsak onların eksik, hata ve zaaflarına karşı da o kadar sahiplenen oluruz. Yoldaşlık ilişkilerinde ve genel olarak sahiplenmenin pratikteki karşılığı emektir. Yoldaşlık ilişkilerimizde emek verdiğimiz oranda sahiplenen oluruz. Mesela devrimci eleştirilerimiz sevginin yoğunlaşmış halidir. Eleştirilerimizi ustaca yapıp yoldaşlarımızı ileriye taşıyabilmeliyiz, yeri geldiğinde pratiğimizle göstermemiz ve birçok yöntemi denememiz sahiplenme pratiğimizin göstergesi olacaktır. Sahiplenme adına bencilliğin olduğu yerde asıl olarak sahiplenme yoktur. Gerçek sahiplenme sevginin, inancın ve onların pratik karşılığı emeğin olduğu yerde yatar. Cepheli Örgütünü Sahiplenir! En genel anlamda örgüt; ortak bir amaç ya da eylemi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların ya da kişilerin oluşturduğu birlik, teşkilat, teşekküldür. Her örgütün bir hiyerarşisi, iş bölümü olur. Elbette bunlar işin tabiatıdır. Ama örgütü sahiplenmek sadece üzerine düşen işi yapmak değil, ona örgüt ruhunu katmakla mümkündür. Ve ancak örgüt ruhu, yani sahiplenmeyle yaptığımız işlerde gerçek başarıya ulaşabiliriz. Gerçek anlamda sahiplendiğimizde büyük-küçük iş demeyiz. Kendimizi sınırlama, statülerimiz, kendimize güvenmeme gibi yanlarımız örgütü sahiplenme önündeki en büyük engellerdir. Cepheli cüretle bu yanlarının üzerine giderek örgütü sahiplenir. ‘Ben örgütüm’ diyebilmenin altında cüret yani ideolojik netlik yatar.
Cepheli Devrimi Sahiplenendir! Devrimin açık ve gizli düşmanları vardır. Açık düşmanları emperyalizm ve faşizmdir. Devrimi sahiplenmek açık düşmanlarımıza karşı her an mücadeleyi, savaşı gerektirir. Devrimin gizli düşmanları ise bazen dost gördüğümüz, bazen iç düşmana bürünen ama asıl olarak burjuva ideolojisinin uzantılarıdır. Bunlar burjuvazinin değirmenine su taşırlar. İşte Cepheli bu gizli düşmanlarla da her alanda ve koşulda ideolojik mücadeleyi kesintisiz sürdürendir. Cepheli devrime yönelik hiçbir saldırıyı görmezlikten gelemez. Tersine üzerine giderek mahkûm eder. Türkiye solunun tarihinden ve kendi deneylerimizden çıkarılacak önemli derslerden birisi de, devrimci ‘uyanıklığın’ bir zorunluluk olduğudur. Gizli düşmanlarımıza karşı, devrimi sahiplenmek bu zorunluluğu kavramakta ve kesintisiz ideolojik mücadeleyi sürdürmekte yatar. Cepheli sahiplenme silahına dört elle sarılan ve her koşulda yoldaşını, devrimi sahiplenendir.
CEPHELİ CÜRETİMİZ UMUDUMUZUN TA KENDİSİDİR
Bir adım öne çıkıp devrime yürümek… Koşmak ve hep daha hızlı koşarak halka yol açıp devrime ulaşmak… Söz konusu olan Yeni İnsan’ın pratiğidir. ‘…Dün’ Bir adım öne çıkalım’ diyorduk. Bugün koşmayı hedef olarak önümüze koyuyoruz. Bir adım öne çıkmak koşmaya aday olmaktır. Bu yazıyla üç temel silahımız var: ‘Cüret, cüret, cüret’ Devrimci kişiliğin savaşabilmesi, görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi için bu silahlara ihtiyacı vardır. (Kurtuluş, 6 Ekim 2013, Syf: 194- 195)
Cüret nedir? Cüret , ‘silah kullanma kararlılığına’ sahip olmaktır. ‘…Bu silahın ne olduğu koşullara, ihtiyaca göre değişir. Ancak devrimcinin savaşma kararlılığı, cüreti değişmez. Devrimci kişilik bilincimizden o silahı hiç eksik etmez. Bu nedenle her zaman, her alanda çalışmaya hazırdır.’ (Age. Syf:201)
Cüret, işte budur. Cüret, savaşma kararlılığı demektir. Koşmak, cüret işidir. Cepheli, bulunduğu her yerde, tek başına olsa bile, işte bu kararlılığı örgütleyendir. Cepheli’nin tarihsel görevi, ‘Kurtuluşa Kadar Savaş’ kararlılığını halkın içinde örgütleyerek maddi bir güç haline getirmektir. Devrim ve karşı-devrim, işte bu eksende çarpışmaktadır. Ki bu çarpışmadan zaferle çıkmak için üç silaha ihtiyacımız vardır:
Cüret, cüret, cüret…
Cüretimiz, umudumuzdan kaynaklanır.
Cüretimiz, umudumuzun dışa vurumudur.
Cüretimiz, umudumuzun ta kendisidir.
Bugünün dünyasında umudu olmayanın siyasi cüreti de olamaz. Ustalarımızın dediği gibi: ‘Cesareti, iman görkemidir.’ Yeni insan, işte bu görkemin aydınlığıyla bakar hayata. Onun için karanlık, muğlaklık, bulanıklık yoktur. Her şey apaçıktır, nettir. Dayı’nın dediği gibi: ‘Gerçekleri görmek için çok karmaşık teorilere gerek yoktur. Oligarşinin ve emperyalizmin yaklaşımlarına bakın. Gerçekleri görürsünüz. Ya oligarşiden yanasınız ya da devrimden.’ İşte bu netlikle ileri atılırız. Ki dünyayı yorumlamanın değil, değiştirmenin savaşçılarıyız. Değişim, devrimdir. Değişim, sömürü ve zulme son vererek halkın iktidarını kurmaktır. İşte bu amaçla, daha hızlı koşacağız. Yeni İnsan bu koşunun sıra neferidir, öncüsüdür. Sahip olduğu temel silah, cüretidir. Ve cüret, devrim inancının dışa vurumudur. Cepheli’nin önünde ulaşılması gereken hedefler, yapılması gereken görevler, çözülmesi gereken sorunlar, yürütülmesi gereken faaliyetler ve böylece ideolojik, politik, askeri, kültürel olarak vurulması gereken düşman vardır. İşte bütün bunların başarılması için olmazsa olmaz olan ‘Cüret, cüret, cüret’tir. Dünya halklarının ölümsüz komutanı Ernesto Che Guevara’nın şu sözü bilinir: ‘…gerçek devrimciyi harekete geçirenin büyük bir aşk olduğunu söyleyebilirim.’ Söz konusu olan ‘o büyük sevda’mız, Devrim’dir. Devrimciliğimiz de halk sevgimizin eseridir.
Cepheli’nin cüreti de işte ‘o büyük sevda’sının, halk sevgisi ve devrim inancının görkemli bir şekilde dışa vurumudur. Bunun faaliyetlerinde, ilişkilerinde ve bir bütün olarak yaşamında somutlanması demektir. Cüretimiz, halk sevgimizin eseridir. Cüretimiz, devrim inancımızın ifadesidir. Cüretimiz, adalet duygusu ve sınıf kinimizin dışa vurumudur. Cüret, geleceği fethetme coşkusuna sahip olmaktır. Cüret, Ernesto Che Guevara’nın vurguladığı gibi ‘Devrimden başka hayat yoktur’ tercihini içselleştirmektir. Partimizin dediği gibi ‘Partili kişiliğin gerçek gücü sahip olduğu ideolojisidir. Partili kişilik bu ideolojimizin taşıyası olduğunu ve bu ideoloji yok olduğunda kendisinin yok olacağını bilir. Tüm davranışlarına bu kişiliği yön verir.’ ( Kongre Karaları Syf: 115)
Cüretimizin kaynağı, devrimci ideolojimizdir. İşte bu perspektifi içselleştirerek, kendisinde ‘Komutan Rıza’yı yaratan Dev-Gençli Hasan Selim Gönen yoldaşımız da şöyle diyordu: ‘Mücadeleyi benliğimin parçası olarak görüyorum. O yoksa ben de yokum. Mücadelemizin her bir parçasını kendimin olarak görüyor, her eksiğimize, her ihtiyacımıza, her hedefimize karşı kendimi sorumlu hissediyorum.’ Kuşanılması gerek cüret, işte budur! Mücadelenin her eksiğine, ihtiyacına ve hedefine karşı kendisini sorumlu hissedip, gereğini yapmak için ileri atılıp koşmak, Yeni İnsan’ın pratiğidir. İhtiyaçları gidermek için cüret… Sorunları çözmek için cüret… Hedeflere ulaşmak için cüret… İşte bu cürettir statükoları parçalayan, zaafları ezip geçen, ‘olmaz’ları olur, ‘imkansız’ları mümkün, ‘yok’ları var eden işte bu cüretimizdir. Cüret, istemek ve yapmaktır!
Halk için ve devrim uğruna koşmaktır. Yeni insan’ın pratiği. Düşerse kalkar, yürüyorsa koşar. Yeni İnsan durmaz, duraklamaz ve durdurulamaz. Durmayacağız, duraklamayacağız. Emperyalizmin ve oligarşinin zoruna, zorbalığına, kuşatma ve saldırılarına karşı cüretimizi hayatın içinde örgütleyerek cevap vereceğiz. ‘Varsın bütün oklar üstümüze yağsın, bizler doğru gördüğümüz yolda sonuna kadar yürüyeceğiz.’ (Mahir Çayan)
Mahir’in cüreti, Dayı’nın kararlılığı ve halkımızın sabrıyla dünyayı bir kez de ülkemizden sarsacağız. İşte bu iddianın pratiğidir Yeni İnsan’ın hayatı….
CEPHELİ OLMAZI OLUR, YAPILMAZI YAPILIR KILAR
“…Belki de bu tarih ‘olmazların olur kılındığı tarihtir’ diye de ifade edilebilir. İşte bu tarihte olmazları olur, yapılmazları yapılır kılan irade Dayı’nın iradesiydi. Çeşitli zamanlarda Dayı’nın politik öngörüsü ve cüretiyle oluşturduğu politikalara ‘hayır bunlar olmaz, buranın nesnel koşulları buna uygun değil, buranın gerçekleri yeterince bilinmiyor’ gibi gerekçelerle karşı çıkıldığını, çıktığımızı hatırlıyorum. Hatta bazen ‘Dayı bizi anlamıyor’ diye düşünüp içten içe biraz kızdığımızı da hatırlıyorum. Ama Dayı hep haklı çıkardı. Pratikte gösterirdi bize. Yani söylediklerinin olabileceğini, yapıla- bileceğini yaşayarak öğrendik. O bunları gösterdikçe bir anlamda bilincimiz yenilenirdi. Birçok gerekçeyle ‘olmaz’ dediğimize utanırdık. İçten içe mahcup olurduk Dayı’ya karşı. Ama güvenimiz bir kat daha artardı O’na. O’nun önderliğine, öngörüsüne.” Bu anlatım, Dayı’nın yanında, yolunda olan bir yoldaşının anlatımıdır.
Dayı’nın öğrencileri olan ve onun yolunda yürüyen Cepheli “olmazı” olur, “yapılmazı” yapılır kılmayı Dayı’dan öğrenmiştir. Cephelinin kitabında “olmaz, yapılamaz” diye bir şey yazmaz. Cepheli bu gücü, bu düşünüş tarzını Dayı’dan öğrenmiştir. “Olmazcı” bakanlar, emekten kaçanlardır, emeğini sınırlayanlardır. Kolaycıdırlar. Kendiliğindenciliği savunanlardır. Gereken emeği göstermeyenler “olmazcı, yapılmazcı”dırlar.
Emekten kaçanlarsa küçük burjuvadır. “Olmazcılar” egemenlerin kültüründen besleniyordur. Hem gereken emeği sarf etmezler, “olmazcı”dırlar, hem de sonuç beklerler. Bu tam da düzenin istediği insan tipidir. Böyle insanlar zavallı, çaresiz insanlardır. Olaylara, sorunlara, işlere “olmaz” diye bakanlar rahatlarının bozulmasını istemeyenlerdir. Statükocudurlar. Çünkü “olmazcılar” başka ne yapılabilir, başka hangi yol ve yöntem denenebilir diye düşünmezler. Bir kez denediyse, ikinci kez diye bir şey yoktur onlarda. “Olmazcılar” iddiasızdırlar aynı zamanda. “Olmazcılar”, “yapılmazcılar” hayatın ve bilimin doğrularına aykırı yaşayanlardır. “Olmaz, yapılmaz” diye bir şey tanımayanlar ise ikinci, üçüncü, gerekirse bininci kez denerler. Sorunu çözene, işi yapana, yani sonuç alana ka- dar denerler. Bu çalışma tarzı, Cephelinin çalışma tarzıdır. Cepheli böyle düşünür ve yapar. Cepheli bu gücü ve düşünüş tarzını bilimin doğrularından alırlar. Cephelinin çözemeyeceği sorun, altedemeyeceği zorluk yoktur. Sorun çözmek, zorlukları altetmek güçlü olmaktır. Cepheli gücünün kaynağını bilimsel doğrulardan alır. Nedir o doğrular?
1- Her sorunun mutlaka devrimci bir çözümü vardır. Cepheli bu bilimsel gerçeğe inanır.
2- Her sorun kendi içinde çözümü de barındırır. Cepheli bu bilimsel gerçeğe inanır. Cepheli en basit günlük işlerin örgütlenmesinden, en karmaşık işlerin yapılmasına dek bu bilimsel doğruları kendine kılavuz edinir. Bu Cephelinin iddiasını da güçlendirir. Cepheli iddialı olduğu için nerede, hangi so- runla karşılaşırsa karşılaşsın, her tür- lü sorunu çözmekte kararlıdır. Cepheli sorunları çözerek devrime yüründüğünü bilir.
3- Hiçbir sorun kendiliğinden çözülmez. Hiçbir iş kendiliğinden bitmez veya olur hale gelmez. Her iş bir emeğin sonucudur. Her sorun kafa yormanın, düşünmenin, yoğunlaşmanın sonucu çözülür. Fakat “olmazcılar” böyle yapmaz. “Olmazcılar” yılgınlardır. Çünkü “Olmazcılık” yılgınlıktır. Cephelinin devrimciliği, dinamik bir devrimciliktir. Cepheli her sorunun, yapılacak her işin bir yolunu mutlaka bulup yapandır, sorunu çözendir. Yeterince insan, zaman, olanak olmadığı koşullarda dahi olunsa, bas- kının saldırıların arkasının kesilmediği, faşizmin terörünü azgınlaştırdığı zamanlarda da olsa, inanç ve iddia “olmaz, yapılmaz” anlayışının, düşünüşünün panzehridir. İddia emekle gerçekleşir. Cepheli emekçidir, iddialıdır. Cepheli savaşın içinde karşısına çıkan her tür engeli, inancı ve iddiasıyla aşar.
Cepheli her sorunu önce düşünür, yoğunlaşır, kafa yorar. Ardından nasıl yapılabileceğine karar verir ve sonra hiç vakit kaybetmek- sizin adım atar. Cepheli her sorunun düşünerek çözülebileceğine inanır. Cepheli sorunlar karşısında güçlüdür. Cepheli Dayı’nın izinde yürüyen, Cepheli “olmazı” olur, “yapılmazı” yapılır kılandır.
CEPHELİ HER ŞEYE HAZIRDIR, HAZIRLIKLIDIR!
Zorlu bir mücadele içindeyiz. Demokratik çalışma alanının her geçen gün daha da daraldığı bir süreçteyiz. En temel haklarımız bugün tutuklanma gerekçesi olarak önümüze getiriliyor. Milyonların kutladığı 1 Mayıs’a katılmak, 350 bin kişinin katıldığı Grup Yorum konserine gitmek, anmalar, şenlikler… akla gelebilecek her şey bugün yıllara varan tutsaklıkların nedeni oluyor. Bu saldırılar alanlarımızda ak- saklıklar, sorunlar yaratıyor. Hatta bazen bulunduğumuz alanda kişi olarak faaliyet yürütemez hale geliyoruz. Bazı durumlarda her şeyi en başından yaratmak zorunda kalıyoruz. Yeni in- sanlar, yeni program ve daha çok emek, daha yoğun çalışma gerekiyor böylesi durumlarda… Bu süreçlerimizi aştıran Cepheli’nin her şeye hazır ve hazırlıklı olmasıdır.
Cepheli verilecek her göreve gönüllüdür. Nerede ihtiyaç varsa oraya koşturandır. Bir mahallede saldırı mı oldu, hemen çevresinde bulunan insanları toplayıp o mahalleye gider, oranın eksiklerini karşılamaya çalışır. Bunun için bir talimat gelmesini beklemez. Çünkü bilir ki, düşman saldırısının olduğu her yerde yeniden toparlanmak ve işleri yoluna koymak, düşmana bir cevap vermek gerekir. Bu, Cephe’nin yıllardır emekle, canla, kanla yarattığı bir kültürdür. Cepheli, bu kültürü her zaman hayata geçiren, yaşatandır. Tüm yılgınlıklara, teslimiyetlere rağmen biz direnerek hep umudu ayakta tuttuk. Her şey yozlaştırılırken, biz değerlerimizi ölüm pahasına koruduk. Bu tarih Cephelinindir. Ona güç veren bu tarihtir.
Faşizm koşullarında yaşıyoruz. Bugün her şeyle karşılaşabiliriz. Tutuklanabilir ya da şehit düşebiliriz. Cepheli gittiği her eylemde, yaptığı her çalışma da bu bilinçle hareket eder. Edirne’de yaşanan linç saldırısında tüm engellemelere ve saldırılara rağmen 30 kişi ölümü göze alarak Edirne’ye girdi ve açıklama yaptı. Evet, o 30 kişi her şeye hazırlıklı gittiler
Edirne’ye! Hepsinin beynin- de ve yüreğinde tek bir şey vardı; düşmanın eylem yaptırmamak için saldırılar düzenlediği, arkadaşlarını tutuklattığı, adeta irade savaşına dönüştürdüğü o alana girmek ve eylemi tamamlamak!.. Yenilgiyi kabul etmedikçe ASLA YENİLMİŞ SAYILMAYIZ. Grup Yorum ‘un bir şarkısında dediği gibi; ” Ne bir adresleri vardır onların / ne de aşktan başka bir sığınakları… / Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında, / ölümle alay ederler sanki…”
Cepheli’ler serüvenci gibi düşer yollara. Nerede ihtiyaç varsa oradadır. Bugün gençlik ya da mahalle ise, “yarın başka bir alanda görev ala- bilirim” bilinciyle hareket eder Cepheli. Bizler yeni süreç, yeni ihtiyaçlara göre kendimizi değiştirmeliyiz. Halkın duygusu, halkın düşüncesi, halkın ihtiyaçları, halkın birikimi ve yaşamı bitmez tükenmez bir kaynaktır Cepheli için.
Her şey halk için Cephe için diye düşünmeliyiz. Farklı görevlere aday olmalıyız. Büyük ve hızlı adımlara ihtiyacımız var.
CEPHELİ BÜROKRATİZMLE MÜCADELE EDER
Küçük-burjuvazinin çalışma tarzlarından birisidir bürokratizm. Eskidir ve yeninin önünü kapatır, gelişimin önünü kapatır. Kendi statükolarını koruyan, kendinden memnun, eleştiri-özeleştiri kuralını işletmeyen, bireyci, bencil, sekter, ben bilirimci bir tarzdır bürokratizm. Bürokratizm küflenmektir. Küflenmeyi sağlayan ise halktan kopuk olmaktır. Halkla içiçe olmayan, kolektivizmin işletilmediği bir çalışma tarzına sahip alan ve birimlerde ortaya çıkması muhtemel tehlikelerden birisidir bürokratizm.
Halktan kopuk olmak, halkı küçümsemek, kendini halktan üstün görmek devrimciliğin sonunu hazırlayan gerçeklerdir. Halktan uzak olmak demek, halkın sorunlarını ve halkın yaratıcı çözümlerini bilmemek demektir. Kimse tek başına her şeyi bilemez. Bürokratizmle mücadele etmediğimizde, o bizim devrimciliğimizi bitirir. Cepheli, devrimciliğini tehlikeye düşüren, gelişiminin önünü kapatan bu çalışma tarzı ile mücadele eder. Fiziki olarak halktan uzak olsa bile halkla içiçe olur. Halkın sorunlarını, ihtiyaçlarını, eksiklerini görür ve bilir. Ve örgütlenme çalışmasını buna göre yeniler, günceller.
Cepheli, bürokratizmin kendisini teslim almasına izin vermemelidir. Eski olanı yıkmalı ve militan bir şekilde yeni olanı, bilimsel olanı kurmalıdır. Devrimci çalışma tarzını geliştirir, kolektivizmi işletirsek bürokratizmin dayanaklarını da yıkarız. Cepheli kendisinde de, yoldaşlarında da gördüğü küçük burjuva özelliklerine karşı acımazdır, cepheden savaşır. Mesela bir yoldaşı bürokratça mı çalışıyor, bir yöneticisi altındaki insanların ne düşündüklerini, ne yaptıklarını bilmiyor mu, çalıştığı alandaki insanların hangi koşullarda bulunduklarından kopuk, ayrı bir dünyada mı yaşıyor? Cepheli bu özelliklerin devrimci olmadığını bilir ve devrimci saflarda bunların yaşamasına izin vermez. Bu özelliklerle halka öncülük yapılamayacağını, halkın böyle bir kişiliği olan insanların peşinden gitmeyeceğini, güvenmeyeceğini bilir. Ve bu özellikleri taşıyan birinin devrimciliğinin de uzun soluklu olmayacağını bilir. Devrim saflarında yaşatmaz onları Cepheli. Cepheli buyuran, talimat dağıtan değil, emekçidir. Kendi yapmayacağı işi başkasına yaptırtmaz. Devrimciliğin kendisini halktan üstün konuma getirmediğini, aksine ona daha fazla sorumluluklar yüklediğini bilir. Bürokratizmden kurtulmanın yolu, halka gitmektir. Beyniyle 24 saat halk için, devrim için, cephe için düşünmektir. Cepheli, küflenmeye karşı beyin temizliğini düzenli yapar. Okur, düşünür, tartışır, üretir, emek verir… Düzenin bürokratizm bağını, yüzünü halkına ve yoldaşlarına dönerek kopartır Cepheli…
CEPHELİ SAĞLIĞINA DİKKAT EDER
Bülent Ülkü, “Halkıma ait bir bedene zarar vermeye hakkım yok” der. Halkı için ölümsüzleşmiş bir Cepheli’dir Bülent Ülkü. Cepheli bilincini, yaşamını, bedenini, her şeyini halkına feda edendir. Feda ettiği canı da mücadeleye yararlı hale getirmek Cepheli’nin elindedir. Kendisini verdiği mücadeleden alıkoyacak programsızlığa veya hastalığa, hiçbir şeye müsaade etmez. Engellemek için önlemini alır.
Cepheli nasıl zamanını boşa geçirmemek ya da işleri aksatmamak için gününü programlıyorsa, yine işlerin mücadelenin aksamaması için, hasta olmamak için önlemini alır. Cepheli’nin sağlığına dikkat etmeyerek, bedenine zarar verme gibi bir lüksü yoktur. Sağlığı yerinde olmayan
Cepheli verimli olamaz. Bilir ki, sağlığı savaşına engel olacaktır. Cepheli sağlığı el verdiğince mücadelenin belli alanlarında faaliyet yürütür. Aksi durum faaliyetten geri kalmasını sağlar. Cepheli mücadelesinin içinde hiçbir boşluk bırakmaz. İşlerini aksatacak, hastalıklara izin vermez. “Ben kendime bakarım”, “Ben dikkat ederim” söylemleri doğru değildir. Bunun aksine önlem olarak, mücadeleyi aksatmayarak, pratiğe geçirir. Cepheli kendini dayatmaz. Cepheli’ye düşen görev, hastalanmışsa, iyileşmek ve yeniden mücadeleye yararlı hale gelmektir. Bunun yanı sıra Cepheli hastalanana kadar kendine bakmayan, hastalandıktan sonra iyileşmeye çalışan değildir. Cepheli mücadelenin her anını, her alanını düşünerek sağlığına dikkat eder. Sağlığı yerinde olmayan Cepheli işleri omuzlayamayacak, mücadelenin belli bir yerinde kalmak zorunda kalacaktır. Mücadelenin zorlu koşullarında dahi olsa Cepheli muhakkak önlemini alır. Göz göre göre dikkatsizlik yapmaz.
Cepheli sağlık sorunlarının, hastalıklarının savaşa katkısını engellemesine izin vermez. İzin vermediği gibi, hastalığı engelleme yönünde çaba sarf eder. Halkı için verdiği mücadeleyi aksatacak herhangi bir hastalık Cepheli için ayak bağıdır, engeldir. Dayı, mücadeleyi ileri taşımak için “Daha hızlı koşmalıyız” der. Cepheli mücadeleyi ileri taşımak için, Dayı’mıza söz vermiştir. Bu sözün yerine getirmesinde, devrim mücadelesinde önündeki engeli sağlık dahi olsa o engeli aşar, aşılabilecek engelleri ise ortadan kaldırır. Cepheli, sağlığına bireysel bir korunma duygusuyla değil, halkına ve örgütüne karşı duyduğu sorumluluk duygusuyla dikkat eder. Aşırıya kaçmadan, abartmadan, burjuvazinin yarattığı “sağlık manyaklığı”na kapılmadan, halktan birisi olduğunu unutmadan dikkat eder.
CEPHELİ’NİN SİLAHI YÜREĞİDİR
Bir savaşta belirleyici olan savaşçıların, kadroların niteliğidir. Doğruluğuna inanan, meşruluğuna inanan, halkı ve vatanı için ölüm dahil bütün fedakarlıkları göze alan, zafere kilitlenmiş, bu zaferin kendi adımlarıyla geleceğine inanan BİR İNSANDAN DAHA GÜÇLÜ BİR SİLAH YOKTUR!
Bir Cepheli’nin yüreği silahıdır, inancıdır. İnançlı olmak, davasına bağlı olmaktır, ideolojik olarak net olmaktır, yiğit olmaktır, uzlaşmamaktır, militanlıktır, düzenin bütün politikalarına karşı devrimi, sosyalizmi ölmek pahasına savunmaktır. Cepheli; gerek ideolojik, gerekse fiziki anlamda, düzenle her koşulda çatışır. Bu çatışmalarda Cepheli’nin silahı, düzenin ideolojisine karşı kendi ideolojisi olur. Düzenin bütün yalan, dolan, karalama, demagoji ve çarpıtmalarına kendi ideolojisini, doğruları, gerçekleri anlatarak cevap verir. Düzenin bencil, bireyci, yoz kültürüne karşı kendi paylaşımcı, birlik ve dayanışma temelli halk kültürüyle yoğrulmuş devrimci kültürünü koyar. Düşmanla fiziki olarak karşı karşıya kaldığında ise, elindeki her şeyi silah olarak kullanır. Asla teslim olmaz, direnir. Dağda, şehirde, sokakta, dernekte, parkta, sloganı, taşı, sopası düşmanı yenmek için kullandığı her şeyi silahtır. Büyük bir cüret ve cesaretle elindeki silahı kullanarak düşmana meydan okur ve düşmanı vurur. Düşmanın bütün geri adım attırma, sindirme, yok etme politikalarına büyük bir yüreklilikle direnir. Marşta dediği gibi; “Kollarımız kopsa bile, yüreğimiz tetik çeker…” Cepheli böyle bir yürek taşır ve her şeyi silaha dönüştürür.
Her şeyi silaha dönüştüreceğiz. Esas olarak beynimizi silahlandırmalıyız. Tüm enerjimizi, yaratıcılığımızı, aklımızı kullanmalıyız.
Cepheli sadece dış düşmana karşı değil, iç düşmana karşı da direnir. Devrimciliğini büyütmek için düzenden gelen bütün alışkanlıklarını, davranışlarını, düşüncelerini militan bir şekilde asla uzlaşmayarak değiştirir. Her konuda eleştirisini-özeleştirisini verir. Her konuda açıktır, nettir. Her şeyi büyük bir yüreklilikle ortaya koyar ve çözer. Cepheli hiçbir zaman silahım yok diyemez. Cepheli’nin yüreği vardır. Her zorluğun üstesinden gelebilecek bir yüreği vardır. Engeller, zorluklar karşısında yılmaz, savaşır. Savaşacak inanca, ideolojiye, iradeye sahiptir. Cepheli yürekliliğini, devrimciliğini bilimsel temellere oturtur. Bu devrimciliğimizin sürekliliği için, bir ömür boyu devrimci kalabilmek ve büyük bir yüreklilikle savaşabilmek için gereklidir. Böylelikle zorluklar, Cepheli’yi daha da güçlendirir ve mücadele içerisinde kahramanlaştırır.
Cepheli’nin en büyük silahı devrim ve sosyalizme olan inancı, davasına bağlılığı, yiğitliği, uzlaşmaz ve militan bir şekilde savaşma yürekliliğidir.
CEPHELİ BİR DEĞİL, BİN GÖZ OLANDIR!
Cepheli örgütlüdür, örgüttür. Onun olduğu yerde Cephe vardır. Çünkü Cepheli Cephe’nin gözü, kulağı, sesi, her şeyidir. Gittiği her yere örgütünün, ideolojisini, düşünce ve duygularını taşır. Cepheli aynı zamanda halkı ve halkın taleplerini de örgüte taşıyandır. Bunun için Cepheli halkın içindedir. Her Cepheli örgütün halkın içindeki gözleridir. Bu gözlerle halkı örgütleyip savaşı büyütüyoruz. Bu gözlerle halkı tanıyoruz, düşmana darbeler vuruyoruz. Cephe’nin bir gözü olmak burjuvaziye yaşama şansı tanımamaktır. Cepheli bu misyonunun farkındadır. Bu misyonun gerekliliğinin daha fazla gözler yaratmak olduğunun da bilincindedir. O yüzden Cepheli’nin hedefi bir değil bin göz olabilmektir. Bunu yaratabilmek için öncelikle her şeye kendinden başlar. O bir gözünü bu hedefe ulaşabilmeye göre şekillendirir. Çok yönlü düşünmesi ve çalışmasını bu temelde planlaması bu bakış açısının sonucudur. Cepheli sadece dergi dağıtımını örgütlemeye odaklanmaz. Ya da sadece maddi gelir için yapılan satışlarda yer almaz. Ona verilenin daha fazlasını yapmayı düşünür, bu yönde her türlü yaratıcılığını, emeğini, çabasını ortaya koyar. Verilenle sınırlı kalmaz ya da sadece kendi çalışma yaptığı alanla ilgilenmez; mahalle, gençlik, memur, işçi, askeri… her alanın ihtiyacına vakıftır. Bu yüzden örgütlenmesini yaparken çok yönlü düşünerek üretir ve hareket eder. Bu çalışma tarzını hayata geçiren her Cepheli mücadelenin her türlü ihtiyacını bilir. Bunun için en temelde de savaşımızın temel gücü olan silahlı mücadeleyi büyütmeye yönelik bir çalışma yapar. Gözleri bu yönde çoğaltır… Yani bir savaşçı gibi düşünüp her şeye savaşçı bir gözle bakar. Düşmanlarımız kim, nerede, nasıl yaşarlar, ne yer, ne içerler, nerelerde gezerler? Bir Cepheli’nin hafızasında her zaman bunlar vardır. Cepheli bilir ki halkın adaletinden kaçanlar yerin yedi kat altına da gizlenseler muhakkak bir çift göz onları görür. İşte, Cepheli bu gözü bulan ve örgütleyen olmalıdır. Bir değil bin göz olmak işte bu bakış açısıyla yaratılabilir ancak… Cepheli insanları da bu bakış açısıyla eğitir. Aynı anda birçok işi yapabilmeyi, birçok insanı gözleyip örgütleyebilmeyi ve bulunduğu her yerde savaşı büyütmeyi öğretir. Cephe’nin gözleri… Cepheli’lerin en önemli görevi insanları iyi gözlemleyip, değerlendirmek, gelişimini hızlandıracak görevler vermek ve eğitmektir. Cephe’nin gözleri Cepheli’lerdir. Bu gözler umuttur! Bu gözlerden çıkan ışıkla gerçekler aydınlanır, bilinmeyenler bilinir kılınır. Bu gözlerle yalanlar, yok olur, doğrular konulur. Bu gözler öyle güçlü, öyle çok olmalı ki, istenilen hedefe ulaşabilsin. Unutmamalıyız! Bu gözlerle büyüyecek, savaş ve zafer bu gözlerin azmiyle kazanılacak!
CEPHELİ ÇEKİNGEN DEĞİLDİR
Cepheli inisiyatiflidir, sorumludur. Yaşanan sürece, olaylara, durumlara müdahale eder. Yanlışları düzeltir, eksikleri tamamlar. Çünkü Cepheli bulunduğu her yerde örgütünü, örgütlülüğünü temsil eder. Herkesi, her şeyi bu bilinçle yönetir, yönlendirir. Cepheli geri durmaz, çekingen davranmaz. Bulunduğu alana hemen vakıf olur, yönlendirir, örgütlü davranır, örgütünün politikalarını hayata geçirir. Bu anlamıyla Cepheli girişkendir. Yaşananları hemen kavrar, anlar ve yorumlayarak ona göre müdahalede bulunur. Öne çıkar, önderlik eder.
Ancak girişken olması, düşünmeden hareket etmesini doğurmaz. Cepheli doğru düşünerek olayları, durumları, süreci iyi kavrar ve ona göre politikalar üreterek müdahalede bulunur. Girişken olmak her şeye lüzumlu, lüzumsuz müdahale etmek demek değildir. Yerinde, zamanında, koşullara uygun davranmaktır. Peki, neden çekingen oluruz ve çekingen olursak neler yaşarız? Çekingenliğimizin sebepleri arasında ideolojik olarak yeterli donanıma sahip olmamamız, bilgisizliğimiz, örgütümüzü yeteri kadar sahiplenmememiz, çatışmaktan kaçmamız vardır. Oysa Cepheli her yerde, her zaman örgütünü savunur ve örgütlü davranır. Çekingen olursak pasif kalırız. Yanlışları düzeltemez, eksikleri tamamlayamayız. Sürecin, olayların, örgütlülüğün dışında kalırız. Zamanla uzaklaşırız. Ayrıca gelişemeyiz ve geliştiremeyiz. Gerileriz ve düzene gideriz. Bunların olmaması için ideolojik olarak kendimizi donatacağız. Bilgileneceğiz, kendimizi eğiteceğiz, öğreneceğiz. Yanlış yapabiliriz ama çatışacağız, tartışacağız ve doğruyu bulacağız. Asla geri durmayacağız, çekinmeyeceğiz. Cepheli’nin tek çekingenliği halkına, yoldaşlarına, örgütüne karşı yanlış bir davranışta bulunmak olmalıdır. Cepheli özellikle düşmana ve iç düşmana karşı çekingen davranmaz. Militan bir şekilde üzerine gider ve onu yok etmek için uğraşır. Düşmana karşı asla geri durmaz, çekingen davranmaz. Aksine en öne çıkar ve önderlik eder. Cepheli örgütüne, ideolojisine, yoldaşlarına, halkına güvenir. Cepheli haklı ve meşrudur.
Çekinecek hiçbir şeyi olmaz.
“AMA HERKES YAPIYOR”
Savaşımız her geçen gün biraz daha büyüyor. Büyümesine katkı sunabilmek için daha fazla çaba harcıyor, daha fazla olanak yaratmaya çalışıyoruz. Böyle davranmak Cepheli’nin birinci görevleri arasındadır. Çünkü Cephelilerin devrime, sosyalizme inancı sonsuzdur. İnsanlığın kurtuluşu olan sosyalizme varmanın yolunun savaşmaktan geçtiğini bilir. Cepheli savaşımı ciddiyetle ele alandır. Ciddiyetle ele alması demek faaliyetlerin hayata geçirilmesinde ortaya çıkan yanlışlarla, hatalarla uzlaşmaması demektir. Yanlış ve hataya hiç düşülmeyecek değildir. Bu şekilde düşünmek savaş gerçeğimize aykırı bir durumdur. Cepheli yanlış bir davranışta bulunduğunda ne yapmalıdır? Cepheli’nin bu soruya vereceği cevap onun mücadelede atacağı adımların ne kadar sağlam olduğunu da gösterecektir.
Sorunun cevabı aslında çok nettir, yanlışı yapmamızı sağlayan neden nedir ilk olarak bunu bulmak gerekir. Nedeni bulmak, yanlışlarımızla uzlaşmamak demektir. Aksi durum Cephelinin doğru olmayanı meşrulaştırması olur. Yanlışı ve zaafları meşrulaştırma “ama herkes yapıyor” cümlesiyle karşımıza çıkar. “Herkesin yaptığı” nedir? Derneği zamanında açıp-kapatmamaktır, randevulara gerekli önlemleri almadan gitmektir, insanlarla yeterince ilgilenmemektir, hatta kaldığımız evlerde eşyaları özenli kullanmamaktır… Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu davranışlar karşısında Cepheli’nin yapacağı en büyük yanlış “Ama herkes yapıyor” demektir. Diyelim ki gerçekten herkes yanlış biçimde davranıyor, biz de mi öyle yapmalıyız? Elbetteki hayır. Cepheli yanlışları doğruya çevirmek için vardır, yanlış davranmak için değil. Cepheli her hata ile savaşmak için vardır, meşrulaştırmak için değil. Meşrulaştırdığımız her şey düzene açılan birer kapıdır. Cepheli bu bilinci taşır. Bugün biz meşrulaştırırız yarın kendi davranışlarımızın meşrulaştırılmasını isteriz.
Bu düşünce biçimi Cepheli’ye ait değildir. Cepheli ne böyle yapar ne de böyle yapılmasını kabul eder. Bir Cepheli şunu unutmamalıdır; savaşımıza zarar verecek davranışları yapan onlarca insanımız olabilir. Cepheli’nin görevi bunlarla savaşmaktır, her olumsuz davranışı olumluya çevirmektir. Cepheli “Ama herkes yapıyor” demez. Çevremizdeki insanlar Cephe’ye yakışan davranışlarımız karşısında “Cepheliler yapıyor biz de yapmalıyız” diye düşünmelidir. Cepheli bunu yaratandır. Herkesin yapması gereken başta da dediğimiz gibi savaşımızı büyütmeye çalışmak olmalıdır. Eleştirilmeyen her yanlışın yeni yanlışlara yol açacağını unutmamalıyız. Çünkü yanlışların meşruluğuna inanmaya başlarız. Yanlışlar karşısında eleştiri özeleştiri mekanizmasını çalıştırmalıyız. Cepheli sadece ve sadece bu konuda “Ama herkes yapıyor” cümlesini kullanmalıdır. Herkes yapabilir ama Cepheli yapamaz!
CEPHELİ DÜŞÜNEMEDİM DEMEZ
İnsan düşünen bir varlıktır. İnsanı insan yapan en temel özellik düşünmesidir. İnsan düşünür, üretir, emek harcar, var eder, yaratır. Devrimciliğin de özünde düşünmek, üretmek vardır. Devrimcilik düşünerek, yoğunlaşarak, üreterek yapılır. Cepheli yapacağı her şeyin üzerine ayrıntılı düşünür, nasıl yapacağını planlar, kafa yorar. Nasıl yapacağının yolunu arar bulur ve yapar. Cephelinin yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Cepheli düşünür ve yoktan bile nasıl var edeceğini bulur. Böylece her zaman kendini de geliştirir. Çünkü gelişim düşünmenin sonucunda oluşur. İdeolojik olarak güçlü olmak; manevi olarak güçlü olmak, doğru düşünmektir. Cepheli yapacağı şeyi düşünüp, onu nasıl yapacağı konusunda yol-yöntem bulur. Düşünmek, üretmek bizi her zaman geliştirir, ileriye taşır, ufkumuzu genişletir.
Bunun yanı sıra yaratıcılığımız da gelişir, kendimize güvenimiz de artar, bir adım daha öne çıkarız. Düşünmek, sormak, sorgulamak, araştırmak, kendimizi geliştirmektir. Politika üretmektir, sorun çözmektir, devrimi büyütmektir. Hatalar yaparız, nedeni sorulduğunda “Düşünemedim, düşünmeden hareket ettim” deriz. Ama düşünmedim demek bir cevap değildir. Asıl olan onun nedenini bulmaktır. Cepheli bilir ki, her şeyin bir nedeni ve sonucu vardır. Bundan dolayı “Neden düşünmedim?” diye sorar. Nedenini bulur ve sorun neredeyse çözer. Her şeyin başı bilimsel düşünmektir. 5N 1K ile gerçek bilgiye ulaşmaktır. Düşünmedim demek durumu geçiştirmektir. Yüzeysel kalmaktır. Sorunları çözümsüz bırakmaktır. Zaaflarımızla, eksiklerimizle, iç düşmanımızla uzlaşmaktır. Özeleştiriden kaçmaktır. Kendimizi geliştirmek yerine geriletmektir. Düşünmemek düzenin düşünce yapısına, sistematiğine sahip olmaktır. Tembelliktir, yoğunlaşmamaktır. Örgütü, örgütlülüğü, devrimciliği sahiplenmemektir. Hatalarımızdan ders çıkarmamaktır. Düşünmemek bizi eninde sonunda düzene götürür. Bu saydıklarımız Cepheliye taban tabana zıttır.
Devrimciyiz, işimiz düşünmektir. Yapacağımız işi, yarınki randevumuzu, yazacağımız raporu, örgütün politikasını birimde olup biteni düşüneceğiz. Cepheli düşünmemenin tembellik, sahiplenmemek, kaçkınlık olduğunu bilir. Bu yüzden Cepheli yoğunlaşan, düşünen ve üretendir. Devrimi, devrimciliğini geliştirendir.
YENİLMEZLİĞİN ŞİFRESİ: 589
Cepheli, karşısına çıkan sorunları, zorlukları ve zorbalıkları aşmak için elikle (adeta pin kodu misali) aklına 589 rakamını getirmelidir. 589 rakamı, Büyük Direniş’imizin şehidlerinden Berkan Abatay’ın ölüm orucunda geçirdiği günlerin sayısıdır. Berkan Abatay 589 gün, Feride Harman 512 gün boyunca kuşandıkları açlıkta hücre hücre eriyerek ölümün de, zulmün de üzerine yürüdüler.
Şu sözler, Berkan Abatay’ın ölüm orucu içinde yazdığı bir mektuptan alınmıştır: “Hala dimdik ayaktayım ve yürüyorum. Yürüyebileceğim yere kadar değil, varmak istediğim yere kadar dimdik yürüyeceğim.” Cepheli, karşısına çıkan bütün sorunları çözerken, zorlukları aşarken, zorbalıkların üzerine yürürken Berkan’ın vurguladığı işte bu iradenin gereğini somutlar. Sadece “gidebileceğim yere kadar” yürümek, bir başka deyişle “elinden geleni yapmak”la yetinmek, sıradan olandır. Elden gelenle yetinmek, hedeflere ulaştırmaz. Oysa Cepheli için esas olan hedefine ulaşmaktır.
Cepheli, devrim yürüyüşünde sınır tanımaz. Kendisine de sınırlar koymaz. Elden gelenle yetinme kolaycılığını reddeder. Statükoları parçalar. Ufkunu büyütür, hedeflerini yükseltir. Cepheli, yetinmeciliğe düşmandır. “Elimden gelen budur” kolaycılığını kendisine ve yoldaşlarına yakıştırmaz. Devrim için gerekli olanın, elden gelmeyenlerin de yapılması olduğunu bilir. Devrimcilik, zaten budur. Gelişim böyle olur. Elden gelenle yetinmek ise, gerilemektir. Yetinmeciler için sorunları çözmek, zorlukları aşmak, sonuç almak, giderek imkânsız olur. Çünkü zaten o sınırların içine hapsolmaktır sorunun kendisi. 589 rakamı, devrimci iradenin tarihe kanlı yazılan sembollerindendir artık. Devrimci irade, emek ve cüretin eseridir. Hedeflere ulaştıracak, elden gelmeyenleri bile getirtecek olan devrimci iradedir. Sorunların, zorlukların ve zorbalığın üzerine cüret ve emekle yürüyen Cepheli, gelişen ve halkın cephesini de geliştirendir. Gelişim, sorunları çözmektir. Zorlukları aşmaktır, zulmün üstüne üstüne yürümektir. Cepheli, işte bu yürüyüşün sıra neferidir. Berkan Abatay, cüsse olarak ufak tefek olduğu gibi, işkence yüzünden kalıcı rahatsızlıkları da olan bir yoldaşımızdır. Ama bir Cepheli olarak yüreği büyük, iradesi de sağlamdır.
İşte, Cepheli’nin yenilmezliğinin sırrı da budur. Küba Devrimi’nin muzaffer komutanı Fidel Castro, devrimcinin yenilmezliğine dair şöyle der: “Fikirlerine ve gerçeğine inanan birinin inatçılığından daha büyük bir şey olamaz. O yenilmezdir ve yeryüzünün bütün güçleri bile gelse onu yenemez.” Mahirler ‘den bu yana, Cephelileri de asla yenemediler. Çünkü, devrimci irade yenilmezdir. Cepheli de devrimci iradenin vücuda gelmiş halidir. 589 rakamı, işte bu gerçekliğin sembollerinden birisidir…
CEPHELİ ADAM SEÇMEZ
Zaman zaman görürüz, bazı yoldaşlarımız bir işi yaparken, bir çalışmada, eğitim grubunda, eylemde, iş bölümünde hep birliktedirler. İyi anlaşıyor, birlikte iyi iş çıkarıyorlar; coşkulu, moralli, isteklidirler. Başka arkadaşlarla olunca isteksiz, gönülsüz, moralsiz, coşkusuzdurlar. “O’nunla iyi anlaşamıyoruz. Karakterlerimiz farklı, birbirimize ısınamadık. Yıldızımız barışmadı. Birlikte iş yapamıyoruz. Zor öğreniyor…” ve benzeri gibi yanlış, devrimci olmayan yaklaşımlara tanık oluruz.
“Şu yoldaşla daha iyi, daha kolay yapabilirim” demek ayrıdır, “Şu yoldaşla yapmam, yapamam” demek ayrıdır. Hafif deyimle adam seçmeciliktir. Cepheli adam seçmez. Hep söyleriz, her insanımız değerlidir. Emek verilmeyi hak eder. Adam seçmek kendini beğenmişliktir. Değişime, gelişime inanmamaktır. Özünde “bu adam olmaz” anlayışı ile aynıdır. Herkeste bir kusur bulur, kimseyi beğenmez, adam seçer. “Asalım, keselim, atalım” der. Başarılar hep kendisinin, başarısızlıklar, eksik-hatalar hep başkalarınındır. Sömürünün olduğu, faşizmle yönetilen bir ülkede insanlar bilinçli olarak cahil, eğitimsiz bırakılır. Lise, üniversite eğitimi ne kadar yaygın olsa da, tüm eğitim kurumları bilinçsiz, apolitik insanlar yetiştirmek üzerine bir müfredat uygular. Bu yönüyle her birimiz şu ya da bu oranda etkileniyoruz bundan. Hepimiz bu düzenin ideolojik, politik, kültürel kuşatması altındayız. Cephelinin işi insanları bu kuşatmadan çıkarıp devrimin saflarına kazandırmaktır.
İnsanları saflarımıza çeken en önemli şeyler devrimcilerde, örgütlü ilişkilerde gördüğü paylaşım, değer verme, saygı-sevgi, dayanışma, emek verme vb. gibi değerlerdir. İlişkilerimizde bu değerleri yaşatabilmeli, devrimci ahlakımızı, kültürümüzü, demokrasi anlayışımızı, üretimde paylaşımda kolektivizmin, sevgimizin güzelliğini sergileyip, bunun mutluluğunu yaşatabilmeliyiz. Esas olan insanların beynini devrimcileştirebilmemizdir. Ne ekersen onu biçersin der halkımız.
Biz insana inanır, güveniriz. Her insan gelişir, devrimcileşebilir. Yetenekleri açığa çıkarılabilir. Aksini iddia etmek kendine, yoldaşlarına güvensizliktir. İşin kolayına kaçıp emek vermemektir. Adam seçen, kendine olduğundan fazla değer biçendir. Karşısındakileri küçümser. İnsanlarımız deneyimsiz, donanımsız, bilgisiz olabilir.
Korkuları, kaygıları, geri yanları da olabilir. Bu insan neden böyle? Bu eksik, geri yanlarını aşmaları için ne yapmalıyım? Nasıl devrimcileştiririm?.. diye düşünmezsek ne insanları, ne de kendimizi geliştirebiliriz. İnsanları yakından tanımadan kapasitelerini, olumlu-olumsuz yönlerini tespit etmek mümkün değildir. Adam Seçmek Adil Olmamaktır! Bir yoldaşını sahiplenirken diğerini sahiplenmemektir. Gelişmesine, öğrenmesine, gerilemesine göz yummaktır. Yeni insanlarımız elbette hatalar yapacaktır. Yoldaşlarımızın beğenmediğimiz geri yanları, zaafları olabilir.
Hatalarını, yanlışlarını gösterip, doğrusunu öğreteceğiz. Bilmiyorsak biz öğreneceğiz. Bunun için kafa yorup, devrimcileştirmek için uğraş vermezsek umutsuzlaşacak, karamsarlaşacak, gerileyip belki de düzene dönecektir. Birlikte çalışmak, ortak iş yapmak, birbirini tanımak ve tamamlamaktır. Paylaşımın olmadığı yerde gelişim de, katılım da, üretim de olmaz. Dar bir ilişki ağı ile yetinilir. Bireysel iş yapma ve yaptırma alışkanlığı gelişir ki orada kitleselleşip, bir halk hareketi örgütlenemez. Yukarıdan talimatlarla, “yap-et” diyerek iş yaptırmaya çalışmak, olmayınca da ya da eksik-yanlış yapıldığında kendine, yoldaşlarına güvensizlikler başlar. “Adam yok, onlar da yeni-acemi, işi bilmeyen insanlar. Bunlarla ancak bu kadar olur…” yakınmaları, isteksizlik, gönülsüzlük, bıkkınlık tablosu çıkar ortaya. Devrimci ilişki yerini ahbap- çavuş ilişkisine, birbirini çekememeye, dedikoduya bırakır. Düşünme, tartışıp karar alma, hayata geçirme sürecine katan bir işleyiş insanlarımızın üretkenliğini, yaratıcılığını artırıp, gelişimini hızlandırır. Eğitir, öğretir, devrimcileştirir. Her Cepheli tüm ilişkilerinde bu bakış açısıyla hareket etmelidir.
CEPHELİ BUYURMAZ
Buyurganlık bir küçük burjuva hastalığıdır. Cepheli buyurgan değil; emek veren, gerektiğinde yol gösteren, işin nasıl yapılacağını öğretendir. Cephe ailesi olarak hepimiz bir şekilde devrime omuz verir, görev ve sorumluluklar üstleniriz. Yeri geldiğinde el birliğiyle bir işi yapar, yeri geldiğinde yapılacak ne varsa görevleri bölüşürüz. Tüm bu süreç içerisinde suya sabuna dokunmadan çevresindekilere iş buyuranlar da çıkar… Onlarda düzenin memur zihniyeti vardır. Amirlerinin verdiği işi elemanlarına paylaştırır gibi davranırlar. Çoğu zaman kendi yapmaları gereken işleri de başkalarına yaptırırlar. Böylece hem emek harcamaktan kaçar hem de işin sorumluluğunu başkalarına yıkmış olurlar. Yapılmayan işlerde ise, “Şuna görev vermiştik, bu yapacaktı” diye bahaneler sıralanmaya başlanır… Oysa Cepheli, sorumluluğunu üstelendiği işin her aşamasında emeğini, bilgisini, tecrübesini ortaya koyar. Çalışma arkadaşlarıyla bu görevi paylaşacaksa bile öncelikle bunu planlar ve kim ne iş yapacak, nasıl yapacak örgütler. Bunu da bir eğitime dönüştürür. Yoldaşlarına emek verir. Bunu yapmadığında, buyurganlaştığında ne olur? Görevlerine karşı ilgisi, dikkati, yoğunlaşması azalır. İş buyurduklarını “eleman” olarak görmeye başlar ve kabalaşır. Devrimci tavırdan çok bu davranışlar, elbette kimsenin dikkatinden kaçmayacaktır. Zaman içinde bu zaaf belirginleştikçe çevresindeki insanların, halkın saygısını da kaybeder böyle kişiler.
Bir başka eksiklik ise, buyurganlığın tam tersi şekilde kimseye iş yaptırmamak, her şeyi kendi başına yapmaya çalışmaktır. Ne kadar tecrübeli, ne kadar yetenekli olsa da kimse görevli olduğu alanda her işi tek başına yapamaz. Yapmamalıdır da zaten. Kolektivizm işletilmediğinde, hem kişi o görevlerin yükünü taşıyamaz, hem de kimse yapılan işlere vakıf olmadığından bir gelişim, yetkinleşme söz konusu olamaz. Hiyerarşinin en belirgin olduğu askeri alandan daha belirsiz olduğu kitle örgütlenmelerine kadar her alanda bu eksiklikler yaşanabilir. Her iki durumda da sonuç, örgütlenmemize zarar verir. İşler savsaklanır ya da gereğince yapılmaz, dağınıklıklar yaşanır. Tüm bunların panzehiri kolektivizmi işletmek, komiteleşmektir. Komiteler, hem görev paylaşımı hem de denetim açısından bize en ideal ortamı sunar; yaşanan bir eksiklik olduğunda yine bunlar çok hızlı bir şekilde açığa çıkarılıp, nedenleri sorgulanarak eleştiri-özeleştiri ile aşılır. Devrimin omuzlarımıza yüklediği görevler çok çeşitlidir. 73 milyonluk bir ülkede devrim yapmak için mücadele ediyoruz. Bu ideali gerçek kılmak bizim elimizde. Yeter ki el birliğiyle sorunlarımızı aşalım, birbirimize omuz verelim.
CEPHELİ TUTSAK YOLDAŞLARINI UNUTMAZ
Tutsaklık, devrimci mücadelenin göze alınması gereken bedellerinden biridir. Bu nedenle tutsak olsun ya da olmasın her Cepheli’nin tutsaklığa, hapishanelere bakışı, kavrayışı net olmalıdır. Tutsaklık her devrimcinin karşılaşabileceği bir bedeldir. Her Cepheli bir gün kendisinin de tutsak düşebileceğini unutmamalı. Bunu bilerek, düşünerek hareket etmelidir. Devrimci mücadele tercihi geçici, dönemsel bir evre değildir. Uzun soluklu, ömür boyu sürecek bir mücadele, bir yaşam biçimidir. 3-5 ayda, yılda devrimci olunmuyor. Devrimcileşme süreci büyük emekler, bedeller gerektiren bir mücadele sürecidir. Bir devrimcinin üzerinde hem kendisinin hem yoldaşının hem de örgütünün emeği vardır. Devrimcinin mücadele içindeki en önemli güçlerinden birisi moral gücü ve halkla iletişimidir, sahiplenilmektir. Bir devrimci teslim olup mücadeleyi bıraktığı, pişmanlık duyduğu zaman bütün bu emekler, ödenen bedeller boşa gitmiş demektir. Bu düzenin kazanımı, devrimin kaybıdır. Düşman, büyük-küçük, önemli önemsiz demeden her araç ve yöntemi kullanarak; işkenceyle, katletmeyle, hapishanelerle tehdit ederek, korkutup satın alarak; bizi devrim mücadelesinde saf dışı bırakarak halkın mücadelesini engellemeye çalışır. Mücadele tarihimizde de önemli bir yer tutar hapishaneler. Direniş ve mücadele biçimleriyle içeriyi dışarıyı birbirine bağlayan halkın hemen her kesimini etkileyen bir yerdir hapishaneler ve tutsaklar. Hapishanelere her saldırı, hapishanelerdeki her direniş, her gelişme halkın devrimci mücadelesiyle doğrudan ilgilidir. Çünkü hapishanelerdeki devrimci tutsaklar dışarıdayken işçiydi, memurdu, öğrenciydi, esnaftı, doktordu, mühendisti, gazeteciydi, yazardı; komşumuzdu, arkadaşımızdı, köylümüzdü, akrabamızdı. Hepimizin hakları ve özgürlükleri için mücadele ettiler, tutsak düştüler. Bunun bedelini ödüyorlar. Sadece bunun için bile vefa borcumuz vardır onlara. Bunun için değerlidir tutsaklarımız. Sahiplenilmeyi fazlasıyla hak ederler. Her Cepheli bulunduğu alanda devrimci tutsakları sahiplenmeli, kitlelerin de sahiplenmesi için çalışmalıdır. Cepheli tutsak yoldaşlarını unutmaz, unutmak vefasızlıktır. Hapishane idareleri devrimci tutsakları halktan, birbirlerinden tecrit etmek için her yöntemi deniyor. Sudan gerekçelerle disiplin cezaları verip, aylarca yıllarca mektup, telefonla görüşme haklarını gasp ederek; iletişimlerini, paylaşım ve dayanışmasını koparmaya çalışıyor. “Birbirlerine moral destek veriyor” denilerek mektupları sansürleniyor, imha ediliyor. Mektuplarımız moral veriyorsa daha çok yazmalıyız, ziyaretlerimiz moral destek oluyorsa daha sık ziyaret etmeliyiz. Arayıp sormamız, maddi manevi destek olmamız dirençlerini arttırıyorsa daha çok destek olmalıyız. Daha çok eylem yapacağız. Onlar seslerini kısmaya çalıştıkça, biz sesleri solukları olup daha yüksek haykıracağız. Onlar tecriti koyulaştırdıkça biz parçalayacağız. Sahiplenmenin onlarca biçimi bulunabilir. Bulacağız, sahipleneceğiz.
Unutmadığımızı göstermenin onlarca biçimi vardır. Unutmayacağız, unutmadığımızı göstereceğiz. “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” diye haykırıyoruz. Onurumuza sahip çıkacağız.
CEPHELİLER BİRBİRLERİNİ VE HALKI DİNLER
Cepheli iyi bir öğretmenin iyi bir öğrenci olması gerektiğinin bilincindedir. Bu anlamda her şeyi öğrenmenin ustası olmalıdır. İyi bir öğrencinin sahip olması gereken özelliklerden birisi de iyi bir dinleyici olmasıdır. Cepheliler iyi birer dinleyicidirler. Halkı, yoldaşlarını dinleyerek onlardan öğrenirler. Cepheliler devrim mücadelesinin halkın örgütlü gücüyle kazanılacağını bilirler. Bundan dolayı sürekli halka giderler. Bu faaliyet içinde halkın sorunlarını dinlerler. Bu durum doğallığında Cepheli’yi eğitip geliştirirken, aynı zamanda halkı da daha iyi tanımasına vesile olur. Halkı tanıyan Cepheli halka nasıl gitmesi, nelere dikkat etmesi gerektiğini de öğrenmiştir. Daha hızlı öğrenir. Halkın savaşa katılmasını hızlandırır. Cepheli yoldaşlarına ve halka değer verir. Bu değerin bir göstergesi de onları dinlemekten geçer. Bir tek çokbilmişler, ukalalar, kendini dev aynasında görenler insanları dinlemezler. Cepheli mütevazıdır, değerin anlamını bilir. Halk da çok çok konuşanı değil özlü konuşanı, dinleyeni, mütevazı olanı, değer vereni sever. Cepheliler bu durumu dergi dağıtımlarında ya da herhangi bir kitle çalışmasında görmüşlerdir. Sonuçta Cepheliler halkın umududur. Halkın dertlerini sorunlarını dinlemek bu yüzden umut olmanın hem gerekliliği, hem de sonucudur. Cepheli bu sorumluluğun bilincindedir. Halkı dinlemekten, onun sorunlarıyla ilgilenmekten kaçınmaz. Cepheli halkın kurtuluşunu sağlayacak, örgütlenmeyi sağlayacak kişidir. Bu durum Cepheli’nin sırtına büyük yük yükler, sorumluluklar yükler. Cepheli bu sorumluluklarından dolayı aldığı kararların, yaptığı konuşmalara dikkat etmesi gerekir.
Cepheli herhangi bir olayla ilgili karar alacaksa, o olayı etraflıca öğrenir. Bu durum Cepheli’nin iyi bir dinleyici olmasını gerektirir. Cepheli yoldaşlık ilişkilerinde de karşısındakini dinlemeye özen gösterir. Halkının ve yoldaşlarının eğitimi için onları iyi tanımalı, eksiklerine vakıf olmalıdır. Bu yüzden iyi bir gözlemci ve dinleyici olmak zorundadır. Ki Cepheli iyi bir gözlemci ve dinleyicidir. Cepheli halkı ve yoldaşlarını dinlemenin önemini bilir. Başına buyruk değildir. Telkinlere, uyarılara devrimci doğrular doğrultusunda önem verir. Cepheli halkı, yoldaşlarını dinleyendir.
CEPHELİ “SEVDALIDIR”
“…Sevda güçlüdür kurşundan Sevda güçlüdür acılardan Sevda kavgadır uğruna ölünen…” Ümit İlter
Cepheli’nin yüreğine sevda düşmüştür. Ne zamanki görmüştür gerçekleri; ne zamanki tatmıştır acıları; ne zamanki tanık olmuştur halkın açlığına, yoksulluğuna, köleliğe mahkum edildiğine; ne zamanki görmüştür acımasızca zulmedildiğini, yüreğine ateş düşmüştür Cepheli’nin. Yüreğinde sevdasıyla düşmüştür yollara. Cepheli halkına sevdalıdır. Sonsuz bir halk ve vatan sevgisi taşır yüreğinde. Kendi canından önce halkı, vatanı gelir. Zalimlerin esareti altındaki vatanını özgürleştirmek için, halkın kendi topraklarında çektiği zulme son vermek için, yüreğindeki bitmez tükenmez sevdasıyla savaşır. O bilir ki, yüreğinde sevda olmayanlar savaşamazlar. Sevda kavgadır uğruna ölünen. Cepheli yeri geldi mi, kavgası uğruna gözünü kırpmadan feda eder canını. Onurun, ekmeğin kavgasıdır; en kutsal amaçtır onun ki. Bunu bilir, öyle savaşır düşmanla. Cepheli yaşatmak için ölenlerdendir. Yaşama sevdalıdır. Ondandır kaygısız, tereddütsüz ölüme gidişi.
Cepheli dağlara sevdalıdır. Halkın kurtuluşunun, özgürlüğünün dağlardan geçtiğini bilir. Bu bilinçle zorlukların üstesinden gelir. Özgürlüğe duyduğu özlemle adımlar patikaları. Halkına umut, vatanına can olur. Cepheli silaha sevdalıdır. Cephelinin silahı umuttur. Karanlık gecelerde sarılır silaha. Düşmandan hesap sormak, anaların gözyaşlarını dindirmek için sarılmıştır silahına. Cephelinin silahı yoldaşıdır. Düşmandan hesap sormak, eline silah almak için yanıp tutuşur. Cephelinin silahı sevdasıdır. Silahı yoksa yüreği vardır. Yüreğindeki sevdasıyla doğrultur namluyu düşmana, yüreğiyle çeker tetiği. Cephelinin sevdası korku salar düşmana. Bir sözü yeter düşmanı titretmek için. Onun sözü yürekte söylenir. Cepheli sevdalıdır devrime. O bilir ki halk en iyisini devrimle yaşayacak. Yaptığı her şeyin devrimi bir adım daha yaklaştırdığını bilir. Sevdası dilde değildir. Cephelinin pratiği de buna hizmet eder. Yorulmadan, vazgeçmeden çalışır devrim için. Yüreğindeki sevdası pratiğine de yansır. Aklında hep devrimi büyütmek için yapacağı işler vardır. Bu özenle yapar her işi. Dağları, silahı, devrimi istemek cüret gerektirir. Cepheli cüretlidir. Bu cüret kof, içi boş bir cesaret değildir. Cüreti inançla beslenir. İnanmayanlar hiç bir işi başaramazlar. Onun yüreğinde halkına, vatanına duyduğu sevdası, devrime olan inancı vardır. Cüretli oluşu, sevdalı olmasındandır. Cepheli bu sevdasıyla yener her zorluğu. Yüreğinde korkuyu değil, cüreti büyütür. Cephelinin sevdası, ideolojik donanımla beslenir. Cepheli devrime giden yolda Marksizm- Leninizm’in ideolojisini kuşanmıştır. Bu ideolojiyle ayakları yere sağlam basar. Bu bilinçle beynini, yüreğini ortaya koyarak hesapsızca savaşır. Cephelinin duyduğu özlem, özgür, eşit ve sömürüsüz bir geleceğedir. O özlemini yüreğinde, bilincinde büyütür. Cephelinin sevdası yenilmezdir. Düşmanın teknolojik donanımlı silahları çaresizdir. Cepheli bu gücü haklılığından, ideolojisinden, sevdasından alır. Bu güçle yürür düşmanın üzerine hesapsızca. Kavgayı sadece yürekleriyle savaşanlar kazanır.
CEPHELİ KENDİNE AYRICALIK TANIMAZ
Cepheli sıra neferidir. Her işi yapar, her işe koşar. Eksikleri, boşlukları tamamlar. Emekçidir ve bu konuda kendisini hep bir adım daha ileriye taşımak için çalışır. Her zaman elinden gelenin daha fazlasını yapmak için uğraşır. Her konuda sürekli kendini geliştirir. Cepheli herkesten çok iş yapar ama kendine ayrıcalık tanımaz. Ayrıcalık tanıyanlar popülisttirler, bencildirler. Emek harcamaktan kaçan, devrimciliği tam anlayamamış, kavrayamamış olan kişiler ayrıcalık isterler.
Kendilerini üstün görürler. Çokbilmişlik yaparlar. Kendilerini beğenirler. Halktan, örgütten yoldaşlarından koparlar. Kendilerini örgütlülüğün dışında görürler. Bir süre sonra örgütü de beğenmezler. Bu kişilikteki insanlar her şeyin en iyisini kendilerinin bildiğini sanırlar. Her şeyin en güzelinin, en iyisinin kendilerinin olmasını isterler. “Ben çok çok çalışıyorum, ben hak ediyorum.” diye düşünürler. Ama aslında hiçbir şey bilmezler. En çok işi biz yapıyor olabiliriz, yaparız da. Bu her Cephelinin sorumluluğudur, görevidir. Bunu dile getirmememiz, kendimizi üstün görmememiz, abartmamamız, mütevazı olmamız gerekir. Böyle davranmayanlar devrimciliklerini geliştiremezler. Öğrenemez ve öğretemezler. Çünkü emek harcamazlar, hazırlopçudurlar. Gelişmedikleri gibi hızla gerilerler. Küçük burjuva zaaflarını büyütürler ve zamanla yılgınlaşırlar, çürürler. Ve unutulmamalıdır ki kendini geliştirmeyenler düzene gitmeye mahkûmdurlar. Oysa sıra neferi olmak, mütevazı olmak ilk görevlerimizdir. Cepheli asla kendini üstün görmez, ayrıcalık tanınmasını istemez. Cepheli az laf çok iş mantığıyla hareket eder. Cepheli coşkuludur, öğrenme ve öğretme isteğiyle doludur. Bunun için emek verir, kendini geliştirir. Fedakârlık devrimciliğimizin temelidir. Cepheli her zaman öne atılır ve fedakârlık yapar. Asla ukalalık, çokbilmişlik yapmaz. İşten emekten kaçmaz. Ne öğrenebilirim, daha iyi nasıl yapabilirim diye düşünür. Bu bilinçle hareket ederek herkesle birlikte çalışır, emek harcar ve öğrenirken öğretir. Devrimi, devrimciliğini geliştirir.
Cepheli herkesten çok iş yapan fakat hiçbir ayrıcalık istemeyendir.
—–
“SON DAKİKACILAR” GELİŞEMEZ GELİŞTİREMEZ!
“Bir kereden bir şey olmaz.”, “Bugün yapmadım ama yarın kesin yapacağım.”, “Hallederim, ben yaparım.” gibi düşünceler ertelemeciliği, ertelemecilik de son dakikacılığı getirir. Ertelenen iş önemsenmeyen iştir. Önemsenmeyen iş ise son ana bırakılır. Son dakikada yapılan işten verim alınamaz ve o iş sadece yapmak için yapmış olunur. “Son dakikacılar” aldıkları işleri bir görev olarak görmezler, onun için de işleri son dakikaya bırakırlar. Ve o işten hiçbir şey öğrenmezler, aynı zamanda öğretemezler. Her şeyi alelacele, ayaküstü yaparlar. Onların tek dertleri günü kurtarmak, işi yaptım demektir. “Son dakikacılar”, kendilerine o kadar çok güvenirler ki, hiçbir emek harcamadan bir işi yapabileceklerine inanırlar. Kendi bilgilerinin ona yeteceğini düşünür, bu yüzden araştırmaz, sormaz, sorgulamazlar. Kendinden bir şey katmaz, katmadığı için de öğrenmez ve öğretemezler. Rahatlarına düşkün insanlardır. Hiçbir şey yapmadan oturup son gün yaparlar işlerini. Yeniyi yaratmak, kendinden bir şeyler katmak yoktur “son dakikacılarda.” Çünkü yeniyi yaratmak emek ister. Düşünüp kafa yormadan yeni yaratılamaz. Bahane üretmek o işi yapmak “son dakikacılar” için sıradanlaşmıştır artık. “İş çoktu, yapamadım, işler üst üste geldi yetiştiremedim…” Kaçışın planları yapılır bahanelerle. “Acaba hangi bahaneyi söylesem de kurtulsam bu işten.” diye düşünürler. Bu tarz bir Cepheli’nin tarzı değildir. Cepheli, “Ben ne yaparım da daha iyisini çıkartırım” diye düşünür. Cepheli her işini coşku, moral ve motivasyonla yapar. Yaptığı işten zevk alır ve işten öğrenir. Cepheli, “sonra” demez, işini son ana bırakmaz. Cepheli bilir ki; sonra demek asla demektir. Sonra demek o işi asla yapmamaktır, yapıyorsa da düşünmeden, araştırmadan günü kurtarmak adına yapmak demektir. “Son dakikacılar” düşünmezler, araştırmazlar, sorgulamazlar. Cepheli ise her anını, her saatini düşünür. Mesela Cepheli 1 hafta içinde yazılması gereken yazıyı son dakikaya bırakıp sonra da baştan savma şekilde yazıp vermez. Çünkü bilir ki, o yazı yeni cephelileri örgütleyecek ve devrime bir katkı sağlayacaktır. Cepheli bilir ki “son dakikacılık” bir düzen hastalığıdır. Devrim saflarına gelirken düzenden eksik ve zaaflarımızla geliriz. Ama devrimcileştikçe zaaflarımızdan arınırız. Gözle görmediğimiz ya da zararsız olarak nitelendirdiğimiz hastalıklarımızdan birisidir “son dakikacılık.” Zararsız gördüğümüz bütün zaaflar hızla bizi kemirmeye başlar. Bu hastalığın tek ilacı ise, iradi planlı programlı olmak ve emek harcamaktır. Mesela Cepheli, bir eylemin programını önceden belirleyip hazırlığını yapar. Pankart, döviz, megafon, basın metni hatta basına haber verme gibi işleri eyleme son 2 saat kala ayarlamaz. Günler öncesinden bunun örgütlenmesini yapar. Çünkü yapılan eylemin önemini bilir. Yaptığı her işi ciddiyetle ele alır. Kısaca özetlersek; – “Son dakikacılık” önemsememektir. Cepheli önemseyendir. – Son dakikada yapılan işler baştan savma yapılır. O çalışmadan verimli bir sonuç çıkmaz, çünkü o işte emek yoktur. Bu tarz Cepheli’nin tarzı değildir. Cepheli her işini programlar, zamanında bitirir.
Cepheli son dakikaya iş bırakmaz. Cepheli bilir ki; bugün bu işleri son dakika yapan, devrim için de bir şey yapmaz ve halkı örgütlemez, örgütleyemez. Sonra da çıkıp “Bu halk neden örgütlenmiyor?” der.
CEPHELİ SOSYALİZM MÜCADESİNDEN ASLA VAZGEÇMEĞENDİR
Biz, Cephe olarak, karşı-devrim rüzgarlarının en şiddetli haliyle estiği günlerde de, sosyalizmden asla vazgeçmeyeceğimizi, emperyalizmle asla uzlaşmayacağımızı haykırdık. Ne bayraklarımızdan orak ve çekici çıkarmayı düşündük, ne de silahlarımızı bırakmayı. Sosyalizmin sorunlarının çözümü sosyalizmdedir şiarıyla, geçmişten sosyalist deneylere eleştirel bakıp dersler çıkarmaya evet, sosyalizmi inkara hayır dedik. Silahlı mücadelemizde de, hayatın diğer alanlarındaki mücadelemizde de orak çekiçli kızıl bayrağımızı dalgalandırmaya devam ettik.
Türkiye oligarşisinin, emperyalizmin tam desteğiyle devrimci harekete karşı azgınca saldırısının altında yatan asıl neden budur. Yoldaşlarımızın olağanüstü bir kahramanlıkla direnmelerinin altında yatan ideolojik güç de budur.
HER CEPHELİ BİR SAVAŞÇIDIR
Savaşçı, hesap sorandır. Bir savaşçının beyninde hesap sorma bilinci yoksa savaşı büyütemez. Savaşçı, düşmanın yapmış olduğu tüm katliamların hesabını sorma bilinciyle hareket eder. Her zaman kazanacağından emin olur. Savaşçının beynindeki tek düşünce kazanmaktır. Bedeli ne olursa olsun, savaşta tek başına bile kalsa savaşı sonuna kadar götürür. Savaşçı, zaten bütün bu zorlukları bilerek savaşçı olmuştur. Her Cepheli bir savaşçıdır. Çünkü adalet için savaşmaktadır. Adalet duygusu öyle büyük ve yücedir ki; hiç tereddütsüz canını verir bir Cepheli. Ülkemizde saymakla bitmeyecek kadar çok haksızlık ve adaletsizlikler yaşanıyor ve bu haksızlıklara baş eğmeyen, direnen her Cepheli; düşmanın yoğun saldırısıyla karşı karşıya kalıyor. Cepheli; silahlanarak, halk düşmanlarının korkularını daha da büyütmelidir. Düşman o kadar azgınca saldırıyor ki; tankı, topu, tüfeği, tüm askeri teçhizat kendisinde olduğu halde neden bu kadar korkuyor bir Cepheli’den? Çünkü biliyor ki; Cepheli öfkelidir, kinlidir ve Cepheli’de hesap sorma bilinci vardır. Şehitlerin hesabını, tutsakların hesabını, işkence gören yoldaşlarının hesabını, zulüm gören bu halkın hesabını mutlaka sorar Cepheliler. Bunu bildiği için de, korkusundan, cesetlerimizin üzerine bile kurşun sıkar, işkence yapar.
Düşmanın bu korkularını daha da büyütebilmek için her Cepheli elde silah savaşmalıdır, hesap sormalıdır. Kendine Cepheliyim diyen herkes, bir savaşçı gibi hareket etmelidir. Süreç bunu gerektiriyor; bu bir zorunluluktur. Cepheli, savaşçı olmanın misyonunu yerine getirmeli ve savaşı büyütmelidir. Savaşı büyütebilmek için örgütlenmeli; örgütlülüğü büyütebilmek için, halka gitmeli ve yeni savaşçılar yetiştirmelidir. Savaşı büyütebilmek için kendisini de geliştirmeli ve savaşa hazırlamalıdır. Var olan bilgisiyle yetinmemeli, bilginin sınırsız olduğunu bilmeli ve yeni bilgiler edinmelidir. Kendini her zaman yenilemelidir. Bu bilgileri; iradesi, kararlılığı, cüretiyle birleştirmeli, militan bir savaşçı olmalıdır. Kazanmak için tüm hünerini kavgada sergilemelidir. Kazanmak için formül bellidir: Silahlanmak! Her Cepheli silahlanmalıdır. Düşmana karşı bu kin ve öfke arttıkça, Cepheli elindeki her aracı silaha dönüştürebilmelidir. Gerçekten kazanmak için silaha ihtiyacımız var. Olanakları kendimiz yaratmalı, bunun için de çalışma yaptığımız her alanda silah ihtiyacını unutmamalıyız. Düşman, o kadar pervasız ki; bunu anlamak için sokak ortasında vurulan insanların sayısına bakmak yeterlidir. Halk; artık kin ve öfke duyuyor polislere karşı, hatta ellerine geçen ilk fırsatta polislerden intikam alma duygusuyla vuruyorlar polislere. Anadolu halkı yıllardır zulüm görüyor ve bundan dolayı adalet istiyor.
Adaleti ise, silahla, bizim silahımızla sağlayacaktır. Bugün halkımızın çoğunluğunda silah vardır. Biz halkımızdan rahatlıkla silah isteyebiliriz. Eğer ki o güveni halkımıza vermişsek ve adaletin sağlanabilmesi için silaha ihtiyacımızın olduğunu kavratabilirsek, elindeki silahı verir. Elinde silah yoksa bile, bize bu konuda yardımcı olacaktır mutlaka. Silah, her yerdedir ve ona ulaşmak bize bağlıdır. Yeter ki onu isteyelim. O zaman, düşmanın silahını bile alabilir Cepheli. Mesela düşmanı tek gördüğümüz ve etkisiz hale getirip silahını alabileceğimiz durumlar yoksa yaratır. Cepheli’nin gittiği o kadar çok yer var ki; öğrencisi, memuru işçisi, işsizi, ev kadını, esnafı… Halka giderken ihtiyaçları düşünerek gitmeli ve insanlarda o şekilde sohbetler etmelidir. Cepheli’nin ulaşamayacağı şey yoktur. Cepheli her durumu iyi düşünüp değerlendirdiği zaman halktan, düşmandan her şekilde olanakları yaratır ve silahlanır. Düşman, Cepheli’den korkar ve bu korkusunu gözaltına aldığı bir Cepheli üzerinde gösterir, işkence yapar, yeri gelir öldürür. Ama bu yaptıkları da korkularını hafifletmez. Çünkü görüyor ki; işkence gören yoldaşının hesabını soracak Cepheliler var her yerde. O yüzden silahımızın sesi hiç susmamalı, namlumuz hep sıcak kalmalıdır. Tıpkı Erdalların, Hasan Selimler ’in, İbrahimler ’in yaptığı gibi silahımız susmamalı.
SONUÇ OLARAK
1) CEPHELİ, SİLAHIN DEVRİMİ YAPMADA VE SAVUNMADA TEK TEMİNATIMIZ OLDUĞUNU
UNUTMAMALIDIR.
2) CEPHELİ, HER KOŞULDA SİLAH TEMİN EDEBİLMELİDİR.
3) SAVAŞÇI OLMANIN MİSYONUNU YERİNE GETİRMELİ VE SAVAŞI BÜYÜTMELİDİR
4) TÜM CEPHELİLER SİLAHLANMALI, DONANMALI, BİRER SAVAŞÇI OLMALIDIR.
CEPHELİ UMUDUN DERVİŞİDİR!
Derviş oldum gönül gönül dolaştım
Balık oldum deryaları ulaştım
Kurumasın diye kavga fidanı
Canım alıp canan ile bölüştüm”
Anadolu’da eskiden dervişler varmış. Bu dervişler diyar diyar dolanır, bağlı oldukları inancı, düşünceyi gittikleri her yere taşır halkı örgütlermiş. Yaşadıkları dönemin propagandistleri, örgütçüsü ve doğal halk önderleriydi dervişler. Bir örnek verecek olursak Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bu dervişlerden ikisiydi. Şeyh Bedreddin İznik’e sürgün edildikten sonra, dervişlerinden Börklüce Mustafa’yı Aydın’a, Torlak Kemal’i ise Manisa’ya isyan için halkı örgütlemeleri ve isyanın hazırlıkları için gönderir. Sıradan bir derviş olarak gittikleri bu yerlerde çok geçmeden Börklüce ve Torlak, yoksul halkı Bedreddin’in düşünceleri etrafında örgütler ve isyanı başlatırlar. Bedreddin’in dervişleri isyanın da önderleri olurlar. Börklüce ve Torlak Kemal halkı örgütlemeyi başarmışlardır. Çünkü onlar haklı bir davayı taşımışlardı halka. Halktan yanaydılar ve bütün sadelikleri, doğallıklarıyla halktan biriydiler. Derviş olmak büyük bir adanmışlıktır. Her türlü dünya nimetlerinden, bencilce bedensel hazlardan yüz çevirip kendini haklı bir davaya adamaktır. “Ben”i öldürüp, yerine “Biz”i koyabilmektir. Bu nedenledir ki, davaları için gerektiğinde her şeyi arkalarında bırakıp sırtında bir hırkayla çok uzak memleketlere gidebilmişler. Belki her şeylerini, bütün bir geçmişlerini, terk ettikleri yerde bırakıyorlardır ama yine de dönüp geriye hiç bakmazlar. Çünkü kendilerini o yere bağlayan, davalarından daha güçlü hiçbir bağ yoktur. Dervişlik böyle bir şeydir. Dervişler düzenle olan bütün bağlarını koparıp atmışlardır.
Cepheliler de, bu anlamda dervişlere benzerler. Böyle olması normaldir de. Zira Parti-Cephe devrimciliği halk deryasının içinde hayat bulan, kendi toprağına sıkı sıkıya bağlı dervişler gibi bir devrimciliktir. Dayı, bir yazısında şöyle diyordu; “Düzenden her yönüyle kopmalıyız. Bizi düzene bağlayan hiçbir şey olmamalıdır. O zaman beynimiz, yaşamımız, her şeyimiz özgürdür. Devrimcileşmek budur.” Dayı’nın tarif ettiği şey, tam derviş olmaktır. Kurtuluşun ışığını halka taşıyan, milyonları örgütleyen umudun dervişi. Bunun için kendisini bu düzene bağlayan “biz”i büyütmeyen bütün bağları tek tek atar ve kendisini her şeyiyle davasına adar. Her zaman halkın içindedir ve gittiği her yere umudu götürür. Kavganın ona nerede ihtiyacı varsa orada olur Cepheli. Dönüp arkasına bakmaz bile. Statüleri, düzen bağları yoktur. Atılmıştır bir bir. Yeri geldiğinde tek başınadır, bıkıp usanmaz. Umutsuzluğu, karamsarlığı yasak etmiştir kendine. Propagandisttir. Hakikati anlatır insanlara, kurtuluşu, umudu… İkna eder, örgütler, seferber eder. Cepheli önderdir. Taşıdığı misyonunun bilincindedir. Halka örnek olan ve yol gösterendir. Ve sırası geldiğinde yüreği kuşanıp kavgamıza en önde girendir. Cepheli umudun dervişidir. Sade, yalın, içten…
Sonuç olarak;
1- Kavganın ihtiyacı neredeyse Cepheli orada olandır.
2- Cepheli, kavgada dönüp arkasına bakmayandır. Onun ne statüleri vardır ne de düzende vazgeçemeyeceği bir şey…
3- Cepheli, “ben”den geçip “biz” olandır. Halkı örgütlemek için gerekirse yılmadan, usanmadan, yorulmadan çalışandır.
4- “Bilmeyen, örgütsüz halk savaşamaz.” Cepheli, bunu bilir ve halka gerçekleri anlatmak için çalışır, savaşır…
CEPHELİ HİÇBİR ŞEYİ OLURUNA BIRAKMAZ!
“Tecriti Yenenler Anlatıyor” kitabımızı her Cepheli okumuştur. Okumayanlar da hızla okumalıdır. Kitabın üçüncü cildinde, 19-22 Aralık saldırısı ve direnişin yaşandığı yerlerden birisi olan Çanakkale Hapishanesi’ndeki Ölüm Orucu direnişçilerinden Fidan Kalşen yoldaşımızın feda eylemi de anlatılır: “…Bir arkadaş cebinden çıkardığı çakmağı uzattı. Alır almaz ateşledi kendini. Birden alev alev yanmaya başladı. O buz gibi Aralık soğuğunda O’nun alevleri yüzümüze vurdu bir anda. Ne kadar farklı, derin bir duygu O’nun alevlerinin bizi ısıtması… Bacakları hafifçe aralıktı, çok hafif. Kendini dengelemek içindi kuşkusuz. Mutlaka en fazla nasıl ayakta kalırım diye önceden düşünüp hazırlığını yapmıştır. Bu O’nun tarzıdır çünkü hiçbir şeyi oluruna bırakmaz, alır önlemini. Mutlaka bu yüzden ayakta yandı, düşmedi yere. 7 dakika boyunca en ufak bir kıpırdama, titreme olmadan bu şekilde bir anıt gibi kaldı…” (Tecriti Yenenle Anlatıyor 3, syf: 309, Boran Yayınları) Söz konusu olan devrimci iradedir.
Feda ruhunu kuşanmış, devrimci iradenin yenilmezliğidir. Yenilmezlik, ölüme meydan okuyarak zulmü yenmektir. Fidan Kalşen yoldaşımız, “son” eyleminde ve ölüme bir soluk kala somutladığı Cephe tarzıyla öğretmeye devam ediyor. Kendi fedasını, o sırada ateş ortasında nasıl davranacağının ayrıntılarına kadar düşünüp planlamış. İşte devrimci irade budur. Ateş ortasında bile nasıl davranacağını planlar ve sonuna kadar planına sadık kalır.
Cepheli, hangi durumda neyle karşılaşacağını hesaplar. Hazırlıklıdır. Gelişmeleri oluruna bırakmaz. Oluruna bırakmak, kendiliğindenciliktir. Kendiliğindencilik, özünde kaderciliktir. Gelişmelere, olaylara, durumlara burjuva ideolojisi mi yön verecek, devrimci ideoloji mi? Eğer, devrimci ideoloji; cüret ve emek üzerinde şekillenen devrimci irade olarak somutlanmazsa, o zaman gelişmeleri yönlendiremez. O zaman, gelişmeleri burjuva ideolojisi ve onun cisimleşmiş hali olan karşıdevrim yönlendirir. Ki, gelişmeleri, olayları, durumları oluruna bırakmak buna izin vermektir. Cepheli böyle davranmaz. Cepheli, hiçbir şeyi oluruna bırakmaz. Önlemini alır ve hazırlıklı olur. İşte Cephe tarzı budur ve başarı, böyle sağlanır. Fidan’ı kuşatan alevler gibi sorunlar, zorluklar, zorbalıklar etrafımızı kuşatabilir. Ki, en zor, en yakıcı koşullarda dahi, hiçbir şeyi oluruna bırakamayız. Bırakmamalıyız. İşte o zaman sonuç alırız ve aldığımız sonuç başarılı olur. Karşılaşılan durumlar, sorunların biçimleri çok değişik olabilir. Ama esas olan, her durumda ve her türden sorun karşısında devrimci iradeyi somutlamaktır. Fidan’ın yedi dakika boyunca en ufak bir kıpırdama, titreme olmadan devrimin meşalesi olması, önümüzü aydınlatıyor. Her duruma, olaya, soruna, gelişmeye Fidanlar’ın aydınlığında bakmalıyız. İşte o zaman neyi nasıl yapmamız, nerede nasıl davranmamız gerektiği açık ve net olarak görülür. Fidanlar, bize; hedeflerimize ulaşmak için düşünün, yoğunlaşın, hazırlığınızı yapın diyor.
Fidanlar, bize; hiçbir şeyi oluruna bırakmayın, önleminizi alın diyor. Fidanlar, bize; plansız, programsız, hedefsiz olmayın diyor. Fidanlar, bize; iradi olun diyor. İradi olmak neyi, neden ve nasıl yapacağını bilmektir. Bu bilinçle de gereğini tam olarak yapmaktır. Ne yaptığımız, nasıl yaptığımızla beraber belirleyicidir. Ki, iradi yaptığımız her şeyde bir sonuç alırız. Çünkü irade, cüret ve emek demektir. Ve Cepheli’nin emekçiliği ve cüreti karşısında çözülmeyen sorun, aşılmayan engel kalmaz…
CEPHELİ SURAT ASMAZ
Suratımız asık olduğunda çevremizde insanlar “Ne oldu bir sorun mu var? Canını sıkan bir şey mi oldu?” diye sorarlar. Yani surat asıklığı herkes için bir sorunu ifade eder. Hem de çözülmemiş bir sorunu. Oysa bir Cepheli bir sorun yaşadığında bunu ertelemeden çözmelidir. Bir Cepheli bütün sorunların çözülebileceğini bilmelidir. Bu bilimsel sosyalizmin bize öğrettiği bir yasadır. Dünya tanınabilir, evrenin yasaları bilinebilir. Öyleyse bütün sorunlar çözülebilir. İş bu sorunları devrimden yana çözebilmektir. Asık surat, sorunu çözümsüz gördüğümüzün ifadesidir. Temelinde kendimize güvensizliğimiz yatar. Sorunu çözebileceğimize, durumu değiştirebileceğimize dair ne kendimize ne de sorun olarak gördüğümüz olayın muhatabına güvenimiz yoktur. Bu kişi bazen yoldaşımız bazen bir halk ilişkisi bazen de ailemizdir.
Bize “Ne oldu bir sorun mu var?” diye sorulduğunda anlattığımız olaylara bir bakalım. Genellikle hiçbiri çözülemez sorunlar değildir. Ve genellikle küçük şeylerdir bunlar. Elbette her insan gibi Cepheliler de sorunlar yaşar. Üzülür, öfkeleniriz. Bunlar da bize aittir. Fakat “Surat asma” şeklindeki fiziksel duruş hem kendimizde bir moral bozukluğu yaratır. Hem de çevremize olumsuzluk yayar. Bu sebeple yaşadığımız üzüntü duyduğumuz öfke surat asma şeklinde yüzümüze yerleşmemelidir.
Sürekli asık suratla dolaşan insanın mutsuz olduğu düşünülür. Yaşadığı hayattan memnun olmadığı düşünülür. Oysa bir devrimci asık suratlı olamaz. Devrimcilik insanı mutlu etmiyorsa, coşku uyandırmıyor, umutlandırmıyorsa yanlış kavranmış demektir. Cepheli, insanın ürettiği, yeteneklerini değerlendirebildiği, gelecek kaygısı duymadığı bir düzen kurmayı hedefler. Bu dünyayı güvensiz, umutsuz, sorunları çözemeyen insanlar kuramaz. Asık suratlı insanlar güven duymayan insanlar oldukları gibi güvende uyandırmazlar. Güven vermeyen, umut taşımayan insan örgütleyemez. Öz biçime yansır. Biçim de özü etkiler. Bir devrimcinin yüzünden, sesinden, hareketlerinden, taşıdığı iddia okunmalıdır. İdeolojisinin gücü, ideolojisine olan güveni anlaşılmalıdır. Bu tarz Cepheli tarzıdır. Cepheli olunmak istenen insandır. Bir nevi modeldir. Cephelinin yüzünde devrim görülmelidir. Yani her Cepheli devrimi temsil eder. Bu mutluluk, coşku, bu ifade asla zorlama değildir. Doğru bir iş yapmanın mutluluğu, gelecek güzel günlere olan inancımızın gücünü taşımamızdan alır kaynağını. İnsanlarımızla yoldaşlarımızla kurduğumuz ilişki tarzının doğrulanmasından alır. Cephelinin her davranışı, giydiği, taktığı her şeyi ile bizi devrimi temsil ettiğini unutmamalıyız. Sinirli, çözümsüz, dalgın, umutsuz yüz halini değiştirmeli, devrimcileştirmeliyiz. Bunun için bizde bu ruh halini yaratan sorunu ve bu sorunun sebebini bulmalıyız. Küçük şeylere saplanıp kalmamalı, dünyamızı büyütmeliyiz. Özetlersek
1- Asık surat, sorunu çözümsüz görmenin ifadesidir. Cepheli bütün sorunların çözülebileceğini bilmelidir.
2- Asık suratlı insanlar güven duymayan insanlar oldukları gibi, güven de uyandırmazlar. Güven vermeyen, umut taşımayan insan örgütleyemez.
3- Yüzümüz devrimin halka taşıdığı umudu devrimcinin mutluluğunu yansıtmalıdır.
HER CEPHELİ KALEKTİVİZMİ İŞLETMELİDİR
Devrimci Faaliyette İşin Bölüştürülmesi Lenin’in Bir Adım İleri İki Adım Geri kitabında örgütlülüğün bir proleter için ne anlama geldiği şöyle ifade ediliyor: “Proleter tek başına bir birey olarak hiçbir şey değildir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve bekleyişleri örgütten, arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistemli eylemden gelir. O kendini büyük ve güçlü bir organizmanın parçası olduğu zaman büyük ve güçlü hisseder. Bu organizma onun için temeldir.”(syf: 146)
Bu yüzden egemenler, örgütlülüğe, örgütlü faaliyete karşıdır. Sistemini zayıflatacak kendisine alternatif bir gücün gelişimini engellemek için her yola başvururlar. Onlar ezilenlerin bir araya gelmesini asla istemezler. Ezilenlerinse kendi kaderlerini belirlemek için örgütlenmekten başka seçeneği yoktur. Egemenlere göre herkes kendini düşünmelidir. Bencillik ve bireycilik normal davranışlardır. Oysa bu davranışlar sömürü sistemine özgüdür. O “bireysel özgürlüğü” göklere çıkararak herkesin kendi yolunda tek başına yürümesini öğütler. Örgütlülüğü, örgütsel faaliyeti tüm topluma öcü olarak gösterir. Biz devrimciler, faaliyet yürütürken öncelikle düzenin yarattığı bu tortulardan kurtulmalıyız. Ve örgütlülüğün ihtiyaçları temelinde çalışmalıyız. Devrimci faaliyette işlerin belli bir dönemde yürümesi için iş bölümü yapmak gereklidir. Bu karmaşayı önler. Aynı zamanda emeğimizin daha verimli kullanılmasını sağlar. Ancak işlerimizin örgüt bakımından bölüştürülmesi yeterli değildir. Bizim için esas olan örgüt bilincinin ve örgütlülüğün her işe katılmasıdır. Her İşi Örgüt Ruhu İle Yapmanın Önemi Devrimci faaliyette beraber yapılan işler olduğu gibi tek başımıza yapmamız gereken işler de vardır. Yaptığımız hangi türden bir iş olursa olsun yaptığımız işi örgüt ruhu ile yapmanın önemi tartışılmazdır. Bu ruh hali, insan ne iş yapıyor olursa olsun yoldaşlarını, milyonları yanı başında hissetmektir. Küçük iş büyük iş fark etmez. Bu bir ruh halidir. Bir sokakta dergi satarken, masa başında yazı yazarken, kapı kapı bir kampanya örgütlerken, bir parkta çadır kurarken, bir eyleme giderken her işi devrim için yaptığımızı hissedebiliyor muyuz? Bunun coşkusunu duyabiliyor muyuz? Yoksa yaptıklarımızı yakınarak, oflayıp puflayarak sıradan bir insanın bir devlet dairesinde veya bir özel şirkette iş yapışı gibi mi yapıyoruz? Bu sorunun cevabı bizim yaptığımız işle ne kadar bütünleşip bütünleşmediğimizi de gösterir. Kendimizi örgütlülüğün bir parçası olarak ne kadar hissettiğimizi yansıtır. Büyük Direnişimiz de karanfilleşen Fatma Ersoy’un ölüm orucundayken söyledikleri çarpıcıdır. “Ödeyeceğimiz bedel bizler için hiçbir zaman tartışma konusu olmadı. Çünkü biz her şeyden önce zafere ve devrime koşulluyuz.” Ancak devrime şartlanmış olanlar yaptıkları işten heyecan duyabilir. Ve işlerini sonuçlandırma azmine ve kararlılığına sahip olabilirler. Çünkü gerek kişiliğimizde gerçekleştireceğimiz dönüşümler gerekse toplumsal devrimimiz sonuçlandırdığımız işlerin toplamından doğacaktır. Düşünmeyen, üretmeyen insanların örgütlü bir organizasyonun daimi bir parçası olabilmesi imkânsızdır. Vurdumduymazlık, düşünce ve öneri üretiminde yavanlık, çalışmada isteksizliğin yaşanması ciddi bir sorundur. Bu ruh haliyle yürütülen bir faaliyetten sonuç alınması beklenemez. Bu ruh hali sorgulanmaya muhtaçtır. Ancak kimi zaman coşkuyla sarıldığımız, başarmak istediğimiz işlerden istediğimiz, sonucu alamadığımız da olur. Yani yaptığımız her işten sonuç alamayabiliriz. Bu durumda karamsarlaşıp vaz mı geçeceğiz? Elbette ki hayır. Öncelikle bir başarısızlıkla karşılaşmışsak bunu alt etmenin mutlaka bir yolunun olduğuna inanmalıyız. Örgüt ruhuyla hareket etmek bunu gerektirir. Dayımız “Kongre Raporu”nda şöyle der: “Yenilebilirsiniz. Yenmesini öğreneceksiniz. Zayıf düşebilirsiniz, kalkmasını öğreneceksiniz…” Öyleyse biz de sonuç alamamanın nedenlerini araştırmakla işe başlayabiliriz. Birincisi; geçmiş deneylerden yeteri kadar ders çıkartabiliyor musunuz? Buna bakmalıyız. Çünkü geçmiş deneylerden çıkarılan dersler ışığında işlerimize yön vermek bizi aynı hataları tekrarlamaktan kurtarır. İkincisi; işlerimiz yeterince ciddiye almayarak gerekli çabayı sarf etmeden kendimize körü körüne bir güven mi duyuyoruz? Bu hem kendimizi kandırmak hem de çevremizi yanıltmak, gerçekleşmeyecek beklentilere sokmak demektir. Kendimize duyduğumuz güvenin somut bir zemini olmalı. Üçüncüsü; nedenlerini bulmadan sonuçları değiştirmeye mi kalkıyoruz? Örneğin bir matematik probleminin nasıl çözüleceğini bilmeden çözmek ve doğru sonucu ulaşmak imkansızdır. Sonuç alamadığınız işlerin nedenini bulmadan ilerlemek, karanlıkta el yordamıyla yürümeye benzer. Ki neyle karşılaşacağımız tamamen tesadüflere bağlıdır. Sonuç olarak; devrimci faaliyetimizi daha da büyütmek istiyorsak;
1- İşlerimizi örgüt bilinciyle ele almalıyız.
2- Coşkuyla çalışmalıyız.
3- Her işimizden sonuç almayı hedeflemeliyiz.
CEPHELİ TERS İNSAN DEĞİLDİR
Hayat içinde davranış ve alışkanlıklarımızda olumlamadığımız, bize zarar veren davranışları düzen pohpohlar ve yüceltir. Mesela bir yandan emekçileri yoğun biçimde sömürürken; bir yandan da insanların “tembellik hakkı” olduğunu iddia eder ve bu hakkı (!) savunmasını ister. Bu “tembellik” aslında düşünmemeyi, iyiye doğruya, insana dair bir şey üretmemek üzerine pohpohlanan bir tembelliktir.
Düzen bunun övünülecek bir yan olduğunu kazır beyinlere. Bunun gibi “övünülecek” bir şey gibi gösterilenlerden biri de “zor insan”, “ters insan” olmaktır. Peki, bir devrimci için “Ben zor insanım, bana ulaşılamaz”, “Ben ters insanımdır herkes ayağını denk alsın” gibi bir tavır takınmak doğru mudur? Asla! Bu, düzenden getirdiğimiz bir yandır. Öyle ters biriyiz ki yanımıza bile yaklaşmaya korkuyorlar bazen. Arkadaşımız yanımıza yaklaşmaya çekinir, kırk defa düşünür “konuşmaya nasıl başlasam” diye. Değil eleştirmek, soru sormaya korkar insanlar. Bu kişiliğin devrimcilikle ilgisi yoktur, düzenin yarattığı kişiliktir. Bunun nedeni kendini kusursuz görmektir en başta. “Herkesi terslerim, herkes doğru düşünsün, doğru sorular sorsun, her şeyi sormasın, doğru eleştiri getirsin bana!..” demektir bu. Sübjektivizmdir bunun diğer adı. Bir Cepheli böyle olamaz. Hayat ezberlenemez. İnsanlar yanlış yapacak, hata yapacak. Biz de hata yapacağız, yanlış yapacağız. Ki, bu tür davranış içinde olanlar en başta kendisi bir yanlışın içindedir. Kimseye ters davranmaya, kapris yapmaya, kırıcı olmaya hakkımız yoktur. Ters davranmanın diğer adı da kapris yapmaktır. Nedir kaprisli olmak? Genelde düzende yaşayan insanlarda olur. Düşüncesizce isteklerde bulunarak şımarmak ve huysuzluk etmek. Bir insan neden ters davranır?
1- Kendini kusursuz görüyordur.
2- Bir takım sorunlar yaşıyordur.
3- Devrimciliğinde oturtamadığı yanları vardır. Devrimciliğe düzendeki bakış açısıyla bakmaya devam etmektedir. Mesela düzende bir iş yerinde “müdür”, “sorumlu” vb. bir statü olan bir kişi düşünün. Statüsü yükseldikçe suratı daha da asılır. Yürüyüşü daha da kasılır. Bu yönetici tipine kimse yaklaşamaz, korkar. Gizemli ve ulaşılmazdır o, “karizmatiktir”. Düzenden aldığımız bu yanı devrimci saflara taşırsak “ters insan” olabiliriz kolaylıkla!.. Ama biz devrimciyiz. Yoldaşlar arasında hesaplı kitaplı ilişkiler yoktur. Elbette birbirimizin hassasiyetlerini gözetmeliyiz ama birbirimize yaklaşırken yoldaşlığın gerektirdiği şekilde sıcak ve samimi, sevgi dolu olmalıyız. Yoldaşımız yanımıza yaklaşırken rahat olmalı, ne zaman tersleneceğim kaygısı duymamalı. İnsanlara ters davranmanın bir mantıklı açıklaması ya da tutar yanı yoktur. Kimse “Ben eleştirel bir insanım, o yüzden biraz sertim” diyemez. Gerekirse çok sert bir dil de kullanılabilir, eleştirir de. Ama ters ve kırıcı bir biçimde olamaz bu. Cepheli’nin eleştirisi de yapıcı olmalıdır.
Sonuç olarak;
1- Cepheli, yanına yaklaşılmayan, her söyleneni ters cevaplarla karşılayan kişi değildir.
2- Yoldaşlarına hakaret etmek, aşağılamak, terslemek Cephelinin yapacağı davranışlar değildir.
3- Cepheli herkesin, her şeyini konuşabileceği, konuşmaktan “korkmayacağı” kafasındaki her şeyi rahatlıkla konuşabileceği kişi olmalıdır.
4- “Korkulan” insan olmak gurur verici değildir
NELERE ÜZÜLÜR NASIL ÜZÜLÜRÜZ
İstenmeyen bir sonuç, istenmeyen bir olay yaşadığında herkes etkilenir, üzülür. Elbette ki Cepheliyi de etkileyen durumlar vardır. Cepheli de istenmeyen bir sonuçtan etkilenebilir. Aksi halde Cepheli vurdumduymaz olur. Öyleyse esas olan Cepheli’nin nelerden nasıl etkilendiğidir. “Devrimciler üzülmez, ağlamaz, sevmez, öfkelenmez vs.” derler. Oysa tüm bu devrimci duygular bir elin parmakları gibidir. Her Cepheli’de bu duygular fazla ya da az mutlaka vardır. O parmaklar birbiriyle doğru şekilde sıkıldıklarında yumruk olurlar. Cepheli üzülür; halkının, yoldaşlarının yaşadıklarına üzülür, olumsuz sonuçlar aldığında üzülür. Beklediğini bulamayınca üzülür, hedefine ulaşamayınca üzülür, yoldaşlarının, kendisinin gerilediğini fark ederse üzülür, kayıplarımız karşısında üzülür…
Her Cepheli bunlara kendisinden yola çıkarak başka üzüntü nedenleri ekleyebilir. Bunda yanlış ya da eksik olan bir şey yoktur. Üzülüyor olması Cephelinin zayıflığı, çaresizliği değildir. Bizi üzen şeyler mücadeleye dair olduğu sürece üzüntümüz; acımızı, öfkemizi bileyler. “Yuvarlanıyor iri sıcak damlalar / Bakır yanaklarımızdan / Yuvarlanıyor iri sıcak damlalar kalbimize / Kalbimiz artık dar geliyor bize kopararak kanlı sargıları yaralarımızdan / Sokaklarda haykırmalıyız hep bir ağızdan / Dişi bir kaplanız ki biz / Dişlerimizle taşıyoruz / Altınbaşlı yavrularımızın ölüsünü / Kinin kızıl gözlü sarı alnına serdik sevginin beyaz çiçekli örgüsünü / Kan geliyor kâinatın rengi bize / Yuvarlanıyor iri sıcak damlalar / Bahar yanaklarımızdan kalbimize (Nazım Hikmet) Nazım’ın anlattığı Cephelinin acısıdır. Sevgisi kadar üzülür Cepheli ve üzüntüsü kinidir. Nelere üzüldüğünü bilir, çünkü üzüntüsü de Biz’in bir parçasıdır. Geliştiren, dönüştüren, güçlendirendir. “Ateşe çok bakan gözler kolay kolay yaşarmaz” der halkımız. Ateşle yıkanmış bir acıdır bizimki. Haya huya, çere çöpe, hele de kendine üzülmez Cepheli. Kendine üzülmek haksızlığa uğradığını düşünmektir, zayıflıktır, çözümsüzlüktür.
Cepheli ne kendine ne de başkalarına acımaz. Üzüntüsü acımak değildir. Elbetteki nasır tutmuş değildir Cephelinin yüreği. “Dünyanın bir ucunda halkın yüzüne atılan tokadın acısını yüreğinde hissedebilmelisin” der CHE. Cepheli hissedendir.
Yoldaşı vurulup düşmüşse, yoldaşları- dostları tutsak düşmüşse Cephelinin üzülmemesi mümkün mü? Ya da göçük altında işçilerin kaldığını öğrenmişse Cepheli üzülmez mi? Her gün yanında yöresinde gencecik insanların uyuşturucu bağımlısı olduğunu gördükçe üzülmez mi? Üzülür elbet. Halkın acıları, üzüntüsüdür. Ancak asla üzüldüğüyle kalmaz Cepheli. Cepheli Nasıl üzülür? Yanıp yıkılmaz, üzüntüsü elini ayağını bağlamaz. Üzüntüsünün nedeni üzüntüsünün şeklini de belirler. Üzüntüsü inancıdır, kinidir. Üzüntüsü harekete geçirendir. Cephelinin üzüntüsü de yapıcıdır, harekete geçirendir. Cephelinin üzüntüsü bencilce değildir.
Cepheli sevdiklerine üzülebilendir. Üzülür ve üzüntüsünün nedenini ortadan kaldırmak için çalışır. Düşman karşısında çelik gibi, yoldaşlarına dostlarına sevecendir. Hayriye Ananın (Ersoy) üzüntüsü gibidir Cephelinin üzüntüsü. Şehit kızı (Fatma) ona “anne ağlama” dediği için yıllarca gözyaşlarını içine akıtandır. F Tipi Film’de rol gereği ağlamaya bile bu nedenle itiraz eder.
Ancak yine de kızının düşüncelerine hizmet edeceği için ağlar. Cephelinin mayası sevgidir. Üzüntüsü sevgisine leke düşürmez.
Gözyaşlarını ağır bir halka gibi boynunda taşımaz. Cephelinin öfkesi, kini ve halkın öncüsü; acısı, üzüntüsü ve onu yaşayışı da halkadır. Sade doğal, fedakâr, içtendir. Cepheli, yoldaşlarının cenazelerini uğurlarken, yoldaşlarının parçalanmış bedenini toplarken üzülmemesi mümkün mü? Ama üzüntü yangına serpilen birkaç damla su gibidir. Ateşe serpilen birkaç damla, ateşi harlar. O üzüntü sevgidir, bağlılıktır. O üzüntü, savaşa daha bir sıkı sarılma nedenlerindendir.
CEPHELİ YETİNMEZ SAVAŞAN YETİNMEZ
Eksiklerimizi tamamlamak için öğrenmek zorundayız. Hiçbir anımız boş olmamalı. Boş bıraktığımız her an düzene hizmet edecektir. Biz tüm zamanımızı devrimin ihtiyaçlarını karşılamak için doldurmalıyız. Bahsettiğimiz zamanı doldurmak, dolu dolu geçirmek; düzenin dayattığı vakit geçirmek için yapılan hobiler değildir. Üretmekten, gelişmekten, sorunlara çözüm olmaktan bahsediyoruz. Birçok konuda bilgimiz olabilir. Belli konularda deneyimli de olabiliriz. Bunlar bize asla yetmemeli, daha fazla öğrenme ve üretme isteğini, zorunluluğunu taşımalıyız. “Bu konuda yeterli bilgim var” demek, “daha fazlasını öğrenmeyeceğim, daha fazlasını yapmayacağım” demektir. Bu bakış açısı Cepheli’ye ait değildir. Cepheli her zaman daha fazlasını öğrenme isteği ve iddiasını taşımalıdır, herkesten öğrenme isteği ve iddiasını taşımalıdır. Aksi bizi çürütür. Bugün yeterli gördüğümüz her şey yarın bize yetmez. Neden? Çünkü sürecin gerisinde kalırız. Düşman hiçbir boşluğu es geçmiyor. Eksik bıraktığımız her yeri, her şeyi kendi kültürü ve politikalarıyla dolduruyor. Yetinmek, yetinmecilik, düşmana, düzen kültürüne, bizi teslim almasına açık kapı bırakmak demektir.
Cepheli öğrenmek ve öğretmek zorundadır. Bunun için, yaşadığımız dünyada var olan her şey bizi ilgilendirmeli, merak uyandırmalı bizde Eksiklerimizi tamamlamak için canhıraş emek harcamalıyız. “Vakit bulamadım”, “Uygun ortam yaratamadım” gibi bahaneler üretmeden. Biz, öğrenme-öğretme, gelişme geliştirme iddiasını taşırsak mutlaka bir yolunu bulur ve bunun koşullarını yaratırız. Var olan koşullara teslim olmadan, yaratıcılığımızla yaparız bunu. Yetinmeyerek, yaratıcılığımızın önündeki tüm engelleri kaldırarak yaparız. Daha büyük sorumluluklar almak, ihtiyaçları tamamlamak her zaman gerekli olandır. Sıradan olanı, yapılması gerekeni yapmak Cepheli’nin hedefi değildir. Bu zaten olması gerekendir. Cepheli adımlarını daha büyük atmayı hedeflemeli. Yeterlilik duygusuyla hareket edenler adım atamazlar. Sorunları çözemez yaratıcılıklarını kullanamaz, politika üretemezler. Cepheli en iyi olan neyse, en güzeli neyse onu yapmayı hedeflemelidir. Bunun için kafa yormalıyız.
Aksi, devrimciliğimizi kirletir, gelişimimizi engeller. Daha fazlasını yapmamızın önüne geçen yetinmecilik duygusundan hızla uzaklaşmalıyız. Uzaklaşmazsak sürecin gerisine düşeriz. Eksiklerimiz olabilir. Bilmediklerimiz olabilir ki bunlar hep olacaktır- önemli olan bunların giderilmesi için harcadığımız emektir. Hata yapmaktan korkmayan, cüretli adımlar atan, eksiklerimizi gören ve gidermek için tüm yaratıcılığını kullanan olmalıyız. Sonuç olarak; Eksiklerine karşı savaşan yetinmez. Eğitimini sürekli tutan, eğitimini devrimci yaşamının tümüne yayan, herkesten, her şeyden öğrenmesini bilen yetinmez. Devrimciliğinin gelişmesini, mücadeleyi büyütmek isteyen yetinmez. İnisiyatifli olup, sadece söylenenle yetinmeden hareket eder ve karşısına çıkan tüm engelleri kaldırmak için çatışır. Zaaflarını, eksiklerini dayatmaz. Cepheli şunu unutmamalıdır: Biz kendi işimizi ne kadar iyi yaparsak, gelişir ve geliştirirsek savaş o kadar büyür.
CEPHELİ KAVGADA USTALAŞANDIR
Cepheli bulunduğu her alanda daima öğrenen, bilgi birikimini büyüten, üstlendiği sorumlulukla, “Bu bana yeter” demeyendir. Her zaman en önde, aldığı sorumluluklardan daha fazlasını isteyen ve bu şekilde düşünendir. Herkesten öğreneceği mutlaka bir şeyin olduğunu bilir. Hiçbir zaman kimseyi küçümsemez, öğrendiğiyle çokbilmişlik yapmaz. Yanındaki yoldaşlarını eğitir-öğretir her zaman örgütlülüğü nasıl daha fazla insana ulaştırırım, nasıl büyütürüm diye düşünür, kafa yorar. Yetinmez ve yetinenlere karşı mücadele eder. Yaptığı her işin daha fazlasını yapmak için çabalar, her zaman hedefleri vardır. Hedeflerine vardığında fazlasını ister ve bunun için mücadele eder. Eksik olduğu konularda “eksikliğim var” diyerek geçiştirmez, üzerine giderek çatışır ve kendini geliştirip örgüt adamı olur. Örneğin; mahallede çalışma yaptığında her sokağa vakıftır. Oradaki insanları bilir ve ona göre çalışmasını yapar. Örgütlediği yeni insanlarla yetinmez, milyonları örgütlemek için hedefinin olduğunu bilir ve bunun sorumluluğu ile hareket eder Cepheli… Bilmediği konularda kendini abartmaz, farklı göstermez. Ve öğrenmeye çalışır, araştırır, kavganın içinde bilgiyle, deneyimle ustalaşır, çelikleşir. Birçok insan örgütlülükle tanıştığında Marksizm-Leninizm’i bilmez. Ama Cepheli kurtuluşun yolunun Marksizm-Leninizm’in kılavuzluğunda olduğunu bilir. Bunun için daima okuyarak, kavganın içinde öğrenir ve pratiğiyle birleştirir. Bu kültürü aldığında, omuzlarına yüklenen sorumluluk duygusuyla, daha fazlasını yapmak isteğiyle hareket eder. Bildiklerini halka ve kitlelere öğretme azmiyle çalışır.
Sonuç olarak Cepheli;
1- Halktan öğrenen ve öğreten, aydınlatandır. Adım adım ileriyi ve daha ileriyi hedefleyendir.
2- Cepheli aldığı görevi daha iyi bir şekilde yapmak için hedeflerini koyar ve bunu başarmak için emek harcar…
3- Sorumluluk altına girmekten hiçbir zaman çekinmez. Cepheli her göreve hazır şekilde en ön safta bekleyendir. Kendini her zaman kavganın en önünde görevlere aday görür ve bu sorumlulukla hareket eder.
4- Kavgada daima ustalaşandır. Kavgada ustalaşmak asıl olarak Alişanların feda ruhunu kuşanarak emperyalizme ve oligarşiye daha da güçlü darbeler vurmaktır. Kavgada daima ustalaşandır Cepheli.
KENDİLİĞİNDEN GELİŞEN EYLEMLERDE NASIL İNSİYATİF ALACAĞIZ
Bulunduğumuz alanda, birimde, tüm ülke genelinde yaşanan kendiliğinden gelişen eylemlerde, katliamlarda, halkın isyanı sırasında bir Cepheli ne yapmalıdır, nasıl hareket etmelidir?
1- Cephelinin olduğu her yerde Cephe var demektir. Bunun sorumluluğu ile hareket etmeliyiz. Şiarımız: “Ben varsam örgüt var”dır. Gezi Parkı’nda yapılan saldırının ardından başlayan direniş, AKP faşizmine karşı tüm yurda yayılan bir halk ayaklanmasına dönüşmüştür. Cepheliler hızla Taksim’e giderek, ilk günden itibaren çatışmaların içinde yer almıştır. Bürokrasi değil, devrimci irade hakim olmuştur.
2- Sorunu sahiplenmeli ve Cephe’nin politikalarının taşıyıcısı olmalıyız. Halkı ve örgütü sahiplenmeliyiz. Bilmiyorsak, sahiplenme duygusuna sarılacağız, tarihimize bakarak pratik içinde öğreneceğimizi unutmayacağız. Taksim Meydanı 1 Mayıs Alanı’dır. ve Cepheliler, 1 Mayıs Alanı’nda, ’78 1 Mayıs’ında olduğu gibi pankartlarıyla zafer anıtındaki yerlerini almıştır. Meydan, faşizme karşı halk ayaklanmasının merkezidir ve orta yerinde “Halk Cephesi” pankartı dalgalanmaktadır.
3- Hızlı hareket etmeliyiz. Tereddüt etmek kaybettirir… 5 dakikalık bir tereddüt, direnişi kaybettirebilir… Bekleyelim, görelim… Emir-talimat gelsin ona göre bir şey yaparız… Karar belli olsun sonra harekete geçeriz… diye düşünülmemiş, faşizm varsa direnişin meşruluğu bilinciyle hızla Taksim’e gidilmiştir. Halk ayaklandıktan sonra direnişe başlamak, halkın öncüsü olma iddiasındaki Cephelinin tavrı değildir. Geç kalmak, ölüm demektir!
4- “Yanlış düşünüyorsam örgütüm düzeltir. Doğru düşünüyorsam örgütüm zenginleştirir” diye düşünmeliyiz. En kötü karar, kararsızlıktan iyidir. Asıl yanlış, halk ayaklanırken çatışmalara katılmamak, bulunduğumuz her alanda direnişi örgütlememek olurdu.
5- Olayı ele alarak, 5N+1K sorularını soracağız. Yani “Ne, Nerede, Ne Zaman, Nasıl, Neden + Kim” sorularını sormalıyız. Bu sorular bizim köşeli düşünmemizi sağlar. Köşeli düşünmeliyiz. Nasıl?
6- Olayı yorumlarken, nasıl ele alacağımızı düşünürken temel kıstasımız: “Halk için, Cephe için, Devrim için” olmalıdır. Bu bakış açısıyla düşünürsek, kararsız kaldığımız her olayda doğru yolu buluruz. Halkın ve devrimin çıkarlarını düşünen her Cepheli için aklın yolu birdir!
7- Karar alırken hangi noktadan bakacağız? Sınıf mücadelesi temelinde düşüneceğiz. İki sınıf vardır: Burjuvazi ve proletarya… Halk ve halka düşman olanlar… Bu iki sınıf arasındaki çelişkiyi halk ve devrimcilerin çıkarına çözmenin yollarını düşünmeliyiz.
Halkın ve devrimin çıkarlarını gözetmeli ve kararlarımızı ona göre vermeliyiz. “Kimin çıkarına gelir, kimin işine yarar?” diye sormalıyız. 5N+1K’ya cevap verirsek: Taksim Gezi Parkı’nın AKP tarafından yıkılmasına karşı 3 gündür Gezi Parkı’nda nöbet tutanlara polis 30 Mayıs günü sabaha karşı saldırdı. AKP parkı NEDEN yıkmak istiyor? Yerine, rant sağlayacağı turistik bir merkez kurmak, ceplerini dolduracak yeni bir AVM açmak için. Ve asıl olarak da 1 Mayıs Alanı Taksim’i ele geçirmek için.
Direnenler kim? AKP’nin Kentsel Dönüşüm saldırısına muhalif olanlarla başlamış ve AKP’ye öfke duyan tüm halk olmuştur. Direniş kime kazandırır, hangi sınıfın çıkarınadır? Halka kazandırır, halkın çıkarınadır! O zaman, halkın, Cephenin, devrimin çıkarı için faşizme karşı direnişin, ayaklanmanın en önünde olmalıyız.
8- Bulunduğumuz her yerde hızla karar alma mekanizmaları, komiteler oluşturmalıyız. Kendiliğindenciliğe, dağınıklığa, başıboşluğa devrimci irade ile yön vermeliyiz. Devrim safına çekmeliyiz. Gelişen halk ayaklanması karşısında direnişin içinde olmak yetmez. Ayaklanmaya devrim çıkarına yön vermek için var olan tüm örgütlerle, halkın katılımıyla bir komite kurulmalıdır. Karar alacak bir organ olmalı ve halkın bu organı tanıması sağlanmalıdır. Taksim’de de, ayaklanmaya katılan tüm kesimlerle bir komite oluşturulmuştur. Eylemin bitirilmek istenmesine karşı, bunun ayaklanan halka ihanet olacağı söylenerek, direnişin sürdürülmesi sağlanmıştır.
9- Halk düşmanlarına karşı tavrımızı açık olarak ortaya koymalı ve tavrımızı belirlemeliyiz.
10- Halka, doğru hedefi, suçluyu, halk düşmanlarını göstermeli ve direnişe çağırmalıyız. Sloganımız, halkın sahipleneceği, halka asıl suçluyu gösterecek politik içeriğe sahip olmalıdır. “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganı halkı birlik olmaya çağırırken; hedef belirlenmiştir: Halk düşmanı AKP!
11- Faşizmin provokasyonlarına karşı güvenlik önlemlerimizi almalıyız. Barikatlar kurularak, mevzinin korunması sağlanmalı ve komitelerle nöbet sistemi oturtulmalı. Güvenliğin nasıl alınacağına dair kurallar belirlenmeli.
12- Duruma ilişkin hızla bir bildiri yazarak, hem tüm kitlemizi durumdan haberdar etmeli hem de tavrımızı ilan etmeliyiz. Haberleşmenin düzenli olmasını sağlamalıyız. Tüm Cephelilerin gelişen durumdan hızla haberdar olup, bulundukları yerlerde tavır almasını sağlamak ve merkezi örgütlülüğü harekete geçirebilmek için yapılacak açıklamalar çok önemlidir. İnsanların internet üzerinden haberleştiği bir ortamda biz de haber alışverişini hızla yapmalıyız.
13- Doğru hedefi göstermek ve ona yönelik eyleme geçilmesini sağlamak için sloganımızı belirleyerek, pankartımızı hazırlamalıyız. Kitlenin bizi bulabilmesi, Cephe’nin ne yaptığını görebilmesi için bizi ifade eden pankart, önlük ve flamalarımız olmalı.
Taksim Alanı’nda açılan “Halk Cephesi” pankartları, geceleri alanda kalanların sadece Cepheliler olduğunu açıkça göstermiştir. Pankartımız buluşma noktası olmuş, kitlemiz alana geldiğinde nereye gideceğini kolaylıkla anlamıştır. Pankartlarımız, sloganlarımız, flamalarımız… kitleyi toparlamak için önemli araçlardır.
14- Bir komite oluşturarak, ulaşım, iletişim, ses düzeni, güvenlik, barikat, barınma, beslenme vb. ihtiyaçları karşılamak üzere düzenleme yapmalıyız. Amacımız halkı harekete geçirmek ve yönlendirmek ise o zaman bunun araçlarını sağlamalıyız. Kurulacak ses düzeni halka seslenmemiz, slogan ve taleplerimizi halka ulaştırmak için hayati önemdedir. Cephelileri eyleme çağırmak, görev dağılımı yapmak, direnişi güçlendirmek için gerekli her şey örgütlenmelidir. Bir savaşı yönetir gibi, hiçbir detayı atlamadan, örgütlenmeyi ele almalıyız.
15- Mevzilerimizi terk etmeden, düşmanın mevzilerini azaltmayı hedefleyerek eylem koymalıyız. İstiklal Caddesi’nin savunmasında en önde Cepheliler vardı. İstiklal Caddesi’nin meydana bakan giriş kısmında Cepheliler öncülüğündeki halk, çatışmalar sırasında Galatasaray Lisesi’ne kadar geriye çekilseler de, çatışmaya ara vermediler polis çemberini yararak, alana girdiler.
16- Politik ve pratik kazanım elde etmeden direnişimizi bitirmeyeceğiz. Her türlü bedeli göze alacağız. Taleplerimizi açıkladık:
“1- Gaz Bombası Kimyasal Silahtır! Gaz Bombası Yasaklansın!
2- Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın!
3- Taksim Halkındır! Halka Yasaklanan Tüm Alanlar Açılsın!
4- ‘Kentsel Dönüşüm’ Adı Altında Süren Yağma ve Talana Son Verilsin!
5- Halkın Aşağılanmasına, İnanç ve Değerlerine Saldırılmaya Son Verilsin!
6- Halka Saldırı Emrini Veren Vali ve Emniyet Müdürleri İstifa Etsin!
7- Bütün Gözaltılar Serbest Bırakılsın, Haksız Tutuklananlar Tahliye Edilsin!
8- Direnişçiler hakkında hiçbir yasal takibat yapılmasın!
17- “Söylediğimizi yaparız, yaptığımızı savunuruz” ilkemizi unutmayacağız.
18- Sol içi şiddet konusunda gözümüz açık olacak, asla ve kesinlikle solla bir çatışmanın yaşanmasına izin vermeyeceğiz.
19- Her zaman en kötü olasılığa göre hazırlık yapmalıyız. Ki olumsuzluklarla karşılaştığımızda inisiyatif bizde olsun. Son ana kadar, tek insanımız kalıncaya kadar… faşizme karşı direneceğiz, sloganlarımızı kimse susturamayacak.
20- Cepheli, günlük sorunların ötesine geçebilen gelişmelerin peşinde değil, önünde olabilendir. “Başkaları söylesin biz yapalım” gibi geri bir tavrı hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz. AKP’ye karşı halkın meşru direnişini örgütlemek için politikaları biz belirlemeliyiz.
21- Yanlış yapmaktan korkmadan cesaretle inisiyatif koyan, kendine söylenenle yetinmeyip gereken her yerde gerekli tavrı koyabilen, kendine, mücadeleye güvenen olunmalıdır. Hiçbir Cepheli, ayaklanma anında yanında kendisine “şunu yap bunu yap” diyecek birisini beklememelidir. Gelişen ani olaylarda karar alıp uygulayacak olan Cephelidir. Cepheli kendisine, bilime ve tarihimize güvenmelidir.
22- Karar verirken, tarihimize, şehitlerimize, deneylerimize, ilke ve kurallarımıza bakmalıyız. 1 Mayıs Alanı’nı kazanmak için şehitler verdik. Hiç kimse bizim teslim olduğumuzu, düşmanımızla uzlaştığımızı görmedi, göremez. Direnirken pusulamız bunlar olacak. 23- Gelişen mücadele içinde sürecin ihtiyaçlarına cevap verebilmek için bugünden siyasi eğitimimizi yükseltmeliyiz. Teorik kavrayışımızı, çalışma yeteneklerimizi artırmak, inisiyatif alabilmek, karar verebilmek için bilmek gerekir. Bilgi güçtür, okuyacak ve öğreneceğiz.
24- İnisiyatifli olmak için aklımızı kullanacağız. Duygularımızı katmadan bakacağız. Kafa yoracağız. Bilmeliyiz ki emek vermeden yoğunlaşmadan inisiyatifli olmak mümkün değildir.
25- Her Cepheli, aynı zamanda bir savaş kurmayı olma sorumluluğuyla hareket etmelidir. Devrim uzak bir hayal değildir. Sınıflar arası çelişkilerin derinleştiği anda en temel ihtiyaç, deneyimli kadrolardır. Cephelilerin sorumluluğu çok büyüktür. Savaşı nihai sonucuna ulaştırabilmek için kurmaylara ihtiyacımız vardır. Her Cepheli, devrim her an olacakmış gibi, inisiyatif almayı bilen kadrolar haline gelmelidir. Devrim, kitlelerin eseri olacaktır. Her şeyi kadrolar belirler.
CEPHELİ HATALARINDAN DERS ÇIKARIP ÖĞRENMESİNİ BİLENDİR
Tüm görevlerimiz, yaptığımız her şey devrime hizmet ediyor. Cepheli bunun bilincindedir. Her şeyin devrime hizmet ettiğini düşünür, bu bilinçle hareket edersek doğru olanı yaparız. Elbette yaşamın içinde doğrularımız gibi yanlışlarımız da olur. Bu anormal bir durum değildir. Fakat doğallaşmamalıdır da bizim için. Yoksa yaptığımız yanlışları meşru görmeye başlar, yanlışlarımızı düzeltmek için çaba harcamayız. Oysaki Cepheli yanlışlarını önemser. Çünkü yanlışlarından öğrenmesini bilir. Cüretli olmalıyız. Yanlış yaptığımız her ne ise düzeltmek için yeniden denemeli, farklı yol ve yöntemler bulmalıyız. Devrimcilik sürekli bir savaşı zorunlu kılar. Yaşamımızın her anı zorluklarla doludur. Hiçbir şey kolay değildir, basit değildir. Her şey, ürettiğimiz her ürün, yaptığımız her eylem, her işimiz emek ister. Önemli olan, herkesten ve her şeyden öğrenme mantığıyla hareket etmektir.
Doğru düşünmektir. Doğru düşündüğümüzde yanlışlarımız azalır. Ve yaptığımız yanlışlardan öğrenmesini biliriz. Aksi halde ya yanlışlarımızı küçümser ya da gözümüzde büyütür ve başka yanlışlara kapı açarız. Yaptığımız yanlışlar evet, bizi yavaşlatır.
O işin yeniden yapılmasını gerektirir. Çünkü bu da bir iş yerine iki iş yapmak demektir. İşlerimizi zamanında, hatta zamanından önce yapmalıyız ki, devrimin yükünü daha çok omuzlayalım. Yaptığımız yanlışlar karşısında kendimize karşı güvensizleşmemeliyiz. Bu yaklaşım korkak adımlar attırır bize. Bir süre sonra onu da yapamayız, yanlış yapacağım korkusuyla ya hiçbir şey yapmayız, ya da daha büyük yanlışlar yaparız. Yanlış yapmaktan korkmamalıyız. Bilinen bir sözdür; Hatasız kul olmaz. Doğrudur, hiç hata yapmayacak mükemmel insan yoktur. Mutlaka yanlışlar yapacağız. Önemli olan yanlışlarımızın büyük olmaması, onları zamanında farkına vararak düzeltme yoluna gitmek ve bundan dersler çıkarmak, bunu bir eğitime dönüştürmektir. Yanlış yapmaktan korkarak hareket etmek devrimci değildir. Bu yaklaşımda düşünmek yoktur, bilinç yoktur, devrime, halka, kendine güven yoktur. Bir süre sonra da insanın içinde inançsızlığı büyütür. Kişinin devrim saflarından uzaklaşmasına neden olur. O nedenle önce basit ve sade düşüneceğiz. Bilimsel düşünecek, doğru soruları soracak ve verdiğimiz cevaplar üzerinden hatalarımızın, eksiklerimizin kaynağını bulacağız. Her sorunun mutlaka bir çözümü vardır. Mutlaka bir yolunu, yöntemini bulur o yanlışı doğrulara çeviririz. Önemli olan yanlışlarımızdan öğrenmektir. Tekrar aynı yanlışı yapmamak için, o yanlışların yerine doğruları koymak için yanlışlarımızdan sonuçlar çıkartmalıyız. Daha iyisini, daha güzelini yakalamak için ısrar etmeli, emek harcamalıyız. Biz yanlışlarımızı düzeltmezsek düşman bunları bize karşı kullanır, buna izin vermemeliyiz.
Sonuç olarak,
1- Yanlışlarımızdan öğrenmek, yanlışlarımızı önemsemek eleştiri, özeleştiri silahını kullanmaktır.
2- Yanlışlarımız karşısında acımasız olmak, yerine doğruyu koymak için emek harcamaktır.
3- Yoğunlaşmalıyız. Tüm ayrıntıları görebilmeli, en küçük ayrıntılara dahi kafa yormalıyız. Yapılan yanlış için hayıflanmak yerine sorular sormalı, anlamaya çalışmalı ve çözümler üretmeliyiz.
4- Yanlışlarımızı, abartmadan, küçümsemeden, onlardan öğrenmek için önemseriz. Bu nedenle Cepheli yanlış yapmaktan korkmaz, yanlışlarından öğrenerek adımlarını büyütür.
CEPHELİ İNAT DEĞİL ISRAR TA Kİ ZAFERE KADAR
Halkımız karşılaştığı her somut durumun karşısında kendine göre çözüm yolları bulmuştur. Bu çözüm yollarını kendinden sonraki kuşaklara aktarmak için kısa, özlü sözler söylemiştir. Bunlara atasözleri diyoruz. Örneğin: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”, “Birlikten kuvvet doğar” gibi… Bunlar birlik olmanın, kolektif iş yapmanın bizi daha başarılı ve yenilmez kılacağını anlatır. Yine bir başka atasözümüzde; “İnat da bir murattır, inatsız murat olmaz” der halkımız. Burada bahsedilen inat, halkımızın olmasını istediği, arzuladığı bir şeyde, kararlılıkla ısrar etmesidir. Cepheli, bir işi yapacağı zaman karşısına çıkan engelleri yok etmek için inat eder. Bu inat, hedefe kilitlenme ve sonuç alma inadıdır, vazgeçmemektir.
Cepheli inadı şöyle ele alır; 2013 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı işçi ve emekçilere yasaklandı. Bu yasak sadece 1 Mayıs’la da sınırlı kalmadı. 1 Mayıs sonrasında yapılmak istenen demokratik eylemlerin tümüne polis azgınca saldırdı. O alan işçinin, emekçinin ve Cephelilerin taleplerini dile getirdiği, bu uğurda bedeller ödediği, kanıyla canıyla kazandığı bir alandır. AKP, emperyalizmden aldığı cüretle bu alanı gasp etmek istedi ve Cephelilerle birlikte işçileri, emekçileri bu alana sokmadı ve sokmayacağını söyledi. Cepheli 1 Mayıs Alanı’nı geri almak için inat etti. Bu inat hedefe kilitlenmek, ısrarcı olmak, kararlı olmak, yılmamak, taviz vermemek, cüretli olmak demektir. Cepheli bilir ki; inat ettiğinde, elbet bedelini öder ama sonuçta muradına erer.
Şimdi daha fazla ısrar (inat) etmesi gerektiğini çok iyi bilir Cepheli. Cepheli, belirlediği hedefe ulaşmak, başarmak ve zaferi kazanmak istiyorsa, düşman karşısında geri adım atmadan yolunda devam etmelidir. Cepheli şunu bilmektedir ki; tarihi her zaman direnenler yapar. Elbette her inadımızda hedefimize ulaşamayabiliriz. Ama şunu da biliriz ki; inat etmezsek hiç bir zaman hedefimize ulaşmamız mümkün olmaz. Öyleyse bir karar almışsak, onu sonuçlandırmak için inat etmeliyiz ve istediğimiz sonuca ulaşmalıyız. Düşman bizim doğru düşünmemizi engellemek, amacımızı yok etmek için her yöntemi denemektedir. Bizi kendimize, ailemize, dostlarımıza, halkımıza yabancılaştırmak için eğitim sistemiyle, kültürüyle, basın yayın organlarıyla… kendi istediği gibi düşünmeye, yaşamaya sevk etmektedir. Düşman bilir ki; halk düşünürse, yaşadıklarının nedenlerini soracak ve sorgulayacaktır. Sebebini bulduğunda da “İnat bir murattır” diyerek hesap soracaktır. Öğleyse “İnat murattır” diyen halkımız da inatla savaşacak, ısrarla yılmayacak, hesap soracak ve nihai hedefe, o güzel günlere ulaşmakta ısrar edecek ve zaferi kazanacaktır.
Sonuç olarak;
Cepheli Israr edendir.
Cepheli vazgeçmeyendir.
Cepheli bedel ödeyen ve ödetendir.
Cepheli umudunu zaferiyle sonuçlandırandır.
CEPHELİ HEYECANLIDIR
Cepheli yaptığı her işten heyecan duyar. Bu bir pankart hazırlama, bir yerde masa ya da çadır açma olabilir. Basın açıklamalarına katılma ya da slogan atma olabileceği gibi silahlı bir eylemde yer alma da olabilir. Cepheli, her işi ayrı bir coşkuyla yapar. Her slogan attığında düşmana karşı kin duyuyor, düşmandan hesap sorma bilincinin arttığını hissediyorsa heyecan duyar. Açtığı masada yeni bir insanla tanıştığında heyecan duyar. Bilir ki bir insana daha gerçekleri anlatmış; devrim saflarına bir tuğla daha koymuştur. Yaptığı basın açıklamaları düşmanı rahatsız ettiği için heyecan duyar…
HER İŞİ YAPMAK İÇİN HEYECAN GEREKLİDİR. HEYECAN NEDİR? SEVİNÇ, KORKU, KIZGINLIK, ÜZÜNTÜ, ÖFKE, SEVGİ, İSTEK İLE ORTAYA ÇIKAN COŞKUDUR. Özünde yaptığı işe kendini katmaktır. Sahiplenmektir… “BİZ” olmaktır. Sahiplenilmeden, sadece dostlar alışverişte görsün diye yapılan işin devrime bir yararı yoktur. MAHİR ÇAYAN’ın dediği gibi: “Devrimcilik mekanik, statik bir meslek değil, bir vatanseverlik duygusu, bir coşku halidir.” Cepheli, her gün yeni bir kavga gününe uyandığı için sevinir. Olmazcı değildir. “Olur”u nasıl yerine getireceğini düşünür. Yapılması gereken bir işi yapmamanın yollarını aramaz. Cepheli’nin “memur zihniyeti” yoktur. Kapitalizm memurları her gün aynı işleri, aynı şekilde yapan insanlar haline getirmiştir. Dolayısıyla memurların “bu işi daha iyi yapayım” diye bir kaygısı yoktur. Bu nedenle yaptıkları işten çok çabuk sıkılır ve yorulurlar. Kendilerine, yaptıkları işe, emeklerine yabancılaşmışlardır. Cepheli emeğe yabancılaşamaz.
Yaptığı HER İŞİN DEVRİM İÇİN, HALK İÇİN, CEPHE İÇİN olduğunu bilir. Cepheli’nin heyecan duygusunu işte bu iktidar bilinci oluşturur. Cepheli’nin vatanseverlik duygusu böylece yaşam ve çalışma tarzı haline gelir. Bir coşku halini alır… Bu nedenle Cepheli bürokrat olamaz. Dinamizmi ve savaşçı ruhu her zaman canlıdır. Çünkü o, SAVAŞIN GERÇEKLERİ- NE GÖZLERİNİ KAPATAMAZ. Her zaman gerçeğin peşindedir. Duyarsızlık, bireycilik, kendisini sınırlamanın başladığı yerde devrimci heyecan da yok olmaya başlar. Bunun için Cepheli kendisini sınırlayamaz. Sınırlarını zorlar. Mücadelenin önüne koyduğu sorunlara kafa yorar… Bu sorunları aşmak için çözümler arar. Cepheli bir işi sahiplenmek için görev verilmesini beklemez. O örgüttür zaten…
“Ben varsam örgüt vardır” diyendir. Kendi sorumluluk duygusu en önemli pusulasıdır. Zorluklarla çatışmadan, engelleri aşmak için mücadele vermeden devrimci heyecan kazanılamaz… Devrimci coşku ve ruh savaş alanında kazanılır. Tıpkı Mahir Çayan’ın söylediği gibi “bir vatanseverlik duygusu” halini alır. Cepheli bu savaş alanında bazen kazanır, bazen kaybeder… Ama vazgeçmez. Vazgeçmemek onun iradesini çelikleştirir…. Cepheli için PASİF HEYECANLARLA YETİNMENİN ZAMANI DEĞİLDİR. AHLA VAHLA DEVRİM OLMAZ! FAŞİZMİ YIKMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPMALIDIR…. HEMEN YAPMALIDIR… Cepheli, beklemeden, savaşın içinde savaşı öğrenerek devrimci heyecan ve coşkusunu büyütmelidir. Savaştıkça devrimci heyecanı büyüyecek; devrimci heyecanı büyüdükçe her zorluğun üstesinden gelme gücü artacaktır.
CEPHELİ DEVRİMİN ASLİ UNSURUDUR
GENCİ, YAŞLISI, ALEVİSİ, SUNNİSİ, TÜRKÜ, KÜRDÜ, HER MİLLİYETTEN, DİNDEN HALKIMIZ BİZİM YARATTIĞIMIZ DEĞERLERLE, BİZİM YARATTIĞIMIZ GELENEKLERLE DİRENDİLER! AYAKLANDILAR! YİNE GEZİ AYAKLANMASI
BİZE GÖSTERDİ Kİ, BİZ BİR ŞEY YAPMASAK NE REFORMİZM, NE OPORTÜNİZM HALKLARIMIZA ÖNCÜLÜK EDEMEZ! O ZAMAN
KİM ÖNCÜLÜK EDECEK? CEPHELİLER!
Cepheli, bu ülkenin devrimcisidir. Ayakları ülke topraklarına basar. Sımsıkı tutunur halkın dallarına. O dallar halkın yarattığı değerlerdir, kültürlerdir. Cepheli kendine güvenir. Halka güvenir. O sarsılmaz bir ideolojiye sahiptir. Bu ideoloji, ona yaşamı değiştirme, sömürü düzenine son verme gücünü verendir. En zor zamanlarda, tek başına kalsa da “ben varsam hareket vardır” diyendir, Cepheli. Oysa toplumlar tarihini yazan, eski, köhnemiş olanı yıkıp, yerine yeniyi koyan hep ezilen dünya halkları olmuştur.
Bizim ülkemizde de vatanı düşman çizmesi altında çiğnetmemek için kadın-erkek-genç-yaşlı Kurtuluş Savaşı vermiş, nice destanlar yazarak direnmişlerdir. “Karayılan” olmazdan önce umurunda değildi Karayılan’ın. Kıyamete dek düşmana verseler Antep’i. Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar. Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi. “Korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.” (Kuvayi-Milliye Destanı, Nazım Hikmet)
Halkın cahilliği hiçbir zaman onun suçu olmamıştır. Bu suç halkı cahil ve aciz bırakan, onu böyle teslim almaya çalışan iktidarlarındır. Cepheli bu gerçeği bilendir. O, korkak, cesur, cahil ve hâkim olanların arasından nice Karayılanlar çıktığını bilir. Onlardan biriside Cephelinin kendisidir. O yüzden Cepheli, faşist düzenin kendi kültürü olan yozlaşmayı halka dayatması karşısında politika üretendir. Çünkü bu politika halkın değerlerini, yeni gelenekler yaratma, yeni halk önderleri çıkarma kü türünü yok etmeyi amaçlıyor. Halkın, bin yıllardır inandığı “Gün doğmadan neler doğar” şeklindeki umudunu, inancını öldürüyor. Zulmün olduğu yerde her daim direniş de olmuş, zulüm direnişi doğurmuştur Bu iki kere ikinin dört ettiği kadar yalın bir gerçektir. İşte bu gerçeğin içini boşaltan düzene karşı daha büyük güçlerle savaşandır Cepheli. Milyonlarca işçi taşerona mahkûm edilmişse, binlercesi işten atıldığı halde sessiz kalınmışsa, susturulmuşsa Cepheli, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” önlüğünü giyerek, tek başına da olsa iş yerinin önüne ya da patronun evinin kapısında direniş çadırını kurar. Direnir ölümüne ve kazanır. Faşizm, gözaltı ve tutuklama terörüyle halkı sindirmeye çalışır. Onlarca yoldaşı gözaltındadır. Cepheli pankartını da alıp oturur. Vatan’ın önünde, Adalet nöbetindedir.
Ve gün gelir bedellerle kazandığımız sokaklar, meydanlar yasak ilan edilir. Yine bedel ödeme vaktidir. Cepheli en öndedir. Yani yeni bedeller ödenecek ama faşizme boyun eğilmeyecektir. BU RUHLA GEZİDE BAŞLAYAN DİRENİŞ AYAKLANMAYA DÖNÜŞTÜ. BU RUHLA 81 İLİN 79’UN DA HALK SOKAKLARA DÖKÜLDÜ. BU RUHLA BEDEL ÖDEMEKTEN KAÇINILMADI. PANZERLERİN ÖNÜNE FEDA RUHU İLE YATILDI. BU RUHLA ŞEHİTLER VERİLDİ. ŞEHİTLER SAHİPLENİLDİ. Cepheli, halkın devriminin asli unsurudur. Yeni gelenekler yarattıkça, vazgeçmedikçe, inandıkça halkı örgütleyebileceğini bilir.
CEPHELİ İDDİALİ VE KARARLİDİR
Bir savaşın içindeyiz. Savaş dediysek sadece elde silah dağlarda savaşmak, her sokakta çatışmaktan bahsetmiyoruz. Öyle bir savaş ki bu yaşamımızın her anında, yaptığımız her şey de sürüyor. İşte bu üstümüze yağmur gibi yağan, yozlaştıran burjuva ideolojisine karşı savaştır. Beynimiz, irademiz, bilincimiz savaş halindedir, “düzen mi devrim mi?”
Sabahın erken saatlerinde kalkışımızda, yazın sıcağında, kışın karında ayazında, saatlerce yürüdüğümüz sokakta, dağıttığımız dergide, bildiride; çalışma yaptığımız okulda, mahallede, sendikada, oturduğumuz yoksul sofrasında, üzerimizdeki yıpranmış elbiselerle önünden geçtiğimiz lüks bir giyim mağazasının vitrininde; cebimizde bir simit dahi alacak paramızın olmayışında, izlediğimiz televizyonda, dinlediğimiz müzikte, okuduğumuz gazetede, dergide, derneklerimiz basıldığında, düşmanın sıktığı gazda, vurduğu copta, tekmede tokatta, yumrukta, gözaltındaki yapay polis numaralarında, ailemizin karşısında, yoldaşlarımızla ilişkilerimizde… Her şeyde savaşırız. Biliriz bu savaşlarda aldığımız küçük küçük zaferlerin hepsi düşmanın beynini parçalayan bir mermidir. Biz savaşımızı sürdürürken elbette savaştığımız düşman da hiç bir anı boş geçirmiyor. Düşmanımız olan düzen de kendi değerlerini hiç durmadan kafamıza kakıyor. İşte yukarıda saydığımız, belki günlük yaşamda hiç dikkat etmediğimiz küçük gibi gözüken ayrıntılarda bulduğu boşluktan girerek saldırıyor düşman. Kendi ideolojisini, kirli düşüncelerini beynimize doldurmaya çalışıyor. Bu küçük gibi gözüken ayrıntılarla, zaaflarımızla saldırıyor. Olmazcılığıyla, tembelliğiyle, bencilliğiyle, düzendeki ahlaksız kadın-erkek ilişkilerine özlemleriyle, kaypaklığıyla, korkaklığıyla, uzlaşmacılığıyla, ukalalığıyla, kibirliliğiyle, asalaklığıyla, bunalımlı yaşam tarzıyla… saldırıyor. Kültürünü, zihniyetini beyinlerimize, iliklerimize dek işlemeye çalışıyor. Evet, düşman tüm silahlarıyla tüm gücüyle saldırıyor. Bunu kabul etmek zorundayız. Ama şunu unutmadan. Biz Cepheliyiz. Bu halkın evladıyız, hani şairin “onlar ki suda balık, toprakta karınca, havada kuş kadar çokturlar. Korkak, cesur, hâkim ve çocukturlar” dediği halk. Sovyetlerde, Küba’da, Çin’de, Vietnem’da, Kore’de Anadolu’daki kurtuluş savaşlarında her türlü olanaksızlığı dize getirip, düşmana karşı savaşıp zaferi kazanan halk. Hani İbrahimi, Alişanı bağrında yetiştirip kavgaya sunan halk. Güçlü bir tarihe; ideolojiye ve geleneklere sahip bir hareketiz. Düşmanın ideolojisine, beynimizde yaratmak istediği ideolojik tahribata ancak daha güçlü silahlarla savaşarak karşı koyabiliriz. İddialı ve kararlı olmak da bizim en güçlü silahlarımızdandır. Bizim halk düşmanlarından hesap sorma iddiamız var. Bizim devrim ve sosyalizm iddiamız var. İddia demek kazanmak için coşkuyla, kararlılıkla savaşmak demektir. Dediğimiz gibi; biz Cepheliyiz ve iddiamız büyük, yürüyecek çok yolumuz var. Yolda düşüp kalmamamız için güçlenmeli ve daha büyütmeliyiz kendimizi.
CEPHELİ AYRINTILARA VAKIFTIR
Ayaklanma bize gösterdi ki; her zamankinden daha fazla koşmalıyız. Ayaklanmayı ülkenin dört bir yanına yaymalı, örgütlenmeliyiz. Cepheliler bulundukları alan ve aldıkları sorumluluk dâhilinde, mücadelenin ihtiyaçlarına, halkın sorunlarına her zamankinden daha fazla vakıf olmalıdırlar. Vakıf olmak, tanımak, bilmek, kavramaktır. Lenin şöyle diyor; “Bir nesneyi gerçekten tanıyabilmek için onu bütün yanlarıyla, bütün ilişkileriyle ve bütün dolaylı ilişkileriyle birlikte ele alıp incelememiz gerekir.” Cepheli bunu başarmalıdır. Vakıf olmak mücadeleye dairdir. Ve mücadeleyi ilgilendiren her şey Cephelinin bilmesi, anlaması, kavraması gerekenlerdir. Olayları, olguları, halka ilişkin her türlü durumu bilmek gerekir. Halk gerçeği dediğimiz duruma vakıf olmak gerekir. Nedir bugün halk gerçeği? Sorunları olumlu-olumsuz yanları, ileri- geri gelenekleri, değerleri, yokluğu, yoksulluğu, yozluğu, kahramanlığı, cesareti, korkaklığı ve düzenin şekillendirdiği bencillikleriyle bir bütün olarak halkın içinde bulunduğu durumdur. Elbette bu duruma onun savaşma potansiyelini, devrimcileşmesinin koşullarını, düşman gerçeğinin yarattığı sonuçları da dâhil etmeliyiz. Tüm bunların birlikte değerlendirilmesiyle halk gerçeğini tanırız, biliriz, kavrarız. Yani vakıf oluruz. İşte Cepheli bu bütünlükte halk gerçeğine vakıf olmalıdır. Cepheli örgütlü mücadelesiyle sömürü düzenini yıkmak, halkın payına düşen yokluğu, yoksulluğu yok etmek için savaşır. Bu savaştan zaferler kazanmamız, mücadelemize ve ihtiyaçlarımıza vakıf olmamızla mümkündür. Bu nedenle Cepheli bulunduğu alanı, birimi, görevini doğru görmeli, bilmeli, değerlendirmelidir. İnsanlar meseleleri kendi bildikleri, öğrendikleri, tecrübeleri ışığında inceler ve düşünce belirtirler. Bu düşünce ve değerlendirmelerin eksik yönlerine karşı yapılacak tek şey kolektif bakışı ve değerlendirmeyi devreye sokmaktır. Bilmediğimiz, vakıf olmadığımız durumlarda ortaya çıkan sonuç yanlış bakış açısının ürünüdür, kesinlikle eksiktir. Tek yönlü, tek yanlı bakışın sonucudur. Yoldaşlarımızın, alana ve sorunlara vakıf yöneticilerimizin, örgütümüzün kolektif bakışı, bizi bu hatalardan kurtaracaktır. Her olayın ve olgunun olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Cepheliler gerçeklerden kopmadan hareket etmelidir. Olması gerekenle, olan arasında farklar vardır ve bu elbet doğaldır. Cepheli, olması gereken konusunda hedefler koyar. Olması gereken duruma ulaşmaya çalışır. Cepheli bunun için;
-Halkı tanımalı, halkın her türlü sorununa ve ihtiyacına vakıf olmalıdır, -Düşmanını tanımalı, düşmanın gücüne, güçsüzlüğüne, politika ve manevralarına vakıf olmalıdır.
-Kendini, yoldaşlarını tanımalı, neleri başarıp neleri başaramayacağını, olumluluklarını olumsuzluklarını, eksiklerini bilmeli, vakıf olmalıdır.
– Stratejimize ve ondan doğan taktiklerimize vakıf olmalı, tarihimizi bu doğrultuda bilmelidir. Sadece; cüretli, yiğit, yürekli Cepheliler olmak yetmez. Nerede ne yapacağını bilen, öğrenen, cüretli yiğit Cepheliler olmalıyız. İhtiyaçlara ve politikalarımıza vakıf Cepheli, karşısına çıkabilecek değişiklikler ve sorunlara karşı hâkim ve hazır olmayı bilecektir. Bu da çözüm üretmeyi peşi sıra getirecektir. Vakıf olmak, aynı zamanda Cephelinin sorumluluğudur. Eğer bu sorumluluğu taşımazsak, bulunduğumuz noktada çırpınıp dururuz. Gelişen duruma müdahale edemeyiz. Oysa bilsek, gelişen durumları öngörebilsek, çözüm bir adım ötemizde demektir. Böylece olaylar, durumlar, kişiler karşısında şaşkınlık yaşamayız. Şaşkınlık ne yapacağını bilmemektir. Ve vakıf olmamanın sonuçlarından biridir. Öngöremeyen şaşırır. Şaşıranın doğru yorumlaması da zordur. Doğru müdahalede bulunması da zorlaşır. Elbette vakıf olmak kendiliğinden kazanılan bir vasıf değildir. Bunun için plan-program gerekir. Plan-program hedeften doğar. Plan-program için; vakıf olunmalıdır. -Elimizdeki verilerin ne olduğunu bilmek vakıf olmaktır. -İhtiyacımızın ne olduğunu bilmek vakıf olmaktır. -Geçmişte ne tür programlar uygulandığını bilmek vakıf olmaktır. -Yapacaklarımızı bilmek, ne yapacağımıza karar vermek vakıf olmaktır. Sonuç olarak: Cephelinin program yapması için ilk aşamadaki altın kurallar bunlardır. Vakıf olmayan, yüzeysel bilen ve buna göre değerlendirenlerin programı yoktur. Böylesi insanlar rastgele bir çalışma yaparlar. Cepheli her adımını hesaplamalı, bir sonraki gelişebilecek sorunlara çözümler konusunda hazırlıklı olmalıdır. Cepheli bilmelidir ki; “Yaşadığı zamanın özelliğini anlayan insan, büyük insandır” (Çin atasözü) Cepheliler büyük insan olma sırrının hayata ve savaşa vakıf olmaktan geçtiğini bilirler. Hayat, savaş demektir. Savaşa-hayata vakıf olmak ise HALKA GİTMEK, HALKI ÖRGÜTLEMEKLE MÜMKÜNDÜR.
İKTİDAR ALTERNATİFİNİ HAYATIN HER ALANINA YAYMALIYIZ
Burjuvazinin en büyük saldırısı beyinlerimize yöneliktir. Çünkü beyinleri ele geçirmek, kişiyi teslim almanın en kesin ve “sorunsuz” yoludur. Bunun için de kültür sanattan eğitime, spordan çalışma yaşamına kadar hayatın her alanında beyinlerimizi ideolojik bombardımana tutar. Yalan ve demagojiyle, devrimcilere yönelik karalamalarla kendi yoz, çürümüş kültürüyle saldırır burjuvazi. Örneğin eylem yaparız. Burjuvazinin şakşakçısı medya maymunları karalamalar yayınlar. Tecriti daha geniş kesimlere anlatabilmek için “F Tipi Film”i çekeriz. Onunla aynı zamanda gösterime girecek şekilde demagoji ve yalan içerikli “Açlığa Doymak” filmi hazırlanır burjuvazinin talimatıyla. Şehitler bedeli kazandığımız Taksim Meydanı’na çıkabilmek için çatışırız, burjuvazinin kalemşörleri tarafından “marjinal”, “yasadışı” ilan ediliriz. Yozlaşmaya karşı mücadele ederiz, adımız “namus bekçisi” ne çıkarılır. Herkesin silahları bırakıp emperyalizme teslim olduğu koşullarda silahlı mücadeleyi büyütürüz, bütün silahları ile bizim üzerimize saldırırlar. Kısacası burjuvazinin ideolojik saldırısı hayatın her alanında çok yönlü olarak durmaksızın sürüyor. Cepheli, bu noktada, sadece bu saldırılara karşı cevap vermekle yetinmemelidir. Elbette burjuvazinin saldırılarını karşılıksız bırakmamalıyız. Ancak bu ideolojik mücadelenin bir yönüdür. Diğer yönü ise alternatif oluşturmaktır ve bu çok daha önemli, etkili bir yöntemdir. Cepheli hayatın her alanında burjuva ideolojisine karşı alternatif oluşturabilmelidir. Ne okuyacağız? Hangi filmi izleyeceğiz? Nasıl yaşayacak ve nasıl savaşacağız? Bu soruları daha da arttırarak tüm alanlarda devrimci tarzı oluşturabilmeliyiz…
Cepheli, bunu yapmadığımızda yaratacağımız boşlukları düzen doldurur. Halktan koparız, uzaklaşırız. Oysa Cepheli kültürü, ideolojisi, yaşam tarzı ile halktan beslenen, öğrenendir. Değerlerimizi halkın kültüründen süzerek şekillendiririz. Bu nedenle Cephe kültürü halkın kültürüdür aynı zamanda.
Cepheli bu kültürü yaşatma ve büyütme sorumluluğuyla hareket etmelidir. Halkımız, kendi kültürüne yabancılaştırılarak burjuvazinin kof, bireyci, bencil tiplemelerine özendiriliyor. Oysa devrimcilere, devrimci gibi yaşamaya, devrimci olmaya özenmelidir halk. Cepheli bunu başarabilmek için halkın beynine ve duygularına ulaşabilmeli, dünyasına girebilmelidir. Bunun için hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmadan alternatifler ve çözümler yaratmalıdır. Halkın hiçbir sorununu çözümsüz bırakmamalı, devrimcilerin her sorunu çözebilecek güçte olduğunu göstermelidir. Cepheliler olarak iktidara alternatifiz. Bu çok büyük bir iddia ve sorumluluktur. Hayatımızın her alanında bu iddia ile hareket etmek boşluk bırakmamak demektir. Sadece savunmada kalıp saldırıya geçmeyenler kazanamazlar. Kazanmak için burjuva ideolojisi ile mücadeleyi aralıksız sürdürmeliyiz… Bulunduğumuz alanlarda, birimlerde, bölgelerde devrimci ahlakı yaratan Cepheliler olmalıyız. Devrimci Ahlakın Temelleri Nedir?
- Burjuva ideolojisine karşı sürekli bir ideolojik mücadele vermektir.
- Kitlelerin burjuvaziye ve burjuva ideolojisine karşı nefretini sürekli büyütmektir.
- Sınıf bilincinin geliştirilmesi için emeğimizle, onurlu yaşamamız arasındaki bağı kurabilmektir.
- Güçlerimizi birleştirmek kolektif – dayanışmacı kültürü yaratmaktır.
CEPHELİNİN UMUDU TARİHSELLİĞİNDEDİR
Dünya devrimci hareketinin, Marksizmin- Leninizmin Anadolu topraklarındaki temsilcisidir Cepheli. Geçmişle bugünü, bugünle geleceği birleştiren köprüyü, o köprü üzerinde yürüyerek inşa edendir. Bu ne demektir? Cepheli dünya devrim deneylerinin, tarihinin bilgisiyle doludur. Ayaklarını bastığı Anadolu topraklarının tarihi, kültürü, gelenekleri, halk kahramanları ve isyanlarıyla yoğrulmuştur. Gerçekle hayal gücünün birleştiği en yüksek noktada geleceği kurmanın tarihsel sorumluluğuyla hareket etmektedir. İnancı, bilgi ve gerçeğin uyumuyla çelikleşmiş, yenilmez olmuştur. Bilgisi pratikte sınanarak doğrulanmış her eylemde yeni bilgilerle donanarak büyümüştür Cepheli. Bu nedenle adım adım derinleşip yetkinleşen bir teorik birikim, zenginleşip gelenekselleşen bir eylem çizgisi ile Cepheli, Marksizmin-Leninizm’in onurunu taşımaktadır. Mahir Çayanların öğrencisi olmanın sorumluluğuyla olmazları olur kılmıştır Dayımız. Mayamız Kızıldere’dir ve her çarpışmada Kızıldere’nin feda ruhu, yoldaş bağlılığı, adanmışlığı yeni destanlar yazdırmıştır Cephelilere. ’84 Ölüm Oruçları’ndan özgürlük eylemlerine, Atılım Yılları’ndan ’96 Ölüm Oruçları’na, Ümraniye, Buca, Ulucanlar’dan 19-22 Aralık’a, 2000-2007 büyük direniş destanından demokratik mücadelenin militanca yürütülmesinin manifestosunun yazımına kadar, her anımız bilinçle, emekle, fedayla, inançla örülmüştür. Bugünümüz dünümüzden aldığımız güçle sarsılmaz olmuştur. Sadece 2000’lerden bugüne bakmak yeter. 19-22 Aralık katliam ve direniş günlerine… Silahlı devrim cephesini, özelde de Cephelileri teslim almaya gelmişlerdi. Yalancı ve korkaktılar. Ahlaksız ve katildiler. Beynimizi almaya gelmişlerdi. “Teslim olun” dediler. Cevabımız net ve tarihseldi: “Direneceğiz, öleceğiz ama asla teslim olmayacağız.” Bu cevap Kızıldere’nin cevabıydı; “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik!” Bu cevap ’83’te Dayılar’ın cevabıydı; “Biz geleceğe gideceğiz!” Bu cevap 12 Temmuzlar’ın cevabıydı; “Yoldaşlar bizi aşın!” Bu cevap Sabolar’ın cevabıydı; “Siz bizim teslim olduğumuzu nerede gördünüz!” Bu cevap, 17’sinde kahraman komutanlarımızın Sibeller’in cevabıydı; “Asıl siz teslim olun!”
Bu cevap ’96’da İdiller’in, ’99’da Ulucanlar’ın cevabıydı. Bütün cevapların özü bir ve aynıydı. “Halkı yenemezsiniz, umudu tüketemezsiniz!” Neydi peki Cephelilere bu sözleri söyleten? Neye güveniyorlardı? Cephelilerin bütün ilişkilerinin harcı emek, sevgi ve güvendir. Cepheli ideolojisine, halkına ve yoldaşlarına güvenir. Kendine güvenin kaynakları bunlardır.
Sosyalist ideolojisinin geleceği kuracak gücüne ve sosyalist devrimlerin kısa sürede başardıklarına güvenir. Güven tanımaktır, tanımak bilmektir. O nedenle “Ve bizden sonra gelenler Demir parmaklıklardan değil Asma bahçelerinden seyredecekler Bahar sabahlarını, yaz akşamlarını” diyen Nazım Usta’nın “bizden sonra gelenler” ine güvenir. Cepheli’den sonra gelenler, aynı harçla karılmış genç yoldaşlarıdır. Vapstorov’un şiirindeki gibi; “Kavga amansız ve katı başsız sonsuz ve destansı Senden boşalan safı Bir başkası dolduracak Bir başkası” Bizden önce toprağa düşen Cepheliler bize güvendiler. Demir parmaklıklar arkasından dünyayı seyreden tutsaklarımız bize güvenirler. Sosyalizmin zaferi için, bağımsız özgür bir ülke için şehit düşen, bedel ödeyen tüm devrimcilerin, direnen halkların acısı, öfkesi sorumluluğu bizim omuzlarımızdadır. “Sevgiyle sorumluluk el ele verdi mi mucizeler yaratır” diyordu Yunanlı kahramanları anlatan Fırtına Çocukları isimli kitapta… Cepheli vatanına, halkına, namusa, arkadaşlığa, yoldaşlığa ve sosyalist emeğe duyduğu sevgiyle, sorumlulukla kuracaktır sosyalizmi. Sosyalizm bizim umudumuzdur. İnsanın yarattığı mucizedir sosyalizm. Bugün 2000-2007 Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin, bu büyük direnme destanının yarattıklarıyla büyütüyoruz mücadeleyi. Emperyalizmin beyinleri teslim alma saldırısının, ideolojik kuşatmanın içinden 122 kez ölerek ateşle, fedayla çıktık. Direnmeyen çürür gerçeğinin bilinciyle direndik ve umudu büyüttük. Tarihi yine biz yazıyoruz. Ölümlerin içinden gelip ölerek, direnerek hayatı ve devrimi kuşanacağız. Birimiz düştüğünde diğerimiz alacak yerini ve daha güçlü ayağa kalkacağız.
Tarihimiz bize “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için yaşar, savaşır ve ölürüz”ü öğretti. Öğrendiklerimizle savaşıyoruz. En son KEMAL AVCI için savaştık ve kazandık… Nice zaferlerin bizim olması için… Cepheli, tarihsel akışın içinde, kendinden önce yaratılan değerlerin, biriktirilen deneyimlerin ışığında teslim olmamanın onuru ve bilinciyle UMUDU BÜYÜTECEKTİR…
ÖĞRENMENİN COŞKUSUNU SÜREKLİ HİSSEDENDİR
Mahir Çayan’dan bir alıntı ile başlayalım; “Öğretmenin, öğrenme için etkin bireysel çalışmanın, devrimci bir görev oldu şu unutulmamalıdır. Devrimciliğin statik, mekanik bir iş, genel anlamıyla bir meslek değil, bir ruh, bir coşku, bir yurtseverlik duygusu olduğunu çıkmayacak biçimde kafamıza kazınmak. Eğitimin bu ruhun, bu coşkunun bir gereği olarak birinci görev olduğu, benlikte biçimlenmeli. Ancak o zaman devrimci eğitimin temelini oluşturan bireysel çalışmalar aksatılmadan yürütülebilir. Ancak o zaman kâğıt üzerindeki devrimci eğitim, üzerine aldığımız kararlar, bürokratik kararlar olmaktan çıkar, somut günlük eğitim biçimine döner.” Bütün yazıların 28. sayfasından alınan bu alıntıyı okuduktan sonra… “Zaten sürekli koşturuyoruz, kitap okumaya vakit mi var?” “Olayları sürekli değerlendirmeliyiz deniyor. Değerlendirecek vakit mi kalıyor. Bir olay bitmeden başka olay başlıyor” diyebilir miyiz? DİYEMEYİZ! DERSEK; Mahir Çayan’ın dediklerine ters düşmüş oluruz. O zaman iki düşünceden birini tercih etmek zorundayız. Tercihimiz Mahir Çayan’ın söyledikleri ise hiçbir mazeretin, hiçbir gerekçenin, hiçbir ertelemenin eğitimimizin önüne geçmesine izin veremeyiz… Hiçbir Cepheli, Hiçbir zaman mazeretler üreten, ürettiği mazeretlerle moral bozan, cansı kan, ortalıkta ruhsuz ruhsuz dolaşan olmamalıdır. Bugün düşman düne göre daha güçlü bir şekilde, elindeki tüm imkanları kullanarak saldırıyor, sürekli düşüncelerimizi bulanıklaştırıyor… Bu kıyasıya süren bir savaştır… Bu savaşta Cephenin sorumluluğu bu kıyasıya savaşta sonuna kadar var olmaktır. Sadece burjuva ideolojisine karşı kendimizi koruyarak ayakta kalamayız. Bunun tek yolu vardır; ideolojik olarak güçlenmek. Eğitimimizin ara vermeden sürdürmek… Düşünmek gibi, eğitimde Cephelinin temel işidir. Hayattan, kitaplardan, deney ve tecrübelerden, şehitlerimizden, ilke ve kurallarımızdan her şeyden öğrenmek zorundadır… Çünkü içinde olduğu bir savaş var; ölme ve öldürme üzerine şekillenen bir savaş. Bu savaşı yönetmek ve kazanmak için sürekli yenilenmek zorundadır Cepheli… Artık biliyor ki; SAVAŞBOŞLUK TANIMAZ, EĞER BİZ BİR BOŞLUK BIRAKIYORSAK, DÜŞMAN BU BOŞLUĞU MUTLAKA DOLDURACAKTIR… Boşluk bırakmak istemiyorsak; boşlukları düşmanın doldurmasını istemiyorsak, düşmanın bizi teslim alma saldırılarını boşa çıkartmak istiyorsak, düşmanın üzerine üzerine yürümek istiyorsak, sokağa çıkan yüzlerin, binlerin, milyonların öncüsü olmak istiyorsak, kinimizi öfkemizi sokaklara yansıtmak istiyorsak, hesap sormak istiyorsak; BEYNİMİZİ MİLİTANLAŞTIRMALIYIZ…
CEPHELİ GELİŞİ GÜZEL OKUMAZ
Okumak bir devrimci için önemli bir faaliyettir. Nasıl ki hayatta kalabilmek için, gıdaya ihtiyacı varsa devrimcinin beyninin de okumaya ihtiyacı vardır. Okumak eğitimin önemli unsurlarından biridir. Okuyarak gelişir bir devrimci. Okuyarak yenilenir. Ve yenilenerek eski olana karşı savaş açabilir. Eski olan düzendir. Yeniyse devrim. Savaşımız düzene karşı bir savaştır. Savaşımız düzenin yıkılıp parçalanması üzerine kuruludur. Ve savaşımız parçalanan düzenin yerine yeni olan devrimin kurulmasıdır. Bu anlamda okumak eğitimin önemli parçalarından biri olarak hedefe yürümektir. Hedef devrimdir. Bir devrimci, bir cepheli için okumanın önemi ortadadır. Ve bu nedenle cephelinin okuduklarının bir programı olmalıdır. Programsızlık sıradanlaşmayı, belirsizliği ve hedefsizliği getirir. Oysaki Cepheli, okuma konusunda da diğer tüm işlerindeki gibi programlıdır. Programı ise devrime endekslidir. Zaten aksi hali hedefsizlik demektir. Hedefini yitirmek demektir. Bakalım etrafımıza, binlerce kitap var “piyasada” ve hemen her gün de bu “yığına” yenileri ekleniyor. Ancak bu binlerce kitabın, piyasaya yeni çıkan kitapların benzeştikleri bir nokta var. O da emperyalizmin yoz kültürünü pompalamalarıdır. Çünkü bu kitaplar emperyalizmin kültürel saldırısında bilinçli olarak piyasaya sürülmekte, teşvik edilmektedir. Teşvik edilen konularsa bellidir, yoz aşklar, ahlaksızlıklar, parçalanan “tabular”, yalnızlıklar, bunalımlar, çarpık ilişkiler. Yani teşvik edilen konular halkın gelenek göreneklerinin, halkın mücadelesinin çok uzağındadır. Halkın ve devrimcinin mücadelesinden bahsettiğini sananlar da ise mutlak bir çarpıklık, yozluk, reformist, oportünist bakış açısı vardır. Hedefsiz, bedelsiz, belirsiz bir devrimcilik anlayışı vardır. Evet, bu şekilde piyasada binlerce kitap vardır ve sayıları her geçen gün artmaktadır. Ancak bu işin bir yönüdür. Diğer yönü ise Cephelinin okuyacağı, kendini eğitebileceği binlerce kitabın varlığıdır. Ülkemiz ve dünyada halkların mücadelesini devrimci mücadeleyi anlatan kitaplardan başlamak üzere çok çeşitli konuları araştıran ve Cepheliye katkı sunacak binlerce kitap vardır. İşte Cepheli, okuyacağı kitapları öncelikle bunlardan seçmelidir. Unutulmaması gereken şudur; Cephelinin beyni çöplük değildir.
Cepheli, okurken; daldan dala, konudan konuya atlamaz, hedefsiz, belirsiz okumaz. Emperyalizmin yoz kültürünün pompalandığı yayın ve kitap programına ortak olmaz. Elbette ki piyasaya çıkan ve halkın beynini zehirleyen kitaplardan ve yayınlardan haberdar olmalıdır Cepheli. Bunların içeriğini bilmelidir ki, halkı bu konuda uyarabilsin ve eğitebilsin. Ancak bu tip yayınları bilmesi ve bunlardan haberdar olması bunları bir program dâhilinde okuması anlamına gelmez. Onun önceliği kendini ve çevresini eğitebileceği, halkı ve devrim mücadelesini anlatan ya da kendine katkı sunacak bilgiler içeren araştırma kitaplarından seçim yapmaktır. Sonuç olarak Cepheli hem hedefsiz okumaz hem de hedefli okurken programlı olur. Bunun dışında zararlı kitap ve yayınlara karşı uyanıktır. Beyni bunlarla kirletmeye karşı temkinli davranır. O beynin gıdasını nelerden, nerelerden alacağını bilir. Öğreneceği yer devrime dair her şeydir. Bu anlamda okumaya önem verir. Okumanın, bilinçli bir okumanın kendini yenileyip dönüştürmeye katkı sunacağını bilir ve istikrarlı bir şekilde hedefli programlı okumayı hayata geçirir.
CEPHELİ MUHARREMDİR ARTIK
HALK İÇİN CEPHE İÇİN DEVRİM İÇİN devrimcilik yapıyoruz. Bu değerler için ölüyoruz, öldürüyoruz. Bu değerlerimiz için bir canımız var, o da halkımız için feda olsun diyoruz. Düşmanlarımız emperyalizm ve oligarşi. Tüm güçleri ile geleneklerimize, değerlerimize saldırıyorlar. Bize darbeler vurarak gedikler açmak istiyorlar. İdeolojik olarak bitirmek bitiremeseler de onların çizdiği sınırlar içinde devrimcilik yapmamızı istiyorlar, dayatıyorlar… Tüm bunları halkımızı daha iyi sömürmek, emperyalizme daha iyi uşaklık yapmak için istiyorlar. Tüm bunları yaparken kimsenin kendilerine engel olmasını, hesap sormasını bırakın hesap sormasını neden sorusunu sorulmasını bile istemiyorlar. Bu kadar ahlaksız ve pervasızlar. Suriye halkının katledilmesi için her türlü alçaklığı yapacaksın, kimse neden diye sormayacak…
Ayaklanan halkımıza her türlü zulmü uygulayacaksın, kimse hesap sormayacak… Hapishanelerde hala tecrit koşullarında devrimcileri teslim almaya çalışacaksın, kimsenin sesi çıkmayacak… Tüm bunları yaptıktan sonra elini kolunu sallayarak dolaşacaksın… Sesini çıkarana efeleneceksin… Sağa sola afra tafra atacaksın…
ÖYLE DEĞİL AKP İKTİDARI…
Şunu iyi bir şekilde kafanıza sokmalısınız. Cephe var olduğu sürece elini kolunu sallayarak aklına geleni yapamazsın bu ülkede… Katil polislerini sokağa salıp gençlerin kafasına gaz kapsüllerini sıktıramazsın. Onları sakat bırakamazsın. Gözlerini çıkartamazsın.
Öldürtemezsin… ÖLDÜRTMEYECEĞİZ… EN AZ SENİN KADAR ACIMASIZ OLACAĞIZ BİZ DE… Katlettiğin her devrimcinin hesabını soracağız… Bunu gönül rahatlığı ile söylüyoruz… Çünkü ideolojimize güveniyoruz. Bize feda ruhu ile savaşma gücü veren ideolojimizle, her türlü düşmana karşı sınırsız bir savaşma gücü ve isteği ile savaşabileceğimize inanıyoruz.
KORKU BACALARI SARMIŞ DURUMDA! MUHARREMİN TALİMATINI BEKLEYEN CEPHELİLER AKP İKTİDARINI KORKUTUYOR! “UYUYAN HÜCRELER” DEYİP DÖRT BİR YANA ALARM VERDİN DAHA ŞİMDİDEN… BEKLE NE ZAMAN, NEREYE NASIL geleceğimize biz karar vereceğiz. Sen beklemeye devam et…
İDEOLOJİK SAĞLAMLIK
Türkiye solunda Çin Komünist Partisi’ ne (ÇKP), Arnavutluk Emek Partisi’ne (AEP) Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne (SBKP)bağlı olarak, 12 Mart 12 Eylül cuntalarına bağlı olarak, sosyalist ülkelerdeki kapitalist restorasyona bağlı olarak, yenidünya düzeninin dünya genelinde estirdiği karşı devrim dalgasının sonucu olarak, sayısız savrulmalar yaşanmıştır. taktik anlamda legaliteden illegaliteye, illegaliteden legaliteye, silahlı savaştan legal particiliğe savrulmamış, örgütsel anlamda daha önceki önderliklerini şu yada bu zamanda sağ sapmayla, tasfiyecilikle mahkum etmemiş bir hareket bulmak imkansızdır.
İSTİSNASI PARTİ-CEPHE’DİR
UMUDUMUZUN İKİ ÇOCUĞU VARDIR ÖFKE VE İNTİKAM
Öfke de, intikam isteği de bütün Cephelilerde vardır. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Hasan Ferit’i katleden çetecilere kin duymamak, öfkelenmemek mümkün mü? Veya şehit düşen Muharrem’in intikamını almayı düşünmemek mümkün mü? Bu soruların ikisine de cevabımız “mümkün değil”dir… Peki, bu ruh halimizi nasıl kalıcılaştıracağız? Nasıl sürekli hale getireceğiz?.. İdeolojik olarak netleşerek. Neden ve niçin savaştığımızın cevaplarını kendimize net ve köşeli bir şekilde vererek. İdeolojik olarak netleşmek; düşmanlarımızla uzlaşmamayı, militanlaşmayı ve feda ruhu ile savaşmayı getirecektir.
Feda ruhu ile savaşmak; safını net olarak belirlemiş olmak demektir. “İki sınıf vardır” deyip, “ben ezilenlerin safındayım” demektir. Buna inanmaktır. Bunun için her türlü bedeli ödemeyi göze almaktır. Her şeye hazırım demektir. Yani halkını ve vatanını sevmektir. Öyle bir sevgi ile halkını ve vatanını sevmelisin ki, sevdiklerin için en değerli varlığını, canını vermekten kaçınmayasın…
Hep deriz, “sevgi ve kin zıt kardeşlerdir.” Bu doğrudur. Bu gerçektir. Halkını ve vatanı ne kadar çok seversen; öfken de, intikam istediğin de o derece güçlü olur. Eğer tüm yaşanan haksızlıklara adaletsizliklere yoksulluklara rağmen içinde bir intikam ateşi yanmıyorsa sevgin de bir terslik var demektir… Gelip geçici bir sevgidir sendeki… Kendini bir yoklamalısın, sorular sormalısın. Ben neden yaşanan onca alçaklığa, namussuzluğa rağmen elime bir sopa, bir taş, bir bidon benzin veya silah olarak kullanacağım bir şey alıp sokağa çıkmıyorum diye… Neden benim öfkemde, hesap sorma isteğimde bir gelip geçicilik var diye… Neden saman Alevi gibi bir yanıyor bir sönüyor… Diye dönüp bir bakmalısın kendine… İnsan olanın yerinde oturacağı bir ülkede mi yaşıyoruz? Haziran ayaklanmasından bugüne, yaşananlara bir bak ne görüyorsun, ne var bu yaşananlarda, halkın çocuklarının, yoldaşlarımızın katledilmesi, sakat bırakılması, işkenceden geçirilmesi her türlü alçaklık, namussuzluk, şerefsizlik gerisini sen getir… Yani insanın hop oturup hop kalkacağı şeyler. Evet, tüm Cepheliler; duygularını netleştirmeli. Sınıf kinine dönüştürmeli ve feda ruhu ile savaşın ön cephesinde yerini almalı…
BU DEVRİMCİLİĞİMİZİN YENİDEN TANIMLANMASIDIR
Biz Cepheliler; dünyanın baş aşağıya gittiği, dünyadaki örgütlerin emperyalizme biat ettikleri, ülkemizdeki örgütlerin uzlaşmacılığın bataklığında kulaç attıkları bir dönemde feda ruhu ile savaşıyoruz. Şimdi bu ruhumuzu daha da büyütmeyi hedefliyoruz… Cephenin büyüklüğü buradadır, Cephelinin cüreti buradadır… Bu çok büyük bir güvendir. Bu güvenimiz, bizim kanla yazılmış sessiz tüzüğümüzdür. Bu tüzüğümüzün yazıcıları şehitlerimizdir. İdeolojimize, yoldaşlarımıza, örgütümüze duyduğumuz sınırsız bir güven yoksa bunların hiçbirini konuşamayız, konuşmaktan dahi korkarız. Konuşulan ortamlardan kaçarız, uzlaşmanın, düşman karşısında takla atmanın bin bir yolunu buluruz, bulmakta mucit oluruz… Biz ideolojimize inanıyoruz ve güveniyoruz.
Yeryüzünde tek bir Cepheli kalmasa bile hepimiz bir gecede imha edilsek bile Parti-Cephe ideolojisinin kendini küllerinden yeniden yaratacağına inanıyoruz. Onun için ölmekten zerre kadar korkmuyoruz… Onun için düşmanlarımız karşısında bu kadar güçlüyüz
DEVRİMCİLİĞİ YENİDEN TANIMLAMANIN FEDA RUHU İLE SAVAŞMAK FEDA RUHU İLE SAVAŞI BÜYÜTMEK OLDUĞUNU BİLİYORUZ… Başka bir yolumuz yoktur. İktidarı almak istiyorsak, hakların kurtuluşunu sağlamak istiyorsak, başka bir yolumuz yoktur… Pare pare yarılsa da başlarımız, biz feda ruhu ile SAVAŞMAYA devam edeceğiz. İşte Cephelileri bekleyen böyle bir SAVAŞTIR…
CEPHELİĞİZ ZOR GÜNLERİN DEVRİMCİLERİDİR
Zor günlerin devrimciliği deyince aklımıza 1980 faşist cuntasının ardından dışarıda kalan yoldaşlarımızın cuntanın tüm zalimliğine rağmen sürdürdükleri mücadeleleri gelir. Bu yıllarda elde silah son kerteye kadar savaşan, ağır bedeller ödeyen bizim yoldaşlarımız oldu… Binlerce yoldaşımız tutsak düşerken dışarıda kalanlar ise can feda bir mücadelenin içinde oldular. Sabo’ların, İlginç’lerin kendilerini feda etme talepleri de bu zorlu günlerde gündeme gelmişti O yıllarda bir yandan düşmanın zoru, pervasızlığı artmakta, 90’lı günlere varan gözaltı süreleriyle devam eden işkenceli sorgular, işkencede katletmeler, sokak ortasında infazlar aleni bir şekilde yaşanmaktaydı… Düşman nezdinde o sürecin politikası ideolojik olarak teslim almaktı. Düzen için zararsız insanlar haline getirmekti. Devrimcilerin Görevi ise Bu Politikaya Direnmekti O zorlu günlerden alnımızın akı ile çıktıysak, bunu ideolojimize ve ideolojimize dört elle sarılan yoldaşlarımıza, şehitlerimize borçluyuz. O yıllarda direnen binlerce yoldaşımız içinde 4 kızıl ok; APO, FATİH, HASAN, HAYDAR direnişin simgesi olmuştur. Cunta sonrasında halkımızın, gençliğin üzerindeki korku duvarlarının yıkılmasında öne atılan tüm zorlukları aşmak için yoğun bir emek harcayan, bedel ödeyen CÜRET DAHA FAZLA CÜRET diyerek atılım ruhu ile öne atılan halkın adaletini uygulayan yine Cepheliler olmuştur. Şanlı Günlerdi O Günler! Halk düşmanları bir bir hak ettikleri gibi cezalandırılıyor, halklarımızın gönlüne bir nebze de olsa su serpiliyordu. O yıllarda dışarıdaki mücadele ne kadar yoğun, bedeller ödeyerek geçtiyse tutsaklık koşullarındaki mücadele de o oranda çetin geçmekteydi. Cunta koşullarını aratmayacak baskılar tutsakların direnişleri ve ödedikleri bedellerle geri püskürtülüyordu. BUCA, ÜMRANİYE VE ARDINDAN GELEN ULUCANLAR katliamları bunun en somut örnekleriydi. Her birinde düşman Özgür Tutsakları teslim almak amacıyla saldırmış, tutsaklar da canlarını ortaya koyarak direnmişlerdi. Direnişlerle Dolu Hapishane Günlerinde… 96 Ölüm Orucu her anı eylem olan FEDA KUŞAĞININ KAHRAMANLARININ YARATILDIĞI bir direniş oldu. 12 karanfiller bize ZAFERİ armağan etti. Bir ZOR SÜREÇ daha direnilerek bedeller ödenerek kazanılmıştı. Can pahasına bedeller ödeyerek her türlü fedakârlığı yaparak süren mücadelemiz devam ettikçe hapishanelerde de Cepheli tutsak hiç eksik olmadı. Bu yüzden devletin Cepheli tutsakları teslim alma politikası hapishanelerde hiçbir zaman bitmedi. Bunların en büyüğü, en kapsamlısı, F tipi saldırısı olarak tarihe geçen, devrimcilerin olduğu tüm hapishanelerde birden başlatılan kanlı operasyondur. O saldırı ile düşmanın tek bir hedefi vardı.
Ne pahasına olursa olsun Cepheli tutsaklar genelde ise tüm tutsak kitlesi teslim alınacak ve F tiplerine öyle götürülecekti. Düşman açısından evdeki hesap tutmadı. Tarihe geçecek bir hapishane direnişiyle karşılaştılar. Tek bir Cepheli tutsağı teslim alamadılar, tek bir Cepheli tutsağa nedamet getirtemediler. Yarattıkları katliamın hala hesabını veremiyorlar, yaptıklarını savunamıyorlar.
BU ZORLU SÜRECİ BÜYÜK ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZİN 122 ŞEHİDİ İLE GÖĞÜSLEDİK.
Bugün hala tutsaklık koşullarında tecrite karşı mücadele sürüyor. Bu mücadeleyi sürdüren tutsaklar 122 şehidimizin açtığı yoldan yürüyerek direnmeye devam ediyorlar… BUNCA DİRENİŞTEN SONRA DÜŞMAN BİZDEN NE ÖĞRENDİ? Bizim teslim alınamayacağımızı, bizim direnmekten asla vazgeçmeyeceğimizi, bizim dökülen her damla kanın hesabını soracağımızı… BİZ NE ÖĞRENDİK? Direnmeyen çürür… Tarihimize dönüp baktığımızda zor yıllarda hep devrimcilik yapmışız, hep devrimci kalmışız, bedel ödemişiz, bedel ödetmişiz. Bu çok büyük bir onur, bu çok büyük bir güç… BUNDAN SONRA DA bu onuru ŞEHİT DÜŞENE KADAR taşımak bütün Cepheliler’in görev ve sorumluluğudur. Zor günlerde devrimcilik yapmak bizlere biz Cepheliler’e has bir özelliktir diyebiliriz… Şimdi tarihimizden aldığımız bu güçle Yunanistan’ın Koridallos isimli hapishanesinde direniyoruz. Emperyalizm ve işbirlikçileri bizi kuşatma altına alarak teslim almaya, bize boyun eğdirmeye çalışıyor. Şimdiden ilan edelim NAFİLE bir çaba bu…
Biz yine her zamanki sandalyemizde oturuyoruz. DİRENİŞ SANDALYEMİZDE direniyoruz… Bedenlerimizi ortaya koyarak, direnişimizin bedelleri ne olursa olsun ödeyeceğimizi bilerek…
YUNANLI DEVLET YETKİLİLERİ iade etme kararları ile bizi teslim alacağını, boyun eğdireceğini düşünüyorlarsa YANILIYOR… BUNU DÜŞÜNEREK ÖĞRENEMEZLERSE, YAŞAYARAK ÖĞRENECEKLER… İDEOLOJİMİZ BİZİMLE ŞEHİTLERİMİZ BİZİMLE TARİHİMİZ BİZİMLE EZİLEN HALKLAR BİZİMLE
BİZE ÖLÜM YOK…
DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ AKLINI CÜRETİYLE BİRLEŞTİREN CEPHELİ OLMALIYIZ
Öğrenmeliyiz, her şeyden öğrenmeliyiz. Kitaplardan, hayattan, kendimizden. Yani hareket halindeki her şeyden öğrenmeliyiz… Biliyoruz ki, düşüncelerimizi belirleyen hareket halindeki maddedir. Yani maddi dünyadır. Emek vermeden; düşünemeyeceğimizi, beynimiz çatlayana, kalbimiz terleyene kadar düşünmeliyiz. Gerektiğinde bir dakika bile dinlenmeden, hiçbir şeyden yetinmeden düşünmeliyiz ve öğrenmeliyiz. Hiçbir şeyi idealize etmeyeceğiz, mükemmeli aramayacağız, eldekilerle ne yapacağımızı düşüneceğiz. Elimizde ne varsa onunla savaşmasını öğreneceğiz.
Benzinse benzinle, molotof ise molotofla, ip ise iple, roket ise roketle… Her şey bizim için savaş araç ve gerecidir. Öğrendiğimiz her yeni şeyle kendi aramızdaki bağı kuracağız. Her bilginin bilince dönüşebilmesi için mutlaka pratiğe girmesi gerekiyor. Kendimizle bağ kurmadığımız hiçbir bilgi pratiğe giremez ve bize mal olamaz. Soyut, uçuk bilgiler olarak bize yük olur, zamanımızı çalar. İdeolojimizden güç alacağız… Hiçbir rüzgârdan etkilenmeyeceğiz… Düşmanın saldırıları karşısında moralimizi bozmadan tek başımıza da kalsak savaşmaktan geri durmayacağız. Savaşmayanın sonu ölümdür bu dünyada… bu düzende… Onun için bize karşı olan her şeyle savaşmak zorundayız. Mücadele etmeyi, savaşmayı seveceğiz. İdeolojik netliğimizi asla kaybetmeyeceğiz. Her konuda bakışımız net, duruşumuz sağlam olmak zorundadır. Ayaklarımız yere sağlam basacak, kafamıza koyduğumuz bir şeyi yapmanın önünde kendimizin bile engel olmasına izin vermeyeceğiz… Unutmayacağız!..
İktidar mücadelesi veriyoruz ve bu mücadelede iki sınıf var. Bunlar birbirilerini silahlarla vuruyorlar, bunu bilerek düşmandan bir adım önde olacağız. Silahlı mücadeleyi örgütleyeceğiz. Yani halkı örgütleyeceğiz… Silahlandıracağız… Örgütlü halk yenilmez gerçeğinin peşinden koşacağız. Kimin öleceğine biz karar vereceğiz. Bu savaşta kazanmak istiyoruz. O zaman düşmanımızı tanıyacağız. Düşmanımızı tanımak demek onun nerede ne yapacağını bilmek demektir. Düzene egemen olan onlar olsa dahi biz onların ördükleri ağlardaki delikleri bulmalıyız ve o deliklerden girerek onları vurmalıyız.
Savaşın yasalarını unutmayacağız! Savaşın en temel yasası ölmek ve öldürmektir. Ama buraya gelene kadar hayatın içinde karşımıza onlarca sorun çıkacaktır. Bunlara teslim olmayacağız. Koşulları kendi lehimize çevirebilecek gücü sürekli kendimizde bulacağız. Ancak koşulları yenenler savaşabilir. Onun için akıllı ve cüretli olmalıyız. Akıllı ve cüretli olmadan bu savaşı kazanamayız… Akıllı ve cüretli olmak doğru düşünme ile ideolojik netliğin birleşmesinden ortaya çıkar. Onun için bu iki silahımızı çok iyi birleştireceğiz.
CEPHELİ DEVRİMCİ AHLAKIN TEMSİLCİSİDİR
Engels; “kapitalist toplumda feodal aristokrat, burjuva ve proleter ahlak vardır” der. Feodal ve burjuva ahlakı doğal olarak ait oldukları sınıfın çıkarlarını savunur ve topluma bunu kabul ettirmeye çalışır. Ülkemizdeki devrimci basın hariç bütün basın yayın organları, devletin resmi kurumları, özel sektörleri burjuva ahlakının gece gündüz propagandasını yaparlar. Yoksullaştıran, yozlaştıran her türlü ahlaksızlığı yapan, yaptıran ve yayan kendileri değilmiş gibi göstermeye ve halkı kandırmaya çalışırlar. En beylik yalanları ise “biz aynı gemideyiz”dir. “Hayır, biz sizinle aynı gemide değiliz” desek te onlar ısrarla bize ‘aynı gemideyiz’ derler ve kendi pisliklerini gizlemeye, örtmeye, halka mal etmeye çalışırlar… Cepheliler ahlakın sınıfsal olduğunu düşünürler.
Burjuva ahlakı bencilliği, bireyselliği “her koyun kendi bacağından asılır” deyip buna göre düşünme ve yaşama alışkanlıkları geliştirirken devrimci ahlak birliğe, dayanışmaya kollektif yaşama inanır ve bunları yayar. Toplumda olan biten her şeye sınıfsal açıdan bakar ve değerlendirirler. Düşüncelerine, yaşamlarına yön veren vefa, sevgi, fedakârlık ve emektir…
Onun için bir devrimcinin oturması kalkması, konuşması, giyimi kuşamı her şeyi burjuva ahlakından ayrıdır. Cepheliler burjuvaziye ait her şeye eleştirel gözle bakarlar ve mutlaka ‘neden’ sorusunu sorarak düşünürler… Burjuvazinin yaydığı her türlü düşünceye Cepheden tavır alırlar… Burjuva basın bir şey mi söylemiş? Onun tersini düşünür. Gazetede bir haber mi okur; ‘neden’ diye sorar?
AKP bir açıklamamı yapmış; bunun tam tersini düşünür. “Bu kadar da olmaz, hiç mi olumlu bir şey yok” diyen orta yolculara kesinlikle kulak kabartmaz… Orta yol arayıcılarına kapılarını kapatır… Cephelinin tavrı bununla da sınırlı kalmaz… O sadece burjuvaziye ait düşünceleri eleştirmekle kendini sınırlandırmaz. Burjuvaziye ait ne varsa nefret eder ve çevresine de bu nefreti yayar… Nefreti sınıf kinine dönüştürür… NEDEN? Biz ahlaklı olmayı halkı sevmek olarak anlıyoruz… Onları bu ahlaksızlıktan, sömürü düzeninden kurtarmalıyız diye düşünürüz. Onların halkı mahkûm ettiği; açlığa, yoksulluğa, işsizliğe son vermek istiyoruz…
Kimle yapacağız bunu? HALKLA… Onun için halkı bilinçlendirmek, örgütlenmek ve bir avuç egemenin karşısına dikmek bizim sorumluluğumuzdur… Bu sorumluluk tüm Cephelilerindir. Evlerimizi mi yıkıyorlar karşılarına taşımızla, sopamızla elimizdeki her şeyi silah haline getirerek çıkacağız. Bizi işsiz mi bırakıyorlar? Alın teri ile kazandığımız emeğimize el mi koyuyorlar?
İşten mi atıyorlar, çoluğumuzu çocuğumuzu aç açıkta mı bırakıyorlar? Her türlü hak arayışımıza banane mi diyorlar? Karşılarında bizi bulmalılar. Sadece basın açıklamasıyla yetinmeyen, her türlü mücadele biçimini hayata geçiren işgalleri de yapmalıyız. Gözümüzdeki kararlılıktan korkmalılar… Gençliğe okullarını, evlerini dar mı etmek istiyorlar. Her türlü baskı ile onları yıldırmaya mı çalışıyorlar? Karşılarında bizi bulmalılar. NEDEN? ÇÜNKÜ DÜZENE ALTERNATİF TEK GÜÇ BİZİZ…
SAVAŞIMIZIN KOMUTANLARI VE SAVAŞÇILARI OLMAYI İSTEMELİYİZ
Neden?
Çünkü bugün hedefi devrim olan bir iktidar savaşının içindeyiz… Savaşımızın halk savaşı olduğunu, dolayısıyla bu savaşı halkla birlikte vereceğimizi biliyoruz. Devrimde de, devrimden sonra da hep onlarla birlikte olacağız… İktidarı almak için halka gitmekten, halkı politikleştirmekten ve savaştırmaktan başka bir yolumuz yoktur. Asıl mesele buna ikna olmamızdır… Halkı eğitmeye, bilinçlendirmeye ve politikleştirmeye ikna olmamızdır… Politikleştirdiğimiz halk, çıkarlarının nerede olduğunu bilince çıkarttığı ölçüde tüm imkânları ile bu savaşın içine girecektir… Bunun için ne yapmalıyız:
Birincisi; yapacağımız savaşımızın temel gücü olan halkı örgütlemektir. Kurumlaşmalar yaratmaktır. Örgütlü bir halk hareketi yaratmak için halkı politikleştirmekten asla vazgeçmemektir. Düşman örgütlülüklerimize darbeler vuracak, yıkacak, yakacak ama biz yeniden yaratacağız… Onlar halka gitmememiz için bin bir tane engel çıkartacak, biz onları bir bir aşacağız ve halka gideceğiz onları örgütlemeliyiz. Bulunduğumuz her yerde kaleler yaratmalıyız. Düşmanlarımız bizi korkutmak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaktır ama biz o korku duvarlarını aşarak, yıkarak yolumuza devam etmeliyiz…
İkincisi; halka gitmek nasılsın, iyi misin demek değildir… Halka gitmek onların sorunlarına, sıkıntılarına vakıf olmak bununla da yetinmeyip çözüm önerilerimizi sunmak ve birlikte çözmektir. Halka gitmek ihtiyacımız olduğunda gitmek sonra bir daha gitmemek de değildir. Aksine bir plan ve program dâhilinde sürekli gitmektir… Attığımız her adımı bilerek, hesaplayarak hedefimize doğru atmaktır.
Üçüncüsü; halka düşmanlarının kim olduğunu tanıtmaktır… Her gün düzenin propagandasından kafası allak bullak olan o insanlara çok kısa zamanda çok şeyi anlatabilmeyi başarabilmeliyiz… Bunu öyle basit, sade halkın anlayacağı bir dille yapmalıyız ki düşmanın kim olduğunu, ne yapmak istediğini bizim ne yapmak istediğimizi çok kısa zamanda anlatabilelim. Onlar da anlayabilsinler.
Dördüncüsü; bütün gün işte olan eve yorgun argın gelen insanları düzenli bir şekilde eğitmeliyiz… Eğitmenin basit bir yolunu bulmalıyız. Onlara eğitimi sevdirmeliyiz… Eğitimsiz geçen her günün düşmanın hanesine yazıldığını unutmadan boşluklar bırakmadan halkı eğitmek ve kadrolaştırmak zorundayız… Sürecin ihtiyacına cevap verecek, feda ruhu ile savaşacak kadrolar yetiştirmeliyiz.
Beşincisi; bunları plansız programsız yapamayız. Nerede, ne zaman bulunacağımızı, kaç saat bulunacağımızı, ne anlatacağımızı planlamak zorundayız… Yaptığımız planlar hayata geçiyor mu, geçmiyor mu diye denetlemeliyiz ve aksayan yanları yeniden planlamalıyız. Eğer böyle yapmazsak varacağımız yer kendiliğindenciliktir. Kendiliğindenciliğin de sonu kaçınılmaz olarak başarısızlık ve yenilgidir.
Altıncısı; halkı savaşa hazırlamalıyız. Savaşın ihtiyaçlarına her düzeyde cevap verecek Cepheliler yaratmalıyız. Herkesin yapacağı bir şey vardır gerçeğinden yola çıkarak bulunduğumuz alandaki Cepheliler’e savaşımızın ihtiyaçlarına göre şekil vermeliyiz… “Kim ne yapabilir, ne kadar yapabilir” sorularına doğru cevaplar vermeliyiz ve herkesi kazanmalıyız. Savaşın iğneden ipliğe her şeye ihtiyacı olduğunu biliyoruz ama öncelikli olarak savaşçılara ve komutanlara ihtiyacımız olduğunu unutmadan hareket etmeliyiz… Örgütçülüğün ölçütü kaç kadro çıkarttın, kaç olanak yarattın?… Bu hep böyle olmuştur… Bundan sonra da böyle olacaktır. Ölçümüz budur. Daha somut konuşursak; Altı ayın sonunda elde ne var sorusuna cevap vermeliyiz…
Örneğin; elde iki savaşçı bir komutan varsa bu bir savaş birliğidir… Bulunduğumuz alanda savaşın örgütlenmesi emektir. Ne yapacağını bilen, nasıl yapacağını planlayan olmazlara ve engellere takılmayan, elde neyi varsa onunla savaşmasını bilen ve başaran, vurduğu yerden ses getiren bir Cepheli birliğimiz adalet uyguluyor demektir. Bizim bunları yapacak koşullarımız her zaman olmuştur. Yeter ki gerekli emeği ve iradeyi gösterelim, buna ikna olalım…
CEPHELİ YASAMINI SAVAŞA GÖRE ÖRGÜTLEYENDİR
Yaşamın her anında, her alanda savaş sürüyor. Düzenle devrimin savaşı bu. Eskiyle yeninin. Eskinin, köhneyip çürümüş olanın yıkılıp yerine yeninin konulması için mücadele etmek gerekiyor. Mücadele etmeden devrim olmayacak, devrim olmadan halklar özgürlüğe, vatan bağımsızlığa kavuşmayacak. Evet, tüm bunlar için mücadele etmek gerekiyor. Amansız bir savaşı sürdürmek gerekiyor ki, böyle bir savaş sürüyor zaten. Kurulu düzenin mevcut iktidarı AKP, en ufak bir muhalefet sese dahi tahammülsüzlüğünü sürdürürken Cepheli öle vura vura öle bir savaşı sürdürüyor. Kâh halkın yüzyıllardır aç olduğu adalet özlemini dünden bugüne yaşatmak, 3 aydır komada yatan Berkin Elvan’ın, Haziran Ayaklanması şehitlerinin hesabını sormak için Muharrem Karataş toprağa düşüyor. Kâh yozlaşmaya karşı çıktığı için Hasan Ferit Gedik karanfilleşiyor. Demokratik hak istemi dahi devletin copu, polisi, TOMA’sı, gaz bombasıyla karşılaşıyor. Hapishaneler ve ağır tecrit koşullarıyla halka gözdağı verilmeye çalışılıyor. İşte amansız süren bu savaşta en büyük görev Cephe’ye düşüyor. Çünkü halkın katili emperyalizmle ayakta kalmaya çalışan her yanından çürümüş bu işbirlikçi düzeni yıkmaya çalışan Cepheli’nin sorumluluğu büyüktür. O her şeyden önce kendini savaşa göre ayarlamasını bilmelidir. Onun için ölçü savaş ve savaşın ihtiyaçları olmalıdır. Aldığı görevlere, çalıştığı bölgeye, ilişki geliştirdiği insanlara, yenmeye çalıştığı zaaflarına böyle bakmalı, küçük-büyük, azçok demeden her şeyi savaşa göre düzenlemelidir. Hayat boşluk tanımaz diye hepimizin bildiği bir söz vardır. Ki bugün Cepheli’nin uzanmadığı, umudun tanıtılmadığı yerlerde ve halk kitlelerinde de boşluk olmamakta o boşluk diye tabir edilen yerler düzen tarafından doldurulmaktadır.
Bu nedenle Cepheli bir anının bile bu savaşın dışında olmasına izin vermemelidir. Çünkü bilmelidir ki bıraktığı boşluklarda bu savaşın dışına düşmek düzenin kendi içine sızmasına izin vermektir. Ve Cepheli bilmelidir ki kendini savaşa göre ayarladığı oranda çevresine daha fazla umut saçacaktır. Boşlukları devrimin gücüyle umudun gücüyle doldurmak Cepheli’nin görevidir. Bunun için de o bu savaşa kendinden başlaması gerektiğini bilir. İç düşmanına karşı savaş açmak ve bu savaşı sürekli kılmak, yaşamını disipline etmek, savaşın ihtiyaçları doğrultusunda plan program çıkarıp hayata geçirmek onu güçlü kılacaktır. Cepheli yaşamını savaşa göre örgütledikçe yani burjuva ideolojisine savaş açtıkça bilincindeki ve yüreğindeki ideoloji yani umudun ideolojisi netlik kazanacaktır. Cepheli’nin asıl olarak savaşa göre örgütleyeceği yer kafasının ve yüreğinin içi olmalıdır. Duygularını düşüncelerini eğitmelidir. Sonuç olarak Cepheli adı ve misyonuna yaraşanı yapmalı yürüyüşünü tutarlıca sürdürmek için kendini savaşa göre yönlendirmesi eğitmesi gerektiğini hiç unutmamalıdır.
UYUŞTURUCU FUHUŞA VE YOZLAŞMAYA KARŞI HALK KOMİTELERİNDE BİRLEŞELİM
Yeni bir kampanyaya merhaba diyoruz. Mahallelerimizdeki yozlaşmaya karşı tavır almak ve bunu güce dönüştürmek en başta Cepheliler’in sorumluluğundadır. Her Cepheli taşıyabileceğinden çok daha fazla sorumluluğu omuzlayarak, Hasan Ferit’in açtığı yoldan yürümeli ve halkı halk komitelerin de örgütlemelidir. Haklı ve meşru bir mücadele veriyoruz. İddialı ve kararlıyız.
Başladığı işi bitiren çok güzel bir geleneğimiz var. Tüm bunları halka taşımalıyız. Biliyoruz ki; politikalarımız ne kadar doğru olursa olsun, halkla bütünleşmediği sürece bir güce dönüşmüyor. Mahallelerimizdeki asalaklar, parazitler, çeteler bu yüzden varlıklarını sürdürebiliyorlar…
Halkın örgütlü gücü ile bunların karşısına çıkmadığımız sürece pisliklerini saçmaya gencecik insanlarımızı kirletmeye devam edeceklerdir. Devrimcilerin mahallelerinin yozlaşma batağına dönüştürülmesini devlet niye istiyor? O mahalleleri ele geçirmek için. Aslında yozlaşmaya karşı süren mücadele iki ideolojinin mücadelesidir. Bir yanda her türlü pisliğin, ahlaksızlığın yayılması için çetesi, polisi, iti, miti ile mahallelerimize musallat olanlar; YANİ DÜŞMANLARIMIZ, diğer tarafta HALK VE BİZ. Onlar halkı yozlaştırmaya çalışırken biz halkı örgütleyeceğiz…
NASIL?
Önce bir komite sonra üç komite diye başlayan örgütlenme faaliyetimiz bir anda onlarla, yüzlerle ifade edilecek bir güce dönüşecektir. Önce bir mahallede kurulan halk komitesi sonra o mahallenin her sokağında kurulmaya başladığında ortaya çıkacak gücü gözlerimizin önüne getirelim… Bir yürüyüş mü örgütleyeceğiz. Bütün halk komiteleri örgütlü bulundukları yerlerdeki halkı yürüyüşe getiriyorlar… Bir anda yüzler, binler bir pankartın arkasında saf tutmuşlar… Bir anda düşüncelerimizdeki olmazlar yıkılıp gidiyor… Beynimizi burjuva düşünce tarzına ait pisliklerden temizliyoruz. Yine mahallemizdeki çeteleri teşhir eden duvar yazıları yazacağız… Bir anda bulunduğumuz mahallelerin bütün sokaklarındaki duvarlar sloganlarımızla doluyor… Her faaliyetimizi böyle düzenlediğimizi düşünelim. İşte örgütlü faaliyet budur. Halkın örgütlü gücü budur. Önce emek ve sabırla halka gitmek onları ikna etmek, sonra birlikte pratiğin içine girmek hem öğrenmek hem de öğretmektir. Cepheli bunları başarmak istiyorsa ne yapmalı?
BAŞARILI OLMAK İÇİN
1-Doğru düşüneceğiz
2-Karar alacağız
3-Program çıkartacağız
4-Denetleyeceğiz
Bu dört adımı doğru bir şekilde pratiğine geçiren ve pratiğinde düştüğü hatalardan dersler çıkartan bir Cepheli’nin başarılı olamamasının önünde hiçbir engel olamaz. Bu dört madde içinde üzerine biraz daha fazla duracağımız denetim olmalıdır. Hiç unutmamalıyız. İyi düşünmüş olabiliriz, iyi kararlar alabiliriz ve bunları çok iyi programlıya biliriz. Ama tüm bunları denetlemezsek hiçbir sonuç alamayız. Demek ki bu dört maddenin her biri önemli ama bir tanesi yani DENETİM biraz daha önemli.
Hiç unutmayacağız denetlemediğimiz hiçbir işten sonuç alamayız. Alamadığımız gibi bir dizi moral bozucu şeyinde önünü açmış oluruz. Başarılı olmak istiyorsak bir şeyi daha unutmamalıyız o da önceki pratiklerimizde karşımıza çıkan hataları tekrarlamamak.
Bu konuda en sık düştüğümüz hata, günlük işler dediğimiz işlerin için de boğulup kalmak. Bu öyle bir şey ki yapmasak olmaz ama nasıl, ne zaman, kimle yapacağında çok önemli. Eğer bunları düzenlemezsek bizim için bu küçük işler dediğimiz şeyler tuzağa dönüşür. İşte bu tuzağa düşmemek için başarılı olmanın ikinci maddesini yani programlı olmayı tüm bunları gözeterek yapmalıyız.
Çıkarttığımız programları idealize etmeden uygulamak ve gün içinde çıkardığımız programın aksayan yanlarını inisiyatifli bir şekilde yeniden programlayarak düzenlemek bizi gün geçtikçe güçlendirecektir.
CEPHELİ HALKIN NABZI OLMALIDIR
Cepheli halkın öncüsü, devrimin öncüsüdür. Ve Cepheli devrim yapmak gibi, tüm ülke düzenini alt-üst edecek bir iddiaya sahiptir. Bu iddianın temel unsuru ise halktır. Devrime öncülük etmek demek, koskoca bir halkla birlikte omuz omuza savaşmak demektir. Ve savaşı büyütmek halklaşmaktan geçer. Cepheli öncelikle devrim iddiasının ona nasıl bir misyon biçtiğinin farkında olmalı ve ona göre hareket etmelidir. Halkımız kültür ve değerleri açısından, ekonomileri, yaşam tarzları açısından farklılıklara sahip olsalar da yaşadıkları baskı, zulüm ve sömürü onları aynı cephede, ezilenlerin cephesinde birleştiriyor. Halkın sorunları, talepleri, istedikleri, yaşadıkları farklı farklı olsa da özündeki gerçek, baskı ve zulme karşı direnme zorunluluğudur. Cepheli halkı bu noktada birleştirecek olandır. Gerçekleri gösterecek, doğru hedefe hangi yol ve yöntemle gitmemiz gerektiğini kavratacak olandır. Örneğin Haziran Direnişi’nde halkın her kesimi AKP faşizmine karşı savaştı, bedeller ödedi. Ve bu direnişte birlik ve mücadele ruhu doğdu.
Elbette ki bunlar kendiliğinden olmadı, halkın bugüne kadar gördüğü baskı ve zulüm, bunun en temel etkeni olsa da Cepheli’nin bu güne kadar yarattığı değerler ve direniş çizgisi halkın gücünün açığa çıkmasının nedenlerindendir. Biliyoruz ki, halkın gücü, direnişi, gelenekleri büyüktür. Önemli olan o gücü nerede nasıl açığa çıkarıp, harekete geçireceğimizdir. Bu nedenle Cepheli’nin halkla arasında sıkı bağlar olmalıdır. Bu bağları halkın yaşamına girmeden, sorunlarını, neler yaşadıklarını bilmeden kavrayamayız. Halk kendinden olan, yanında olan ve doğru bulduğuyla hareket eder. İkinci adımımız, halkın taleplerini nasıl karşılayacağız, ne yapacağız. Halkı nasıl harekete geçireceğiz sorularına cevap vermek olmalıdır. Halkımızın gerçekliği ortadadır Düzenin ona bahşettiği yaşamla yozlaşmanın, değersizleşmenin pençesindedir. Bu gerçekliğe tek başına böyle bakmak halktan uzaklaşmak halka emek vermemektir. Cepheli tam aksini yapmalı, düşünmelidir. Halkın geri yanlarına savaş açan, ileri yanlarını devrimcileştiren olmalıdır. Halkın ileri, militan yanlarını ortaya çıkarmak için halkla iç içe olmak ve ilişki kurmak gereklidir. Hasan Ferit’in adıyla Gülsuyu’nda çetelere karşı yürütülen yozlaşma kampanyası buna örnektir. Halkın temel talepleridir yozlaşmaya, uyuşturucuya, çetelere karşı olmak, evinden yurdundan olmamak. Bu yüzden bedeller ödemeyi de, ödediği bedellere sahip çıkmayı, direnmeyi ve yeni bedeller ödemeyi de göze alır, direnir, çatışır. Biz gecemizi gündüzümüze katarak HALKI HALK KOMİTELERİNDE ÖRGÜTLÜYEREK BUNU YAPABİLİRİZ halkla iç içe olarak bunu başarırız. Cepheli halk adamıdır. Halkın içinden halkın gücünü çıkaracak yetenekte olmalıdır. Bu ise, öyle özel misyonlar bahşedeceğimiz bir yetenek değildir. Temelde halk sevgisi, vatan sevgisi taşıyan Cepheli, ideolojisine güvenen halkın nabzını nerede attığını- atacağını bilir. Halkımız yaratıcıdır, cüretlidir. Yeter ki inansın, güvensin.
Cepheli halkın geri yanlarına karşı savaşıp, kendi güçlerini açığa çıkarmalıdır. Halkın militan yanları da kendi gücüyle hareket ettiği noktada, direnişler örgütlediğinde açığa çıkacaktır. Ve bu militanlıkla yaratılacak zaferler kaçınılmazdır.
SONUÇ:
1-Cepheliler, halkı yozlaşmaya ve çeteleşmeye karşı halk komitelerinde örgütlemelidir.
2-Komiteler halkın her kesimini mücadeleye katar halkı mücadele içinde eğitir.
3-Hayatın ve mücadelenin sorunlarını çözer.
4-Dayanışmayı sağlar.
5-Komiteler üretkenliği ve yaratıcılığı arttırır.
6-Boşlukta ve belirsiz bir şey bırakmaz.
7-Halka gitmek, halkın her kesimini mücadeleye katmak, halkın her sorununa çözüm üretmek, alternatif sunmak, her yerde komite kurmakla mümkün olur.
HAYAL GÜCÜ ÇOK ÖNEMLİDİR
Hayal edebilmek bir yerde geleceği görebilmektir… Çetelere ve yozlaşmaya karşı halk komitelerini nasıl kuracağız, kurduğumuz halk komiteleri ile ne yapacağız, kimlerle halk komitesi kuracağız, onları nasıl eğiteceğiz, nerelerde görüşeceğiz?.. Yapacağımız eylemler ve bu eylemlerin yaratacağı sonuçlar gibi birçok şeyi hayal edebilir ve gerçekleştirebiliriz.
Mahallerimizde el ele versek, “çeteleri istemiyoruz” diye bütün mahalle halkını gencinden yaşlısına, çoluğundan çocuğuna, kadınından genç kızına kadar bir slogan altında birleştirsek çeteler mahallerimize girebilir mi? Yine bir araya gelsek mahallemize zulümden başka bir şey getirmeyen karakolu istemiyoruz desek… O karakol polisleri mahallemizde dolaşabilirler mi? Halk çocuklarını gözaltına alabilirler mi? Alsalar bile, biz bir araya gelerek gözaltına alınan o gencimizi polislerin elinden çekip alamaz mıyız? Gazi’de yapılan yozlaşmaya karşı yürüyüş sırasındaki karakolun durumunu gözünüzün önüne getirin. Karakolun dışına çıkmayı bırakın, karakolun güvenliğini alma telaşına düşmüşler. Bu korkuyu onlara üst üste yaşatsak o karakollar onlara zindan olmaz mı? Bir milyon yoksula ulaşacağız diyoruz. Bir düşünelim, mahalle mahalle yayılan halk komitelerini Türkiye genelinde örgütlediğimizi düşünelim, Haziran Ayaklanması gibi bir ayaklanmayı iradi olarak başlatamaz mıyız? AKP iktidarını istemiyoruz… Halk düşmanı AKP halka hesap verecek diye sokakları işgal etsek ve bunu silahlı bir direnişe dönüştürsek umudu büyütemez miyiz? Bir milyon yoksulun çok daha üzerinde yoksula sesimizi ulaştıramaz mıyız, onların yüreklerine verdiğimiz
umut büyümez mi… adım adım yarattığımız örgütlülükler daha çok örgütlenmeliyiz bilinci yaratmaz mı…
Aynı şekilde öfkemizi ülkemizin baş efendisi olan emperyalizme karşı yöneltsek… ABD emperyalizminin üzerimizde kurmaya çalıştığı baskıyı püskürtemez miyiz?.. Yürüyüş Dergisi’nden okumuşsunuzdur… Yunanistan’daki hapishanede nasıl Yunan işbirlikçileri ile birlikte cirit atıyorlar… Nasıl küstahça sorular soruyorlar… Kendileri güçlü, bizi güçsüz sanıyorlar. Onlara kim olduğumuzu göstersek ve biz sadece oradaki tutsak olan 5 Cepheli değil, milyonlarız desek kirli ellerinizi yoldaşlarımızın üzerinden çekin diye ültimatom versek ne yapabilir o emperyalistler?.. Hiçbir şey… Tarih bizden yana… Ezilenler tarihini hep direnenler, savaşanlar yazmış. Hemen aklımıza iki emperyalist gücü Fransa’yı ve Amerika’yı dize getiren Vietnam halkı geliyor… Mao’ un öncülüğündeki Çin halkı geliyor… Okuma, yazmayı cephe de savaşın içinde öğrenen, bilinçlenerek ülkesini işgal eden Japon emperyalistlerine karşı Çin halkının nasıl savaştıklarını, nasıl zaferler kazandıklarını biliyoruz… Bütün zaferleri ezilen aşağılanan yoksul dünya halkları birleşerek, savaşarak kazandılar… Tarih bize bunun olabileceğini söylüyor. Biz de bu yoldan yürüyerek, hayallerimizi gerçekleştirebiliriz, umudu büyütebiliriz. Koşullarımız Vietnam ve Çin devrimlerindeki gibi değil… O günlerle bugünleri kıyaslamıyoruz. Bugün çok daha elverişsiz koşullarda örgütleniyor ve mücadele ediyoruz. Ama inancımız onlarla aynı… Onlar gibi biz de kurtuluşun sosyalizmde olduğuna inanıyoruz… Ortak noktamız bu. Demek ki heyecanımızın kaynağı devrime, sosyalizme olan inancımız… Kendi tarihimizden de bunu öğrenmiyor muyuz… Sosyalizmin yıkıldığı zamanlarda dünyadaki silahlı örgütler ne yapıyordu? Biz ne yapıyorduk? Onlar silahlarını bırakıp uzlaşmayı seçerken, biz savaşmayı seçtik. Atılıma kalktık… Vurduk vurulduk ama uzlaşmadık. Hala o günlerdeki gibi direnmeye, savaşmaya devam ediyoruz… Bugün daha ağır bedeller ödüyoruz, emperyalizmin ve işbirlikçilerin baskısı çok daha fazla. Ama her yeni baskı aynı zamanda yeni direnişleri de doğuruyor…
19 Aralık’ı hatırlayalım. Sabaha karşı bizim bulunduğumuz bütün hapishanelere girildi… Akşama kadar hepimizi teslim alacaklarını düşünüyorlardı. Ne oldu? 7 yıl direndik. İlk anki heyecanımızı, inancımızı yitirmeden, iki emperyalist paylaşım savaşının toplamı kadar süreyi ağırlıklı olarak tek başımıza direndik ve 122 şehit verdik. Üzerimizde kurmaya çalıştıkları baskı, sindirme, yok etme politikalarına karşı daha büyük bir direnişle karşılık verdik. İşte, tarihimizden güç alarak hayallerimizi gerçekleştirdik… Yeter ki bugünden tünelin ucundaki ışığı göreceğimize inanalım. Nasıl göreceğiz tünelin ucundaki ışığı? İSTEKLE, AZİMLE, ISRARLA, SEVGİ VE KİN İLE…
UMUT İNANÇLA BÜYÜR-1
Cepheli’nin geleceğe dair umutları büyüktür. Bu inançla savaşır düşmanla. Cepheli bu zorlu mücadelede her düştüğünde yeniden ayağa kalkmasını bilir. Baskınlar, gözaltılar, tutuklamalar olduğunda ve düşman; “sizi bitirdik, işte bu kadarsınız” dediğinde, “milyonları bitiremezsiniz” diyen ve düşmana meydan okuyandır. Yıllardır kaç defa yaşamıştır bu baskınları, kaç defa katledilmiştir yoldaşları. Ve her zaman halk düşmanlarından hesap sorma bilinciyle hareket etmiş, bu inançla umudunu büyütmüştür. “İnanç, bilgi ve gerçeğin birleştiği duygudur” demiştir Dayı. Cepheli, iktidar iddiasıyla savaşır ve kazanacağını bilir. Sınıf bilinci ile örgütlenmiş olan milyonlarla, bir avuç asalağın elinden iktidarı alacaktır. Bu inancı bilimsel temellere dayanır.
Yoldaşlarına ve halkına güvendir inanç. 16-17 Nisan’da Sabo’nun çatışmada şehit düşmeden önce düşmana; “Yoldaşlarımız bunun hesabını soracak!” diye haykırması geleceğe dair inancın ifadesidir. Hareketin önder kadroları, fiziki olarak yok olurken son sözleri ile yeniden doğacağımızı, bizi asla bitiremeyeceklerini haykırır. Bu inanç, ölüme gülerek gitmemizi sağlayandır, kurşun yağmurları altında halay çekmemizi sağlayandır. Cepheli’nin ağzından çıkan her söz, devrim inancının ifadesidir. Pratiği de buna göre şekillenir. Daha hızlı adım atar, politika üretir, her türlü olanağı yaratır, olmazcı değildir. İnanç, “her şey bitti” diye düşünüldüğü anda yeniden toparlanmak, yöntem geliştirerek harekete geçmektir. Olanakların olmadığı koşullarda bile savaşçılarımızın eylem yapmaları, sahip oldukları inancın sonucudur. İnanç yoksa çürüme başlar, artık sadece küçük işlerle yetinir. Zor karşısında, olanaksızlıklarda teslim olur ve yapacaklarına sınır koymaya başlar. İnancını yitirmek teslim olmaktır. Savaş moralle yürür ve morali, coşkuyu arttıran da inançtır. Kazanacağına, zafere, devrime olan inançtır. 19 Aralık Katliamı’nda diri diri yanarken bile “Biz kazanacağız” sloganları düşmanın beyninde patlamıştır. Mücadele her zaman düz bir çizgide yürümez. Yenilgiler de, zaferler de yaşarız. Kadroların çoğu tutuklanıp tek bir Cepheli bile kalsa, “Ben varsam Devrimci Sol vardır” diyerek devam eder mücadeleye. Cepheli’nin inancının karşısında hiçbir güç duramaz. Yüz binlerce kişilik “Bağımsız Türkiye” konserleri, “olmaz, yapılamaz, herkes tutuklandı kiminle örgütleyeceksiniz?” söylemleri karşısında inancımızdan bir milim sapmayarak yapıldı. Cepheli, haklı ve meşru tarihinden aldığı güçle, şehitlerine verdiği sözle inancını güçlendirir, umudu büyütür…
UMUT İNANÇLA BÜYÜR-2
Yeni bir yıla umutla giriyoruz. Yeni yıla kendi yolumuzda yürüyerek giriyoruz. Tarihimizden ve şehitlerimizden aldığımız güçle giriyoruz. 43 yıllık tarihimizde hep kendi yolumuzu yaparak yürüdük, ne sağa ne sola saptık, ne düşmanla ne kendi içimizde hiçbir şeyle uzlaşmadık. Attığımız her adımda faşizmden hesap sorma bilinci vardı. Mahirlerden, Dayı’dan devraldığımız bayrağı asla yerlere düşürmedik. Onların yolundan yürüdük emperyalizmden ve faşizminden hesap sormaya devam ettik. Egemenler ülkemizi yönetemiyorlar. Bugünlerde bunu çok daha açık bir şekilde görüyoruz. İktidara alternatif tek güç olduğumuzu bilincimize çıkartarak, hesap sormaya devam edeceğiz. Kitle mücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz. Dayı’nın “silahlı savaşı büyütün, kitle mücadelesini yaygınlaştırın” talimatını unutmayacağız.
Halk Komiteleri ile yoksulları örgütleyeceğiz emperyalizmin ve faşizmin karşısına daha güçlü bir şekilde dikileceğiz. Anadolu halklarının emperyalizme öfkesini örgütleyecek silahlı savaşı örgütlü halkımızla birlikte Alişanlardan, Muharremlerden devraldığımız feda ruhuyla mutlaka daha da büyüteceğiz… Her Cephelinin bir silah olduğunu bir bomba olduğunu düşmanlarımıza göstermeye devam edeceğiz… AKP faşizminin ortaya çıkan rezillikleri, ahlaksızlıklarını yoksullara daha çok anlatacağız. Onlar halkın paralarını çeşitli alavere dalavereler ile iç ederken zenginliklerine zenginlik katarken, biz soğuktan ölen 40 günlük Ayaz bebeğin hesabını onlardan soracağız. Düzenin temsilcileri kıyasıya bir iktidar savaşına tutuşmuş durumdalar ve birbirlerini yiyiyorlar. Biz bu savaşın devrim tarafındayız. Biz bu savaşta devrimi büyüteceğiz… Halklarımıza düzenin tek alternatifinin ezilen halklar olduğunu göstereceğiz… Attığımız her adımda meşruluk bilinci ile hareket edeceğiz… Haklarımızı almak için, savunmak için ve daha fazlasını elde etmek için bir milim geri adım atmayacağız… Haklı ve meşru mücadelemizden kimse bizi geri çeviremez.
2014 yılı bizim olacak… Daha çok kitle eylemi yapacağız… Daha çok yoksulu örgütleyeceğiz… Halkı ayaklandıracağız… Daha çok silahlı eylem yapacağız… Halkın adaletini her yere taşıyacağız… Cepheliye saldıranlar bir kez daha düşünecekler, yaptıklarının hesabının sorulacağını akıllarından çıkartmayacaklar. Özgür Tutsaklarımıza kalkan elleri çatır çatır kıracağız. Emperyalizmin ve faşizmin korkularını büyütmeye devam edeceğiz… Cephelinin yeni mücadele yılı zaferlerle dolu bir yıl olacak…
CEPHELİ SORUNLAR KARŞISINDA VAZGECMEYENDİR
Devrimciliği tanımlarken kullandığımız ifadelerden birisi “devrimcilik sorun çözmektir” deriz. Bu Marksizme ve Leninizme inancımızın bir ifadesidir. Çünkü “sorun varsa çözümü de vardır” düşüncesi bu inancımızdan beslenir. Sorunsuz bir mücadele yaşamı yoktur. Mücadele içinde mutlaka irili ufaklı sorunlar hep çıkacaktır. Unutmamamız gereken her sorunun mutlaka devrimci bir çözümü olduğudur. İşte bu inanca sahip olmak sorunlar karşısında vazgeçmemeyi doğurur.
Cepheli sorunlar karşısında vazgeçmeyendir… Bir sorunu çözmek için on yöntem denedik ve çözmediysek on birinci yöntemi bulmamız gerekir. Sorunu çözmek yöntemi aramaktan vazgeçmemektir. Tersi ise vazgeçmektir. Vazgeçmek ise tek kelime ile inançsızlıktır. Çünkü vazgeçmek devrimden vazgeçmektir. Sorun çözmek emek ve sabır gerektiren bir iştir. Sorun çözmek için harcanan emek, gösterilen sabır ilkin kendi devrimciliğimizi geliştirecek mücadelemizi büyütecektir. Vazgeçmemek bir devrimcinin kendini yenilemesini, hatalarından ders çıkarmasını, sürekli kendine dönüp bakmasını sorunları sahiplenmesini sağlayacaktır. Sorun ne olursa olsun çözme çabamız bize birçok şeyi de pratikte öğretecektir. Yani vazgeçmemek aynı zamanda kendi eğitimimizdir. Sorunlar karşısında vazgeçmek, pes etmek, yenilgiyi kabullenmek devrimciliğimizi geriletecektir. Gerekli emek ve sabrı göstermediğimiz her sorunun bizi götüreceği yer uzlaşma olacaktır. Örneğin bir dergi satışından, bir eylem örgütlemeye veya herhangi bir sorun çözme karşısında bahaneler bulmak, gerekçeler üretmek uzlaşmacı bir pratiğin sonuçlarıdır. Oysa bahaneler, gerekçeler üreteceğimize sorunu çözmeme nedenlerini aramamız bizi sorunla uzlaşmaya değil, çözüm noktasında yeni yol ve yöntemler bulmaya götürecektir. Sorunlar karşısında duygularımıza yenilmemeliyiz. Duygularımızın bizi yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Duygularımızı kontrol edebilmeliyiz. Tüm çabamız gerçeğe, sorunların özüne inmek üzerine kurulmalıdır.
Duygular ise kişiyi zayıflatır ve gerçeğe ulaşmanın, sorunu çözmenin önüne engel olur. “O kadar anlatıyorum yine aynısını yapıyor, ben ne yapayım…” gibi bir yaklaşım yani vazgeçmeyi doğurur. Sorunlarımızın çözümü ne zor, ne de imkânsız.
Bilimsel düşündüğümüz sürece aşamayacağımız hiçbir sorunumuz yoktur. Kendimize güvenmeliyiz. Kendimize güvenmek ideolojimize güvenmektir… Sorun varsa çözümü de mutlaka vardır düşüncesi ancak böyle pratikte karşılığını bulur. Cepheli vazgeçmediğinde her sorunun çözümünü bulur…
DEVRİME HİZMET ETMEYEN DÜZENE HİZMET EDER
Hayatın hiçbir alanında boşluk yoktur. Bunun için devrim mücadelesi, hayatın tüm ayrıntılarında düzenle çarpışmayla geçer. Yaşam biçiminden, kültüre, geleneklere, düşünme biçimine kadar geniş çaplı bir çarpışmadır bu. Düzen, yaşamın tüm bu ayrıntıları üzerinde örgütlüdür. Bu açıdan Cepheli şunda nettir: Her düşünce, her davranış ya düzene hizmet eder, onu güçlendirir ya da devrimi.
Ortası yoktur.
Yaptığı herhangi bir şeyin ne düzene, ne devrime hizmet etmediğini söyleyenler, anti-bilimseldirler, gerçekçi değillerdir ve yaptıkları o noktada düzenin değirmenine su taşımaktır. Çünkü “ortada” denilen tüm düşünce ve davranışlar, hâkim olan sistemi, yani emperyalizmi ve oligarşik düzeni güçlendirir. Bu durum niyetlerden bağımsızdır. “Benim niyetim öyle değildi”, “Ben aslında şöyle düşünmüştüm” demek durumu kurtarmaz da, değiştirmez de.
Sonuçta mücadele dediğimiz iki ideolojinin çarpışmasından oluşuyor. Düzenin ideolojisi yani burjuva ideolojisi ile devrimci ideoloji yani proletarya ideolojisi savaş halindedir. Bu iki ideolojinin amaçları, hedefleri, yöntemleri, kısacası her şeyleri, birbirine taban tabana zıttır. Bu noktada çatışma yaşamın her alanına ve her anına yayılmıştır. Yaşamda, düşüncede, kültürde, eğitimde, “zevkler ve renkler”de, eğlence anlayışında, örf, adet ve geleneklerde, yani her şeyde düzen ile devrimin çatışması vardır.
Ekonomik yapı sonuçta üst yapısını, kendi kültürünü ve yaşam biçimini oluşturur. Düzenin ekonomisinde, “her şey kâr için”dir, ve “kâr için de her yol mübahtır”. Bunun yarattığı kültür ve yaşam biçimi de bencil, bireyci, kendinden başka kimseye değer vermeyen, başkalarının sırtına basarak yükselmeyi başarı sayan, halk sevgisi, vatan sevgisi, vefa, bağlılık gibi değerleri reddeden bir kültürdür.
Bu çatışma, sadece iktidarın polisiyle, askeriyle girilen bir fiziki çatışmadan, sadece meydanlarda, barikatlarda sürdürülen bir mücadeleden ibaret değildir; her alandadır. Çatışma ideolojidedir. Çatışma beynimizdedir. Dolayısıyla, Cepheli, devrim mücadelesini sadece iktidarın el değiştirmesi boyutuyla değil, yaşamda, düşüncede, kültürde her şeyde yeninin yaratılması olarak görmelidir. Bunun için hiçbir hareket, hiçbir düşünce ve davranış küçümsenmemelidir.
Cepheli’nin her davranışı, dile getirdiğimiz bu çatışma içinde bir sonuçtur. Her davranış, ya düzeni geliştirendir ya da devrimi!
Cepheli, tüm düşünce ve davranışlarını, “alışkanlıklar”ını, “kişilik” özelliklerini, bu ölçüye vurmalıdır. Benim şu düşüncem, benim şu tavrım, benim şu yaptığım, benim şu özelliğim, benim şu kişiliğim, devrimi mi geliştiriyor düzeni mi?
Bu soruyu sormak kadar, açık ve cüretli cevap vermek de önemlidir. Bu soruyu sormaktan kaçmak veya cevabını açıkça vermekten kaçmak, kendimizden kaçmaktır. Bu ise, düzene hizmet eden düşüncelerimizin, davranışlarımızın devam etmesi demektir.
Sorunun cevabına göre Cepheli, düşünce ve pratiğindeki düzen izlerini silmeli, devrime ve devrimciliğe göre yeniden düzenlemelidir. Bir gelişmeyi, bir eylemi değerlendirirken, doğru pratiği, doğru adımı belirlerken de sorulacak soru aynıdır. Her şey, düzenle devrim çatışması esas alınarak değerlendirilir. Pratiğin doğruluğunun ölçüsü de budur. Devrime hizmet etmeyen, devrimi güçlendirmeyen hiçbir pratik, hiçbir eylem, hangi niyetle, hangi düşünceyle yapılmış olursa olsun, doğru ve yerinde değildir. Eğer yaptığımız iş, sergilediğimiz pratik, kafamızdaki düşünce, devrimi büyütmüyorsa; kişisel kaygılar, çıkarlar, kişisel ölçüler taşıyorsa; örgüte, devrime zarar veriyor ve dolayısıyla düzene hizmet ediyordur. “Ben böyle düşünüyorum”, “Bana böyle uygun geliyor” şeklindeki düşünce biçimi, devrimin değil, içimizdeki düzenin tarzıdır.
Yaşam, düşünce ve çalışma tarzımızı, çoğu kez yanlış olarak “alışkanlıklarımız” diye adlandırdığımız davranışlarımızı düşünelim. Hepimiz düzen içerisinden, onun kültüründen beslenerek ve etkilenerek geliyoruz. Bunların yaşamımıza yansımaması düşünülemez. Bu yansıma, özensizlik olur, bireycilik olur, liberalizm olur, popülizm olur, ideolojik çarpıklıklar olur, örgüt bakış açısını hakim kılamamak olur…
Cepheli, bunların her birini “düzene mi hizmet ediyor devrime mi?” sorusuyla bıkmadan usanmadan sorgular. Cepheli bilmeli ki bu savaş süreklidir. Bir yerden yendiğimiz, altettiğimiz düzen kültürü, bir başka yerden başını çıkaracaktır. Bu yüzden, “Ben düzeni yendim, düzen alışkanlıklarını yok ettim” rehavetine kapılmamak gerekir. Onun için tüm devrimci yaşamımızı sürekli gözden geçirmek zorundayız. Düzen tamamen yıkılana kadar bu çatışma böyle sürecektir.
Cepheli, her gün devrim tercihini tazelemeli, güçlendirmeli, pekiştirmelidir. Aksi halde düzenden besleniriz ve nereden besleniyorsak pratiğimiz de ona göre şekillenir.
İDEOLOJİK MÜCADELE CEPHELİ’NİN YAŞAMININ BİR PARÇASIDIR!
Düşmanın olduğu her yer Cepheli için savaş alanıdır. Burjuvazi yalnızca silahları, hak gasplarıyla saldırmıyor. En büyük ve tehlikeli saldırısı beyinleredir. Bireyciliğe dayanan ideolojisini tüm beyinlerde hâkim kılmaya çalışıyor. Cepheli bu saldırıya karşı ideolojik mücadele bayrağını yükseltiyor. İdeolojik mücadele, beyinlerden çürümüş, asalak, yoz düzen kalıntılarını temizleme; yerine devrimi, halkı, örgütü, sosyalizmi koyma, kişiliğini, yaşamını ve kavgayı her şeyini ona göre şekillendirme mücadelesidir.
Cepheli, ideolojik mücadeleyi;
1- Düzen güçlerine karşı verir. Sınıfsal gerçekleri ters yüz ederek yalanla, devrime, devrimcilere yönelik karalamalarla elindeki tüm araçları, ideolojik kurumlarıyla saldıranlara karşı Cepheli, sosyalizmin yılmaz savunucusudur. Cepheli’nin her sözü yalanları yerle bir eder; keskindir, nettir, gerçekten ve halktan yanadır. Burjuvazi içinse ölümcül bir silahtır. Cepheli, düzenin dört yandan yönelmiş olduğu ideolojik saldırılarına karşı tetikte olmalı, yalan ve karalamalara karşı şiddetle vurmalı, paramparça etmelidir.
2- Sola karşı verir. Sol güçler, devrim mücadelesinde aynı safta savaştığımız örgütlü kesimlerdir. Düşmanınız değildir, rakibimiz de değildir. Ülkemizdeki sol güçler burjuvazinin, küçük burjuvazinin etkisi altındadır. İdeolojik sağlamlılıkları yoktur; kendilerine, halka güvenmezler, bu yüzden de sorunlar yaşarlar. Cepheli’nin amacı devrim için örgütlü, örgütsüz tüm sınıfı bir araya getirmektir. Bunun için halka gerçekleri gösterir, anlatır Cepheli, sola da çarpıklılıklarını gösterir, yanlış-eksik yanlarını gösterir, mücadele içinde devrimci tavır almaları için bıkmadan, usanmadan, sabırla tartışır, eleştirir. Birlik yapması, eleştirmesine engel değildir. Ki Cepheli bilir ki eleştiri, dostlara yönelik bir müdahaledir, düşmana değil. Solun halka, devrimcilere karşı provokasyon zemini hazırlayan, zarar veren pratikleri olduğunda da çeşitli yaptırımlar uygular Cepheli. Sorumsuzluklarının muhasebesini yapmaları için uygulanan yaptırımlar da ideolojik temelde şekillenir. Sol için bu yaptırımlar halka teşhir ve sol, devrimci güçler arasından tecrit edilmesidir.
3- Kendisine karşı verir. Cepheli, devrim mücadelesi içinde yer alsa da bu düzende yetişmiştir ve hala da bu düzenin içindedir. Üstelik burjuvazi halka yönelik ideolojik saldırılarda bulunsa da sol devrimci güçler için ayrıca yoğunlaştırır bu saldırılarını. Dost görünen, sol maske takan döneklerin sözleri, yaşam tarzlarıyla Cepheli’nin beynine sızmaya çalışır. Bazen küçük burjuva gururu, alınganlığı olur, bazen tembellik, gevezelik, disiplinsizlik… Bazen yaptığımız tercihlerde, zevklerimizde gösterir kendini, bazen insan ilişkilerinde, kolektif yaşama karşı sorumsuzluktur. Dört yandan köprüler kurarak düzeni yaşamımıza sızdırmaya çalışır. Bizi, düzene çekme koşulu budur çünkü.
Cepheli burjuvazinin sinsi ve sürekli saldırısı karşısında her anını savaşarak geçirmelidir. Bunun adı eğitimdir. Savaş, eskiyi yıkmak, yeniyi kurmak içindir. Eski olan, çürüyen burjuvazidir, onun düzeni, ideolojisidir. Cepheli, beynine sızmaya çalışan düşmanla savaşmadan, bu savaşı kazanmadan yeniyi kuramaz. Düşmanını görmek için özeleştiri silahını kuşanmalıdır Cepheli. Yaşam içindeki her şeyi eğitiminin, savaşının bir parçası haline getirmelidir. Tercihlerini, nasıl yaşadığını, nasıl okuduğunu, nasıl konuştuğunu, nasıl eylem örgütlediğini… her şeyi sorgulamalıdır. Tüm yaptıklarının nedenlerini ortaya koyabilmelidir.
Cepheli, küçük burjuva zaaflara karşı uyanık olmalı, görmeli; acımasız olmalı, öldürmeli ve yerine devrimci olanı getirmelidir. Savaşarak, kendini yenileyerek güçlendirmeli, bunu süreklileştirmelidir.
Cepheli güçlenmezse Cephe de güçlenemez. Bunun için Cepheli gerçekleri görecek göze, doğruyu yanlışı ayırt edecek beyne ve devrimi, sosyalizmi, halkı savunacak bilgiye, donanıma sahip olmalıdır.
Ki Cepheli bunu elde edecek güce sahiptir
YOLDAŞLARIMIZ KUŞANDIĞIMIZ FEDA YELEĞİMİZDİR
Zorluklarla dolu, engellerle dolu bir mücadele yürütüyoruz. Baskılar, gözaltılar, işkenceler, bedeller ve daha birçok zorluklar yaşıyoruz. Bunlar mücadele içinde var olan gerçekliklerdir. Mücadele etmeyi tercih etmek aldığımız bilinçli bir karardır. Gönüllülük esas olan devrim mücadelesinde bizi güçlü kılan, diri tutan duygularımızdır. Bu duygularımız yoldaşlık ilişkilerimizdeki duygularımız saf, temiz, karşılıksızdır. Bize bunu sağlayan temel kaynağımız ideolojik netlik ve sağlamlığımızdandır. Duygularımız ideolojimizle birleşince doğru düşünür ve duygularımızı örgütleriz… Yoldaşlarımızla aramızda olan bağ bizi mücadeleye bağlayan, engelleri, zorlukları aşma kuvvetini veren duygulardır.
Yoldaşlık en kutsal değerdir. Yoldaşlık ilişkileri çıkarsız, hesapsız, menfaatsizdir. Yoldaşlık ucunda ölüm de olsa aynı yolda yürüyebilmektir.
Yoldaşlık emektir, yoldaşlık sevgidir, saygıdır. Yoldaşlık sahiplenmedir, birbirine sıkı sıkıya kopmaz bağlarla bağlanmaktır. Hissetmektir, değer vermektir. Yoldaş olmak güç olmaktır. Yaşama gücü verir, direnme gücü verir, savaşma gücü verir…
Nedir Bizi Birbirimize Bağlayan?
Biz bir aileyiz. Hem de büyük bir aileyiz. Aynı amaç uğruna yani idealler uğruna dövüşüyoruz. Hedefimiz eşit, sömürüsüz, adil, insanın insanca yaşayabildiği bir yaşamdır. Hedefimiz sosyalizmdir. Sosyalizm hedefimize de savaşarak ulaşacağız. Bu savaşta yoldaşlarımızla birlikte omuz omuza bedeller ödeyerek, zorlukları alt edeceğiz. Bu iddiaya sahip olduğumuz için birbirimize kopmaz bağlarla bağlı olan yoldaşlık gücünün karşısında hiçbir güç duramaz.
Yoldaşlık birbirini büyütmek, geliştirmektir. Karşılık beklemeden birbirine emek veren tek ilişki yoldaşlıktır. Biz yoldaşlarımıza emek veririz. Çünkü verilen emeğin neye hizmet edeceğini, niçin verdiğimizi biliyoruz. Neden emek veririz? Bizim bir amacımız var. Sosyalizmi kurmak istiyoruz. Bunu halk ile birlikte savaşarak yapacağız. Bunun için örgütlülüğü geliştirmek, halkı örgütlemek, savaşı büyütmemiz gerekiyor. Yoldaşımıza verdiğimiz her emek yoldaşımızın gelişmesine, büyümesine neden olacak. Yoldaşlarımızın büyüyüp gelişmesi mücadelenin, örgütlülüğün de gelişmesi demektir. Yoldaşlarımızla bir savaş içerisinde olacak, emek vereceğiz. Bu savaş yoldaşımızın kişiliğine değin yoldaşımızda olan eksik ve zaaflarına karşı bir savaştır. Verdiğimiz bu savaşla yoldaşımızı düzenin kiri pasından arındırmak ve örgütlemektir amacımız.
Her yoldaşımız bizim için çok değerlidir. Biz yoldaşımızı sahipleniriz. Eksiği de, hatası da, olumlusu ve olumsuzluğuyla bizimdir. Her yoldaşımızın sorunu bizim sorunumuzdur. Bizim olacak, görüp kabul edecek ve ilkelerimizle, kurallarımızla, devrimci eğitimle yok edip örgütleyeceğiz. Her yendiğimiz eksiklikte düşmana taktığımız bir çelme, attığımız tokattır.
Yoldaşlık tereddütsüz canını emanet etmektir. Bu yoldaşlık ilişkisinde duyulan güvendir. Çünkü şunu biliriz. Yoldaşımız ne yapacaksa bizim için yapacak. O canını, örgütün olduğunu bildiği için gözü gibi bakar. Yoldaşımızın canı bizimdir. Bizim olan ise örgütündür. Bunun için her şey çok kıymetlidir.
Yoldaş Olmak Birbirimize Yelek Olmaktır
Emperyalizm bizi yok etmek için her yöntemi kullanıyor. Emperyalizmin bu saldırılarını boşa çıkartmak, ona darbeler vurmak mücadeleyi büyütmekten ve yoldaşlık ilişkilerimizi geliştirmekten geçer. Emperyalizm mücadele içinde açık bıraktığımız bir kapıdan içeriye sızmaya çalışır. Bunu yoz kültürüyle, kendi ideolojisiyle yani bize ait olmayan kültürüyle yapar. Buna izin vermemek için birbirimizi koruyacağız. Yoldaşlık birbirinin sırtına geçirilen yelektir. Bu yelek yeri gelir soğuktan, yeri gelir yağmurdan, yeri gelir rüzgârdan, yeri gelir kurşunlardan korur bizi. Koruyup kollayan olur bizi. Biz yelek olacağız. Gün olur yoldaşımız için saatlerce yürürüz, uykusuz kalırız. Gün olur yoldaşımıza yardımcı oluruz. Gün olur yoldaşımız için düşünür, kafa yorarız ve saatlerce bıkıp usanmadan konuşur, anlatır, öğretmeye çalışırız. Her bir yoldaşımızın eksiğini gösterip doğruyu anlatmak, her bir yoldaşımızın ihtiyaçlarına cevap vermek, gidermek sorumluluğunu taşırız. Yoldaşlarımız için her türlü fedakârlığı göze alırız.
Yoldaşlık birbirinin her şeyi olmaktır. Hüznü de, mutluluğu da, umudu da, öfkeyi de yüreğinin derinliklerinde hissetmektir. Birlikte gülebilmektir ağız dolusu… Şehitlerimiz bize yoldaşın en güzelini canlarıyla öğretmişlerdir. Hesap sormaktır, adalet olmaktır yoldaşlık. Erdal Dalgıç, Engin Çeber’in hesabını sormak için işkencecilerden hesap sordu. İbrahim Çuhadar adalete susayan yüreklerde yanan ateşe bir damla su olmak için halk düşmanlarının beyinlerinde patlayarak feda etti kendisini. Rıza komutan çatışmanın ortasında yoldaşını korumak, onun güvenliğini almak için feda etti kendisini. Yoldaşına kalkan oldu. Tıpkı 18’inde Sibel komutan gibi, Muharrem gibi…
Yoldaşlık güçtür, direnme gücü verir. Yoldaşlık eli hep omuzlardadır. Bu el en zor zamanlarda ayağa kalkmamızı sağlar. Bu el bizi kaldırır, yürütür, koşturur ve hedefimize vardırır. Fedalarla, fedakârlıklarla, emekle, sevgiyle, sahiplenmeyle… daha pek çok duygularla doludur yoldaşlık. Birimiz hepimiz için hepimiz birimiz için direnmek, bedelleri göze almaktır. 7 yıl boyunca tecrit zulmüne karşı direnen özgür tutsakları sahiplenmek, sesi olmak… 7 yıl boyunca 4 mevsim, gece gündüz alanlarda olmak haykırmak… Gözaltına alınmak, cop yemek, işkence görmek, tutuklanıp tecrit hücrelerine konulmak… “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” dedik direndik ve Güler Zere yoldaşımızı zulmün elinden çekip aldık.
Yoldaş olmak bir çift göz olmaktır. Yoldaşımızın bir kemiği için ölümü dahi göze alırız. Aradan yıllar geçse de unutmayız, vazgeçmeyiz, hesabını sorarız… ölürüz de yoldaşımızdan vazgeçmeyiz, ölürüz de yoldaşımızı teslim etmeyiz…
Tüm eksik, hata, zaaf, yanlışlarımızın tek bir ilacı vardır. O da sevgi… Sevgimizle yoldaşlarımızı iyileştirerek, emeğimizle güçlendireceğiz, yoldaşlarımızın doktoru olacağız. Her yoldaşımızı sevdiğimizde, her yoldaşımıza emek verdiğimizde, her yoldaşımızı sahiplendiğimizde, her yoldaşımızın eksiğini tamamladığımızda, her yoldaşımızı eğitip geliştirdiğimizde, mücadelede kalıcılaştırdığımızda biz de güçleneceğiz. Her yoldaşımız hedefe koştuğunda, vardığında kazandığı zafer bizim de olacak.
Yoldaşlık bağlarımızı büyütüp geliştirdiğimizde, yoldaşlarımıza yelek olduğumuzda düşmana darbeler vuracağız…
CEPHELİ, DÜŞMANI GÖZBEBEĞİNE KAZIYANDIR
“Nice şehitler verdik, kadını erkeğiyle / Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm uğruna / Gecekonduda,
fabrikada, faşist kuşatmalarda / Destanı yazılıyor kavganın, akan kanlarımızla”
Cepheliler Kızıldere’den bugüne boyun eğmezliği ile uzlaşmazlığın simgesidir. Uzlaşmaz çizgimiz, emperyalizmin ve oligarşinin korkulu rüyası, halkların ise umududur. Kaynağını halk ve vatan sevgisinden alır. Tek bir gün yoktur ki, bir işçi emekçi katledilmesin. Madende, inşaatta, fabrikada, yerde, çukurda, trafik kazalarında, selde, depremde, yağmur çamurda… Her yerde ölür insanlarımız.
Ölüm hep bizi bulur. Oluk oluk akar halkımızın kanı; ölümün bin bir çeşidi hep halkımızı bulur. Yoksulluğun “fıtratına” bağlanır ölümlerimiz. Ve prangalıdır vatanımız. Emperyalizmin yağma ve talanı altındadır. Yozlaştırılma batağına saplanmıştır. Suç ve suçlu bellidir. Cepheliler nezdinde belirsiz hiçbir şey yoktur. Emperyalistler ve işbirlikçileri, onların katiller sürüsü suçludur.
Cepheliler kararlıdır: Ya bağımsız, demokratik, sosyalist bir ülkede yaşatacağız halkımızı, ya öleceğiz. Ya özgür vatan ya ölüm! Bu uğurda hiç tereddüt etmedik, canımızı vermekten. Nice şehitler verdik bu uğurda. “Bir canım var, feda olsun halkıma, vatanıma” diyen İbili’nin, “Düşman, sen alçaksın” diyen Fidan’ın, 28’lerimizin sesi dinmemecesine hala kulaklarımızda. Saldırı sürecinde yaralandığında “Burada sadece şehit düşülür” diyen Seyhan’ın bir avuç kömüre dönen bedenleri göz bebeklerimize sabitlenmiştir.
Delikanlı Hasan Ferit’imizin 15’inde fidan Berkin’imizin gencecik ömürlerinin, katilleri korunan ayaklanma şehitlerimizin hesabını sormak, mahşere kalmayacak. Halkımıza acı çektirenleri, zulüm altında inim inim inletenleri tanıyor, biliyoruz. Halk ve vatan sevgisiyle savaşmanın ustası kahraman şehitlerimizin katillerini tanıyor, biliyoruz. İsim isim biliyoruz, yüzlerini tanıyoruz. Beynimizin her kıvrımına, yüreğimizin her hücresine yerleşti o yüzler, isimler, işledikleri suçlar. Hafızamıza işledik. Gözbebeklerimize kazıdık.
“Savaş bu, ölmek ve öldürmek üzere kuruludur. Kurtuluşa kadar savaş” şiarı böyle der. Olur ya, savaş koşullarında hafızamızı kaybettik. Yapmadı mı düşman? Ölüm orucu direnişçilerimizi öldürmek, olmazsa sakat bırakmak için kaçırıp zorla müdahale işkencesi yapmadı mı? Gaz bombalarını, kafalarımızı hedef alıp atmıyor mu? Copla, silahın dipçiğiyle, tekmeleriyle kafamıza kafamıza vurmuyor mu? Öldürmezse sakat bırakmaya, olmadı hafızamızı çalmaya çalışıyor.
Ve fakat devrimciyiz biz. Cepheliyiz.
Devrimciliğimiz: ideolojimizdir!
Devrimciliğimiz: haklılığımızdır!
Devrimciliğimiz: inancımızdır!
Devrimciliğimiz: bağlılığımızdır!
Devrimciliğimiz: kinimizdir!
Devrimciliğimiz: hesap sorma bilincimizdir!
Devrimciliğimiz: halk ve vatan sevgisiyle, yoldaş bağlılığıyla yoğrulmuştur.
Devrimciliğimiz: kimliğimizdir!
Devrimciliğimiz: var olma sebebimizdir.
Cepheli’nin inancı, bilinci, sınıf kini bu güçtedir. Devrimciliği ele alışı böyledir. Bu gücü Cepheli’nin kimliği yaratır büyütür.
Cepheli; halkının, vatanın değerlerini yüreğine işler.
Cepheli; vatanı satan, halkları bu zulüm düzeninde vahşice sömüren, halklarını ve yoldaşlarını katleden düşmanı ise bilincine ve gözbebeklerine kazır.
CEPHELİ AİLESİ İÇİN DEVRİMİ, DEVRİM İÇİN AİLESİNİ ÖRGÜTLEYENDİR!
Her yerde kitleleri kazanmak, Cepheliler’in en temel görevidir. En yakından başlayarak kitleleri eğitmek, dönüştürmek, örgütlemek için çalışır Cepheli. Ailesi onun en yakınıdır. Halkın bir parçasıdır. Kitleleri kazanma mücadelesinin dışında tutmaz ailesini.
Düzen, ailenin yakınlığını kullanır. Mücadeleye ilk adım atıldığı andan başlayarak aileyi yalan yanlış bilgilerle kandırarak, taciz edip korkutarak çocuğunun, eşinin, kardeşinin… mücadele etmesinin önüne geçmek için kullanır. Bu haliyle aile, bir düzen kurumuyken; Cepheli, emeğiyle aileyi devrimin mevzisi haline getirebilir. Herkes ailesini, ailesini oluşturan fertleri çok iyi tanır. Aynı acıları yaşamış, aynı hasretlikleri çekmiş, aynı yoksulluklara göğüs germiştir. Aynı şeye üzülmüş, aynı şeye sevinmiştir. Ailenin düzenle olan çelişkilerini, düzene olan öfkelerini o ailenin fertlerinden daha iyi kimse bilmez, bilemez. Arada doğal bir bağ, doğal bir sevgi vardır. Vefa, fedakârlık, sahiplenme vardır. Tüm bunlar doğru işlendiğinde Cepheli için ailesini kazanmak mesele olmaktan çıkacaktır.
Cepheli’nin ailesini kazanma mücadelesi planlı, programlı, sistemli olmalıdır. Bir insanı eğitip örgütlerken, bir alanda, birimde çalışma başlatıp geliştirirken gerekli olan ciddiyet, aile söz konusu olduğunda da tartışmasız gereklidir. Cepheli, ailesini kazanmayı bilinmez bir zamana erteleyemez. Bu, kendiliğindenciliğe teslim olmaktır. Ancak hayat boşluk tanımaz ve karşı devrim örgütlü gücüyle, yılların deneyimiyle aileyi boş bırakmaz…
Devrimcilik yaptığını uzun bir süre ailesinden gizleyen arkadaşlarımız olabilmektedir. Bu bakış açısında devrimciliğin meşruluğunu kavrayışta bir sorun vardır. Cepheli ilk andan itibaren devrimciliğinin meşruluğunu ailesine karşı da savunabilmelidir. Açık olmak önemlidir. Kararlı olmak da önemlidir. Çünkü aile önce kararlılığı sınayacaktır. Cepheli ailesini çok iyi tanıyor olabilir. Ama şu unutulmamalıdır ki ailesi de onu iyi tanıyordur. Bu nedenle, aile, zayıf yanlarını bildiği için buralardan yüklenecektir. Bu noktada Cepheli’nin devrimcilikte kararlılığını göstermesi, net bir duruş sergilemesi aileyi kazanmada kilit önemdedir. Aile sert çıkabilir, rest çekebilir ama kararlılığı gördükten sonra ısrar etmekten vazgeçecektir. İşte o noktadan sonra ailenin kazanılması süreci de hızlanacaktır. Düşülen bir hata da kararlılık adına düşülen sekterliktir. Yersiz çıkışlar, restleşmeler, gerekmeksizin aileyle bağların koparılması özünde kararlılık göstergesi değildir. Bu, kendine güvensizliktir.
Cepheli büyük düşünür. Kendine güvenir ve kavrayıcı davranır. Bağları koparması gereken yerin, ailesinin onu düzene çekmeye başladığı yer olduğunu bilir. O noktadan bağlarını koparmaya kararlı olduğunu aileye gösterir. Ancak bağları koparmak yapılacak en son iştir. Cepheli sonuna kadar ailesine emek harcar. Kazanmaya çabalar. Kestirmeci, kaba davranmaz kolayına kaçmaz.
Cepheli, devrimci yaşamı boyunca ailesinin güvenini kazanmalıdır. Aileleri kazanmanın önemli bir ayağı da budur. Oturup kalkmasında, konuşmasında, ilişkilerinde, yaşama bakışında, sahiplenmesinde, sorumluluk duygusunda değişimi gören ailenin şüpheleri yerini güvene bırakır. Cepheli devrimciliğin güzelliğini yaşamıyla ailesine göstererek onu ikna etmelidir. Ailesinden kazandığı değerleri, olumlu yanları devrimcileştirerek büyüttüğünü daha da ileri taşıdığını göstermelidir.
Devrimci olmanın getirdiği olgunluğu, sorun çözücülüğü ailesine gösterebilmelidir Cepheli. Ailelere sınır koymamak gerekir. Henüz onların düşünmediği, kendilerine koymadıkları sınırları “yapamazlar, kabul etmezler” diye önlerine engel koymak ailenin mücadeleye katılımını belirsiz bir zamana ertelemektir. Ya da “ben yapıyorum eşim geri dursun”, “biz yapıyoruz oğlumuz uzak dursun” demek, Cepheli iddiasıyla gelişen yaklaşımlar değildir.
Cepheli, ailesini de savaşa göre yeniden örgütler; ne korumacı yaklaşır ne de onlara sınır koyar. Israrla, emek harcayarak, eğitimle dönüştürerek, basitten karmaşığa görevler vererek, denetleyerek, isteklendirerek ailesini kazanmayı başarır. Sonuç alır. Süreç Cepheli’nin elini güçlendiriyor, aileler düzen içi hayaller kuramaz hale gelmiştir. Sömürü ve zulüm pervasızlaşmışken, devrimciliğin meşruluğu geniş kesimlerce tanınırken, devrim mücadelesinin sosyal tabanı hızla genişlerken, kitleler düzenden hızla koparken Cepheli için ailesini örgütleyememek söz konusu olmamalıdır.
Cepheli her konuda olduğu gibi ailesini kazanma konusunda da ısrarcı davranmalı, doğru yöntemleri bularak sonuç almalı ailesini örgütlülüğün bir parçası yapmayı başarmalıdır.
CEPHELİ’NİN TEK KISTASI DEVRİM’İN ÇIKARIDIR!
Cepheli kimdir? Cepheli inançlı, kararlı, emekçi, fedakâr, kendini sürekli yenileyen, öğrenen, öğreten, küçük büyük iş ayrımı yapmayan, hayalleri büyük, iddiası büyük olandır. Özünde düzenin çizdiği sınırları parçalayan, iktidarı alma iddiasını sürekli büyüten halkın umudu olmayı kendine hedef koyan halk ve vatan sevgisiyle dolu olandır. Bunlar Cepheli’yi Cepheli yapan özelliklerdir. Bir de Cepheli’de olmaması gereken özellikler vardır. Olmaması gerekenlerin farkında olarak veya olmayarak taşırız. Masumlaştırmak için de bunlara hassasiyetlerimiz deriz. Bu hassasiyetleri meşru görüp kabul ettirmeye (dayatmaya) çalışırız. Bu hassasiyetlerimiz düzenden getirdiğimiz Cepheli’ye devrime ait olmayan alışkanlıklardır. Devrime ait olmayan özellikler, alışkanlıklar ise bize yük olan, bizi ağırlaştıran, gerileten yanlarımızdır. Çoğu zaman farkında bile olmayız. Onlarla barışık yaşarız. Dışarıdan görülüp bize gösterildiğinde ise tepkiselleşiriz. Kabul etmeyiz. Bunlarda ne var deriz. Oysa onlar en büyük ayak bağımız, en büyük düşmanımızdır.
Nedir bunlar? Örneğin yemek seçme, iş beğenmeme, tek başına iş yapma, tasını – tarağını kullandırtmama, etek giymemek, kalabalığa gelmemek, sese tahammül edememek, uykusuz kalamamak, alınganlıklarımız, abartılı temizlik hassasiyetimiz, adam beğenmeme, iş beğenmeme, yer beğenmeme, sinirlilik, duygusallık gibi daha birçok örnekle çoğaltabileceğimiz, meşrulaştırdığımız ‘hassasiyet’lerimiz.
Hassasiyetlerimiz diyerek masumlaştırdığımız aslında statükolarımızdır. Statükoların olduğu yerde biz yoktur, ben vardır. Statükolarımız bencilliklerimizdir. Hassasiyetlerimiz diye koruduğumuz düzen yanlarımızdır. Bunların hepsi küçük burjuvaziye aittir. Oysa biz devrimciyiz. “Bu ülkenin geleceği devrimcilerin omuzlarında yükselecektir” diyor Dayı. Cepheli’nin omuzlarında bu ülkenin geleceği var. Hassasiyetlerimizi koruduğumuz yerde bu sorumluluğu unuturuz. Birçok statükomuzu içinde bulunduğumuz koşullarda sonradan da geliştirebiliyoruz. “Koşullar” dediğimiz aslında rahatlıklardır. Statükolar rahatın olduğu yerde gelişir. Faşizmi, düşmanı unuttuğumuz yerde ortaya çıkar. Statükoların beslendiği yerde emek yoktur. Devrimci düşünce yoktur. Statükoları yaşamak iddialarını, hedeflerini, düşmanı unutmak demektir.
Oysa Cepheli’nin bir hassasiyeti vardır elbette. O hassasiyet devrimdir. Halkımızın kurtuluşu, vatanımızın bağımsızlığıdır. Bunun için tek derdi halkı örgütlemektir. Gitmedik insan, çalmadık kapı bırakmaz, milislerden ordu kurar bu hassasiyetle.
Sonuç olarak Cepheli, “hassasiyetlerim” diyerek statükolarını meşrulaştırmamalı. Statükolar küçük burjuva yanımızdır. Cepheli devrim inancından, ideolojisinden ve şehitlerinden aldığı güçle bu ‘hassasiyet’leriyle savaşandır. İki tarafı keskin kılıçla kesip atandır. Bu bilinçle sınıf kinini bileyleyendir. Cepheli bilir ki, bu ‘hassasiyet’ler Berkin’in, Ferit’in katillerinden sorulacak hesabı engeller. Cepheli bilir ki, bu hassasiyetler omuzlarımızda yükselecek devrim mücadelesini engeller. Ve Cepheli bilir ki, Cepheli’nin tek hassasiyeti devrimdir. Koruyup kollayacağı, uğruna canını vereceği yüce davası devrimin çıkarlarıdır.
Devrimin çıkarlarına ters düşen her şey Cepheli’nin düşmanıdır. Bu bilinçle ayak bağımız olan bizi zayıflatan ‘hassasiyet’lerimizle savaşacak daha güçlü adımlar atacağız.
Cepheli bunu başarma cüretine sahip olandır.
CEPHELİ KENDİSİNE GÜVENİR ÇEVRESİNE GÜVEN VERİR!
Cepheli için hedefi sürecin ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak ve savaşı büyütmektir. Yapamam, edemem demez o. Kendine güvenir, yapmak için başarmak için diye atılır. Cephelinin güveni somuttur. Doğuştan gelen bir yetenek değildir. Öğrenilen, geliştirilen, ilerletilen bir özelliktir. Güveninin temelinde inancı vardır. İnanç, Dayı’nın deyişiyle, “bilgi ve gerçeğin birleştiği bir duygu yoğunluğudur.” Gerçekliği kavrar, gerçeklikleri görür ve nerede boşluk varsa orayı doldurmak için bilgisini artırır, yeteneklerini geliştirir.
Cepheli bugünün Türkiye’sinde hayata geçirdiği politika ve taktiklerle sahip olduğu ideolojisiyle, parçası olduğu stratejik hatla büyük gelişmeleri yaratabilecek yegane güç olduğunun farkındadır. Bunun sonucu olarak onun kendine olan güveni politik, ideolojik bir güvendir. Sarsılmaz, sağa sola sapmaz, sapasağlam bir güven.” O halka baktığında geleceği görür, devrimi gözünde somutlar. Mao’nun deyişiyle “başkalarının zayıflık, cehalet ve kölelikten başka bir şey görmediği yerlerde umudu sevinci ve güçlülüğü görmesini bilendir” O. Emeğine güvenir. Emek verip çaba sarf ettiğinde ısrarcı olduğunda mutlaka sonuç alacağını bilir. Bitirdiği işlerden aldığı olumlu sonuçlardan öğrenir, onlardan motive olur. Başarılarını da, hatalarını da daha büyük işlerin basamağı haline getirir. Pratiğini değerlendirir, sonuçlar çıkarır, kendini geliştirir.
Cepheli küçük iş büyük iş ayrımı yapmaksızın her göreve aynı ciddiyetle hazırlanır. Boşluk bırakmaz, yanıtsız soru bırakmaz. Tesadüflere, ihtimallere fırsat vermez. Her anı örgütler, iradi davranır. Onun kendine olan güveni işi ele alıştaki ciddiyetten ve buna uygun olarak hazırlıklarının ayrıntılılığından beslenir. İyi hazırlık başarıyı getirir. Başarı kendine güveni büyütür. Cephelinin yaşamında şans yoktur, hazırlık vardır, düşünmek vardır, planlamak vardır, sonuç almak vardır. Cepheli için aldığı görevleri sonuçlandırması, onun en belirleyici özelliklerindendir. Kendisi için “bu işi ele aldıysa mutlaka başarır” dedirtendir Cepheli. Onun olduğu yerde güven dalga dalga yayılır, belirsizlikler yok olur, şüphe dağılır, kaygı korku kalmaz. Sözüne güvenilen, danışılan, yaslanılan kişidir Cepheli.
Etrafındaki insanların sorumluluğunu duyar, onların öncüsü olduğu bilinciyle hareket eder, pratiğiyle, davranışlarıyla o insanları değiştirip, dönüştürdüğünü bilir, örnek olur. Alişanlar’a “gözüm arkada değil, gönlüm rahat” dedirten bu güvendir. O düşman karşısında geri adım atmaz. Baskıdan, işkenceden, tehditten yılmaz, bedel ödemekten korkmaz. Moral bozukluğunu yaşamaz. Olmazlara olanaksızlıklara teslim olmaz. En büyük imkânsızlıklar içinde dahi yoktan var eder, savaşın ihtiyaçlarını karşılamayı bilir. Onun yaratıcılığı, ısrarı, zorluklar karşısında güçlü oluşu, durmaksızın çalışıp didinmesi, emekçiliği zamanla büyük bir saygınlığa dönüşür. Cepheli emeğiyle, inancıyla kitlelerin güvenini kazanır. Böylece onları devrim için seferber edecek kapıları da açmış olur.
Cepheli yarım iş bırakmaz. O başlar ve bitirir. Programlıdır, hedefli çalışır. Hiçbir süreci kendiliğindenciliğe bırakmaz. Böylece pratik yoğunlaştıkça yeni yeni görevlere talip olmayı bilir. Cepheli “en zor iş hangisiyse onu istiyorum” iddiasını yaşamında somutlar. Yaşamını buna göre örgütler. Gerilla ciddiyetiyle kendini eğitir, dönüştürür. Büyük görevlere hazırdır, hazır olduğunu hareketine yaşamıyla gösterir. Cepheli kendine güvenini abartmaz. İhtiyatlı ve iradi olurken eksiklikleri ve hatalarıyla karşılaşınca kendine güvenini kaybetmez. Aşmak, düzeltmek iddiasında olur. Hatalarını gizlemez. Üzerini örtmeye çalışmaz. Bu konuda da kendine güvenli davranır. Hareketine karşı her zaman açıktır ve samimidir.
Cepheli büyük iddiaların insanıdır. Bağımsız, demokratik, sosyalist bir ülke yaratmanın sıra neferidir. Dünyası büyüktür, iddiası büyüktür ve fakat hedefte devrimi görür. Kendine olan güveni devrim ve iktidar iddiasından beslenir. Cepheli her işinde isteyen ve başarandır.
CEPHELİ EMEĞİN EN YÜCE DEĞER OLDUĞUNU BİLİR
“Benim dünyam emektir hele nenni nenni dost nenni
Kuran da kurtaran da insanoğlu insandır.
Benim kabem emektir. Hele nenni
nenni dost nenni, kuran da kurtaran da emekçi insanlardır” diye devam eder Ruhi Su’nun söylediği, insana ve emeğin dönüştürücü gücüne yaptığı bu güzelleme türküsünde…
Yeni bir dünya, yeni bir hayat kuracağız diyoruz. Peki, yeni bir dünyayı, yeni bir hayatı nasıl kuracağız?
Cepheli; yenidünyanın, yeni hayatın emekle inşa edileceğinin bilincinde olandır.
Cepheli örgütlenmiş emekle, zulmün, sömürünün olmadığı, halkımızın açlıktan soğuktan ölmediği Tam Bağımsız Türkiye inşası yolunda ilerlerken, o yolun taşlarını büyük bir emekle-özveriyle döşer! Ve emek olmadan hiçbir şeyin olmayacağını bilir Cepheli!
Devrim mücadelesi, devrimcilik bize yeni bir kimlik sunuyor. Gerçek anlamıyla bunu emek vererek sağlam temellere oturtmadığımızda, hayatın zorluklarıyla gırtlak gırtlağa bir mücadele vermeyi öğrenmediğimizde, işin kolayına kaçmış oluruz. Cepheli hiçbir zaman işin kolayına kaçan olmamıştır, olmamalıdır. Zira devrimci mücadele zorluklarla doludur.
Kızıldere’den günümüze onlarca ateş çemberinden geçilmiş, ilkler yaratan bir mücadele tarihimiz olmuştur. Yenilgiden zaferler yaratan çok zengin bir tarihimiz vardır. Tüm dünyanın nedamet getirdiği, emperyalizme biat edip, devrime, sosyalizme sırtlarını döndüğü, düşmanına “barış” adına el uzattığı, halkların kurtuluşunun emperyalizme bırakıldığı bir zamanı yaşıyoruz.
İşte bu zorlu dönemde Cepheli tarihinden, şehitlerinden, devrime olan sonsuz inancından almış olduğu güçle yoluna devam edendir. Cepheli bilir ki, emek olmadan hiçbir şey olmaz. Nasıl ki, bir lokma ekmeği yiyebilmek için dahi emek vermek gerekiyorsa, devrimi örgütlemekte emekle olacaktır. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Cepheli örgütleyeceği milyonları büyük bir sabırla, emeğin yaratıcılığıyla örgütlenmesi gerektiğini bilen, bu perspektifle hareket edendir.
Cepheli devrimciliği tüketen, bitiren yaratıcılığın önünü kesen kısır “küçük dünyaları”, devrimci eğitimle kendine ve yoldaşlarına emek vererek, irade ve cüretle yıkandır. Emek olmazsa bir şey yaratmak, üretmek; elde etmek mümkün değildir. Emek zorunludur ve değerlidir.
İlkel toplumdan bu yana insanın gelişimini, hayatı ve mücadeleyi belirleyen en temel gerçektir emek.
Cepheli emeğin örgütlenmesi için disiplin, plan-program olması gerektiğini bilendir. O büyük emek; plan ve programlı çalışmanın sonucudur ki, 500 binleri, 1 milyonları alanlara çıkartabilmiştir. O büyük emek, örgütlenmiş emek sonucudur ki düşmanın elinden yoldaşımız alınmıştır.
O büyük örgütlenmiş emekle düşmanın kaleleri vurulmuştur. Bu yüzdendir ki, emek vereceğiz! Emek vermekle yetinmeyip verdiğimiz emeği örgütlü hale getirmeliyiz.
Emek en başta Cepheli’nin kendine duyduğu saygıdır. Emek, onurdur. Emek en büyük değerdir. Cepheli emeği en yüce değer bilip devrim mücadelesini, vatanın kurtuluşu için emek vermekten kaçmayacaktır. Cepheli tüm bunları bilen, bu bilinçle mücadelesini sürdürendir. Onun için beynimizi silahlandırmak, sürekli ateş altında tutmak, emekle, emeği büyütmekle olacaktır.
Emek olmazsa olmazdır. Cepheli böyle bilir, böyle büyütür devrim ateşini.
CEPHELİ KAR KIŞ DEMEDEN HALKIMIZA UMUDU TAŞIR
Halkın yoksulluğu, adaletsizlikler, eşitsizlik büyüdükçe ve bununla beraber biz daha çok insana ulaştıkça ezen ile ezilen arasındaki savaş da daha çok büyüyor, şiddetleniyor. Bu yüzden Dayı’nın bize gösterdiği gibi halkı savaştırmak, savaşı halklaştırmak, kitlelerin söz, karar, yetki haklarını kullanacakları kendi öz örgütlenmelerini yaratmak da bizim elimizde. Biz her koşulda halka gitmekte ısrar ettiğimiz sürece savaş da bizim omuzlarımızda daha çok büyüyecek, dört bir yana ulaşacaktı. Savaşı büyütmenin, halkın her geçen gün daha fazla örgütlü hale gelmesinin başka bir yolu yok çünkü.
Mahir’ in de belirttiği gibi engebeli, dolambaçlı, sarp; kısacası zorluklarla dolu bir yol devrim yolu. İç ve dış düşmanımız gibi bazen de doğa engel olarak çıkar karşımıza. Hiç kuşkusuz ki, sağanak yağmurda basın açıklaması yapmak, gecekondu mahallelerinin balçık çamur sokaklarında dergi dağıtmak, karda kışta inşaatlarda gecelemek, diz boyu karda dağlarda şahan olmak ve daha nice zorluklar, engeller çıkartabilir doğa.
Bütün bunlara neden katlandığımızı düşünürüz bazen zorlandığımız anlarda yahut yağmurda, karda biz eylem yaparken polislerin “zora” dayanamayıp arabalarının içinde beklediklerini, “bitirin de gidelim” dediklerini görmüş duymuşuzdur. Nedir peki bir Cepheli’ye bu gücü veren?
Hiç şüphesiz ki milyonlarca neden sayabiliriz. En başta da halk ve vatan sevgimizi tabiki! Çünkü milyonlar bizim onlara hakikati ulaştırmamızı bekliyor, milyonlar çaresiz olmadıklarını, umudu kurtuluşun yolunu onlara göstermemizi bekliyor. Bu yüzden zor koşullarda bin bir güçlüğe rağmen halka ulaşmakla umudun sesini Edirne’den Kars’a, Ordu’dan Hakkâri’ye vatanımızın dört bir yanına ulaştırmakta ısrar ettiğimizde halkımızın da gözlerinin içi güler, bağrına basar evlatlarını! Karda kışta bir tek aracın bile gitmediği yerlere gitmek bir anlamda karanlığın ortasındaki ışık olmaktır halkımıza. Koşullar hiçbir zaman istediğimiz, umduğumuz gibi olmaz, olmayacak da. Fakat nasıl ki iç ve dış düşmana, olanaksızlıklara, düşmanın zoruna boyun eğmiyor, aşmanın yollarını arıyorsak, kar kış da bizi durdurmamalı aşmanın, dayanmanın yollarını bulmalıyız.
Doğa koşulları önümüze engel olarak çıktığında mücadeleyi tatil etmeyeceğimize ya da mevsimleri değiştiremeyeceğimize göre zorluklara göğüs germeyi, fiziken de, ruhen de dayanıklı olmayı başarmalı, umudun sesini daha çok insana ulaştırmak için her şeyimizi seferber etmeliyiz.
Her Cepheli gözünün önüne karda kışta sokakta yaşamak zorunda bırakılanları getirmelidir. Unutmayalım; sevgimiz ve kinimiz savaşma, zorluklara dayanma gücümüzdür.
44 yıldır iç ve dış düşmanlarımız nasıl ki umudun bugünlere ulaşmasına engel olamadı, kar kış, doğa güçlükleri de Cepheli’nin umudun adını vatanımızın dört bir yanına ulaştırmasına engel olamaz!
DEVRİMCİ UYANIKLIK DEVRİME KİLİTLENMEKTİR
Bu bir savaş… Halkımızın yaşadığı acılara, açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe son vermek için; emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi ve kapitalizme karşı sosyalizm için savaşıyoruz. Bir savaşın içerisindeyiz ve düşmanımız yüzlerce yıllık yönetme, iktidar olma deneyimiyle; her zaman yüksek bir sınıf bilinciyle hareket ediyor.
Savaş demek, savaşan düşman tarafların varlığı demektir. Savaşan düşman güçlerden biri diğerini yok etmek zorundadır. Düşmanımız emperyalizm ve oligarşi bu bilinçle daima saldırıyor ve saldıracaktır.
Cepheliler olarak biz de daima bu saldırganlığın karşısında barikat olmak ve bununla da yetinmeden, düşmanı geriletecek, onu savunma pozisyonuna hapsedecek bir atılganlık içinde olmalıyız. Bugün, savaş ancak bu şekilde sürdürülebilir ve geliştirilebilir. Bunu başarabilmek için yapmamız gerekenlerden biri de; devrimci uyanıklığımızı güçlendirmeliyiz. Yürüttüğümüz her faaliyette, aldığımız her görevde, sürdürdüğümüz ilişkide, yaşamın içerisinde, eylemde devrimi, devrimciliği büyüterek zaferler kazanmak istiyorsak, dikkatli ve uyanık olmak zorundayız.
1- Düşmanın her türden fiziki saldırı ve sızmasına karşı…
2- Düşmanın her türden ideolojik saldırı ve sızmasına karşı, dikkatli ve uyanık olmanın temelinde, “düşman ve biz” gerçeğinden bir an için bile olsa uzaklaşmamak vardır. Düşman ne yapıyorsa bizi yok etmek için yapıyor. Düşman ve biz gerçekliği, daima hissetmemiz gereken, daima en yüksekte tutmamız gereken savaş gerçekliğinin özüdür.
Nasıl uyanık olacağız? Bize bunu savaş dayatıyor ama nasıl başaracağız?
Dayı’mıza kulak verelim; “…Düşman ve biz konusunda ideolojik olarak net olursak, bu gerçekleri çok iyi kavrar sınıf mücadelesindeki uyanıklığımızı diri tutarız. Aksi halde tuzaklar bizi bekliyor” İdeolojik netlik… Marksist-Leninist ideolojimizle donanacak, bütünleşeceğiz. Devrim ve iktidar hedefiyle yaşayacak, savaşacağız. Her ne yaşıyorsak devrim için, Cephe’nin devrimci ilke ve talimatlarıyla yapmaktan, devrimci ahlak ve kültürün gereğince yapmaktan, böyle yaşamaktan şaşmayacağız. İdeolojik netlik budur. “Şeytan ayrıntıda gizlidir”. Devrimci uyanıklık, daima dinamik ve doğru düşünerek ayrıntıların üzerinden atlamamaktır. Ayrıntılara, çevreye, hayatın olağan akışına, halkın yaşamına ve düşmanın hareket tarzına dikkat etmek, vakıf olmaktır. Ne diyor yılbaşı mesajında hareketimiz; “Beyin çok kısa anlarda bile birçok şey düşünebilir. Bunlar devrime ait düşünceler değilse düzene aittir.” Her an devrimi, devrimin ihtiyaçlarını düşünmek genelde buna, özelde bunun somut karşılığı olan işlerine, o anki görevinde bütünüyle yoğunlaşmak demektir.
BİZ’i BİZ yapan ve bu tarihi yaratmamızı sağlayan en temel doğrularımızdan biridir. İSTEMEK YAPMAKTIR…
Savaşı büyütmek, bunun için örgütlülüğümüzü genişletmek, düşmana güçlü darbeler vurmak istiyoruz.
Cepheli bu istekle dolu bir yürek ve beyin taşıyandır. Uyanıklığımızı da bu şekilde diri tutabiliriz. Çünkü “bir insan inatla istediği anlarda ki kadar uyanık olamaz, capcanlı olamaz hiçbir zaman isteyip hayal kurduğu anlardaki kadar” (Fırtına Çocukları)
Biz, istiyoruz ve yapacağız. Daima kıpır kıpır, devrimci ideolojiyle silahlanmış, devrimin sorun ve ihtiyaçlarına, hedeflerimize yoğunlaşmış beyinlerimizi burjuva ideolojisinin ve onun her türden şekillenişinin sızmalarına karşı açılmaz kalelere dönüştüreceğiz. Bu aynı zamanda fiziki saldırı ve sızmalarına; bizi yavaşlatacak, mücadeleyi istikrar kazanmış bir büyüme ile geliştirmemizi engelleyecek darbelere de güçlü bir şekilde karşı koymak demektir.
Düşmandan gelen her şeye karşı uyanık olan Cepheli, uyuyanları ve uyuşukları da kendisi gibi dinamik ve zinde kılmak, devrimci uyanıklığı yaymakla yükümlüdür. Örnek olmak yetmez, Cepheli yarattığı örnekle beraber uyuyana uyuşuklara düşmandan önce müdahale edecektir. Çünkü düşmanın müdahalesi darbedir ve de ölümcüldür. Cephelinin fırtına gibi estiği yerde; ilke, kural ve disiplinle, devrimci coşkuyla mevziye dönüştürdüğü yerde kimse uyuyamaz, uyuşukluğa kapılamaz.
Sonuç olarak; “su uyur düşman uyumaz” diyor halkımız. Düşmanın uyumadığı yerde Cepheli hiç uyumaz! İdeolojik, politik, ahlaki, moral ve askeri savaş… bütün alanlarda devrimci uyanıklık yenilmezliğimizin ve zaferimizin teminatı olacaktır. “düşman ve biz” varız bu meydanda.
Ve düşman değil BİZ KAZANACAĞIZ!
ALÇAK BİR DÜŞMANLA SAVAŞIYORUZ SAVAŞ GERÇEĞİNE GÖRE DONANMALIYIZ!
Faşizme karşı açıkça savaşan, savaşı büyütmekten bahseden bir biz varız. Düşman da boş durmuyor. Bugün herkese saldırısını bizim üstümüzden sürdürüyor.
HDP binalarını kontra yöntemlerle bombalayıp Cephe’nin üstüne atıyor. Bu yalana “kargalar bile güler”, ama faşizm de bu değil mi zaten?
Hitler’in Propaganda Bakanı Paul Joseph Goebbels, “Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır” diyor.
Faşizm bir yalanın ne kadar inandırıcı olduğuna bakmıyor, “Bir yalanı yeteri kadar sıklıkla tekrarlarsan, halk eninde sonunda ona inanır” diyor.
AKP’nin bu yalanına kimse inanmadı; fakat alçakça yalan ve iftiralara hiç durmaksızın devam ediyorlar. Çünkü yine efendileri Hitler’den öğrendiklerine göre faşist propagandanın özü “Hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını asla kabul etme”mektir…
Cepheliler; böyle bir düşmanla savaşıyoruz… Bir taraftan fiziki saldırılar, diğer taraftan yalan, dolan, iftira…
Biz dosdoğru olmalıyız; Yunus’un “erenler dergahı”na 40 yıl taşıdığı odunlar gibi… Faşizmin, pislikleri, çamurlarnı, yalan ve iftiraları bize bulaşmasın… Faşizmin fiziki saldırıları bize sökmez…
Çağlayan’da Halkın Adaletini gölgelemek için saldırılar kesintisiz sürüyor…
Afiş, ozalit yapan insanlarımızı gözaltına alıyor, tutukluyor.
Giresun’a şehidimizin cenazesine giden insanlarımıza azgınca saldırıyorlar, 53’ünü gözaltına alınıyor. Faşist bir güruhu linç için örgütlüyorlar.
İfade vermeye giden insanlarımızı tutukluyorlar.
Adliye’de çalışan insanlarımızın evlerini gecenin bir yarısı basıyorlar.
“Biz de sizi seviyoruz” diyen herkesi cezalandırıyorlar. Öğretmene soruşturma, öğrenciye uzaklaştırma… 2 insanımızı gözaltına alıyor. Finin önceden kesilmiş cezası olması nedeniyle tutukluyor. Diğerini de bulmuşken tutuklayıveriyor. Peşinden yalan bombardımanına tutuyor. Diğerlerini saymakla bitiremeyiz.
Çağlayan eyleminin cüreti ve halk kitlelerindeki meşruluğu, şehit düşen yoldaşlarımızın eylemin meşruluğunu daha şehit düşmemişken halka taşıma becerileri, 1 Nisan’daki düşmanı şaşkına çeviren Vatan baskını… Düşman neye uğradığını şaşırdı.
Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi’nin düşmanın Adalet Saray’larını sarsan eylem ile ilgili yayınladığı 444 numaralı açıklamada “Dolma- bahçe Sarayı’nın kapısına dayanıp, Berkin’in katillerini yargılamazsanız ‘saraylarınızı yıkacağız’ demedik mi? Patlamadı diye, bombaların patlamamasından medet ummuştunuz” deniyor.
Patlamayan bombaların propagandasını yaptılar, yüreklerini onunla soğutmaya çalıştılar…
30 Ocak’ta Elif Sultan Kalsen Taksim Meydanı’nda İstanbul Polisi’nin “siyasi olarak öldüğünü” ilan etti.
Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi’nin “Meydanlardan Saraylara Her Yerde Karşınızda Bizi Bulacaksınız” başlıklı 441 numaralı açıklamasında “Ölümü göze almış bir savaşçının karşısında yerinizden bile kıpırdayamazsınız. Silahlarınız, teknik araç gereçleriniz, sonuna kadar boşaltılmış şarjörlerin karşısında boşa çıkmıştır. Fedayı göze almış savaşçılarımız karşısında çaresizsiniz. Üzerinize doğrulttuğumuz silahlar “eski” “müzelik” vb. demagojisi de sizi kurtaramaz. İlk eylemde silah eskiydi dediniz… Şimdi takır takır saydırdı işte mermileri… Silah bozuk falan da değildi. Öylesine acınacak durumdasınız ki bir silahın modelinin eski olmasından dahi medet umuyor; kendi sinmiş ve çaresiz halinizi bununla kapatmaya çalışıyorsunuz. Feda ve cüret en büyük iki silahımızdır”
Evet en büyük silah insandır. Bunu son eylemlere bakan herkes görebilir. Kararlılık, cüret ve feda… Düşmanın en büyük korkusu…
Yoldaşlarımız ellerini kollarını sallaya sallaya Ankara’nın göbeğinde Emniyet Genel Müdürlüğü’nü bu feda ruhuyla vurdular. AKP Genel Merkezi’ni, Adalet Bakanlığı’nı bu cüret ve feda ruhuyla vurdular.
Taksim’de yerde yatan siyasi ölüyü Elif Sultan Kalsen, Vatan’ın önünde bu cüret ve feda ruhuyla öldürdü.
Bahtiyar ve Şafak, ellerini kollarını sallayarak zulmün sarayına bu cüret ve feda ruhuyla girdiler.
Bu kararlılık, cüret ve fedayla örgütlenen insanın zaferidir. Size daha nice kadrolarınızı harcatacağız. Herkes görecek. Evet bu devlet katilleri itiraf etmemek için 14 yıllık Cumhuriyet Savcısını harcadı. Tek nedeni eğer katiller itiraf edilirse bu ülkede katillerin devlet eliyle nasıl korunduğu ortaya çıkacaktı. Çünkü suçluların ucu Ak Saray’a kadar uzanmaktadır.
Faşizmin adaleti ayaklar altında sürünüyor; geçerli olan tek adalet HALKIN ADALETİDİR! Berkin’in katilleri 700 günü aştı ve hala AKP tarafından korunmaya devam ediyor.
Her geçen gün halkın adaleti daha da önem kazanıyor. Çünkü faşizmin adaleti hırsızları, katilleri, tecavüzcüleri korumaya devam ediyor…
Adalet bugün Soma’da kocaları, evlatları ölen anaların eşlerin ağızlarından dökülüyor. “432 çocuk baba diye kara toprağa sarılıyor. Adalet istiyoruz” Bayram Erol’un eşi Selda Erol diyor bu sözleri.
Katillerin getirilmediği ilk duruş – maya Manisa, İzmir, Çanakkale, Balıkesir ve birçok çevre il ve ilçelerden bin polis getiriliyor. Ailelerin üstleri didik didik aranıyor. “Bize bu acıyı yaşatanlar burada yok. Acımız hala taze. Bu faciaya sebep olanlar, buraya gelip hesap vermeliler” diyor bir madencinin kızı. “Burada olsalardı onların yüzüne tükürürdük. Çocuklarımız her gün, ‘Babamız nerede?’ diye soruyor. Onlara cevap veremiyoruz” diyor bir madenci eşi.
Peki ya Emrah Barlak? Emrah Barlak davasında mahkeme zanlı polise ödül gibi ceza verdi. Müebbet hapis cezasıyla yargılanan polis İmran Kahya’ya sadece 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Mahkeme Emrah Barlak’ın kardeşi Erhan Barlak’a ise 3 yıl hapis cezası verdi.
Ankara Keçiören’de katledilen Cem Aygün’ün katili polise 11 yıl ceza verdiler. “Dava öncesi adliyeye gelen Cem Aygün’ün ablaları, polis tarafından içeri alınmadı. Savcılık kararını gerekçe gösteren polisler, abla Nazlıcan Aygün’ün ısrar etmesi üzerine sürükleyerek adliye polis karakoluna götürdü. Cem Aygün’ün 6 ablasına katıldıkları eylemler nedeniyle açılan davada toplam 57 bin lira para cezası verildi. 58 yıl hapis istemiyle yargılanan 6 abla parayı ödemezlerse 90 gün hapis yatacaklar. Duruşmada, Aygün’ün ailesinin Ankara Emniyet Müdürlüğü önündeki eyleminden zarar gördüğünü iddia eden polis memurları Fatih Y. ve Olcay H. katılma talebinde bulundu. Polislerin talebini kabul eden mahkeme, duruşmaya devam etti.” Milli- yet(15.03.2013)
Katillerin 11 yıl ceza aldığı katledilenlerin ablalarının 58 yıl ile yargılandığı bir ülkedeyiz. Öyle ki, katiller Cem Aygün’ün ablalarının yargılandığı duruşmaya katılıyor. Devlet eliyle katiller, katlettiklerini yargılıyor.
İşte ülkemizdeki adalet…
Savaş Yanı başımızda Savaş Gerçeğine Göre Donanmalıyız! Savaşın tam ortasındayız. Oligarşi sürekli saldırıyor. Milyonlara konser veren Grup Yorum’un konseri bile savaşarak oluyor. Bütün kazanılmış mevzilerimize, kazanılmış haklarımıza yöneliyor düşman. Bize yönelik saldırıların keskinliği ortadayken diğer taraftan barış rüzgârları estiriyorlar. Savaşmaya devam ederseniz size saldırmaya devam ederiz demek istiyorlar. Bizim için yasakladıkları alanları barıştıklarına açıyorlar. Savaş bu kadar açıkken kendimizi savaşın ihtiyaçlarına göre donatmak şarttır. Kendisini savaşa göre donatmayan çürür. Kendisini yenilemeyen çürür.
Cepheliler, savaş çok yakınımızda! Son eylemler ile birlikte daha net bir şekilde gördük. Belki önceki gün yemek yedik, 2 gün önce kucaklaştık yoldaşlarımızla. Evet, yoldaşlarımızın dolu dolu oluşu gözümüzün önünden gitmemelidir.
Bütün Dev-Genç’liler bilirler. Şafak Yayla’nın ne kadar yoldaşlarına karşı sevgi dolu olduğunu. Bütün öğrencileri yakından tanıktır, öğretmeni Hasan Selimler’den öğrendiklerini öğretmiştir öğrencilerine. Amacının Hasan Selim gibi olmak olduğunu da çokça dile getirmiştir. “Herkesin amacı savaşçı olmak olmalıdır” der Şafak Yayla.
Bahtiyar Doğruyol’u tanıyan herkes ise tek amacının savaşçı olup düşmandan hesap sorma özlemi olduğunu bilir. Son anlarında bile “Halk düşmanları gelin korkmuyoruz sizden, siz bizden korkun! Halkın katillerinden hesap sorduk, Hesap soracağız!” deme cüretine sahiptir.
Kararlılık, cüret ve fedayı gün gün kendinde örgütleyen insanın, yapabileceklerinin sınırı yoktur. Her Cepheli bu silahları kuşanmalı…
Evet, onlar içimizden çıktılar. Adaletsizlik bu kadar çok iken, onlar bir adım öne çıkanlarımızdır. Ülkemizdeki adaletsizlik ortadadır. Bunun sebebi tarihindeki en büyük yönete- meme krizi yaşayan oligarşidir. Alternatiflerini yaratamayan, halk tabanından gelen tepkileri dizginleye- meyen, yönetmek için daha çok zulme, adaletsizliğe ve gaz bombasına ihtiyaç duyan oligarşidir. Savaşmak ve savaşma isteği duymak her Cephelinin en temel isteği ve arzusu olmalıdır. Günlük pratiğimizden, uzun vadeli işlerimize, kişisel eğitimimizden, kitle çalışmasına örgütlediğimiz bütün işlerimizi bu istek ve arzuyla yapalım. Cepheliler, bir adım, bir adım öne çıkarak savaşmak bizim elimizde.
CEPHELİLER; ŞAFAK, BAHTİYAR, ELİF OLMA ZAMANIDIR!
Yüreklerimizin gönderinde Çelik bir yıldız olan Yoldaşlara sözümüz var Direneceğiz özgürlüğe olan hasreti Zulmün olduğu her noktaya Tırnaklarımızla kazıyacağız zaferi” (B.BRECHT)
Dev-Genç’li Şafak, Bahtiyar ve Elif Sultan… “Partinin yıldızı genç yapıcılar” zulmün olduğu, adaletin olmadığı ülkemizde kanlarını akıtarak, savaşıp hesap sordular, halkın adaletini uyguladılar.
Ezilenlerin kavgasının şairi Brecht’in üstteki şiirini şiir defterine yazan Elif Sultan, kavganın şehirleriyle yüreğini doldurup savaş arkadaşlarının hesabını sordu, hayatıyla bir destan yazdı.
“Bir takım insanlar vardır/ hani olmasalar daha iyi
Onunsa hemen duyulur eksikliği
Zulmün gücünü arttırdığında gitgide /yitirir çok kişi cesaretini
Dimdik durur o daha bir cesaret- le/yöneltir yığınları kavgaya
Bir dilim ekmek, bir bardak çay/ve ballı ekmeği adına”
Yaratıcıydı Şafak her soruna mutlaka bir çözüm yolu bulurdu. Sonuç alana kadar pes etmezdi.
Kalender bir insandır Bahtiyar. Sıcaktı. Yoldaşlık ilişkilerinde sıcaklık insana güç verirdi, bilirdi. Paylaşımlarında içtendi.
Kararlı ve militandı Elif Sultan kafasına koyduğunu yapardı. Bu yüzden hep duyacağız eksikliklerini. Halkın ekmeği adalet uğruna dimdik yürüdüler zulmün üstüne; cesaret ve cüretle hep duyacağız eksikliklerini hissettirmeyeceğiz düşmana. Çünkü her Cepheli birer aday; Şafak Bahtiyar ve Elif olmaya.
“Sorar Milliyete: Nereden çıktın?”
“Sorar düşünceye: kimin yararınasın?”
Suskunluğun egemen olduğu yerde/çınlayan onun sesidir.
Zulüm kol geziyorsa ve yazgıyı/suçlamaktaysa insanlar.
Adıyla söyler o, suçlu kimdir?
Sordular, çoğaldılar düzeni, iç dış düşmanı ve geliştiler, güçlendiler.
Açık ve samimiydi Elif Sultan. Nasıl düşündü ve yaptıysa paylaştı. Açık ve samimi oldu ve devrimciliğini büyüttü. Savaşma coşkusu ve kararlılığı böyle büyür dedi. O coşku ve kararlılıkla da savaşa koştu. Hedef gösterildi ve fakat o asla taviz vermedi ilke ve kurallı yaşamaktan ve düşünmekten.
“Kapsayıcıydı Şafak, Partiye bağlıydı. Parti diyorsa, yerine getirilecektir. Şehit düştüğü güne kadar kendisine verilen her görevi tereddütsüz yerine getirdi” Yoldaşlık bilinci güçlüydü Bahtiyar’ın halk kurtuluş savaşını Kevser Mırzak’ın şehit düşmesinden sonra kavganın yolunu, savaşı seçti. Küçük büyük iş demedi, tutsaklıklar yaşandı. Tereddütsüz hesap sorma bilinciyle savaşa koştu.
Onu sürgün ettikleri yere/ gider isyan. Ve sürülüp çıkarıldığı yerde/kalır öfke (Devrimciye Övgü-B. Brecht)
Katlettiler onları içimizden en iyilerini, “partinin yıldızı genç yapıcıları” Cephelileri. Onlar adalet için savaştılar, kanlarını akıttılar. Kararlı ve militandılar soğukkanlı ve coşku doluydular. Tereddütsüzdüler ve yaşadıkları zorlukları alt ederek savaşa, mücadeleye koştular.
Çaldığında savaş koşusu geri durmadılar. “varsa cesaretiniz gelin” diyerek, elini kolunu sallayarak zulmün karargâhına yürüyerek, kanla yazılan tarihimizde yeni bir gelenek yarattılar. BİZİ büyüterek yüreklerimize yerleştiler. Bayraklarını devraldık. Şairin dediği gibi “kızıl kanımız kurumamış gücümüzün ateşiyle kaynıyor.” Düşmandan yoldaşlarımıza hesabını sorma hırsıyla, onların alkanlarıyla atardamarlarımızda ateşle dolaşıyor.
Tüm Cepheliler, Şafak, Bahtiyar, Elif Sultan olma, onlar gibi adaletin savaşçısı olma bilinciyle soluk alıyor. Tüm Cepheliler biliyor; onlar gibi olmak; iki misli enerjiyle, iki misli öfke kinle çalışmak, iki misli yorulmak bilmez bir güç ve istekle çalışmak, değişip dönüşmek ve savaşmak demektir.
Şafak, Bahtiyar, Elif Sultan olmak; onlar gibi adaletin savaşçısı olma bilinciyle soluk alıyor. Tüm Cepheliler biliyor; onlar gibi olmak iki misli enerjiyle, iki misli öfke ve kinle iki misli yorulmak bilmez bir güç ve istekle çalışmak, değişip dönüşmek ve savaşmak demektir.
Şafak, Bahtiyar, Elif Sultan olmak halkımıza, yoldaşlarımıza bağlılığımızla, kazanacağımızın yaratıcısı kahraman şehitlerimizin cesareti ve cüretiyle, yaratıcılığı ve kararlılığıyla donanma ve onların yerini doldurma bilinciyle hareket eder.
Düşman!
Adalet savaşçılarımız yaşıyor! Onlar sizi yine bulacaklar. Heyheylerinde onların hesabını sorma hırsıyla ve fakat üç değil, üç yüzler, üç binler, gün gelip milyonlar olarak.
Tüm Cepheliler olarak; kahraman yoldaşlarımızın önünde saygıyla eğiliyor, Şafak, Bahtiyar, Elif Sultan olma sözü veriyor. Her Cephelinin onlar gibi olmak için kendisiyle yarışmaya başladığını kahraman yoldaşlarımız ve halkımıza duyuruyoruz.
PRATİK VE BECERİKLİDİR
Bir Cepheli’nin elinden her iş gelmelidir. Bir Cepheli karşılaştığı büyük küçük her sorunda pratik çözümler üretebilmeli, sorunu çözmelidir.
Faşizm koşullarında devrimcilik yapıyoruz. Bu koşullarda kimin nerede, hangi şartlar altında çalışacağı belli olmaz. Bu durum ihtiyaca ve koşullara göre değişebilir. Ama değişmeyen tek şey; nerede olursak olalım hep yaşamın içinde olacağız, insanlarla ilişkilerimiz olacak.
Belki ilk başta önemsiz görülebilir, ancak örneklerle daha iyi anlaşılacaktır. Savaşan bir örgütüz. Savaşın ihtiyaçları bellidir. Bunları temin etmek kadar onları kullanmak ve bozulduğunda pratik çözümler üretmek konusunda yeterli bilgiye, birikime, beceriye sahip miyiz? Ya da daha genel ihtiyaçları ele alalım örneğin; bir sigorta attığında tamir edebilir miyiz? Çamaşır nasıl yıkanır, ütü nasıl yapılır bilir miyiz? Küçük bir yaraya pansuman, kalbi duran birine kalp masajı vb. yapabilir miyiz? Giysilerdeki ufak tefek yırtık sökükleri dikebilir miyiz? Bir çorba, bir pilav pişirebilir miyiz? Duvara bir çivi çakabilir miyiz? Veya elimiz pense, tornavida, matkap tutar mı? Fotoğraf çekmeyi, biraz da olsa bilgisayar, on parmak klavye kullanmayı bilir miyiz? Bir otomobil nasıl çalışır, acil durumlarda düz kontak nasıl yapılır bilir miyiz? Ev nasıl taşınır, nelere dikkat edilir, boya badana nasıl yapılır? Elimizden bu türden işler gelir mi? Veya elimiz kalem tutar mı, en azından derdimizi, düşüncemizi ifade edecek kadar yazabilir, bir eylemi, direnişi, gelişmeyi haber haline getirebilir ve onu bir makale haline dönüştürebilir miyiz? Bu soruları ve örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Sorun şudur; biz bu işlere nasıl bakıyoruz? Basit ve önemsiz mi görüyoruz? “Bana göre değil” mi diyoruz? Yoksa bunlar sıradan insanların işi; biz daha önemli, büyük işlerle mi uğraşırız diyoruz?
Cepheli böyle düşünmez elbette! Cepheli yukarıda sayılan birçok işi bilmiyorsa öğrenen, biliyorsa öğreten ve bunu hayata geçiren olmalıdır.
Mücadele ve hayat bizi beklemektedir. Becerilerimizi ortaya koymalı, pratik olmalıyız. Bunun için de diyalektik materyalist bakış açısıyla doğru olanı düşünmeli, becerilerimizi ihtiyaçlar temelinde geliştirmeli, iradi olup yaşamın her anına müdahale ederek sorunları çözebilmeliyiz.
Beceri Doğuştan Kazanılan Bir Yetenek Değildir!
Bir Cepheli; usta aşçı olmayabilir, marangoz olmayabilir, terzi, elektrikçi, şoför, sağlıkçı, fotoğrafçı vb. meslek erbabı olmayabilir. Ancak yukarıda sıraladığımız, sorduğumuz her şeyi asgari biçimiyle yapmayı, iş aletleri vb. kullanmayı bilmelidir! Bilmiyor olabiliriz. Her birimiz farklı koşullarda yetişmiş, farklı eğitimler almış, farklı işlerde çalışmış olabiliriz. Bu nedenle de ihtiyaç diye düşünmemiş, bilmiyor olmayı sorun etmemiş olabiliriz. Ancak devrimcilik farklıdır! Her şeyi asgari düzeyde öğrenmeyi, becerikli olup pratik çözümler bulmayı gerektirir.
Bunların hiçbiri özel yetenekler gerektiren işler değildir. Yaşamın içinde halktan insanların yaptığı, öğrendiği şeylerdir. Basit olan şeyler belki; ancak bazı koşullarda bizim için hayati önemdeler.
Halk ile olan ilişkilerimizde, örgütlenmelerdeki önemini düşünelim. Diyelim ki, gittiğimiz bir evde parmağı kesilmiş bir çocuğa, vücudunda yanık olmuş birine yaptığımız ilkyardım, ufak bir pansuman nasıl bir etki yaratır? Ya da bozulan bir eşyayı tamir etmek, damlayan musluk sorununu çözmek vb. önemli değil midir? Ya da günlük koşturmacalardan yorgun düşmüş ev kadınına, babaya yardımcı olmak, işlerini kolaylaştırmak, hakkımızda olumlu düşüncelerin oluşmasını sağlamaz mı?
Tersini düşünelim. Elinden hiçbir iş gelmeyen ve beceriksiz birini ele alalım. İhtiyaçlarını hep başkası tarafından çözülmesini bekleyen birini düşünün. Ve bu bir Cepheli olsun. Olur mu? İnsanlar o kişiye saygı duyar mı, sevgi gösterir mi? Güvenebilir mi böyle birine? Tabi ki hayır! Halkımız sorun çözenlere, yaşamında örnek olanlara, emekçi olanlara güven duyar, onlara kapısını açar, sözlerini dinler.
Mücadele içinde savaşı örgütlerken de, savaşı halklaştırıp halkı örgütlerken de becerikli ve pratik olmalıyız.
Becerikli ve pratik olmak veya yukarıda sayılan işleri yapmak; doğuştan gelen bir yetenek değil, hayatın içinde mücadeleyle kazanılan, çalışarak, yoğunlaşarak öğrenilen, elde edilen bir beceridir.
Cepheli, pratik ve beceriklidir. Olmayacak işlerle uğraşmaz. Mükemmel-ideal çözümlerle oyalanmak, örgütünü, yoldaşlarını, halkını oyalamak yerine basit ama pratik süreç alan çözümler üretir.
Cepheli; isteyen, hisseden ve hissettiren olarak devrimi büyüten olmalıdır.
Sorun Çözen Olmalıyız!
Devrimci mücadelenin sorunları hiç bitmeyecektir. Çünkü mücadele varsa, iş varsa sorun ve çözümü de hep olacaktır.
Biz devrimcilerin işi sorunları çözmektir. Öyle de olmak zorundadır. Çünkü yaptığımız işin büyük bölümünü sorunlar ve sorunlara M-L çerçevede doğru düşünerek bulduğumuz çözümler oluşturmaktadır.
Devrimci çalışmadaki verimi belirleyen de aslında budur. Sorunları çözen, çözmeyi başaran verim alır. Sorunları çözen; insanları örgütler, engelleri aşar, ihtiyaçları karşılar, olanakları yaratır, devrimi bir adım daha ileriye taşır.
Sorunları çözmeyenler ister istemez engellere takılacaktır, yavaşlayacaktır. Çözülemeyen sorunlar birikecektir. Biriken sorunlar zamanla bir dağ olacaktır. O dağ önümüzü görmemizi engelleyecektir. Sorunları çözmediğimiz gibi sorunun bir parçası olmamız ve kendimizi bir sorun olarak dayatmamız kaçınılmaz olacaktır.
Cepheli için çözümsüz bir şey yoktur.
Çoğu zaman zor gözüken sorunlar aslında basit şekilde çözülebilecek niteliktedir. Ancak bunları görmemek; farkında olmamak, ertelemek, çözme konusunda kararlı ve inatçı olmamak işi zorlaştıran, imkansız olmasını sağlayan etkenlerin başında gelir.
“Sorun varsa çözüm de vardır” diyen devrimci önderler; çözümün anahtarının, sorunu çözme iradesinde olduğunu ifade ederler.
Cepheli İradidir!
Yaşadığımız kapitalist düzen baştan aşağıya çarpıktır ve sorun üretir. Bu düzende yaşayan, onun kültürüyle yetişen insanlarımıza da bu sorunlar yansımaktadır.
Açlık, yoksulluk, işsizlik, aile içi geçimsizlik, uyuşturucu, kumar, fuhuş, kültürel dejenerasyon… Eğitim, sağlık, konut sorunu, Kürt halkının ulusal sorunu, Alevilerin inanç sorunu, bağımsızlık sorunu, demokrasi sorunu. Sorunların ardı arkası yok.
Elbette bu sorunların birçoğunu bu düzen içinde çözmemiz mümkün değil. Asıl ve köklü çözüm, bu düzenin yıkılması ile mümkündür.
Yine de her sorunun çözümünü devrim sonrasına havale edemeyiz. Çünkü halkımız sorunlarına çözüm arıyor. Bu noktada onların günlük yaşamlarındaki sorunlarını tespit edip çözüm için kafa yoran, yol-yöntemler öneren, onlarla birlikte çözüm için çalışan olmalıyız. Halk örgütlenmesi bir anlamda budur zaten. Halk ile birlikte, halkın en temel sorunlarına sahip çıkmak, onları çözmek. Bunu yaparken elbette asıl ve nihai çözümün devrim olduğunu kavratmak, devrime hazırlamak.
Cepheli, sorunlar karşısında çözüm yolları üretirken kendi yolunu kendisi yapıp sorunları çözerken, tüm kitleye bunu kavratma hedefinden şaşmamalıdır.
Örneğin yaşadığımız mahallelerde en yoksul aileleri tespit edip onların temel ihtiyaçlarını, mahallede yürüteceğimiz bir kampanya ile halkı da katarak karşılayabiliriz. Bu somut bir örnektir. Sorun yoksulluktur. Sorunun kaynağı ve sorumlusu düzendir. Sorunu kısmen de olsa (çünkü yoksulluk, açlık ancak devrimle çözülür) çözen Cepheliler ve onların birleştirdiği halktır.
Biz halkın sorunlarını çözdükçe bize olan güvenleri artacaktır. Bu düzen sürdükçe hiçbir zaman sorunları tümden çözemeyiz. Çünkü sorunları yaratan bu düzendir! Ama çözüm konusunda sarf ettiğimiz irade, emek kendisi sorun olan bu sömürü düzenini değiştirebileceğimizi halka gösterecektir. O inanç ve güvenle halkımız etrafımızda topyekûn ve köklü çözüm için örgütlenecektir.
Sadece halkın değil bize olan sorunların da üstesinden gelmeliyiz, çözmeliyiz. Dergi dağıtımından kurumlarımızdaki sorunlara, çeşitli ihtiyaçlarımıza kadar birçok sorunumuz vardır. Tek tek insanlarımızın yaşadığı sorunlar da buna dâhildir. Tüm bu sorunların üstesinden nasıl geleceğiz? Öncelikle “sorun varsa çözümü de var” deyip kendiliğindenciliğe hapsetmeden, iradi olarak kolektivizmi işleterek sorunları çözme iradesi göstermeliyiz.
Doğru düşünmek, doğru kararlar almak burada önemlidir. Buna da yön veren ideolojimiz, kültürümüz, geleneklerimiz olmalıdır.
Cepheliler olarak sorunlar karşısında gerilmeden, çözümsüzlüğe kapılmadan çözüm üreten bir iradeyle yolumuza devam edip, devrimi büyütelim.
CEPHELİ HALKIN DAYANIŞMASINI ÖRGÜTLER
Cepheli için, her şey devrim içindir. Cephelinin dayanışmaya bakışını belirleyen de bu perspektiftir. Bu nedenle, halkın dayanışmasını örgütlerken devrimi büyüttüğünü bilerek hareket eder Cepheli.
Bunun içindir ki, Ermenek’te katledilen 18 madencinin ailelerini ziyaret etmek için yola çıktığında, engelleri aşarak kuşatma altındaki madenci ailelerine ulaşmayı başarmıştır.
Ezidi halkımızla dayanışmayı örgütlemek için ülke çapında seferber olmuştur Cepheli. Topladığımız malzemelere Erzincan valiliği el koyduğunda, direnişe geçmiş ve vazgeçmemiştir. Ki dayanışmanın kendisi faşizm koşullarında direnişin bir biçimidir. Bu bilinçle hareket eder Cepheli. Nitekim toplanan malzemeler Ezidi halkımıza ulaştırılmıştır.
Cepheli zeytinlikleri sökülen-talan edilen Yırca köylülerinin yanındadır. Yatağan’da özelleştirmeye karşı direnen işçilerle ateş başındadır. Köyleri yanan Çorum-Çukuröz köylüleri için Anadolu halkını yüce gönüllülüğünü seferber ederek dayanışmayı örgütleyendir Cepheli.
Bulunduğumuz il ve ilçelerde, yoksul mahallelerde irili ufaklı pek çok eylem örgütledik. Nitekim acının, sorunun her türlüsünü yaşattığı halkımızın yanında olduk. Halkımızla kucaklaştık. Halkımızın gözlerindeki sevinç ve umut ışığında biz dayanışmanın gücünü gördük.
Dayanışmanın gücü, örgütlü olmanın gücüdür. Egemenlerin karşısında halkın sıkılı bir yumruk gibi, bir olmasının, iri olmasının, diri olmasının gücüdür bu.
Cepheli bu bilinçle halkın dayanışmasını büyütmek için attığı hiçbir adımı yeterli görmez. Hiçbir adım yetmez, çünkü halkların acılarına, açlığına, yoksulluğuna, işsizliğe son verecek o büyük adım atılmamıştır henüz. Devrim olmadan, halkların sorunları çözülmez, öte yandan dayanışma yönünde her adım çok değerlidir; çünkü her adımda devrim yakınlaşmaktadır. Hayatın her alanında her yerde daha fazla dayanışmayı örgütleyip daha fazla insana ulaşmayı, daha fazla insanı dayanışma için seferber etmeyi amaçlar Cepheli. Doğru yol, doğru yöntem ve ihtiyaç duyulan her şey bu çabanın ürünü olacaktır aynı zamanda. Yok’lar var olacaktır ve az’lar çok…
Dayanışma, hayatın ve mücadelenin dayattığı bir zorunluluk değildir sadece. Dayanışma, devrimin dilidir. Nasıl bir düzen yaratmak istediğimizin bugünden, halk için somut olandan anlatılmasıdır. En etkili anlatım, pratiğin ve yaratılan örneğin gücüne sahip olandır. Dayanışma, devrimin ve sosyalizmin propagandasıdır.
Dayanışma, halka gücünü gösterir. Neler yapabileceğini, neleri başarabileceğini ve birlik olduğunda, örgütlendiğinde, harekete geçtiğinde çözemeyeceği sorunu olmadığını gösterir halka.
Dayanışmayı örgütleyen Cepheli aynı zamanda faşizmin saldırılarına karşı yıkılmaz kalelerini de inşa etmektedir. Kitleler, devrimin ve Cephelinin yıkılmaz kaleleridir. Dernekler, sendikalar, demokratik kurumlar kapatılabilir, büyük saldırı-operasyonlar yaşanabilir, şehitlikler- tutsaklıklar da bir mücadele gerçekliğidir.
Ve fakat halkın dayanışması yarattığı mevzilerle tüm bunlara karşı mücadelenin kesintisizliğinin maddi zemini olacaktır. Dayanışma bilinci, sahiplenme bilincidir ve halka böylesi süreçlerde devrimcileşme yönünde adım attırır.
Her yeni Cepheli, bu adımı atandır. Ve işte Cepheli, dayanışmayı büyütürken, yeni Cephelilere bu adımı attırandır. Dayanışma, radikal bir tutumdur. Çünkü faşizme karşıdır ve faşizme karşı halkın devrimci silahıdır. Cepheli bu silahı ustaca kullanarak, faşizmi gerileten, devrimi büyütendir.
CEPHELİ NESNELLİĞE TESLİM OLMAYANDIR! GERÇEĞİ KAVRAYIP ONU DEĞİŞTİRENDİR!
CEPHELİ DER Kİ…
ZOR MU ZOR MÜMKÜN MÜ MÜMKÜN O ZAMAN BİZ YAPARIZ…
Hemen her alanda ve birimde bir programın ortaya konulmasında, pratiğimizin örgütlenmesinde karşımıza çıkar…Koşullardan bahseder insanlarımız, söz konusu alanın-birimin, insanların gerçekliğinden bahseder. Gerekçeler arka arkaya sıralanır ve programın hayata geçirilemeyeceği, söylenen işin yapılamayacağı anlatılmaya çalışılır.
Gerekçelere sığınmak, nesnel koşullardan bahsetmek her şeyi öyle çok fazla sorunla karşılaşmadan halletme eğilimini ortaya çıkarır. Kolaycılık, zorluklar karşısında olmazcılık baş gösterir. Mevcut durumu aşan bir pratik ortaya konamaz, koşullara teslim olmaya başlanır. “Burayı biz biliriz, tamam öyle olsun ama bakın olmayacak” denerek kendini dayatmaya döner.
Olmazcılık sıradanlıktır. Cepheli sıradanlığa düşmeyendir.
Peki, biz nasıl bakarız gerçekliğe? Nesnelliği nasıl ele alırız?
Cepheliler ML bilimiyle hareket ederler. ML bize, birinci adım olarak gerçekliği kavramayı öğretmiştir. Gerçek bizim duygu ve düşüncelerimiz dışındaki nesnel durumdur. Peki Cepheliler “durum bu” deyip kenara çekilir mi?.. Elbette hayır. İkinci adım, “peki ben ne yapacağım, bu gerçekliği nasıl değiştireceğim” diye düşünmektir. Cepheli gerçeği değiştirmek için, devrimi büyütmek için kavrayandır.
Düşman bizden daha deneyimli, fiziki olarak daha güçlü olacak. Hiçbir zaman yeterince insanımız, yeterince paramız, yeterince evimiz, ilişkimiz olmayacak. Tüm bu yokluklar içinde Cepheli olmazı olur kılandır. Olmazcılığa teslim olmayandır.
Bunun için önce yaptığımız işe inanacağız. Daha o işe elimizi attığımız andan itibaren yapacağımıza inanacağız. Bileceğiz ki inanan insanın önünde hiçbir engel olamaz. İnanan insan önüne çıkan engelleri aşma iradesi gösterir. Sorunları çözmek için yol yöntem geliştirir, yaratıcılığını ortaya çıkarır. İnanan insan sabırlıdır. Bir işten sonuç alamadığında, başarısızlık yaşadığında ya da zorlandığında moralini bozup kenara çekilmez. Yeniden yeniden dener. Ta ki sonuç alıncaya kadar.
Cepheli olmazcı değildir. Cepheli “dünyada savaşan sadece biz kaldık, tüm dünyanın umudu biziz, bu dünyayı ayağa kaldıracağız, yapacağız bunu” diyendir.
DÜŞMANI TANIYAN, HEDEFİNİ BİLEN, BUNA GÖRE ARAÇ VEYÖNTEM ÜRETENDİR
“Düşmanını ve kendini bilirsen sen, yüz kere savaşsan da tehlikeye düşmezsin; düşmanını bilmeyip, kendini bilirsen bir kazanır bir kaybedersin; ne kendini ne de düşmanını bilirsen, girdiğin her savaşta tehlikedesin demektir.”(Sun Tzu)
Sun Tzu’nun bu sözü üzerine Mao ekliyor; “Hatalar, düşman ve kendimiz hakkındaki bilgisizliğimizden
doğar.”
Bugün emperyalizm ve oligarşiye karşı dişe diş sürdürdüğümüz bir savaş veriyoruz. Ve elbette ki kazanmak, şehitlerimize, bu ülkenin yoksul insanlarına verdiğimiz devrim sözünü yerine getirmek anlamına gelir. Şu bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır; savaşı kazanmak istiyorsak, düşmanı iyi tanımak gerekir.
“Düşman” kavramının muğlak olduğu, genel bir söz olduğu bir yerde, “düşman” tanınmıyordur. Bunun için bu kavramı ete-kemiğe büründürmemiz gerekir. Cepheli bu kavramı ete-kemiğe büründürendir.
Bugün “kişisel kin duymamalıyız” gibi sözlere çokça tanık oluruz. Ancak bu cümleyi kuranlar şunu düşünmüyorlar; “düşman” da insanlardan, kişilerden oluşmaktadır. Bu devleti var eden, operasyonları, katliamları gerçekleştiren, halka doğrultulan silahın tetiğini çeken kişi de suçludur. İşte bu kişileri mutlaka tanımalı, onu ete-kemiğe böyle büründürmeliyiz. Cepheli, bu kişilerin isimlerini bilir, onları tanır.
Devletin sadece teorik olarak faşist, oligarşik yapısını bilmek yetmez. Örneğin; 19 Aralık Katliamı emperyalizmin ve oligarşinin ortak kararı ile gerçekleştirilen, bütün bir halka yönelik operasyonudur. Ancak bu da yetmez. Bu operasyonu gerçekleştiren kimler, hangi kararların altına imza attılar? Cepheli bunları bilir.
Hikmet Sami Türk, Cemil Çiçek, Ali Suat Ertosun, Osman Özbek… daha sayabileceğimiz onlarca isim, bizzat bu operasyondan sorumludurlar, suçludurlar. Bizim düşmanımız, kanlımızdır hepsi de. Canımıza, canımızdan çok sevdiklerimize kast etmişlerdir. Cepheli katilleri asla unutmayandır.
Cepheli, onları, onlar gibi halkın düşmanı olanları izler. Nereye giderler, ne yerler, ne içerler, nerelerde otururlar… Bunlar Cepheli’nin merak konusudur. Okuduğu gazetelerden, duyduğu sohbetlerde bunlara dikkat edendir.
Ancak bunlar da düşmanı tanımaya yetmez. Düşmanı tanımak demek, halka karşı uyguladığı politikaları, saldırıları da bilmek, kullandığı yöntemlere vakıf olmak demektir. Halka karşı savaşta hangi yol ve yöntemleri izliyorlar, halkı nasıl uyutup, beynini uyuşturuyorlar, nasıl baskı altında tutuyorlar… vb. Kullandığı psikolojik savaş araçlarından, teknik olanaklara kadar, düşmanın tüm özelliklerini Cepheli bilendir.
Bugün temel hedefimiz bu düşmanı yok etmektir. Bu hedefe ulaşmak için kıyasıya bir mücadele yürütüyoruz. Gerçek anlamda düşmanı tanırsak, buna göre araç ve yöntem de geliştirebiliriz. Düşman sürekli kendini geliştirmektedir. Geliştirdiği yol-yöntemleri ne kadar iyi bilirsek, bu sistemin açıklarını da o kadar iyi yakalarız. Düşmanı yok edecek vurucu gücü o zaman daha etkili yaratabiliriz.
Ne istediğini bilen insanlar güçlüdür. Biz emperyalizmin sömürüsünü bitirerek, oligarşiyi yerle bir etmek istiyoruz. Şehitlerimize verdiğimiz devrim sözünü, düşmanı tanıyarak onu alt edecek yöntemleri üreterek yapabiliriz.
CEPHELİ ENTERNASYONALİZM BAYRAĞINI DÜNYANIN TÜRKİYESİ’NDE DALGALANDIRANDIR!
Emperyalizm ve işbirlikçileri dünyanın her yanında halklara acı çektiriyor, halkların kanı ve gözyaşıyla ıslanmamış tek bir toprak parçası yok.
Cepheli, işte böylesi bir dünya gerçekliğinde, dünyanın Türkiyesi’nde emperyalizme ve oligarşiye karşı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için mücadele edendir.
Cepheli anti-emperyalisttir…
Vatanseverdir…
Ve elbette enternasyonalisttir.
Çünkü o, insanlığın en soylu damarının temsilcisidir. Cepheli, ”gerçekten insan olan herkes, başka halklara atılan tokadın acısını kendi yanağında duymalıdır” diyen Che’nin öğrencisidir.
”Biz dünyanın Türkiyesi’nde devrim yapmak için yola çıktık” diyen Mahir’in, ”Dünyayı bir kez de Türkiye’den sarsacağız” diyen Dayı’nın öğrencisidir.
Cepheli’nin mücadelesi yalnızca Anadolu’da yaşayan halkların kurtuluşuyla; Anadolu ihtilali ve devrimci halk iktidarı hedefiyle sınırlı değildir. Anadolu halklarının kurtuluşu, dünya halklarının kurtuluşunun; Anadolu ihtilali dünya devriminin bir parçasıdır.
Cepheli’nin mücadelesi bütün dünya halkları içindir. Emperyalizmi ve bütün işbirlikçilerini yenecek, emperyalizmi ve faşizmi dünya üzerinden silerek sosyalizmin zaferini ilan etmek içindir.
Cepheli’nin ufku sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünyayı içine alacak kadar geniştir.
Cepheli büyük düşünür; enternasyonalist düşünür.
Cepheli’nin enternasyonalizmi sadece bir slogan değildir. Soyut bir ”dünya devrimi” söylemi hiç değildir.
Cepheli kendi ülkesinde devrim için elinden gelenin en fazlasını yaparak, mücadeleyi bedeller pahasına büyüterek, dünya halklarının kurtuluşunu da yakınlaştırdığını bilir. Hangi alanda ve hangi pratiğin içerisinde olursa olsun, bunun coşkusunu, heyecanını yaşar. Gücünü, enerjisini, direngenliğini, kararlılığını kendi halkına ve dünya halklarına duyduğu sevgiyle, emperyalizme duyduğu kinle besler.
Cepheli için enternasyonalizmin en öncelikli görevi kendi ülkesindeki devrim mücadelesini büyütmektir. Ve bu, emperyalizme karşı savaşarak, savaşı halklaştırmak demektir. Bununla birlikte, dünyanın neresinde olursa olsun, emperyalizmi ve işbirlikçileri halkları katlederken sessiz ve tepkisiz kalamaz.
Cepheli başka halklara atılan tokadı kendi yanağında, yüreğinde hisseder. Koşullara teslim olmadan, enternasyonalizmin gereğini yapmak için harekete geçer. Mutlaka yapılabilecek bir şey vardır, çünkü yapılması gereken çok şey vardır.
Cepheli yeri gelir bir protesto eylemi örgütler, yeri gelir namlularını halkların kanını döken emperyalist hedeflere yöneltir. Kan döker, can verir, can alır. Açlık çeker, açıkta olan, hastalıklarla, yokluklarla boğuşan haklar için Anadolu halklarının yüce gönüllülüğünü seferber eder. Yiyecek, giyecek, ilaç ve her türden maddi olanağı sağlamak için dayanışmayı örgütler.
Yeri gelir halklar nerede katlediliyorsa orada kardeş dünya halklarıyla birlikte bombalara, kurşunlara göğüs gerer. Canlı kalkan olur. Birlikte direnir, omuz omuza savaşır.
Günü gelir fedayı kuşanır, emperyalizmin kalelerinde halklar için hesap sorar.
Cepheli’nin enternasyonalizmi güçlüdür. Kökü tarihimizdedir. Halkların mücadele tarihindedir.
Cepheli’nin enternasyonalizmi halkların, sosyalizmin yenilmezliğinin güvencesidir. Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Laz, Çingene, Boşnak… Her milliyetten Cepheli, enternasyonalizmin bayrağını dünyanın Türkiyesi’nde dalgalandırandır.
GÜNCEL GELİŞMELER ÜZERİNE; BEKLEYEN DEĞİL, ÖRGÜTLEYEN, KATILAN DEĞİL, ÖNDERLİK EDEN
OLMALIYIZ-1
Sürmekte olan eylemlerde kitlesellik, henüz olması gerekenin, daha doğrusu olabilecek olanın gerisindedir. İşçilerin, memurların bir kısmında sonuç alınabileceğine inançsızlık, solda ise bir umutsuzluk vardır. Ama bu tablo, bu ruh hali değiştirilebilir. Hükümetin, krize, yoksulluğa, halkın dertlerine hiçbir çare bulamayacağı daha baştan ortaya çıkmıştır. Dahası, herkes görüyor ki, hükümet halkın boğazına çökmüş, sıktıkça sıkmaktadır. Geniş kitlelerin durumun vahametinin farkında olmaması mümkün değildir.
Hükümetin işçiyi memurla, memuru köylüyle karşı karşıya getirme gibi, klasik manevralarda bulunma, üç ay dişinizi sıkın sonra rahata ereceğiz türü propagandalarının etkili olma şansı da yoktur. Bulunduğumuz her yerde, konfederasyonların aldıkları kararlar doğrultusundaki veya kendiliğinden eylemlere katılacağız, ama asıl görevimiz eylemi örgütlemektir. Bekleyen değil, örgütleyen olmalıyız.
Sendika merkezlerinin alacağı kararları beklemek çok geri bir durumdur. Sendika yöneticileri bugüne kadar hep olduğu gibi eylemlerin içini boşaltmaya, kapalı kapılar arkasında yaptıkları pazarlıklarla geriye çekmeye çalışacaklardır… Buna izin vermemeli, işçilerle dar, kitlesel toplantılar örgütleyip, ne istiyoruz, nasıl alacağız sorularını tartışıp kitlenin iradesini açığa çıkartmalıyız. Bu irade, kendisi eylemler yapacak, sendika merkezlerini zorlayacak, dahası işçilerin bilinçlenmesi, devrimcileştirilmesi açısından sonuç alıcı bir süreç yaratacaktır. Yalnızca konfederasyonun merkezi karar geldikçe sokağa çıkıp yürüyen işçiyle, ne istiyoruz, nasıl alacağız sorularını tartışıp kararlar alarak sokağa çıkan İşçinin durumu farklıdır.
DİSK, TÜRK-İŞ, KESK çeşitli kararlar almaktadırlar ama kitleleri bu kararlar doğrultusundaki eylemlere katmayı örgütleme konusunda doğru dürüst bir çabaları yoktur. Katılımlar daha çok kendiliğindendir ve bu yönüyle sınırlıdır. DİSK, TÜRK-İŞ, hatta KESK’e bağlı pek çok sendikada “kitle çalışması”, sendikal anlamda da olsa “örgütsel faaliyet”, kitleleri örgütlemeye yönelik çalışmalar neredeyse unutulmak üzeredir. Faşistlerin, gericilerin değerlendirdikleri ortam da budur.
Ortada tartışılmayacak bir meşruluk var. Tartışılmayacak boyutlarda derin bir hoşnutsuzluk öfke var Ama umutsuzluk da var. İnsanlara mücadele etmenin sonuç almanın mümkün olduğunu kavratabildiğimizde ve bunun yolunu yordamını gösterebildiğimizde bulunduğumuz her yerde var olan kitle elli kat kat büyüyecektir. Bu noktada bulunduğumuz her yerde kitle önderleri olarak davranabilmek önemlidir.
Cepheliler, örgütleyici, yönetici olarak eylemlerin en önünde olmalıdırlar. Kitlenin güvenini, saygısını kazanacağımız yer, bu tür eylemler, direnişlerdir. İşçi, memur, orada görmeli bizi. İnisiyatifse inisiyatif geliştirmeliyiz, yiğitlikse yiğitlik ortaya koymalıyız.
Kimse hareketten, alanından fazladan talimatlar beklememeli. Bulunduğumuz yerde tek başımıza mıyız, önemli değildir. Bu tür eylemler örgütleme konusunda daha önce hiç tecrübemiz yok muydu, aşılabilir. Bu tür süreçlerin önemi biraz da bu yanındadır. Herkes hem kendini eğitecek, kendini militanlaştıracak, hem kitleyi.
Her şeyden önce bu sürece, bu görevlere motive olmalıyız. Kişi olarak, birim olarak şu veya bu konuda eksikliklerimiz olabilir. Pratiğin içinde, kitlelerin içinde bunları aşabiliriz. Yüzleri, binleri, on binleri harekete geçirmenin, insanları örgütlemenin pratiği içinde devrimciliğin güzelliğini, misyonunu, sorumluluğunu hissetmemek mümkün mü.
Eylemleri nasıl zenginleştirebiliriz? Nasıl daha etkili hale getirebiliriz?
Cepheli işçinin, memurun bütün düşünceleri buna yoğunlaşmış olmalıdır. Gerek işçi, gerek memur eylemlerinde özellikle gerici sendikaların “eylemleri sulandıran” bir tarz geliştirmeye çalıştığı görülüyor. Bunlar gereksiz, yanlış demek yetmez. Oradaki öfkeyi, tepkiyi, hoşnutsuzluğu ortaya çıkaracak biçimleri eylem alanlarına taşıyamazsak, tabii ki bu tür şeyler kendine daha rahat zemin bulacaktır.
Solun da çeşitli rekabetçilikleriyle, reklamcılıklarıyla karşılaşabiliriz. Ama eğer yönlendirici, örgütleyici olursak, bunların etkisi olmaz. Kitle bizim farkımızı daha net görür. İnisiyatifimiz, çok yoğun çaba içinde olmamız, onları da yönlendirmeyi mümkün kılacaktır.
Pek çok reformist sendikacı, sözde işçi önderleri var, çoğu bürokrattır, yorgundur, “partisinin propagandası” dışında bir şey düşünmez, kitle hareketini, devrimci mücadelenin gelişmesinin heyecanını duymaz. Ama biz enerjik, dinamik tavırlarımızla, fedakârlıklarımızla, cesaretimizle, bunları etkisizleştirebiliriz, hatta onları da daha olumlu noktalara çekebiliriz. Onlarda bile umutlar, heyecanlar yaratabiliriz.
Ama belirttiğimiz gibi, bunları önce en yoğun biçimde kendimiz yaşayabilmeliyiz. Geçmişte devrimci mücadelenin, sendikal mücadelenin şurasında veya burasında yer alıp şimdi uzakta duran insanları yeniden saflara çekebiliriz. Umutlarını, heyecanlarını yeniden uyandırabildiğimizde kendilerine güvenlerini pekiştirebildiğimizde örgütlenme, propaganda konusundaki tecrübeleriyle, ilişkileriyle yeni bir güç haline gelebilirler. Kısacası, KENDİMİZ SEFERBER OLDUĞUMUZDA, TÜM GÜÇLERİ SEFERBER EDEBİLİRİZ
İşyerlerinde, fabrikalarda bir “EYLEM ORTAMI” yaratmak için kafa yormalıyız. Toplantılardan, duvar gazeteleri, panolar hazırlamaya, daha farklı etkinliklere kadar sürekli eylemin, mücadelenin soluklandığı, paylaşmanın daha yoğun yaşandığı bir ortam yaratmayı hedeflemeliyiz. Yani her şey işçilerin çıkıp sokakta yürümeleriyle kalmamalı. Hiçbir şeyi mükemmeli eştirmeden düşünmeliyiz. Pano hazırlayacak zaman mı yok. Yalnızca günlük gazetelerden kesilmiş küpürlerden hazırlanmış, arasına da bir veya iki slogan yazılmış bir pano, dağıtılacak bildiriler, çeşitli vesilelerle kısa konuşmalar da etkileyici olur. Direnişin sürekli herkesin gözünün önünde, kafasında, kulağında olmasını sağlayabilir. Dövizlerin, pankartların yazılmasını, sendikaların bürokratik işleyişi içinde değil, işçilerin çok daha geniş katıldığı kollektif bir ortam içinde halletmek, mesai saatleri ve günleri dışında sendikaları veya olanaklı olan yerlerde işyerlerine ait ortak mekânları daha fazla kullanmak gibi çok çeşitli biçimler de bu ortamın geliştirilmesine hizmet edecektir.
Sloganlarımız, konuşmalarımız son derece sade, açık, kesin olmalıdır. Özellikle işyerlerinde örgütlenen veya örgütleyeceğimiz toplantılarda bu özelliğimizi hemen herkes görmeli. Uzun uzun koşulların tahlili veya teorik tespitler değil, işçinin nabzını yakalayan, duygularına tercüman olan bir tarzı benimsemeliyiz. Sendikaların durumu nedir, kim ne yapmak istiyor, biz ne öneriyoruz, açık olmalıdır.
Genel Grevi, Hak-İş’e kadar hemen hepsi telaffuz etmeye başladı. Ama bu işçilerin, memurların sahip çıktığı bir talep durumuna gelmezse, sendikaların bundan vazgeçmesi veya Türk-İş’in daha önceleri de yaptığı gibi bir günlük bir genel grev kararıyla öfkenin, hoşnutsuzluğun, taleplerin bu eylem içinde eritilmesi, beklenmeyecek bir sonuç değildir. Bekleyen değil, örgütleyen, katılan değil önderlik eden, olarak tüm bu oyunları bozup, sürece halkın çıkarları doğrultusunda, devrimi geliştirecek doğrultuda yön verebiliriz.*
GÜNCEL GELİŞMELER ÜZERİNE; BEKLEYEN DEĞİL, ÖRGÜTLEYEN, KATILAN DEĞİL, ÖNDERLİK EDEN
OLMALIYIZ-2
Bugün yaşananlar, oligarşinin içinde bulunduğu kriz, cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan en derin krizdir. Yoksulluk ve zenginlik kelimeleri bile açılmaya muhtaç İfadeler haline gelmişti. Büyük uçurumlar oluşmuştur. Ve her gün on binlerce insan açlıkla, işsizlikle baş başa kalmaktadır. Oligarşinin halk kitlelerine vereceği hiç bir şey kalmamıştır. Devletin çözüm bulacağı, devletin büyüklüğü gibi anlayışlar süratle yok olmaktadır. Halk kitleleri, hatta bazı burjuva kesimler arayış içindedir. Burjuva kesimler hala devletin yeniden kendini yenileyebileceği umutlarını taşırken, halk kitleleri büyük bir umutsuzluğa sürüklenmektedir. Bütün burjuva partileri ve ordunun hiç bir şeyi çözemeyeceği giderek halkın beyninde şekillenmektedir. Ancak bu durum, gelişen yoksulluk ortamı, hali kendiliğinden mücadeleye kalamaz. Yer yer kendiliğinden kitle hareketleri, ayaklanmalar, direnişler olabilir, olacaktır da. Ama bunlar örgütsüzse, devrimcilerin yönetiminde değilse, hala işleyen zor mekanizması bu hareketleri bastıracaktır.
Bugün devrimcilerin temel sorunu halka devletin, sömürünün ne olup olmadığını göstermek değil, bu devletten kurtulmak için nasıl mücadele edeceğiz, nasıl örgütleneceğiz ve ne yapacağız sorularını cevaplayabilmektir…
Biz örgütlemezsek düzen kendi işleyişi içinde milyonlarca gencin, halkın haklı taleplerini, haksızlığa karşı çıkan duygu ve düşüncelerini, adalet isteklerini, hatta namusu ve onuruyla yaşama özlemlerini bir biçimde yok edecektir. (…)
Her kadro, hatta taraftarlarımız… örgütleyici olmak durumundadır. En küçük bir potansiyeli, en küçük bir olanağı, en küçük bir kitle hareketini değerlendirmek ve şekil vermek zorundadır. Öncü güç olmak zorundadır. Bir kitle hareketinde örgütlenmede, tavır alışta benim konumum şu, bu demeden Öne atılmak zorundadır. Kararlı olmak zorundadır.
Bugün güçlü olan düşman değil biziz. Her şeyden önce düşman kitleleri kaybetmiştir. Kitlelere vereceği hiç bir şey kalmamıştır. Sorun sadece bizim kitleleri örgütleyemememizdir. Bütün birim ve alanlardaki yoldaşlarımız daha hızlı bir gelişimin yolunu açmak için ama’sız, ancak’sız düşünmek zorundadırlar. (…)
Hiç bir hazır reçeteye bağlı kalmadan bütün birimler kendi alanına özgü propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylem biçimleri yaratmak zorundadır. Alışılagelenin dışına çıkarak cüretli kararlar alıp pratikte denemek zorundayız. Beyni devrimle dolu, devrimle yatıp devrimle kalkan insanların önünde hiçbir engel olamaz. Çözümsüz hiç bir şey yoktur.” (Dursun Karataş, Ocak 1999)
KÜÇÜK İŞLERİ YAPMAYANLAR, BÜYÜK İŞLERİN ADAMI OLAMAZ!
“Büyük iş, küçük iş ayrımı yapmamak” gerektiği, her devrimcinin devrimciliğe adım attığında ilk öğrendikleri arasındadır. Lakin bu da “öğrenir öğrenmez” uygulanan bir anlayış olmaktan çok, devrimcileşmemize paralel olarak gelişen veya gelişemeyen yanlarımızdan biridir. Kimimiz, günlük, sıradan işleri küçümseriz; uzak dururuz veya gerçekte son derece önemli işleri günlük sıradan işler diye niteleriz. Elbette bu durumlarda, işleri, küçük, önemsiz görmemizin ve yapmamamızın hep bir gerekçesi, ışıklaması vardır. Sığındığımız gerekçe çoğu zaman daha önemli(!) işlerimizin varlığıdır. Bu gerekçe daha çok da yöneticilerimizde, şu veya bu konuda sorumluluk almış insanlarımızda ortaya çıkar. Ama daha yaygın olarak, herhangi bir görevi, İşi üstlenen birinin de bu görevini “küçük işlerden” uzak durmanın bahanesi yaptığına rastlanabilir.
Şimdi biraz düşünelim: şu veya bu işi gereksiz, önemsiz bulup yapmamak, yapılmasına katılmamak ne anlama geliyor?
Şimdi bu soruyu açmak için bir kaç soru daha ekleyelim; Bizim çok daha önemli işlerimizi gerekçe gösterip katılmadığımız işleri kimler yapmaktadır?
Bu önemsiz, küçük işleri bıraktığımız insanlar kimler?
Bu soruların cevabı bizim devrimciliğe, halka, yoldaşlarımıza bakış açımızı ortaya koyacaktır. Açık olan şudur ki, bu bakış açısı devrimcilerin değil, burjuvazinin bakış açısıdır.
İş Ayrımı Yapmak; Küçük Burjuva Aydınların, Bürokrat Devrimcilerin İşidir
Büyük-küçük, önemli-önemsiz iş ayrımı kafa emeğiyle kol emeğinin ayrımına dayanır. Bu ayrım asıl yansımasını burjuva, küçük-burjuva aydında ve küçük-burjuvalıktan kopamayan devrimcilerde gösterir. Küçük burjuva, yaşam tarzında burjuvaziye özenir ve onun gibi olmak ister. Çalışmayı, fiziki güç gerektiren işler yapmayı “alt katmanların” işi olarak görür. Bu tip işler kaba, cahil insanların yapması gereken işlerdir. Küçük burjuvalar ise fikir üretirler, yönetirler, sanatsal yaratıcılıkta bulunurlar. Tüm enerjileriyle bunlara yoğunlaşmalıdırlar. Bu kadar önemli işler, üretimler gerçekleştiren bu insanlardan günlük, sıradan işleri görmeleri, sıradan insanlar gibi davranmaları beklenmemelidir!!)
Haşa, böyle yapmaları, biraz da hamal olmaları istendiğinde üretemez, yeni şeyler ortaya koyamazlar. Onlar kurmaylıklar için yaratılmışlardır. Ama bilmezler ki hamal olmayanlar kurmay hiç olamazlar…
Aynı şey bürokratlar için de söz konusudur. Onun görevi yönetmektir. Emirler talimatlar vererek işlerin yapılmasını sağlamaktır. Emirleri yerine getirmek, hele de sıradan günlük ihtiyaçları karşılamak altındaki insanların işidir. Bürokrat, halkı, sorumluluğundaki insanları küçümser, kendisi önemli görevlerin, önemli işlerin adamıdır. Onun ağzından “bu işleri de ben mi yapacağım, bu işle de ben mi uğraşacağım” sözlerini sıkça duyarız. Tabii, o bu işleri yapmamalıdır. O ne yapmalıdır örneğin?
Dükalıklar kurmalıdır, şeflik yapmalıdır. Ama gün gelir, bir bakarlar ki ne dukalıkları kalmış, ne de şeflik yapabilecekleri kimse…
Devrimci İçin Bütün İşler Önemlidir
Şimdi bir an düzenin insanları, özel olarak da gençliği bu konuda nasıl yönlendirip şekillendirdiğine bakalım. Eğitim, yükseköğretim, sınıf atlamanın daha iyi koşullarda yaşamanın bir aracıdır. Okuyup adam olmak, sıradan külfet gerektiren işlerden kurtulup masa başına kurulmaktır.
Aileler de çocuklarını “sen de bizim gibi ezilme, bizim çektiklerimizi çekme” diyerek yönlendirir. Devrimci saflara gelirken de işte bu ideolojik şekillenmenin şu veya bu ölçüdeki etkilerini taşıyarak geliriz. Bu etkinin bir soruna dönüşüp dönüşmemesi, bizim küçük burjuva düşünüş ve yaşayış tarzına karşı savaşımıza bağlıdır Bu düşünce tarzından kurtulamayanlar, çalışma tarzında, günlük yaşamında, devrimin ihtiyaçlarına, görevlere, işlere yaklaşımında bu düşüncenin yönlendiriciliğinde hareket edecektir.
Burada görülmesi gereken, burjuva ideolojisinin gücü ve üzerimizdeki etkisidir. Bu öylesine derinlemesine izleri olan bir etkidir ki inandığımız, savunduğumuz düşüncelerin tam tersini yaparız ve bu davranışlar bazen çok doğal geldiği için sorgulanmaz bile.
Bir kampanya örgütleniyordur. Bildiri dağıtma, kuşlama yapma, ev ev dolaşıp çağrı yapma gibi işler “ona göte” değildir. O yalnız önemli eylemlere katılır, kitle çalışmasında yer almaz.
Bir açıklama yazılacaktır. Mesaj verilecek, görüşlerimiz kitlelere olanca çıplaklığıyla gösterilecektir. Yani anlaşılır, basit ve sade olacaktır. Ama bu da küçük burjuvanın işi değildir. Onun işi derin teorik tahliller yapmaktır.
Kısacası küçük burjuva çarpık aydın kafa yapısının ve çalışma tarzının sonucu olarak yaşamdan kopulur. Günlük sorumluluklar, işler angarya olarak görülür. Yoldaşlık ilişkilerine gerekli emek harcanmaz. Paylaşımlar için gerekli zaman yaratılmaz. Bu kafa yapısının kadro ve yöneticiyi götüreceği yer bürokratlaşmadır. Kendine olmadık misyonlar biçmedir. Bürokratlaşma ise devrimci ruhun, coşkunun, motivasyonun kaybedilmesidir. Kitlelerden, yoldaşlardan koparak savaşa, örgütlülüğe, yoldaşlara yabancılaşmadır. Bürokratlaşan kadro statükolarıyla, devrimci ilişkilerde güvensizliğin, adaletsizliğin yaratıcısı ve yayıcısı olacaktır.
Büyük-Küçük, Önemli-Önemsiz İş Ayrımı Halkı Küçümsemenin, Tepeden Bakmanın Bir Sonucudur
Kitle ilişkisinde kalan ama bütün gün çalıştığını, sabaha yetiştirecek raporları olduğunu ileri sürerek evdeki işlerin yapılmasına katılmayan, hatta kendi kişisel işlerini bile ev sahibine yaptıran bir kadro Örneğine bakalım.
Bu bakış açısı devrimciliği doğal bir görev olarak değil, bir fedakârlık, bir lütuf olarak gören ve halktan karşılığını isteyen kafa yapısının bir sonucudur. Öyle ya, bütün gün devrim için çalışıp didiniyordun Evinde kaldığı insanlar bir şey yapmıyordun Onlar da üzerine düşeni yapmalıdırlar. Halk nedir, halkı savaştırmak nedir, örgütçülük nedir soruları anlamsızlaşmıştır.
Küçük burjuva, evinde kaldığı insanlara örgütün bir lütfu, bu insanlar da onun hizmetkârıdır adeta. Bu bakış açısıyla halk ilişkilerimizin günlük işleri yapması son derece doğal görülebilmektedir. Örgütlenmesi, savaşa katılması gereken insanlar bu bakış açısının sonucunda, örgütlenmenin, savaşın uzağında bırakılabilmektedir. Çünkü halka tepeden bakan, değer vermeyen bakış açısı onları örgütlü hale getirmek, devrimcileştirmek, militanlaştırmak için gerekli emeği harcamayacaktır. Kendisine güven duyulduğunu, değer verildiğini hissetmeyen kitle ilişkisi de hiçbir zaman kendisini önemli işlere, görevlere aday göremeyecektir. Savaşın lojistik desteği olmayı yeterli görecektir.
Halkı savaşın asli unsuru olarak görmeyen yalnızca “önemsiz” görevleri yerine getiren bir “destek güç” olarak gören bir anlayış halkı örgütleyemez, savaşa katamaz. Halkı kadrolaştırmak aklının kenarından bile geçmez. Yine, halka tepeden bakan, “biz sizin için savaşıyoruz. Siz de bize bakmak zorundasınız” mantığıyla düşünen bir anlayış halkın güvenini kazanmak bir yana, güvensizliğin, inançsızlığın taşıyıcısı olur. Halkın devrimcilere tepki duymasına neden olur. Peki, bu bir kadro veya yöneticinin her şeyi yapacağı, bütün İşleri tek başına omuzlayacağı anlamına mı gelir? Hayır. Kadrolar, yöneticiler neyi yapacaklarım ve neyi kime nasıl yaptıracaklarını bilen insanlar olmak durumundadır. Nasıl bir anlayışla, nasıl bir örgütlemeyle, nasıl bir tarzla işler çekip çevrilecek? Hangi yöntemleri takip ederek hareket bir adım daha ileriye götürülecek? İnsanlar nasıl eğitilecek, devrimin ihtiyat kuvveti olmaktan çıkartılıp asli güçleri haline getirilecek?
Kadrolar ve yöneticiler bunun cevaplarını verebilmelidirler. Yeri geldiğinde her şeyi kendileri bizzat yapmasını da bilmeli, ama esas olarak her şey hakkında sorumluluk duymalı, örgütleyebilmelidir.
Kısaca, eleştirdiğimiz yaşamın tümüne hakim olan bir çalışma tarzı, bir bakış açısıdır.
Devrimin Kurmayı ve Hamalları Olan Şehitlerimiz Bizlere Yol Gösteriyor
Büyük, küçük her iş devrimin işidir deyip sahiplenen, yeri geldiğinde derneği, yeri geldiğinde temizlik yapan, çay dağıtan Haydarlarımız, Apolarımız, devrimin hamalı Hasanlarımız, bir devrimcinin her şeyden önce emekçi olması gerektiğini yaşamlarıyla gösteriyorlar.
“Sabahtan akşama kadar sokaklarda dolaşan, gerektiğinde bir malzemeyi yüklenip oradan oraya taşıyan Niyazi AYDIN; arandığı, önemli sorumluluklar üstlendiği bir dönemde Metris Hapishanesi’nin önüne kadar gidip orada tutsak yakınlarıyla cuntaya karşı muhalefeti örgütlemeye çalışan Sabahat KARATAŞ ve diğer önder yoldaşlarımız, bizim anladığımız mücadelenin ihtiyacı olan, sosyalist topluluğu bürokratik sapmalardan koruyacak olan yönetici tipinin örnekleridir.” (Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Mücadele, sayı:61)
Bir yönetici, bir kadro, bir hareket insanı sıradan biri değildir. Bir hareket insanı bürokrat hiç değildir. Sıradan insanların kimseyi örgütleme yükümlülüğü yoktur. Bürokratlarınsa kimseyi örgütlemek diye bir dertleri yoktur. Hareket insanı işte tam da budur: Örgütçü insan, sorumluluk sahibi insan…
O halde insanlarımız, bir, çalıştıkları alanda halkla somut, elle tutulur bağlar kurmalıdır; iki, söylediklerini hayata geçirme ahlakı taşımalıdır; üç, pratiğin içinde, hem öğretmen hem de öğrenci olmalıdır. İş seçen, iş beğenen insanlar bunların üçü de olamazlar. Çünkü bu söylenenlerin özeti, devrimin hem hamalı hem kurmayı olabilmektir.
Ama yeri geldiğinde; boğulmadan, temel tali ayrımı yapmasını, işini örgütlemesini bilerek… İbrahim Erdoğan için yazılanlar örnek olmalıdır: “Onun için bir masa başında günlerce daktilo yazmakla, ya da saatlerce yol yürüyüp not götürmekle veya bir sempatizanla bıkmadan uzun uzadıya konuşmak arasında bir fark yoktur.” (İbrahim ERDOĞAN’ın özgeçmişinden)” (Age.)*
DEVRİMCİ HEYECAN
Yürüttüğümüz kavga, son derece güçlü bir irade, sarsılmaz bir moral güç gerektiriyor. Karşı-devrimden kaynaklanan hemen her şey irademizi teslim almaya, moral barikatlarımızı dağıtmaya yöneliyor. Böyle olunca da irade ve moral, savaşın seyri içinde son derece belirleyici bir güç haline geliyor.
Moralsizlik, coşkusuzluk gibi durumlar zaman zaman karşımıza çıkar. Bu ruh hali, bir kişiyle, birkaç kişiyle sınırlı kalmayıp birime yayılmaya başlayınca, sorun derinleşir, o alandaki, birimdeki mücadele ve örgütlenmenin önünde engel olmaya başlar. Ne yapacağız? Sorunu doğru çözümlemek, yani başka bir deyişle teşhisi doğru koymak, doğru bir tedavi uygulamanın ön koşuludur. Şunu baştan bilmek durumundayız; İnsan varsa, çelişki de, zaaf da vardır. Sorun, nasıl yaklaşacağımızı, nasıl çözeceğimizi bilmektir. Gerçekte hiçbir çelişki çözümsüz, hiçbir zaaf aşılamaz değildir.
Coşkusuzluk, moralsizlik tabii bir ruh halidir. Ancak bu ruh hali, belli bir ortamdan, belli bir pratikten kaynağını alır. Coşkusuzluk, moralsizlik gibi sorunların ortaya çıktığı yerlere bakalım; mücadele ve örgütlenmeye belli bir yoğunlaşma yoktur. Mesela yayınlarımız orada ciddi bir biçimde okunmamakta, gerektiği gibi tartışılmamaktadır. Dergiyi tartışmayınca tabii sorunları, küçük şeyleri tartışıyor. Devrime, o alandaki, birimdeki işlere yoğunlaşamayınca, boşluğu kişisel sorun ve sürtüşmeler dolduruyor. Mesela şöyle bir mekanik sorunun hiç yeri yoktur; moralsizlik olduğu için mi orada işler kötüdür, yoksa işlerin kötülüğü mü moralsizliği ve coşkusuzluğu yaratmaktadır?… işlerin yapılamaması, aksaması moralleri daha fazla bozuyor. Morallerin bozulması işleri ve ilişkileri daha da kötü bir duruma getiriyor. Bu bir KISIR DÖNGÜ olarak böyle sürüp gidiyor. Biri diğerini büyütüyor.
Devrimcilik nasıl bozuluyor, heyecan nasıl yok oluyor? Cevap bir yanıyla bu kısır döngüdedir. Verim alamazsan, belli sonuçlar yaratamazsan bir süre sonra moralsizlik hakim olur. İnançsızlık da böyle başlar. Devrimciliğin güzelliği üretmekte, yaratmakta, küçük veya büyük ama devrimi geliştiren bir işin yapılmasında; zincirin halkalarından biri olabilmektedir. Bu yeterince görülemediğinde veya hissedilemediğinde, devrimci görevler. İdeallerimizin bir parçası olmaktan çıkıp, manevi anlamını yitirip sıradan işlere dönüşürler.
Mesela bir birim veya yöneticilerini düşünün; kafası dergiyle değil, dergi parasıyla meşgul.
Adeta tüm faaliyetin odağına giderek mali sorunlar oturuyor. Tabii böyle bir noktada kitlelere inanç kalmıyor. Devrimciliğin en yalın duygularını yaşayamıyor. Emperyalizmin bir saldırısı oluyor diyelim, kendi pratik işlerinde boğulmuş beyni, ne halkların katledilmesinin acısını duyabiliyor, ne de o konuda bir şey yapmayı düşünebiliyor.
Hayalleri büyütmeliyiz. Bizim dinamik beyinlere ihtiyacımız var. Kafası vızır vızır çalışacak, her şeyi birden düşünecek, her noktada duyarlılık, uyanıklık sağlayacak.
Beynimizin ve vücudumuzun dinamizmini körelten her türden olumsuz moral etkiyi cesaretle ele alıp çözümlemeliyiz. Bunlar, ülke genelindeki çeşitli etkenler olduğu gibi; kişisel, bulunduğumuz alana ilişkin şeyler de olabilir. Kitleler düzeyinde bir olumsuzluk, yoldaşlardan beklenmeyen bir şey, mücadelenin seyrinde olumsuz bir gelişme, bir darbe, herhangi bir işte bir türlü istenilen sonucun alınamaması… Tabii bütün bunlar olabilir ve zaferi isteyen bir devrimci, bunlardan olumsuz etkilenmemek zorundadır. En olumsuz koşullar, onun moralinin en güçlü olduğu zamanlar olmalıdır.
Ne istediğimizi biliyorsak, bunda belli bir netliğe sahipsek, ruh halimizi olumsuz etkileyen her şey, belli bir süreçte de değil, bir çırpıda atılabilir demektir. Sorunun çözümünün daha zor olduğu durumlar ise, ne istediğini bilmeyen, esasında bu konuda dönüşememiş olan insanlar özelindedir. Düzen bir değersizleşme yaratmıştır. “Korkuyorum, ailemi özledim” derken, bunu pek de sıkılmadan söyleyebiliyor örneğin. Feodal gurur kırılmış bu anlamda. Yerine başka bir şey de konulmamış. Bu noktada düzen kültürünün etkilerini çözümlemek durumundayız. O kadar geniş kesimlerde tabii ki bir kişilik bozulması, en azından bir tahribat vardır. Ne istediğini bilmiyor örneğin. Olumluya da, olumsuza da çok kolay adım atabiliyor bu yüzden. Biz yön vereceğiz buna. Yani, onlara bir ideal kazandıracağız. Burada yöneticiye önemli bir rol düşer. Yönetici yol gösterici olacak. Olmuyor mu? Önüne düşüp gösterecek, bizzat yapacak. Ama sonuçsuzluğun önüne geçecek. Korkuyor mu? Hem korkuyu kafasında açacağız, hem önüne düşüp üzerine gideceğiz. Bu tahribatlara karşı, bu ideali kazandırmak için sabırlı, ısrarlı bir ideolojik eğitimi hayata geçirebilmeliyiz. Bunları meşrulaştırmak bir devrimci örgüt için düşünülemez bile. Bunlar karşısında kestirmeci, devrimci saflardan uzaklaştırıcı yaklaşımlar da çözüm değildir.
Örgüt bunlar karşısında liberalleştikçe onlara teslim olunur. O zaman da örgütte bozulma, çürüme başlar. Bu yanıyla çok sabırlı, inatçı olmalıyız. Değilse olumsuzlaşma kaçınılmazdır. Sabırla, inatla her insana bir İDEAL ve bu ideale yürüme İRADESİ kazandıracağız.
Bundan her şeyin teorik, ideolojik eğitimle çözüleceği sonucu da çıkarılmamalıdır. İdeolojik eğitim temeldir ve önemlidir. Ama bu eğitim o birimin pratiğiyle ve günlük yaşamla birleştirilmediğinde soyutluktan kurtulamayacaktır. Gelişim dediğimiz şey, günlük yaşamda küçük ayrıntılarda gerçekleşir ve şekillenir.
Devrimcileştirdiğimiz her davranış, her duygu, her ilişki, kişiliğimizdeki dönüşümü sağlamlaştırır. Günlük işler, kimi zaman pek de önemsenmez. Ama yaşantımızın büyük bir bölümü günlük işlerden oluşur; yani farkına varmadan yerine getirdiğimiz, sıkılıp içinde boğulduğumuz, “bugünlük böyle olsun, yarın tam yaparım” dediğimiz sıradan günlük işlerden… Oysa yaptığımız işlerin hiçbiri sıradan değildir. Onları sıradanlaştıran bizim bakış açımızdır.
Yaptığımız işlerin bizi ve devrimi geliştirdiğinin, yapmadıklarımızın ise gerilettiğinin farkına varmak, yaptığımız tüm işlerden duyulacak coşkuyu farklılaştıracaktır. Günlük işler yük gibi mi geliyor, yoksa bir adım öne sıçramamızı mı sağlıyor? Günün yoğunluğu içinde yoldaşlarımızın ihtiyaçlarını görebiliyor, onlara yardımcı olabiliyor muyuz? Yerine getirmediğimiz görevlerimizin nedenlerini bulmak, bir daha böyle bir hatayı tekrarlamamak için kendimizi sorguluyor muyuz?
Bütün bunlar bizim gönüllülük ve gönülsüzlüklerimizdir. Dolayısıyla yine bütün bunlar, ele alınışlarına göre, coşkunun veya coşkusuzluğun, moralin veya moralsizliğin kaynağıdırlar.
Günlük yaşamda üzerimize düşen işlere gönülsüz yaklaşırken devrim için büyük fedakarlıklara hazır olduğumuzu söylemek çelişkilidir, inandırıcılığı da olmaz. Bu çelişkili durum bazen görünürde çok coşkulu ama işe gelince kaytarmacı davranan bir kişilik ortaya çıkarır ki, onun coşkusuda yüzeyseldir, kendini ve devrimi geliştiren bir işlev yerine getirmez.
Devrimci kişiliğin şekillenmesinde devrimci irade son derece önemli bir parçadır. Zaaflar dediğimiz şey, gelişimimiz önünde hep birer ayakbağıdır. Bir devrimci öncelikle bunlara karşı güçlü bir mücadele dinamiğine sahip olmak durumunda. Bunu nasıl başaracak? Tabii ki iradesiyle. Bu iradenin beslenmesi gereken pınarlar vardır. Onlardan yeterince beslendiğimizde hızla yol alırız. Bu pınarlar, ideolojimiz, kültürümüz, siyasal çizgimiz, ilkelerimiz, kurallarımız, geleneklerimiz, halka bağlılık ve harekete güvenimiz, yani kısacası devrimci hareketi var eden tüm değerlerin toplamıdır.
Devrimci irade, yaşamımızın her anında bizi yönlendiren olabiliyor mu? Asıl mesele budur. Devrimci irade, iş yapmaya karar verme ve yapma gücüdür. Devrimci irade, nesnelliğin panzehiridir.
Zorlukları aşma, savaşma kararlılığıdır. Sorun aslında yalındır. Devrimci hareketi oluşturan herkesin iç düşmanına karşı savaşı, devrimi büyütmek için verilen savaştır. Zaaflarımıza yenik düşmek, irademizi kullanmamaktır. Zaaflarımıza karşı mücadelede “aşmak istiyorum, ama aşamıyorum” demek bilinçli insan iradesinin gücünün farkında olmamak demektir. Bu anlamda bir zaafı aşmak isteyip de aşamadığımızı söylüyorsak, yine kendimize dönüp “aşmayı ne kadar istiyoruz?”, “istiyorsak ne yapıyoruz” sorularını sormalıyız. Düşman tankıyla, topuyla, polisi, MİT’İ, kontrgerillasıyla, ideolojik aygıtlarıyla, her türlü karşı-devrimci örgütlenmesiyle devrimci irademizi geriletmeye, teslim almaya çalışıyor. Bu saldırıların karşısında dimdik durabilmek için moral olarak güçlü, “ben yapamıyorum, ben kendime güvenmiyorum” sözlerini literatürden çıkartmış insanlar olmak zorundayız.
Hayat boşluk tanımıyor. Bizim boş bıraktığımız her yerde karşı-devrim örgütleniyor. Moralsizliğimizi ileri sürüp eksik bıraktığımız her şey, düşmana güç kazandırıyor. Yaptığımız iş hiç kuşku yok ki son derece zor. Ama mesela bir akşam televizyonun karşısına geçtiğimizde neler gördüğümüzü bir hatırlayalım; haksızlığa, zulme uğrayan insanlarımız, çaresiz insanlarımız, üç kuruş bulunamaması yüzünden ölen insanlarımız, katledilen, işkence gören insanlarımız… yaptığımız her işte duyacağımız coşku, işte bütün bunlara son verecek olmanın coşkusudur.
Halkımızın acılarını, gözyaşlarını dindirecek olmanın coşkusudur. Tahammülsüzlükle, büyük bir kinle ve öfkeyle izlediğimiz her şeye son verecek olmanın coşkusudur.
HAZIRLIK BAŞARININ ÖN KOŞULUDUR
Önemli eylemlere, faaliyetlere kadar eksikliklerimizi, başarısızlıklarımızı değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan nedenlerden biri de o eylemin, işin öncesinde yeterince hazırlık yapılmamış olmasıdır. Bir miting yapmışızdır, ama gerekli kitleselliği sağlayamamışızdır. Bir eylem yapmışızdır, ancak dağınıklık yaşanmıştır. Bir bölgede çalışmaya başlamışızdır, ama örgütlenmemiz bir türlü gelişmiyordur. Bir yazılamaya çıkmışızdır, ama ya doğru dürüst yazamamışızdır ya da yazılama çok dar kalmıştır.
Neden başarılı olamadık ya da istediğimiz verimi elde edemedik?
Çünkü mesela miting organizasyonunda başvurusuyla, ses düzeniyle, programıyla uğraşmışızdır. Ama en önemli aşamayı, mitinge katılacak olan kitle çalışmasını önemsememişizdir. Ya da kitleyi mitinge taşıyacak olan araçları ayarlamamışızdır, kitlenin mitinge taşınmasını organize edecek olanlar gözaltına alınmıştır ve alternatifleri yoktur vs… vs…
Gerekli kitlesellik sağlanamadığında ise, programımız, pankartımız, ses düzenimiz ne kadar mükemmel olursa olsun miting amacına tam olarak ulaşmış olmaz. Yapacağımız eylemler açısından, tüm faaliyetlerimiz açısından hazırlık başarının garantisidir. Farklı bir örnek verip mesela bir kapitalisti ele alalım. Kapitalist bir malı üretmeye karar vermeden önce aylarca piyasa araştırması yaptırır. Üretmeyi düşündüğü ürüne ne kadar ve ne türde bir talep olduğuna bakar; tekrar edip etmeyeceğinden yani başarıdan emin olmak ister.
Mühendislerle, ustalarla toplantılar yapar. Bu hazırlığın ilk aşamasıdır. Malı üretmeye karar verince de hemen reklam kampanyasıyla tanıtımına başlar. Dağıtımını organize eder… Yani kısacası bir ürün sayısız hazırlık aşamasından sonra tüketiciye ulaşır.
Devletin, kontrgerillanın halka, devrimcilere karşı geliştirdikleri saldırılara bakalım örneğin; önce radyosuyla, TV’siyle saldırılarına meşru zemin hazırlarlar. Hedefte hangi alan varsa o alana yönelik demagojiler, psikolojik savaş yöntemleri yoğunlaştırılır. Ardından saldırıları gündeme getirirler. Egemen sınıflar daha iyi sömürebilmek için, halkı düzen içinde tutabilmek, terörle sindirebilmek için uyguladıkları her politikada, başvurdukları her yöntemde çeşitli kurumlarını seferber ediyor, politikanın ekonomik, askeri, medyatik boyutlarını hazırlıyor. Çünkü ürettikleri politikalarla, yaptıkları operasyonlarla sonuç almak istiyorlar. Sonuçta onlara bu hazırlığı yaptıran, yani işlerini ciddiye aldırtan iktidarlarını koruma hırsıdır.
Devrimciler için ise hazırlık, düşmanın politikalarının bozulması, devrimci politikaların halka ulaştırılması, savaşın geliştirilmesi ve iktidarın kazanılmasıdır. Yani “hazırlık” dediğimiz şey özünde iktidar bilinci ve iddiasına paralel bir seyir izler.
Hazırlık, Yapılan İşi Sahiplenme ve Ciddiyettir
“Vladimir İlyiç Lenin giriştiği her işi mükemmel yapardı. O çok geniş bir hazırlık çalışmasıyla işe başlardı… Bir işin ne kadar önemli olduğunu düşünürse o kadar küçük ayrıntılara inerdi.”(Eğitim Üzerine, Krupskaya, sf:554)
Başarısının temeli olağanüstü yoğunlaşmasına, yapacağı işe başlamadan önce geniş bir hazırlık yapmasına bağlıdır. Yaptığımız her işi ciddiye almamızı, yoğunlaşmamızı sağlayan iktidar bilinci, devrim iddiasıdır.’ Elde ettiğimiz her bilgi, araştırdığımız her konu devrimin sorunlarının daha iyi kavranmasına, savaşı geliştirecek doğru politika ve taktiklerin yaratılmasına hizmet edecektir.
Lenin’in çalışmasındaki ciddiyet ve yoğunlaşma elbette büyük küçük her işe verdiği önemin ifadesidir. Bir işçiyle yapacağı görüşmeye de, bir işçi toplantısında yapacağı konuşmaya da aynı ciddiyet ve özenle hazırlanır. Bu tarzda da görebileceğimiz gibi iyi bir hazırlık, işin önem veya önemsizliğine, büyük veya küçüklüğüne göre değil, işi yapma ve sonuç alma istek ve kararlılığımıza bağlıdır. Bir işin başarılı olmasını ne kadar istersek, o kadar yoğunlaşır, o kadar iyi hazırlanırız. Başarı için gerekli koşulları yaratmaya çalışırız.
Diyelim ki bir eylemin sorumluluğu bize verildi. Eylem yerinin istihbaratının çıkarılmasından, eyleme götüreceğimiz insanların hazırlanmasına, planlamadan, eylemin teknik hazırlıklarının tamamlanmasına, eylem sonrası neyin nasıl olacağının ayarlanmasına kadar harcadığımız emek, duyduğumuz sorumluluğun göstergesidir. Diyelim bir pankart yazılacak ya da afiş hazırlanacaktır. Genellikle hazırlamak için başına oturduğumuzda ya şablonların unutulduğu ya da yeterli boyanın veya cetvelin olmadığı görülür. O zaman ne olur? İş, ya hiç yapılmaz, ya da uyduruk bir şey çıkarılır ortaya. Hazırlığı ciddiye alınmayan her işin sonucu pankart örneğinde olduğu gibidir. Bizim devrim ciddiyetimizle, iddiamızla uyuşmayan ürünler çıkar ortaya. Eğer üstün körü bir hazırlık yapmış, özensiz çalışmışsak yaptığımız işi sahiplenmiyoruz, en azından devrim için ne ifade ettiğini süreç açısından işlevini düşünmemişiz demektir.
Hazırlık, Neyi Nasıl Yapacağını Bilmektir
Hazırlık yapmak, neyi nasıl yapacağını araştırmak, bulgular ışığında plan yapmak, karşımıza çıkan veya çıkması muhtemel sorunları baştan tespit edip çözüm yollarını bulmaktır. Geçmiş deneyimlerden, birikimlerden yararlanmayan bir devrimci kendi deneyimini yaşayacaktır. Bilgi ve deneyim eksikliğinin yaratacağı sonuç ise bellidir. Ya eksik bırakılan önlemler yüzünden düşmana açık verilecek ya da çalışma yöntemi bilinmediğinden bir günde bitecek iş bir haftaya, bir aya sarkacaktır. Diyelim ki, bir bölgede örgütlenmeye başlayacağız. Örgütlenme faaliyetine hiçbir hazırlık yapmadan başlayan bir devrimci nereden başlayacağını, hangi kesimlere gideceğini, hangi sorunlardan yola çıkacağını bilemeyecektir. Belki bu arada pek çok iş de yapılacaktır; ama bu kendiliğinden olacak ve sonuç almayacaktır. Mahallenin yaşadığı temel sorunlar nelerdir? Hangi kesimler devrimcilere yakındır, hangileri karşıdır? Düşmanın, karşıdevrimci örgütlenmelerin durumu nedir? Mahallenin mücadele ve örgütlenme geçmişi nasıldır?
Bunları araştırmayan, öğrenmeyen ve bunlara göre hazırlığın en önemli parçalarından biri olarak bir plan yapmayan bir devrimci daha ilk adımda hatalar yapacaktır. Belki de yaptığı hatalarla orada örgütlenmenin şartlarını zorlaştıracaktır. Oysa örgütlenme çalışmasına başlamadan veya mevcut örgütlülüğü devralmadan önce bu sorumluluğu almaya kendini hazırlayan bir devrimci, örgütlenmeye nereden ve kimlerden başlayacağım, hangi sorunlardan yola çıkacağını, hangi araçları kullanacağını bilir. Hazırlık aşamasında çıkabilecek olumsuzlukları, düşmandan, karşı devrimci güçlerden gelebilecek saldırıları görüp, bunun önlemlerini alma imkânına sahip olur. Kısaca hazırlığıyla alana, yaptığı işe hâkimdir. Böyle olduğu için de gelişmeleri kontrol edebilir, yönlendirebilir.
Bu durum en küçük işten en büyük işe kadar böyledir. Araştırmak, öğrenmek, hazırlanmak bizi bilgili ve bilinçli kılar. Hem yapacağımız işi tüm boyutlarıyla kavrama, hem de on yılların deneyiminden, birikiminden faydalanma imkânı sağlar. Savaşımızın sürekli geliştiğini, doğal boşlukların yeni kadrolarla dolduğunu düşünürsek neyi nasıl yapacağını bilmenin önemi daha iyi ortaya çıkar. Bir kitle gösterisinde konuşma yapmaktan, bir eylemde güvenlik almaya, bir Molotof yapmaya, bir bildiri yazmaktan, falan semtte bildiri dağıtmaya kadar her şey mutlaka bir ön hazırlık gerektirir. Bunun koşulları her zaman olmayabilir. Gerekir herhangi bir işi hazırlıksız da yaparız. Ama en küçük bir zaman dilimi bile bulursak, işi en azından kafamızda hazırlamak için değerlendirmeliyiz. Hazırlık, hataları en aza indirir. O halde hiçbir şeyi şansa bırakmayacağız. Bu basittir istihbarat yapmaya veya arkadaşlara anlatmaya gerek yoktur diye düşünemeyiz. Bir şey eksik olursa hallederiz deyip hazırlığın bir parçası olan ön kontrolleri yapmamazlık edemeyiz. Silahlı, silahsız, kitlesel, dar, yasal, yasadışı her işimizi ciddiye alacağız. Her işte yoldaşlarımızdan, yayınlarımızdan hatta halkın deneyim ve birikimlerinden yararlanacağız.
Neyi nasıl yapacağımızı öğrenecek, öğrendikten sonra plan-program çıkaracak, ve onun adım adım denetleyicisi, yönlendiricisi olacağız. Plan çıkardığımızda hazırlık aşamasının büyük bölümü tamamlanmış demektir. Gerisi işin nasıl yapılacağını görev verdiğimiz insanlara da kavratmak ve denetlemek, sonuç almakta kararlı olmaktır. İşi yapacak insanların hazırlanması, eğitimi de işin planlanması kadar önemlidir.
Hazırlıklı Olmak Alternatifler Oluşturmaktır
Hazırlıklı olmak, belirttiğimiz gibi, bir işe, bir alana en küçük ayrıntılarına kadar hâkim olmaktır. Hâkim olan kişi işlerin nasıl yapılacağını bilmenin de ötesinde, çıkabilecek olumsuzlukları, doğabilecek sorunları da görebilir.
Örneğin bir mahallede kitle gösterisi yapacağız. Ortak yapılan bir eylemse, muhtelif provokatif davranışları, düşmanın saldırma olasılığı varsa nereden ve nasıl saldıracağı görülebilir. Güvenlik önlemlerini buna göre organize edilir. Hazırlıklı olmak hiçbir şeyi şansa bırakmamaktır. En küçük bir belirsizliğin olduğu yerde “acaba olur mu?”, “acaba gelir mi?” “acaba getirecek mi?”, “acaba polis var mıdır?” düşüncelerinin oluştuğu yerde başarısızlık, işin yapılamaması büyük ihtimaldir; hemen o boşlukları dolduracak çözüm yollan ve yöntemleri bulmak durumundayız.
Diyelim ki bir panel örgütledik ve aydınlardan, sanatçılardan konuşmacılar davet ettik. Bu çalışmayı örgütleyen kişi dikkatli bir gözlem ve değerlendirmeyle söz veren ama gelmeyebilecek olanları öngörür ve doğacak boşluğu şu veya bu biçimde dolduracak alternatiflerini hazırlar. Program aksamamış olur.
Diyelim ki bir okulda eylem yapacağız. Ama polisin çok öncesinden önlem alacağını da geçmiş deneyimlerden biliyoruz. O zaman hazırlığımızı bu ihtimale karşı yaparız. Alternatif yerimiz bellidir. Gözaltı ya da eylem yerine sokulması güç pankart, afiş, üniforma gibi şeylerde alternatifimiz hazırdır. Düşman ne kadar uğraşırsa uğraşsın eylemimizi engelleyemez. Eylemin yeri, saati değişir, sorumlusu değişir ama eylem gerçekleşir.
Bir bölgede çalışıyoruz. Düşmanın her türlü saldırısı da ihtimal dâhilindedir. Bu ihtimal koşullarına göre büyür, küçülür ama biz somut olarak çeşitli saldırılar karşısında da hazırlıklı olmalıyız. Güvenlikte olması gereken, her şey için önlem almak, ilişkilerimizi, faaliyetlerimizi gözaltılara, en ağır baskı ve teröre rağmen çalışabilecek şekilde düzenlemek bu hazırlığın esasıdır.
Herhangi bir birimde, alanda malzeme ya da insan olarak büyük kayıp verdikten sonra “hiç beklemiyorduk, hazırlıklı değildik” deme hakkımız yoktur. Ancak böyle bir çalışma tarzı düşmanın devrimci faaliyeti engelleme, örgütlülüklerimizi dağıtma çabasını boşa çıkarabilir, sürekliliği sağlayabiliriz
Kendine Güvenli ve İnisiyatifli Olmak İçin Hazırlıklı Olmalıyız
Hazırlıklı olan, ne yapacağım, nasıl yapacağım bilendir. Böyle biri olaylar ve gelişmeler karşısında şaşırmaz, bocalamaz, paniğe kapılmaz. Çünkü öncesinde en olumsuz gelişmede bile ne yapacağını düşünmüş, planlamıştır. Bu hazırlığı verdiği güven ve güçle en zor anlarda dahi doğru kararlar verebilir, inisiyatif geliştirebilir. Bütün emeğe ve hazırlığa rağmen yine de olumsuzluklar gelişebilir, hesapta olmayan durumlar çıkabilir. Ama hazırlıklı olunduğunda aynı güçle, güvenle yanlışlar düzeltilir. Hesapta olmayan olumsuzluklar yerinde bir inisiyatifle olumluluğa dönüştürülebilir.
Özenli, titiz çalışan, sonuç almanın koşullarını hazırlayan bir devrimcinin başarılı olmaması için bir neden yoktur. İktidar iddiası ve başarma hırsı birbirini besleyen ve güçlendiren iki olgudur. İktidarı isteyen başarma gücünü kendinde bulur. İktidarı isteyen, başarı isteyen her görev için hazırlık yapar.
Tek Tek Yaptığımız Her İşe Hazırlık, Büyük Hazırlığımızın Bir Parçasıdır
Biz, halk kitlelerini örgütlemek, örgütlenmelerimizi geliştirmek, savaşı büyütmek için çalışırız. Düşman ise örgütlenmelerimizi dağıtmak, bizleri imha etmek için. Biz, halk kitlelerinde cesareti, cüreti geliştirmeye çalışırız. Düşman ise korkuyu yılgınlığı yaymaya çalışır. Hazırlıklı olmak düşmanı tanımaktır. Savaşımızı boğmak için yaptığı planları çözümleyip, önlemler alabilmek, saldırıları boşa çıkarabilmektir. Hazırlıklı olmak, 96 Ölüm Orucu direnişimizde olduğu gibi, düşmanın halkı teslim almayı amaçlayan saldırısını çözümlemek ve halkın önüne barikat olabilmektir.
Hazırlıklı olmak, savaşı geliştirecek yeni örgütlenme modellerini, çalışma yöntemlerini bulmak, düşmandan bir adım önde olmaktır.
Hazırlıklı olmak, bir sanatçı özeniyle çalışmak, bir bilim adamı titizliğiyle olayların en ince ayrıntılarına kadar inebilmek, görünürde olanla yetinmeden öze ulaşabilmektir.
Hazırlıklı olmak, başarısızlıkları azaltmak, başarılan çoğaltmak, büyük zaferlerin yolunu açabilmektir.
UZLAŞMAZLIK
Devrimci dünyayı değiştirme iddiasındadır. Bu iddia düşmanını yok edene kadar savaşı örgütlemeyi gerekli kılar. Bu iddia, içinde yaşadığımız koşulların, var olan durumun aşılmasıdır. Yani, hayatın her alanında ve her anında teslim olmama, direnme geleneğine sahip olmaktır. Devrimi istemek uzlaşmaz bir çizgiye sahip olmaktır.
Uzlaşmaz çizgi, devrimci hareketin devrimi ve devrimciliği ele alış tarzından ayrı ele alınamaz. Parti-Cephe’yi yenilmez kılan, halk kurtuluş savaşındaki önderliğini kazandıran en önemli özelliği uzlaşmazlığıdır. Parti-Cephe ideolojisinin doğruluğu ve sağlamlığı bu tarzı yaratmıştır, ideolojimiz gücünü ülke topraklarından almakta ve halk gerçeğine dayanmaktadır. Devrime yürüme kararlılığı ve gücü bu ideolojik zeminde hayat bulmaktadır. Emperyalizmle ve oligarşiyle uzlaşmaz bir mücadele çizgisi Parti-Cephe tarihini yaratmıştır. Parti-Cephe, bu mücadele içinde, eylem tarzı, halka yaklaşımı, özgücüne güveni, örgüt anlayışı ve düzeni ifade eden her şeyden kopuşuyla devrimci bir tarzı oluşturmuştur. Bu tarz uzlaşmazlığın bir sonucudur. Türkiye devrim mücadelesinde Cephe tarafından yaratılan devrimci geleneklerin temelinde de uzlaşmazlık vardır. Evet, bu tarih uzlaşmazlığın tarihidir. Ve bu tarih devrim için ödenen bedellerle yazılmıştır. Çünkü uzlaşmacılık, çoğu kez şu veya bu biçimde bedeller ödemeyi de gerektirir.
Uzlaşmazlığı Yaşamımızda Somutlayalım
Düşmanla uzlaşmamak sadece düşmanla karşı karşıya geldiğimizde çatışmak ve direnmek değildir. Uzlaşmamak yaşamın her alanında düşman ideolojisine, düşman kültürüne geçit vermemek, tavizsiz olmaktır. Yaşamımızda devrim yapmaktır. Bu düzeni ifade eden her şeyi yaşamımızdan, düşüncelerimizden, kültürümüzden çıkarıp atmaktır. Yeniyi örgütlemektir. Bunu başarmak ise Partili kişiliği içselleştirmek anlamına gelir. “Partili kişilik, dünyayı değiştirmek için yola çıkmış, geldiği sınıf ve tabakanın olumsuz özelliklerini aşmış, yeni toplumun kurucusu, ileri toplumun insanıdır.” (Kongre Kararlan, Karar:13, s.115)
Tanımlanan, bulunulan noktayla yetinmeyen, sürekli olarak daha ileriyi hedefleyen, hedefine ulaşmak için gerekli örgütlenmeleri yaratan, hedefine ulaşmanın önündeki her türlü engeli aşma isteği ve azmi taşıyan kişiliklerdir. Aynı zamanda kazanma ve savaşma azmini güçlendiren, çevresine kazandıran kişiliktir. Yanlış olanla, eskiyle ve bizi hedeflerimizden uzaklaştıran engel ve olumsuzluklarla uzlaşan bir devrimci olamaz. Bugün yapmadığımız, değiştirmekte ayak dirediğimiz her şey düşmanla uzlaştığımız noktalardır.
Değiştirmek, burjuvaziyi ifade eden her şeye karşı savaşmaktır. Yani, uzlaşmazlık sürekli bir yaşam tarzıdır. Böyle bir yaşam tarzının önündeki engeller nelerdir? Bu soruyu şu şekilde de sorabiliriz: Düşmanla uzlaşan yönlerimiz hangileridir? Bu soruya üç başlık altında cevap verebiliriz.
Birincisi, statükolarımızdır. Statükoculuk uzlaşmayı güçlendiren, dünyayı değiştirme iddiasını zayıflatan bir düşmandır. Statükoculuk değişimin-dönüşümün karşısında yer almaktır. Yeniye açık olmayan statükocu kafa yapısı ne kendini, ne de bulunduğu birimde hareketi geliştirmek için adım atar. Statükocu düşünce daha ileriyi hedeflemez. Statükoculuğun olduğu yerde radikal, cüretli çıkışlar düşünülemez. Var olanla yetinme statükoculuğun belirgin halidir. Yaşanan gelişme, yapılan işler ve attığımız adımların yeterli gözükmesi, kendini sınırlamayı da getirir. Değişen süreç ve yeni koşullara, geliştirilen örgütlenmelere ve daha ileri hedeflere ayak uydurmak, hızla gelişen savaşı yakalamak, statülerle düşünen, nesnel koşullarla kendini sınırlayan kişilerin işi değildir. Korumaya çalıştığımız statüler düzendeki ayaklarımızdır. Devrimci yaşamın içinde düzeni yaşatmaktır. Bunun doğal sonucu savaş gücümüzün yok edilmesidir. Gerek iç düşmana karşı, gerekse dış düşmana karşı direnme-çatışma dinamiklerimizin yok edilmesidir. Var olanı koruma adına, radikalizmin öldürülmesidir. Bu ise düşmana adım adım verilen tavizlerdir. Statükoların olduğu yerdeki değişim her zaman geriye doğrudur. Oysa biz sürekli olarak ileriyi hedeflemek, sınır tanımamak zorundayız. Uzlaşmazlık, sınır tanımamaktır, daima ileriyi hedeflemektir. Attığımız her adım bizi yeni adımlara götürmelidir. Mücadele içinde bu dinamizmi, yenilenmeyi sağlayabildiğimizde Parti-Cephe’nin uzlaşmazlığını kişiliklerimizde somutlayabiliriz.
Uzlaşmanın ikinci adı, liberalizmdir. “… Liberalizm, ideolojik mücadeleyi reddeder. Ve ilkesiz barıştan yanadır. Bu yüzden yoz ve bayağı bir tutuma yol açar, Parti ve devrimci örgütler içindeki bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur.” (Mao, SeçmeEserler-2, s. 31) Yani şöyle söyleyebiliriz; liberalizm, düşmanın yumuşatılmış, belirsizleştirilmiş halidir. Doğurduğu sonuçlar açısından bakıldığında, hem yürüttüğümüz savaşa, hem örgütlülüğe, hem de devrimci kişiliklere zarar verir.
Liberalizmin doğurduğu sonuçlar nelerdir?
Bu soruya önce yine Mao’dan yapacağımız bir alıntıyla cevap verelim: “Liberalizm devrimci bir topluluğa son derece zararlıdır. Birliği kemiren, dayanışmayı zayıflatan, kayıtsızlığa yol açan ve ayrılık yaratan yıkıcı bir şeydir. Devrimci safları sağlam bir örgütlenmeden ve sıkı bir disiplinden yoksun kılar, siyasetlerin uygulanmasını engeller, parti örgütlerini partinin önderlik ettiği kitlelerden koparır.” (Age.s. 33) Sonuçları bu kadar ağır olan liberalizmin içimizde yaşamasına izin vermek de, düşmanı içimizde yaşatmaktır. Yapılan yanlışları yumuşatmak, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işletmemek, kitleleri örgütlememek, iç düşmanla çatışmamak, her türlü disiplinsizlik, devrim ve örgüt karşısında kendi çıkarlarımızı dayatmak… İşte bunlar yaşamımızda düşmana liberal davrandığımız, düşmanı yaşattığımız noktalardır.
Yani değiştirme, dönüştürme iddiasını kaybettiğimiz anlardır. Olumsuzluklarla uzlaşmaktır. Oysa savaşı zafere taşımak düşmanın her türlüsüyle aramıza çekeceğimiz kalın bir çizgiyle mümkündür.
Üçüncüsü, kendine güvensizlik olarak karşımıza çıkar. “Ben yapamıyorum, kendime güvenmiyorum” dediğimiz anlara bir bakalım… Kendine güvensizlik daha fazla yükü omuzlamaktan kaçmaktır. Devrim için daha fazla emek harcamamaktır. Kendine güvensizlik, her zaman belirtildiği gibi, Partiye ve yoldaşlara veya halka güvensizliğin farklı biçimde ifadesidir. İşte bu zeminde devrim değil, uzlaşmacılık gelişir. Çünkü güvensizlik diye ifade ettiğimiz acizlik, zayıflık ve çözümsüzlüktür. Bir devrimci ise bu kelimeleri literatüründen çıkarmayı başardığı oranda devrimciliği bir kişiliğe, bir kimliğe dönüştürür. Kendine güvensizlik olarak ifade ettiğimiz özellikler, kolektif yaşamda, savaşta sorumluluklardan, görevlerden, inisiyatif olmaktan, radikal çıkışlann öncüsü olmaktan kaçmanın masumlaştırılmış halidir. Bu nedenle de düşmandır.
Burjuvazi egemenliğini sürdürebilmek için bu düzen içinde güvensizliği sürekli olarak beslemiş, geliştirmiştir. Bu sayede her türlü sömürünün karşısında sessiz bir halk kitlesi yaratmayı hedeflemiştir. Bunun bir sonucu olarak devrimci saflara katıldığımızda, bilinçlerimizde düşmanın yaratmış olduğu bu güvensizliği de taşırız. Ancak devrimci saflarda bu güvensizlik güvene, acizlik güce, çözümsüzlük kazanma azmine dönüşür. Dönüşmüyorsa dönüşmekte ayak direme varsa, orada ciddi bir sorun var demektir. Devrimci saflara gelinmiş, ancak devrim düzen arasında tercih yapılmamıştır. Uzlaşmacılığa hatta teslimiyete açık kapılar var demektir. “Kendine güvenmeyenler düşmana güveniyordur. Devrime inanmıyorlardır. Güvenmiyorum düşüncesi düşmana yardım etmek için, düzende yaşamak için bilerek, isteyerek beyinde yer etmiştir. Beyninde bu düşünceyi yaratanlar önce gizli, sonra açık düşmana hizmet ederler. Belirsizlikler, gri tonlar artık yoktur. Ya devrimden ya düzenden yana olacağız.” (Dursun KARATAŞ, 1999 Yeni Yıl Mesajı)
Yani güvensizlik, düşündüğümüz, çoğu zaman ifade ettiğimiz kadar masum değildir. “Ben yapamıyorum” demek düşmanın saldırıları karşısında acizleşmeyi ifade eder. “Ben kendime güvenmiyorum” demek Partinin politikalarını hayata geçirmeyeceğim demektir. Parti-Cephe’nin bize verdiği gücü kullanmak, Parti-Cephe’nin kazanma azmini kendimize güç edinmeyi bilmek gerekiyor. Ancak, bu güçle düşmanın karşısında ve düşmana hizmet eden eksik ve zaaflarımızın karşısında mücadele edebiliriz.
Evet, bu üç özellik de bugün yürüttüğümüz savaşta bizi engelleyen, eksik ve zaaflarımızın gelişmesine neden olan uzlaşma noktalarıdır. Ve bu üç özellikte de temel olarak değişmeye karşı olmak, değişimin önünde engel olmak vardır. Bu ise kendini ve dünyayı değiştireceğine inanmamanın, savaşta ve kazanmadaki kararsızlığın ifadesidir. Düzen değiştirme iradesi ve güvenine sahip olmayanlar, değiştiremedikleriyle uzlaşırlar. Ya değiştireceğiz, ya uzlaşacağız.
Uzlaşmazlık, Savaşma ve Kazanma Azmidir
Kitleleri düzenden koparıp devrim saflarına çekebilmek, yani onları değiştirmek önce kendi inancımızı yaşamın her anında, duygu ve düşüncede düşmana ait olan her şeyle savaşmak ve kazanmaktır. Şu ya da bu alışkanlık, şu ya da bu davranış, herhangi bir düşünce, özü itibariyle düşmana aitse onları da düşman olarak görüp nefret etmek, bu nefreti sonunda zafer olan bir savaşa dönüştürmek zorundayız. Bu kadar çok bedel ödediğimiz ve daha da ödeyeceğimiz bu savaşta düşmana daha güçlü darbeler vurmak, her an savaş ve taarruz halinde olmaktan geçiyor.
Uzlaşmanın küçüğü büyüğü, önemlisi önemsizi yoktur. Küçük uzlaşmalar büyük uzlaşmalara, düzenin şu ya da bu parçasıyla uzlaşma düzenin kendisiyle uzlaşmaya, önemsiz bir uzlaşma vahim sonuçlara yol açan bir uzlaşmaya her an dönüşebilir. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Ve yine unutmamalıyız ki; uzlaşma, esasında ve nihayetinde teslimiyettir. Kuracağımız devrimci halk iktidarı ve bir halkın vatanımızın kurtuluşu hedefini önümüze koyup; Parti- Cepheli olmanın gücü ve onuruyla kendi içimizdeki savaşı uzlaşmaz bir çizgiye oturtalım.
SEÇİMLER SOMUTUNDA PROPAGANDA VE AJİTASYON
Propaganda ve ajitasyon üzerine önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, seçim süreçleri bu açıdan oldukça elverişli dönemlerdir. Demokrasicilik oyununun gereği olarak, ortam her zamankinden daha fazla politikleşir, kitleler sorunlar ve çözümleri üzerinde daha fazla kafa yormaya ve tartışmaya başlarlar. Bu da doğal olarak, sorunların devrimci çözümünü bu ortam içinde kitlelere sunma konusunda faaliyetlerimizi yoğunlaştırmamız demektir.
Muhteva ve Biçim; Bu faaliyetin yeteri kadar etkili olabilmesi için daha sürecin başında propaganda ve ajitasyonumuzun nasıl bir hangi biçimde sürdürüleceği konusunda kafamızda belli bir açıklık olmalıdır. Muhteva açısından elbette esas olan halkın gündeminde, dilinde olan sorunlara çözümler sunabilmektir. Yani daha özet bir ifadeyle, bu dönemde propaganda ve ajitasyonumuzun asıl muhtevası, belli somut sorunlar üzerinde “alternatifi öne çıkartmak olacaktır.
Alternatif, Parti-Cephe ve devrimdir. Ancak bu alternatifi belirttiğimiz gibi, somut sorunlar üzerinde ortaya koyabilmeliyiz. Biçimlenmesi açısından ise; bu konuda son derece pratik olmalıyız: pratik düşünmeli, pratik hayata geçirmeliyiz. Yani şu veya bu propaganda biçimini günlerce hazırlıktan sonra yaparsak, sürecin gerisinde kalacağımız açıktır. Bu faaliyet günlük ve sürekli hale gelebilecek şekilde olmalıdır. Kahve konuşması mı gerekiyor, bildiri mi dağıtılacak, gerektiğinde bir saat içinde karar verip hayata geçirebilmeliyiz. Bulunduğumuz alan özelinde seçim propagandalarında yeni bir konu mu öne çıktı, hemen o konuda da yazılı veya sözlü görüşlerimizi kitlelere ulaştırabilmeliyiz. Yani süreç bir yanıyla da “propaganda savaşı” biçiminde cereyan eder.
Pratiklik bu açıdan zorunludur. Muhteva açısından; böyle bir süreçte düzeni teşhir ederken kapitalizmi, emperyalizmi kitabi teorik tahlillerle anlatmaya çalışmanın pratik bir yararı yoktur. Bu teorik gerçekleri halkın yaşadığı, gördüğü somut sorunlarla ifade etmeliyiz. Soruna böyle baktığımızda çok daha kısa sürede, çok daha iyi bir hazırlık yapabiliriz. Her gün bunun için onlarca örnek bulabiliriz. Açlık, yoksulluk, işsizlik, trafik, iş kazaları, soba zehirlenmesiyle yaşanan cinayetler, hastane, emekli kuyrukları, zamlar… Fuhuş, kumar, uyuşturucu… işte kapitalizm budur, düzen budur. Hitap ettiğimiz kesime göre onların yaşadığı sorunları kapsayacak biçimde böyle onlarca, yüzlerce örnek gösterebiliriz. Sadece çevremize bakmak, halkın sorunlarına bakmak, günlük gelişmeleri, günlük basını, TV haberlerini izlemek bile yeterlidir. Kim bunların sorumlusu, kim teşvik ediyor, kim engel olmuyor, kim göz yumuyor, kim bunlardan menfaat sağlıyor? Kim, kim, kim?.. Bunları kitleye sorup, karşılıklı bir diyalog biçimine de dönüştürebiliriz.
Emperyalizm mi? İşte ABD, Irak’a her gün saldırıyor. IMF geliyor, denetliyor, talimatlar veriyor, istediklerimizi tam yerine getirmemişsiniz onun için size şimdilik borç yok diyor, gidiyor. IMF ile masaya oturanlar, anlaşma yapanlar, talimatlarını yerine getirenler, kendilerine ister “sol” ister “sosyal demokrat” desinler, emperyalizmin işbirlikçileridirler.
Propagandada Zenginlik ve Süreklilik;
Pratikliği, çeşitliliği propaganda biçimlerinde de hayata geçirebilmeliyiz. Sadece sözlü anlatımla yetinmemeliyiz. Genel, merkezi afiş ve bildiriler dışında, örneğin dergide çıkan bir yazıyı fotokopiyle çoğaltıp dağıtmak, fotokopiyle büyüterek halkın görebileceği yerlere asmak gibi yöntemler de geliştirilebilir. Kendi olanaklarımızla hazırladığımız kuşlama, pul, afiş, duvar gazetesi gibi araçları yaygın biçimde kullanabilmeliyiz. Örneğin yaygın olarak yapacağımız “bizi seçimlerden seçimlere hatırlayanlara oy vermeyelim” yazılı bir kuşlamanın bile düşündüğümüzden fazla etkisi olacaktır. Böylece yüz yüze gelemediğimiz, sözlü propagandamızı ulaştıramadığımız çok daha geniş kesimlere de ulaşma imkânını yakalamış oluruz. Evde, işyerinde, vapurda, otobüste, dolmuşta, tabiri caizse ağzımız hiç durmamalı. Sürekli oy vermemenin propagandasını yapmalıyız.
Şiarlarımızı, tüm propaganda ve ajitasyon araç ve yöntemleriyle dalga dalga yaygınlaştırmalıyız. Halkımız yorumcudur. Toplu taşıma araçlarında, kahvehanelerde sürekli bu konularda sohbetlere tanık olabiliriz. Bunlara bir biçimiyle katılmalıyız. Ama bunu ortamdan biri olarak, doğallığı içinde yapmalıyız. Her seferinde illa Cephe veya devrim vurgusu da şart değildir. Önemli olan teşhir ve düşündürtmektir; tavrımızı, herhangi bir vatandaş olarak “katılmayacağım bu seçime… kaç gündür düşünüyorum, bakıyorum, gönül rahatlığıyla şuna veriyim diyemiyorum, en iyisi hiç sandığa gitmemek” gibi şekillerde de ifade edebiliriz.
Biçimde Yerellik;
Bölge, alan özelinde adaylara yönelik yerel bildiriler, onlara ilişkin yazılama gibi faaliyetler geliştirilmelidir. Bu mu temsil edecek bizi? Bu veya partisi, bugüne kadar şehrimiz, bölgemiz için ne yaptı? Sorusuyla başlayacak olan propagandamız, bölge somutundaki sorunlar ve çözümleri üzerinden geliştirilebilir. O güne kadar o ilçede, semtte, hangi partilere oy verilmiş, o partiler iktidar olduklarında veya belediye yönetimini ele geçirdiklerinde ne yapmışlar sorularının cevabını soruşturup araştırmalı ve merkezi seçim propagandalarını mutlaka bu yerel muhtevayla bütünleştirmeliyiz. Yalnızca genel söylemler üzerinde yürütülen propaganda, yerel de güçlendirilmezse, etkisizleşebilir. Düzen partilerinin adaylarını, kişi kişi tüm pislikleriyle teşhir etmekten sakınmamalıyız. Ama aynı zamanda meselenin kişiler meselesi olmadığını, onun partisi ve dahası, onun hizmetine gireceği düzen meselesi olduğunu da ortaya koymalıyız. Böylelikle propagandamız genel ve özel yanlarıyla da belli bir bütünlüğe kavuşmuş olacaktır.
Seçim Tavrına Yerelin Değil, Genelin Penceresinden Bakmak;
Keza, Anadolu’da özellikle küçük şehirlerde ilişkiler, çelişkiler belli ölçülerde farklılık arzeder. Partiler, oranın parti yöneticileri halka büyük şehirlerde olduğu kadar uzak değillerdir. İkincisi, özellikle ÖDP, CHP gibi kesimlerin adaylarının da sol kesimlerle belli bağları vardır, örneğin CHP’nin adayı, devrimcilere yardım eden bir müteahhit veya devrimcilerin davalarına da giren bir avukat olabilir pekala. Veya belediye başkan adayları benzer niteliklerde olabilir. Bu, kafalarda belli soru işaretleri yaratıp genel tavırların hayata geçirilmesinde esnekliklere yol açabilmektedir. Örneğin DYP’li kazanacağına halka yardımcı olmayan çalışan şu CHP’li kazansın diye düşünülebilmektedir. Esasında bu ve benzeri düşünceler, yıllardır düzenin sol partilerini besleyen kaynaktır. Bu ve benzeri kısa vadeli veya sadece bulunduğu yeri esas alan düşünceler, halkın hala düzen partileri çevresinde kalmasına ve devrimci alternatifin geri planda durmasına neden olmaktadır. Yerelden bakmamalıyız. Bu, düşülebilecek en büyük hatalardan biri olur. Bu tür durumların geçerli olduğu bölgelerde, propaganda bunu da içeren motifler taşımalı, meselenin bir ilçenin meselelerinden çok daha büyük ve önemli olduğu, tüm halkı, tüm ülke genelini ilgilendiren düzen sorunu olduğu ortaya konulmalıdır. Tabii yerel yönetimler bazında farklı seçenekler ortaya çıkartılabilir, ama bunun da kendini düzene beğendirmekten, oligarşinin icazetini almaktan başka bir düşüncesi olmayan “sol’cularla yapılamayacağı ortadadır. Örneğin bir belediye seçimi için, devrimci hareketle ittifaktan, hatta görüşmekten bile kaçınıp sonra da kalkıp “benim adayımı destekleyin” dayatmasında bulunanların, o bölgenin devrimcilerine somut bir katkısı bulunacağını ummak bile büyük yanılgıdır. Zaten bu konuda yaşanmış onlarca örnek vardır. Bu ve benzeri düşüncelerin katkısıyla seçilen sözde solcuların, halkın örgütlendirilmesi, devrimcilerin desteklenmesi gibi hiç bir konuda destekleri olmamış, onlar da aynı diğer düzen partileri gibi bir kaç eski solcuyu işe almakla “görevlerini” yerine getirdiklerini düşünmüşlerdir.
Hayır, bu tarza, bu yöntemleri tavır koymalıyız. Bu, karşılıklı çıkar üzerine gelişen işbirlikleridir, ve düzeni güçlendiren bir işbirliğidir. Propaganda ve ajitasyonda kendimize güvenli olmalıyız. Savunduğumuz tavrı da, bu tavrın gerekçelerini de son derece açık ve kesin bir biçimde ortaya koyabilmeliyiz. Belirttiğimiz koşullardan dolayı, bu özellikle yerel düzeyde yürütülen çalışmalarda daha da özel bir önem kazanacaktır. Oy kullanmamayı savunuyoruz ama işte, gibi ifadeler, tavrımızı muğlaklaştıracak ve etkisizleştirecektir. İlerici, devrimci, sıfatı ne olursa olsun, devrime, halka kazandırabilecekleri hiçbir şey yoktur. Bu kesindir. Bu, onlarca gerekçesiyle birlikte, onlarca biçimde açılabilir. Ama döne döne varacağımız sonuç budur.
Seçimler ve Halk Anayasası;
Seçimler vesilesiyle Halk Anayasası Taslağı’nı yeniden güncelleştirmeliyiz. Bu anlamda tüm Cepheliler, Halk Anayasası’nı bir kez daha gözden geçirmelidirler. Konuşmalarımızda, tartışmalarımızda sorunları, çözümlerini, hedefleri net olarak ortaya koyabilmek, halkın güvenini de artıracaktır. Soyutluk, halkın sorunlarından uzaklık, tekdüze devrim ve sosyalizm söylemleri, başarısız bir propaganda çalışmasını demektir ve inandırıcılığı, ikna ediciliği zayıftır. Örneğin işsizlik, evsizlik, yoksulluk, sağlık sorunu gibi birçok sorunun içinde boğulan bir insanın karşısında soyut söylemler bir şey ifade etmez.
Halk Anayasası, kitlelerin bilinçlendirilmesinde, örgütlendirilmesinde, çözümü düzen dışında görebilmesinde önemli bir araçtır; son derece önemli ve ciddi bir çalışmadır. Ama bunu önce propagandayı, ajitasyonu yürütecek insanlarımız kavrayıp, bu silahı kullanabilecek durumda olmalıdır. Kapsam bakımından denilebilir ki, halkın gündeminde olan ve hatta olmayan hemen her soruna, konuya ilişkin çözümler, yollar önerilmiştir. En azından halkın en yakıcı sorunlarına ilişkin ayrıntılar gerektiğinde ortaya konulabilmelidir. Elbette Halk Anayasası sihirli bir değnek değil. Her derde çare olarak onu ortaya koymayacağız; onu öncesi ve sonrasıyla birlikte anlatacağız. Bir halk anayasasının, devrimci bir anayasanın şartının devrim olduğunu, halkın iktidarıyla halk anayasasının birlikte mümkün olabileceğini anlatacağız. Zaten bu bütün içinde ortaya koymazsak, Halk Anayasası’nın maddelerini dinleyen birinin “hadi canım, böyle bir anayasayı kim verir ki bize”, “bu hayali bir anayasa” diye düşünmesi mümkündür. Bunu düşündürtebiliriz de başlangıçta; ama hemen ardından evet, böyle bir anayasayı bize kimse vermez, isteyeceğiz ve alacağız, şiarıyla tamamlarız. Yani biz düzen partileri gibi halka şunu yapacağız, bunu yapacağız gibi vaatlerde bulunmayız. Bu tür yaklaşımlar halktan kopuk, kendini halkın üzerinde gören burjuva düşüncelerin ürünüdür. Yapılacak iyi güzel ne varsa birlikte yapacağız, halk isterse, mücadeleye katılırsa olur. Yoksa kimse bir şey yapamaz. Bunu halka kavratabilmeliyiz. Halk Anayasası, düzen partilerinin propagandalarının önünde bir set olacak biçimde de değerlendirilebilir, örneğin düzen partilerinin adaylarının konuşma yaptığı yerlerde, halktan insanların “biz bunu istiyoruz, bunu verebilir misiniz, burada yazılanları uygulayabilir misiniz?” diye Halk Anayasası’nı göstermesi, okuması, hem düzen partilerini sıkıştıracak, hem de devrimci bir alternatifi güncelleştirmiş olacaktır. Bunun dışında Halk Ekmek büfeleri önünde sabah oluşan kuyruklardan tutalım da pazar yerlerine, amele pazarlarına kadar, mahalle kahvehanelerine kadar her yer propagandamızı ve Halk anayasasını taşıyacağımız yerlerdir. Yani sadece düzen partilerinin gittiği yerlere göre şekillenmemeliyiz.
Propaganda Çalışmalarımız Örgütlenmeye De Hizmet Etmelidir;
Bu tür tartışmalar yürüttüğümüz, propaganda yaptığımız yerlerde, eğer imkânlarımız varsa, daha sonra orada bulunan bir kaç kişiden insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığımızı, hangi noktalarda haklılığımızı kesin bir biçimde teyit ettikleri veya hangi noktalarda bizi yeterince inandırıcı bulmadıklarım, bunun dışında, konuşmamıza, tavırlarımıza ilişkin eksiklik veya olumluluklarımızı öğrenebilirsek, bu daha sonraki çalışmalarımız için de bize yol gösterici olacaktır.
Tabii bütün bu faaliyetler esnasında şunu esas almalıyız: propaganda ve ajitasyonumuz, kalıcı örgütlülükler, ilişkiler yaratmaya da hizmet etmelidir. Birimimizde, bölgemizde, şehrimizde ve ülke çapında halkın seçimlere katılmama oranını büyütmek, bu faaliyetin hedeflediği pratik sonuçlardan biridir. Ancak tek başına bu sonuç, halkın mücadelesini, savaşını, devrimci alternatifle bütünleşmesini geliştirici olamaz. Tüm bu teşhir ve propagandanın odağında, halkın iktidarım kurmak doğrultusunda örgütlülükler yaratmayı, en azından daha sonra örgütlülüğe dönüştürülebilecek ilişkiler kurmayı hedeflemeliyiz. Örneğin başlangıç olarak seçimler temelindeki çok çeşitli propaganda faaliyetlerine, bu tavrımızı doğru bulan, ortaya koyduğumuz alternatife sempatiyle bakan yeni insanları katabiliriz. Buna dönük biçimler, yöntemler geliştirebiliriz. Bu süreçte kurulan bir ilişkiye, madem bu tavrı doğru buluyorsun, bu çağrıyı içeren bildirileri kendi sokağında veya kendi apartmanında sen dağıtabilirsin veya birlikte dağıtalım diyebilmeliyiz.
Herkesten olumlu cevap alamayabiliriz. Ama sonuç aldıklarımızla da, alamadıklarımızla da bu pratiği yaygınlaştırma ve örgütlülüğe doğru atılmış bir adımdır.
AJİTATÖR HALKIN BEYNİNİ VE GÖNLÜNÜ FETHEDEN, SARSAN VE HAREKETE GEÇİRENDİR
Seçim dönemi, bir anlamda da propaganda da dönemi, demektir. Düzenin sağ, sol tüm partileri önümüzdeki aylar boyunca yoğun bir propaganda bombardımanın başlayacaklar. Tabii, biz de bu bombardımanına devrim cephesinden en yoğun biçimde karşılık vermeliyiz. Bu nedenle, önümüzdeki aylar boyunca, pro paganda ve ajitasyonun önemi her zamankinden daha öne çıkacak. Konu bu yanıyla tüm Cepheliler açısından günceldir. Propaganda ve ajitasyon, geniş kitlelere bu düzenin gerçek yüzünün gösterilmesi, kitlelere devrimci düşüncelerin götürülmesi ve kitlelerin devrim saflarına çekilmesi açısından en önemli faaliyetlerden birisidir.
Genel bir kabul olarak reformistlerin, oportünistlerin bu konuya çok önem verdikleri, silahlı mücadeleyi temel alanların bu faaliyeti küçümsedikleri gibi bir yanlış düşünce vardır.
Gerçek böyle değildir Ülke çapında kimin ne kadar propaganda, ajitasyon faaliyeti yürüttüğü, ne kadar etkili olduğu, kitlelere ne kadar seslenip onları etkileyebildiği ortadadır. Oportünizmin, reformizmin propaganda ve ajitasyona verdiği büyük önem de kağıt üzerindedir. Ama bu faaliyet de mücadelenin diğer biçimle-rinde olduğu gibi, kağıt üzerinde yazmakla olmuyor. Ancak tüm bunların ötesinde saflarımızda da yer yer çeşitli kişilerde ajitasyon-propagandanın küçümsenmesine tanık olunmaktadır. Bunun temelinde silahlı eylemin her şeyi halledebileceğine ilişkin çarpık bir düşünce tarzı vardır. Oysa bu eylemlerin nedenleri, amaçlan halka anlatılmadıkça, halk bilinçlendirilip, örgütlü hale getirilmedikçe eylemler, geniş bir sempati ve potansiyel yaratmakla sınırlı kalır.
Sempatiyi somut örgütlülüklere dönüştürmenin araçlarından biri de propaganda ve ajitasyondur.
Ajitasyon ve propaganda, bazen aynı anlamda kullanılsa da, birbirinden farklı yönleri de vardır. Propaganda daha çok iknaya, kafaları açmaya, bilinç taşımaya, hedef göstermeye yöneltirken, ajitasyon, belli bir olayın, konunun öne çıkarılması temelinde kitlelerin duyarlıklarına seslenerek onların beyinlerinde, yürekle-rinde fırtınalar yaratmaya, duyarlılıklarını eyle-me dönüştürmeye yöneliktir Latince kökenli bir kelime olan ajitasyon “kışkırtmak” anlamını taşır. Devrimci mücadele açısından ise, halkı etkilemeyi ve harekete geçirmeyi içerir. Ajitatör, bu faaliyeti yürüten, kitleleri etkileyerek, harekete geçiren kişidir. Ajitatör, verilmek istenen mesajı yazılı veya sözlü, açık ve net olarak halk kitlelerinin bilincine, beynine ve yüreğine taşıyandır. Bu sesleniş içinde halkın duyarlılık ve potansiyelini açığa çıkarır
İyi Bir Ajitatör Olmayı Hedeflemeliyiz;
Ajitasyon ve ajitatör deyince hemen aklımıza mitingler, grevler, gösteriler, harekete geçmiş veya geçmeye hazır kitleler ve ayaklanmalar gelir. Binlerce insanın tek bir ağızdan aynı sloganı haykırması, hep birlikte aynı hedefe yönelmesi hayalimizde canlanır. Gerçekten de öyle anlar olur ki, inandırıcı, yol yöntemi, hedef gösterici birkaç dakikalık konuşma veya kulaktan kulağa yayılan birkaç söz bunun için yeterli olur. Tabii burada kitlelerin biriken tepki ve öfkesini ajitatörün yeteneği, etkileyiciliği kadar, kitleleri harekete geçirmek için seçtiği sloganların da tayin edici bir önemi vardır. Ajitasyon kitlelerle bağ kurmada bir araçtır. Bu baş bulunduğumuz alanda insanlarla aramızın iyi olması, belli ilişkiler kurmak ve sadece onların sorunlarını dinlemek değildir, Bu saydıklarımız her devrimci de doğal olarak olması gerekenlerdir. Oysa kitlelerle ilişkilerimiz daha ileri düzeyde olmak zorundadır. Cepheli deyince kitlelerin aklına sorunlarına çözüm bulan, çözüm için birlikte olabileceği ve sonuna kadar birlikte gidebileceği bir insan tipi gelmelidir. Her sözümüz, konuşmamız, yazımız kitlelere çözümler sunmalı, onlara yön vermeli, onları etkilemeli, eğitmelidir. Bir alanda propaganda ve ajitasyonun başarısının göstergesi; halka politikalarımızı ne kadar benimsetebildiğimiz, onları ne kadar harekete geçirebildiğimizdir. Bunu ise hayatin gerçeklerine ve sürecin gelişimine uygun somut politika ve taktiklerimiz- güncele kadar inen tespitlerimizle, ısrarlı ve istikrarlı pratiğimizle başarabiliriz.
Burada ajitasyonu yürütenlerin bu politika ve taktikler konusunda kafalarının ne kadar açık olduğu, bunları ne kadar özümsedikleri belirleyici yanlardan biridir. Politikalarımızı kavramak, bunlara güvenmek, başaracağımıza inanmak, bir ajitasyonun başarı için olmazsa olmazdır. Doğru, etkili, yerinde ajitasyon, bulunulan alanın, birimin önderi olma bilinciyle hareket etmekle geliştirilebilir. Ajitasyona ve ajitatörlüğe bu bütünlüğü içinde baktığımızda, bu konuyu ve bu işi kendi dışımızda görmenin yanlışlığı da anlaşılır. Bir savaşçı olmak için silahlan öğrenmek istediğimiz gibi, en mütevazi ölçüler içinde de olsa, bir ajitatör de olmayı istemeli, hedeflemeliyiz. Bir kaç profesyonel ajitatör olur, ajitasyon işini de onlar yaparlar anlayışı yanlıştır. Konumumuz, alanımız, görevlerimiz ne olursa olsun, bu nite-liği kazanmayı, devrimin önümüze koyduğu bir görev olarak ele almalıyız.
Örneğin Sinan Kukul, önder yoldaşlarımızdandır. Ancak onun geçmişi anlatılırken, önemli vurgulanan yanlarından birisi de iyi bir ajitatör oluşudur. Erol Yalçın öğrenci gençliğin yöneticilerindendir. Belirgin yanlarından birisi de, iyi birer ajitatör olmalarıdır. Ali Rıza Kurt, bir savaşçı, komutandır. Kitleler onu ajitatör yanıyla da tanırlar. Daha bunun gibi birçok örnek sayabiliriz. Ancak ortak noktaları, iyi bir yönetici, komutan olmalarının iyi bir ajitatör oluşlarıyla bütünleşmiş olmasıdır.
Ajitatör Halka Ulaşmasını Bilendir;
Her şey, gelişen her olay, düzenin her türlü pisliği bizim ajitasyon konumuz ve kitlelere gerçekleri gösterme aracımız olabilir. Bu, her zaman sayfalarca dergi yazısı, binlerce bildiri dağıtılması vb. şekilde olmayabilir. Bazen kısa bir ajitasyonumuz, halka benimsettiğimiz bir slogan da buna hizmet edebilir. Kitlelerin önünde çözülmesi gereken, bu düzenden kaynaklanan sosyal siyasal ekonomik onlarca sorun vardır. Çok genel söylemi hedefler, yersiz, zamansız kullanıldığında kitleler üzerinde etkili olmazlar. Oportünizmin tarzı daha çok böyledir. O kendisine “komünist” deyince, hedef olarak da “devrimi gösterince her şey hallolacak havasındadır. Halkın sorunlarına çözüm sunmak, onlara gerçekleri göstermek ve örgütlemek zorundayız. Bunun için yapılması gereken kitlelerin içine daha fazla girmektir, sorunlarına birlikte çözüm aramaktır. Halkın bulunduğu her yere gidecek, halka ulaşmanın yollarını bulacağız. Halkın bir arada bulunduğu her yer bir ajitasyon alanıdır.
Kitleler nerede? Atölyelerde, fabrikalarda, okullarda, mahalle-köy kahvehanelerinde, derneklerde, pazar yerlerinde, düğün salonlarında, panayırlarda, maçlarda, konserlerde, otobüste… Ortamın özelliklerini doğru değerlendirerek çok çeşitli biçimlerde ajitasyon geliştirebiliriz. Anlattıklarımızla etkiler, en azından belli konularda kafalarında soru işaretleri oluşturarak düşünmelerini sağlarız.
Ajitatör Kime, Nasıl Sesleneceğini Bilir;
Ajitatör, kitleye seslenirken, söylediği her şeyin kitle nezdinde açık, anlaşılır olmasını esas almalıdır. Örneğin, halka, Cephe saflarında birleşelim diyoruz. Bunu nasıl yaparlar, nerede bir araya gelirler, nasıl örgütlenirler? Bu çağrılan yapanlar kimlerdir, neredeler? Ajitatör konuşmasında bu sorulara da kısa ve net cevaplar vermelidir. Örneğin diyelim ki, “DGM’ler Kapatılsın” kampanyasını sürdürüyoruz. Ajitatör, kitlelere seslendiğinde önce DGM’lerinne olduğunu ve neden kapatılması gerektiğini uzun uzun teorik tahlillerle değil, somut çarpıcı örneklerle anlatır. Kitlelere bu gerçekleri onaylatarak, kapatılmasının gerekliliği kavratır. Sonra bunun için örgütlenmenin, çeşidi halk kesimlerinin birlikte hareket etmesinin zorunluluğunu vurgular. Kimlerle, nasıl hareket edilebileceğini, somut anlamda kitlesel veya kişisel olarak neler yapabileceğini, hangi kurumlara ulaşabileceğini belirtir. Böylece hitap ettiği kitle belirsizlikten kurtulur.
Doğru bir inisiyatif, iyi bir ajitasyonla bütünleştiğinde orada alınacak sonuç daha etkili, daha başarılı olur. Bir ajitatör hızlı bir şekilde kitleleri harekete geçirip, hedefe yönetebilmelidir. Gazi Ayaklanması’nda olaya müdahale eden Cephelilerin “Hedef Karakol” sloganı bunun çok çarpıcı bir örneğidir. Kitle, bu iki kelimeyle harekete geçmiştir. Herkes bulunduğu alanın önderi olmalıdır derken kastedilen de budur zaten.
Kavganın Şafağı adlı romanda bir örnek anlatılır. 1905 Rus devriminin yenilgisinden sonra, işçiler büyük bir umutsuzluk içindedir. Partiyle bağları kopmuş ve belirsizlik izindedirler. Bir yandan Rus gizli polisi, diğer yandan Menşevikler, Bolşevikleri tümden yok etmenin çabası içindedir. Bu ortamda birçok tehlikeyi göze alarak fabrikalardaki işçilere ulaşan devrimcinin yaptığı ajitasyon sadece iki kelimeliktir “Parti Yaşıyor”. İletilen bu mesajla işçilerin umudan tazelenir, partiye olan güven pekişir
Ajitasyonda sorun, mevcut durumu, konuyu iyi açmak, kavratmak ve yapılması gerekenler konusunda yol-yöntem sunabilmektir. Bu da kimden, ne istediğini bilmeye bağlıdır. Öncelikle seslendiğimiz kitlenin ne yapıp, ne yapamayacağını bilmeliyiz. Bu da seslendiğimiz kitleyi ne kadar tanıdığımıza bağlıdır. Kitlelerden yapamayacaktan şeyleri istemek ve sonuçta bir şey yaptıramamak, onların daha fazla güvensizleşmesine neden olacaktır. Bu yüzden bir ajitatör kime, nasıl sesleneceğini, hangi kesimene önereceğini bilmelidir. Her kesime ayrı ayrı, kendi sorunları özelinde seslenebileceğimiz gibi, tüm kesimlere tek bir konu üzerinden de seslenebiliriz. Bu, sürecin ihtiyacı, halkın talepleri ve bizim hedeflerimize göre belirlenir.
Cepheli hiç bir durumda çaresiz olamaz. Her durumda kitlelere önerebileceği bir şey olmalıdır. Kitleler, bizim çabamızı ve ciddiyetimizi bu somut önerilerimizde görecek ve güven de bunlar çerçevesinde oluşacaktır.
Konusuna Vakıf olan Ajitatör İnandırıcı ve İkna Edici Olur;
Bir ajitatörün, kitleleri etkileyerek, harekete geçirmek için inandırıcı ve ikna edici olması gerekir, ikna edici olmak ise, her şeyden önce konuya vakıf olmaya bağlıdır. Vakıf olmak, geçmiş deneyleri, kitlenin ruh halini, neler yapabileceğini, olanaklarını bilmeye, onu iyi gözlemlemeye bağlıdır. Bu temel olmak üzere, ajitatörün konuşma biçimi de inandıracak ve ikna edicilik üzerinde etkili olur. Ajitatör konuşurken sözlerindeki kesinlik ve kararlılıkla, duruşuyla, bakışlarıyla, hareketleriyle, hatta gözlerindeki ifadeyle güven uyandırmalı, halk kitlelerine “Bu adamlar dediğini yapar” dedirtmeli, “bu adam doğrulan söylüyor” diye düşündürtmelidir. Somut, akıcı bir üslupla konuşup, her sözünün içini doldurmalı, söylediklerinin ağırlığını hissettirmelidir.
Kendimizi halka kabul ettirecek bir tarzı yakalarsak, seslendiğimiz kesimleri harekete geçirmekte daha başarılı olacağımız açıktır. Ajitasyon her şeyi aynı anda anlatmak da değildir. Konu neyse o anlatılmalıdır. Daldan dala atlanır, çok şey anlatayım diye konu dağılıyorsa her şey birbirine karışır. Ortaya ne dediği anlaşılmayan bir durum çıkar. Ki, bu da ajitasyonun etkisini zayıflatır. O zaman ajitatör konusunu iyi seçmeli, çerçevesini iyi çizmelidir. Çokça bilinen bir örnek vardır. Almanya’da faşistler iktidara gelmeden önce bir toplantıda bir faşist, bir de komünist konuşmacı vardır. Komünist konuşmacı konuşmasında uzun uzun Komünist Enternasyonal’in son kararlarından söz eder. Ancak bu konuşma oradaki kitlede bir etki yaratmaz, çünkü anlatılanlar onların yaşadığı sorunların onların gerçeğinin uzağındadır Faşist konuşmacı ise demagojik de olsa işsizliğe nasıl bir çözüm getireceklerini anlatır ve oradaki kitlenin hemen tamamını bu yalan ve çarpıtma dolu konuşmasıyla etkiler, işte konu seçiminin ve konuyu anlatmanın önemi burada ortaya çıkıyor.
Geçtiğimiz günlerde TVde “Objektif’ adlı programda, solun kendini anlatma, kitlelere seslenme noktasında ne kadar yetersiz olunduğunun çarpıcı bir örneği daha yaşandı. Bu yanıyla devrimci, hitap edeceği kitleye hangi konuda sesleneceğini belirledikten sonra, bu konuda neyi, nasıl anlatacağını somutlamalıdır. Etkili cümleler, benzetmeler, tarihsel ve güncel örnekler bulmalıdır. Doğallığını kaybetmeden, etkili olabilecek hareketlerle söylediklerini nasıl bütünleştireceğini bile düşünmelidir Bunlar pratik deneylerle, önceden hazırlık yaparak, kendimizi bu konuda eğiterek başarılabilecek şeylerdir. Bir ajitatör ajitasyonu başlı başına bir eğitim olarak ele alır. Konunun tespitinden, nasıl anlatılacağına, hangi araçları kullanacağına kadar her şeye ayrıntılarıyla düşünüp planlar Az zamanda çok şey yapması gerektiğini bilir ve bu yayınlarımızda hemen her konuda bir bilgi, yazı bulunmaktadır. Ajitasyonumuzda bunlardan yararlanmalıyız. Bunun dışında ajitatör günlük gelişmeleri iyi takip eder ve doğru yorumlarsa, inandırıcılığı ve kavrayıcılığı güçlenecektir.
Ajitatör Dilde Sade, Üslupta Mütevazıdır;
Dilde sadelik ve üslupta mütevazılık halkla ilişkilerde bir devrim-ci açısından çok önemli noktalardır. Eğer bir ajitatör ağdalı cümleler ve anlaşılmaz konuşmalarla işe başlarsa “ben çok biliyorum” izlenimini uyandırır. Halkın ise kendini Kaf Dağı’nda görenlerden hoşlanmadığı bilinen bir gerçektir. Hoşlanmayacakları birisinin lafını dinlemesini, söylediklerini yapmasını da kimse beklememelidir. “Yap, et, yürü” türü mütevazı olmayan, emri vaki bir üslup da halk açısından iticidir Ayrıca bu söylemlerde neyin, nasıl yapılacağı net olarak bel değildir Burada “üstencilik” bir tarz söz konusudur.
Halka karşı saygılı davranmayanlar, onlardan saygılı, sahiplenen bir yaklaşım göremezler. Sadelik ve netlik önemlidir. İnsanlar biz konuşup gittikten sonra “Bu ne dedi, ben bir şey anlamadım” dememelidir. Süslü, anlaşılmaz konuşmalar iyi konuşma olarak değerlendirilmemelidir.
Dilde sade ve üslupta mütevazı olmak, halka değer verdiğimizin bir göstergesidir. Bu noktada zaman zaman kitlelere sorular sorarak, onlara cevaplatıp onay alacak bir tarz daha anlaşılır olduğunu değer verildiğini görecek ve kendisinin de onaylayıp kabul ettiği şeyler konusunda daha rahat harekete geçecektir Kitlelerle ilişkilerimizde onlardan biri olduğumuzu pratiğimizle gösterebilmeliyiz. Bunun ilk koşulu halkın dilinden konuşmaktır.
Ajitatör Ülke ve Halk Gerçeğimizi Kavramış Eylem Adamıdır
Ajitasyonumuz ayaklarını bu ülke topraklarına basmalı ve halk gerçeğimize hitap etmelidir Taklitçi ve şabloncu bir ajitasyon kuru, ne olduğu anlaşılmayan, soyut, kafa karıştırıcı, halka hitap etmeyen bir söylem ortaya çıkarır.
Halk gerçeğimiz, geleneklerimiz, kültürümüz, yaşam tarzımız Rusya’dan, Çin’den, Küba’dan farklıdır. Halkımızın özlem ve talepleri de buradakilerden farklı şekillenmektedir, işte bu noktada ajitasyonumuzun temelinde ülke ve halk gerçeğimiz olmalıdır. Oportünizmin dilinden düşmeyen soyut “sınıf’ söylemi bizim gerçeğimiz değildir “Dünyanın lanetlileri, ayağa kalkın” gibi şiarlar, en fazla kendilerine hitap ediyor olsa gerek. O zaman halkımıza ait olanı, tarihini, kültürünü, yaşam tarzım göz önüne alarak hareket edeceğiz. Bizim ajitasyonumuz düzen ideolojisinin karşısına devrimci ideolojiyle çıkar. Düzen kültürüne karşı devrimci kültürü, düzenin ahlakına karşı devrimci ahlakı; düzenin adaletsizliğine karşı devrimci adaleti koyar. Devrimci ajitatör, burjuvaziye karşı her an her yerde eylem halindedir. Halk kitlelerine bıkmadan, usanmadan çekilen acıların sorumlusunun düzen olduğunu gösterir. Devrimin güzelliklerim anlatır. Çözümün devrimde olduğunu kavratır
ÇARESİZLİK, ÇÖZÜMSÜZLÜK TESLİMİYETTİR
Karşısında “çaresiz”, “çözümsüz” olması, büyük bir çelişkidir. Böyle bir şey, devrimciliğin doğasıyla çelişir. Devrimci, çare demektir zaten, çözüm demektir. Halkın dertlerine çare olmak, ülkenin sorunlarını çözmek için ortaya çıkmıştır devrimci. Yani o, büyük bir çarenin, köklü bir çözümün temsilcisi olma misyonunu üstlenmiştir.
Zaman zaman bu büyük çelişkiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bir devrimcinin bu çelişkiyi yaşaması ise, misyonundan, kendisini devrimci yapan temel niteliklerden uzaklaşması demektir. Önderliğimizin, “Yılbaşı mesajı”nda özel olarak üzerinde durduğu konulardan biri bu. Önderlik, tüm Parti-Cephelileri bu çelişkiyi yaşamamaya, yaşıyorlarsa bir an önce çözmeye çağırıyor: “Parti-Cepheliler hiç kimseden geri olmadığı gibi, çaresiz, ben yapamıyorum diyen miskinler değildir. Cepheliler dünyanın en kararlı, kendisine en çok güvenen insanlarıdır. Ben yapamıyorum, ben kendime güvenmiyorum sözlerini literatürden çıkartmış insanlar olmak zorundadır.” Söylenen açık; miskinlikle, çaresizlikle PARTİ-CEPHELİLİK bir arada düşünülemeyecek şeylerdir. Çaresizlik, acizlik, yapamıyor olmak, elinden gelmemek, becerememek… bütün bunlar nedir, biraz üzerinde duralım.
– “Söylenen yerde eylem yapılamaz”
– “O kadar parayı bulamayız”
– “Bu yazı o zamana yetişmez”
– “O bölgeden adam çıkmaz”
– “Uğraştık olmadı”
Savaşımız olanaksızlıklar üzerinde yükseliyor. Bu ortada olan bir şey. Kimse bunun tersini iddia edemez. Ama olanaksızlıklar yukarıdaki “olmaz”ların hiç birini haklı çıkaran bir gerekçe değildir. Aslında yaşanan; engin bir halk denizinde gerek düşmanın engellemeleri, gerekse bizim eksikliklerimizden dolayı ulaşamadığımız olanaklara ulaşma sorunudur. Aksini iddia etmek gerçeklere uygun değildir. işte bu nedenle, örneklenen cevaplar, bizim acizliğimizden başka bir şey değildir. Başarılabilecek olanın başarılamaması, yapılabilecek olanın yapılamamasıdır. Ama başarmalı, yapmalıyız. Devrimci olmak, Cepheli olmak misyonu bunu gerektiriyor.
Önderimizin mesajında şöyle diyor: “Ülkemizin bu koşullarında kitleleri örgütleyememeyi, savaştıramamayı onur sorunu haline getirmeliyiz.” Tarih boyunca egemen sınıflar sömürü, baskı ve zulümleri karşısında boyun eğen aciz insanlar, aciz bir halk olsun istemişler, böyle bir halk yaratmak için de ellerinden ne geliyorsa yapmışlardır. Bunu sağlamanın bir yolu olarak, halk zulümle boyun eğmeye zorlanmış, korkutulmuş, sindirilmiştir. Diğer bir yolu ise çeşitli ideolojik araçlarla beyinleri dumura uğratarak, yozlaştırma, bireycilik, çıkarcılık kendini zavallılaştıran insanlar yaratmaktır.
Bir avuç egemen sınıf milyonlarca işçiyi, emekçiyi işten atma tehdidiyle kendisinin dayattığı şartlarda çalışmaya zorlar. Milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede işten atılmayı göze alamayan işçi, istemese de buna boyun eğer. Bu işçi bir de geçimiyle yükümlü olduğu çoluk, çocuğa, bir aileye sahipse bu boyun eğiş daha kolay olur. Çaresiz oldukları düşüncesi insanları zavallı durumuna düşürür. Sömürüyü, adaletsizlikleri, haksızlıkları, baskı ve zulmü gördüğü, yaşadığı halde, düzenin baskı ve tehditlerine, şu veya bu korkuları, kaygıları nedeniyle sessiz kalan, boyun eğen milyonlar için de durum aynıdır. Elbette burada devletin silahlı gücünü, zorunu kullanarak boyun eğdirişi vardır. Ama sonuç olarak on milyonlarca insan bir avuç sömürücü asalak karşısında aciz duruma düşürülmüştür. Bu çaresizlik on yıllar içinde onun düşüncelerini, davranışlarını, kişiliğini belirler hale dönüşür. Düzenin yaratmak isteği de budur zaten.
Ancak düzenin yarattığı aciz kişilik burada son bulur mu? Hayır. Çeşitli düzeyde yansımaları, etkileri, emeğine, onuruna sahip çıkmaya, mücadele etmeye çalışan insanlar üzerinde de görülür. Mesela, kendi ekmek davası için bile ancak sendikasının aldığı kararın ardına sığınarak mücadele katılan, sendika karan olmadan, önünde başkaları yürümeden hareket etmeyen veya belli bir mücadele içinde yenilirken baskı ve tehditler karşısında gerileyen, teslim olanlar da acizliği bir başka biçimde yaşayanlardır.
Konunun bizim açımızdan esas önemli yanı ise düzenin yarattığı bu kişilik yapısının devrimci saflardaki yansımalarıdır. Elbette devrimci mücadeleye katılmak, devrimci mücadele içinde olmak, işkence görmekten, tutsak düşmeye, kahpe bir düşman kurşununa hedef olmaktan katledilmeye, kaybedilmeye kadar ağır bedeller ödemeyi göze almayı, düzenden, düzenin yaratmak istediği aciz insan kişiliğinden bir kopuşu da ifade eder. Ancak başta belirttiğimiz gibi, henüz yerine oturmamış çeşidi devrimci kişiliklerde işte tam bu noktada büyük bir çelişkiyle karşılaşılabiliyor. Düzenin yarattığı aciz kişilik, çeşitli biçimlerde devrimci faaliyet alanına yansıyor. “Ben yapamam”, “benden bu kadar”, “bu işi beceremem”, “yapabileceğimi sanmıyorum”, “çalıştım ama olmadı”… gibi onlarca ifade, işte bu yansımalardan başka bir şeyde değildir..
Aciz Kişi Çatışmadan Kaçar: Aciz insan yanı başında yaşanan olumsuzluklara, yapılan hatalara sessiz kalır, müdahale etmez; bu da çatışmadan kaçmanın değişik biçimlerinden biridir.
Çatışma bir Parti-Cephe geleneğidir. Düşman karşısında hiç bir koşulda teslim olmamaktır. Bu düşman iç düşman olsa da böyledir bu. Bu savaşta iki irade vardır. Düşmanın iradesi ve devrimci irade. Çatışma, bu iki iradenin karşı karşıya gelmesidir. Bu kıyasıya bir mücadeledir. Savaş sadece silahlarla ve sadece eylem, çatışma alanlarında yürümüyor. Bir evde kuşatma altında düşmanla çatışmak nasıl bir Parti-Cephe geleneğiyse, zaaflarımızla, eksiklerimizle “teslim olmayı reddederek” çatışmak da Parti-Cephe geleneğidir. Bize ait olmayan, devrimci kültüre, ortak şekillenmeye aykırı olan, çözüm değil çözümsüzlük üreten bir şeyin yaşamasına izin vermek iç düşmana teslim olmaktır.
Müdahale etmediğimiz yanlışlar, gözümüzün önünde düşmanın örgütlenmesine izin vermektir. Yanlışların meşrulaşmasıdır. Yanlışı onaylamaktır. Yani devrimci iradenin zayıflatılmasıdır. Bu aynı zamanda kendi yanlışlarımızı, olumsuzluklarımızı da meşrulaştırmaktır.
Acizlik, Devrimci için Çözülmesi Kaçınılmaz Bir Çelişkidir;
Aciz biri, aldığı işi, ne yapıp edip yapılamaz, içinden çıkılmaz hale getirir. Mücadelenin, örgütlenmenin gelişiminin önünde bir engel oluşturduğu çok açık sorunlar karşısında, çözümü olanaksız hale getirir. Falan alışkanlığın, şu tür işleyişlerin değiştirilmesi gerektiği çok açıktır. Ama aciz kişi, bu değişiklikleri bir türlü yapmaz ve yaptırmaz. Sorunlar sürer. Kimsenin devrim saflara katılırken dört dörtlük olduğu, hiçbir zaafının, düzen alışkanlıklarının olmadığı düşünülmez. Ancak düşman karşısında bedel ödemeyi göze alan, göze aldığını söyleyen, mücadele eden, savaşan ama içindeki düşmana, düzenin kendi üzerinde yarattığı küçük burjuva zaaflarına, alışkanlıklarına, geri yanlarına karşı savaşmayan, savaşmayı beceremeyen, bunlara teslim olan insan aciz insandır. Bir sürü bedel ödemeyi göze alan bir devrimcinin sıradan bir insanın bile başarabileceği, başardığı şeyler karşında yapamam, edemem, beceremiyorum demesi, kendini aciz, zavallı bir konuma düşürmesi, devrimciliğin doğasına aykırıdır. Bir devrimcinin uzun süre bu çelişkiyle yaşaması mümkün değildir. Çelişki bir biçimiyle çözülecektir.
Zaaflarına karşı savaşmayan, savaşında ısrar etmeyen, bunları yenmeyen insanın şu veya bu zamanda düzene dönmesi, ya da düşmana tutsak düştüğünde teslim olması, çözülmesi, hatta ihanet etmesi, bir yerde beklenmesi gereken sonuçlardır.
Çare Emektir;
Bedreddin, “Emek insanı biler, bilinçlendirir” diyor. Emek, çalışmaktır, üretmektir, yaratmaktır. Doğal ki bunun sonucunda ortaya çıkan ürünle, insan kendisini görür, kendisini tanır. Neler yapabileceğini görür. Emek harcamadan yapamam demek bir kaçıştır. Kendine güvensizlikten önce, emek harcamaktan kaçıştır. Emeğini esirgemeyen, o işi yapmak için emek harcayan zaten asgari de olsa bir sonuç alacağını bilir ve baştan “yapamam” demez. Kendisi için “o kadar uğraşıyorum ama değiştiremiyorum işte” veya başkası için “söylüyorum söylüyorum yine aynı, değişmiyor” diyen birine sorulacak soru şudur: “Değişmek için, değiştirmek için ne kadar emek verdin?” olur. Bir kalemde silip atmak, bir anda umutsuzluğa kapılmak ya da bir iki iş yapmakla büyük değişimler, zaferler beklemek devrimcilerin değil, küçük-burjuvaların işidir. Küçük burjuvazi “hemen olsun” der. Bedelsiz, sorunsuz, kolayca sonuç bekler. Kolay devrim hayalleri kurar. Zorlukla karşılaşınca da beyaz bayrak çeker, acizleşir, zavallılaşır.
Emek ve sabır olmadan üretmek, yaratmak, YAPMAK mümkün değildir. “Of, puf” demeden, görev ve sorumluluklarımıza dört elle sarılmalı, sabırla sonuç almayı bilmeliyiz. “Olmuyor” demek değil, neden olmadığını bulmak ve her zaman kolay olanı değil, “zor” ama sonuç veren pratiği örgütlemek için emeğimizi sakınmadan, tüm sabrımızla işlerimize sarılmalıyız.
Güçlü Devrimci “0lmaz”dan Değil, “Yapacağım”dan Yola Çıkar:
Bize verilen işi yapmak istediğimizde engelleri, yoklukları ortadan kaldırmak mümkündür. Ve bu noktada önümüzde yüzlerce olumlu örnek vardır. Silahı olmadığı halde düşmandan alıp eylem yapan yoldaşlarımız sık sık örnek verilir. Ya da düşmanın “kaçamazlar” dediği hapishanelerde başarıyla sonuçlanan özgürlük eylemlerini düşünelim. “Olmaz”lara, “yok”lara sığınmadan o işin nasıl yapılabileceği düşünülmüş ve hedefe ulaşılmıştır. Yani “olmazları olur kılmak” deyimi yerini bulmuştur. Yapılan, başarılan her iş, işin neden olamayacağı değil nasıl olabileceği üzerinden düşünüldüğü için yapılabilmiştir.
Çaresizlik, Statükoculuktur, Statülere Teslim Olamayız;
İşte aciz kişiliğin adeta klasikleşmiş cevaplarından biri daha: – “Ben bu kadar yapabiliyorum.” Genelde bu söz de, üstlenilen ama yapılmayan veya yarım bırakılan işlerin sonunda söylenir. Veya bir de daha fazlası-daha iyisi istendiğinde. “Bu kadar yapabilirim…” demekle, daha en baştan bizden daha fazlasının istenmesi engellenir. Bu aynı zamanda daha işin başında eksik yapabilirim demek anlamına gelir. Yani eleştirinin de önü baştan kesilmiş olur. Oysa çoğu kez bunu söyleyen de bilir ki; yapabileceği bu kadar değildir. Aslında bu sözleri söyleyen, “ben kendimi dayatıyorum”, “nesnelliğe teslim oldum”, “gelişimi ve dönüşümü reddediyorum” diyor, ve bunun kabul edilmesini bekliyordur. “Benden bu kadar” diyen tüm içtenliğiyle ilk önce kendine sormalıdır. “Ne yaptım, ne kadar uğraştım, ne kadar emek harcadım?” Veya soruyu şöyle de sorabilir; “Gerçekten yapmak istedim mi, gerçekten daha fazlasını ortaya koymak istedim mi?” Bu soruların cevapladığımızda, daha iyisini, daha fazlasını yapabileceğimizi göreceğiz. İşte sorunumuz budur. Neden daha fazlasını, daha iyisi yapmak istemedik ve bunun çabasını harcamadık? Daha fazlası için bir şey yapmadan “benden bu kadar” demek devrimi bir an önce olmasını da “bu kadarlık” istiyorum demektir. Ne kadar çok imkan yaratır, şartları zorlarsak, gelişmek için ne kadar çok çaba harcarsak, devrimi de o kadar istiyoruz demektir. Sorunlar karşısında acizlik içinde çözümsüzlüğü dayatan, devrimi istemiyor, kendi pratiğiyle de zaten imkânsızlaştırıyor demektir.
Güçsüz, aciz kişi, statükocudur. Statükonun bozulmasının, gelişmenin önüne yeni sorunlar getireceğini düşünür çünkü, onlarla karşılaşmaktan korkar, kaçar. Bu devrimciliğin inkarıdır. Devrimci sürekli olarak daha fazlasını yapmak ister, daha iyisini yapmaya programlıdır. Çünkü devrimcilik sürekli gelişimdir, dönüşümdür. Kendi sınırlarını zorlayan, kendini aşan bir pratiktir bu. Önüne daha ileri hedefleri koymayanlar kendi statükocu, dar düşünceleri içinde hapsolup kalırlar.
Hep nesnel koşullara teslim olur, çaresizleşir, kendilerine güvenlerini her gün biraz daha fazla kaybederler. Bu kabul edilebilir mi? Statükocu bir örgüt için belki kabul edilebilir. Ama Parti-Cephe kabul edemez. Her Parti-Cepheli devrimin ihtiyaçlarına cevap verecek, daha fazlasını yapacak sorumlulukları yüklenmelidir. Bu gelişimin gereğidir. Değilse, yerimizde sayarız. Ve düşman bizi, oyalandığımız yerden de geriye savurur.
Yapın Denilen, Yapılabilirdir; Parti, herhangi biri şeyi “yapın” derken, hiç kuşku yok ki, kadrolarına, o konuda deneyimi olan insanlarına nasıl yapılabilir, nasıl olur diye sormuş, ölçmüş, biçmiş, yapılabileceğine karar vermiştir. Bu durumda Parti’nin “yap”, yapın” dediği bir işe “yapamam, yapılamaz” demenin anlamı, “Ben bu kadar devrimcilik yaparım” demektir. Bu bir anlamda elbette bir güçsüzlük, çaresizlik itirafıdır. Bizden yapılabilecek şeyler istenir. Eğer bir belirsizlik varsa, zaten yapılabilmesinin koşulları bizimle birlikte tartışılıp kararlaştırılır. Nasıl yapılacağı ve koşullarını belirlemek, söyleneni hayata geçirmek bizim işimizdir. Bizden beklenen budur.
Ülkemiz ve halkımız bu durumdayken, her yerde örgütlenebilir, “adam” çıkarabiliriz. Düşmana her yerde şu veya bu biçimde darbeler vurabiliriz. Bu bazı yerde daha kolay ve çabuk olur, bazı yerde zor ve çok daha fazla emek gerektirir. Ama muhakkak olur. İşin özü istemektir. Yapmayı istediğimizde, irademiz de, yaratıcılığımız da, emek de, fedakarlık da devreye girer. Ki, halktan insanlara şubede yapılan işkenceleri anlattığımızda “nasıl dayandınız, ben olsam ölürdüm” diyor. Ya da Ölüm Orucu’nda günlerce aç kalabilmeyi anlamakta zorlanıyor. “Biz bir gün oruç tuttuğumuzda akşamı zor ediyoruz, siz nasıl dayanıyorsunuz” diyorlar. Cevabımız her zaman devrimci irade, inanç ve kararlılık oluyor. Düşmanla karşı karşıya geldiğimizde kullandığımız irade neden günlük işlerde ortaya çıkmıyor peki? Çünkü başarılan her işin, örgütlenen her insanın, sağlanan küçük bir olanağın düşmana vurulan bir darbe, iktidara doğru atılan bir adım olduğunu kavramıyoruz.
“Olmaz” diyerek işin içinden çıkabiliyor, bu defa çaresizleri, iradesizleri oynuyoruz. Uzun lafın kısası halkı örgütlemek, eğitmek, savaştırmak bizim görevimizdir. Devrimci saflara adım attığımız andan itibaren bu işleri yapmaya aday olmuşuzdur. O zaman geriye ne kalıyor? Misyonumuza uygun hareket etmek…
Tembelliklerimizi, hazırlopçuluğumuzu, kolaycılığımızı sorgulamadan, bunları ortadan kaldırmadan acizlikten, çaresizlikten kurtulmak mümkün değildir. Hiçbir şey elimize hazır verilmeyeceğine göre biz “bulmak”, “yetiştirmek”, “çıkarmak”, “yapmak” zorundayız. Acizlik, çaresizlik asla bize yakışan
değildir.
KENDİNE GÜVEN VE GÜVENSİZLİK
Çeşitli değerlendirmelerde, eleştiri özeleştirilerde, olumsuzlukların kaynağı olarak karşımıza sıkça çıkan “nedenlerden” biri de kendine güvensizlik’tir. Sonuç alınmayan işler, başarısızlıklar, yenilgiler, insiyatifsizlikler, savrulmalar, moral bozuklukları, kendine güvensizlikle açıklanır. Yeni ve deneyimsiz olanlar bilmedikleri için, tecrübesiz oldukları için güvensizlik duyarken, “eskiler”, olumsuz “tecrübelerinden” yola çıkarak güvensizlik duyarlar.
Güvensizlik duygusu, somut pratikte karşımıza, edilgenlik, üretmeme, inisiyatifsiz kalma, daha ileri sorumluluk ve görevlere aday olmama, gerekçecilik, düşman karşısında güçsüz düşmek… gibi çeşitli şekillerde çıkar. “Niye yapamıyorum”, “Niye başaramıyorum”, “Niye gelişemiyorum”, “Niye adım atamıyorum” sorularının karşılığı da, “Kendime güvensizliğimden dolayı” cevabında bulunur. Tabii esasında bu görünürdeki bir cevaptır. Henüz eksikliğin, olumsuzluğun kaynağına, nedenine inen bir cevap değildir. Bunun hemen ardından sormak durumundayız; neden kendine güvensizlik duyuluyor?
Güvensizlik; kendinden beklenenleri yerine getirebileceğine, istenilenleri başarabileceğine, talep edileni karşılayabileceğine duyulan inançsızlıktır. Bazen doğrudan “ben yapamam”, “başarabileceğimi sanmıyorum” denir. Bazen gerekçelerden medet umulur; “bu işin nasıl yapılacağını bilmiyorum” “falan şeyi kullanmasını bilmiyorum”, “orayı tanımıyorum” gibi… Birincisi kendine güvensizliğin doğrudan bir ifadesidir. Diğeri kendine güvensizliği gerekçelerin ardına gizlemiştir; ama ikisi de özünde aynıdır.
Kendini Tanımamak ve Mükemmeliyetçilik; “Ben yapamıyorum” denilmesinin bir nedeni kendini tanımamaktır. Bir başka neden işleri mükemmeliyetçi bir tarzda ele almaktır. Esasında çoğumuz hangi işin nasıl, hangi araçlarla, hangi yöntemlerle yapılabileceğini en genel hatlarıyla da olsa biliriz. Nerede nasıl davranmamız gerektiğini, nasıl tavır almamız gerektiğini de aşağı yukarı kestiririz. Ama becerilerimizin, yeteneklerimizin, kişisel özellik ve eğilimlerimizin farkında değilizdir. Bunları yeterince düşünmez ve çözümlemeyiz. Ama elbette bu da bir sonuçtur; ben yapamıyorum cevabında her şeyden önce sorumluluk üstlenmekten kaçış vardır, bir devrimcinin sahip olması gereken iddia, hırs, öğrenme, başarma azmi yoktur. Kendimizi daha iyi tanımalı, var olan beceri ve yeteneklerimizi ortaya koymalı, tümüyle mücadelenin, örgütlenmenin geliştirilmesinin hizmetine sunmalıyız. Şu veya bu konuda gerçekten bilgimiz, kapasitemiz yetersiz de olabilir; ama bu da “ben yapamam” cevabını haklı çıkarmaz; bilmediğimizi öğrenmek, sahip olmadıklarımızı geliştirmek zorundayız. Yani bir iş, bir görev önümüze çıktığında, o işe, göreve ilişkin bilgimiz, tecrübemiz yetersizse de “ben yapamıyorum” demeyecek, o işi yapmaya girişip, işi yapma sürecimizde gerekli bilgiyi, beceriyi de birlikte kazanacağız. Böyle bir iddiaya, sorumluluk üstlenme duygusuna sahip olmadığımızda, elbette işi “mecburen” üstlensek bile zorlanmaya, sıkılmaya, kaygı duymaya başlarız. Kısmi adımlar atsak da zorlanma ve sıkılma bırakmaz yakamızı. Bu zorlanma ve kendine güvensizlik, kendimizi çözümleyene, olumluluk ve olumsuzluklarımızı net olarak görene kadar sürer. Bu çözümleme yapılmadığında gerçekte neyi yapıp neyi yapamayacak durumda olduğumuzu da bilemeyiz.
Güç Ve Güvenin Kaynağı Örgüt ve Mücadeledir; Kapitalist toplum insanı bireyleştirirken, esasında bireyi güçlendirmez; tersine birey sistem karşısında, daha da kendine güvensiz olur. Bu nedenledir ki, mevcut sistem, kendine güvenli olma duygusunu, sınıfsal olarak, kültürel olarak insanlarımızın elinden alınmıştır. Güç ve güven egemen sınıfların tekelindedir. Sistem içindeki yeri sadece sömürü nesnesi durumunda olan emekçi kesimlerin “güvenli olmalarına” gerek yoktur, hatta böyle bir duygu tehlikelidir. Bu nedenle ekonomiden eğitime tüm kurumlar hem toplumsal, hem de kişisel güvensizliği körükler. Düzen içinde “kendine güvenli”, “güçlü” görülen insanların pek çoğu gerçekte güçlü değildir ve sarsılmaz bir güven taşımazlar.
Yabancılık ve Statükoculuk; Kendine güvensizliğin bir diğer nedeni yabancılık duygusudur. İnsanlar, tanıdıkları, tanındıkları, bildikleri ortamlarda, kendini pek güvensiz hissetmez. Kimin nasıl davranacağı, düşüneceği bellidir. Bilinen, tanınan yerler kişinin kendine ait ilişkileridir. Evidir, ailesidir, uzun süre yaşanan arkadaşlık ilişkileridir. Uzun süreli çalıştıkları işyerleridir. Buralarda, en azından belli bir süre sonra kendilerini tanıtma, yenileme, kanıtlama ve anlatma sıkıntısı yoktur. Bu rahatlıkla da kendilerinden emindirler. Bildik, tanıdık ortamların dışına çıkınca yabancılık ve kendine güvensizlik de ortaya çıkar. Davranışlar daha temkinli, ilişkiler daha mesafeli, yaklaşım daha güvensizdir. Esasında bu türden bir yabancılık, düzenin yabancılaştırdığı ve parçaladığı insan ilişkilerinin sonucudur. Bu davranış tarzı, biçimsel değişikliklerle mücadele saflarına taşınır. Örgütlü yaşamdaki yabancılık duygusu, yaşamı yorumlayışta, çelişkiler-eksiklikler karşısındaki tavırda, düşünce ve davranış ayrılıklarında, denetime, disipline duyulan tepkide ortaya çıkar.
Buradaki sorun esas olarak örgütle bütünleşememedir. Örgütle bütünleşmeyi başarabilen biri için, hangi birimde, hangi alanda olursa olsun, tüm yoldaşlarıyla hemen kaynaşmak, sanki onlarla yıllardır birlikteymişçesine birlikte mücadeleye girişmek doğal olandır. Yabancılık duygusuna yer yoktur bu ilişki içinde. Ama bir insan bulunduğu ortamda eski veya yeni olsun, hala yabancılık duyuyorsa, bu genellikle oradaki kişilerle bir anlaşmazlık olarak açıklanır; yanlış bir açıklamadır, orada kişilerle ilgili bir problemden çok, örgütle bütünleşememe sorunu vardır. Bu ise, kendini örgütten ayrı görmeyi, ayrı düşünmeyi “ben” ve “örgüt” ikilemini güçlendirir. Yoldaşlarıyla ilişkileri de “ben” ve “onlar” biçimindedir. Bu durumdaki kişinin ruh hali, büyük bir aile içinde tek başınalıktır. Yalnızlık duygusu gelişir, sürekli olarak anlaşılmadığını, tanınmadığım, değer verilmediğini, önemsiz görüldüğünü düşünmeye başlar. Hemen her şeye yönelik acabalar çoğalarak paylaşmama, kendini saklama, kendini kapatma güçlenir. Giderek yoldaşlarını “başkaları” olarak görmek, “el” olarak değerlendirmek eğilimi yer eder. Kendini açma, tanıtma, “açık verme” olarak algılanır. Eleştiri, “suçlama”; müdahale, “her şeye karışma”; disiplin, “yasakçılık” olarak adlandırılmaya başlanır. Her sorun güven-güvensizlik, niyet penceresinden değerlendirilmeye başlanır. Subjektivizm ve güvensizleşme kökleşir. Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak da kendine güvensizdir. Bir diğer neden ise statükoculuk ve sorumluluk almaktan kaçıştır. Yapılan bir işin olumlu ya da olumsuz sonuçları olacaktır. Olumlu sonuçları yaratmak, olumsuz sonuçların hesabını vermek, sonuçlarına katlanmak, örgütsel işleyişin doğal bir parçası, bir zorunluluktur. Zora gelmeyenler, emek harcamayı sevmeyenler, hesap vermekten hoşlanmayanlar, sorumluluk üstlenmekten, daha fazla yükün altına girmekten kaçacaklardır. Bu nedenle de bunun en kestirme yolu “ben yapamam” veya “yapamıyorum” deyip işin içinden çıkmaktır. Başaramama duygusunun motive ettiği bu kişilikler, şu veya bu nedenle temellendirdikleri devrimciliklerini kendilerini fiziki, psikolojik sıkıntıya sokmadan, rahatını bozmadan sürdüreceklerdir. Her yeni iş, her yeni görev, tabii ki onun statükolarının, alıştığı yaşam düzeninin bozulması demektir. Ama ben yapamıyorum deyip bu statükosunu korursa, başka sıkıntılara da katlanması gerekmeyecektir. Bu durumda, mesela yaşanan olumsuzluklar onun değil, başkalarının eseri olacaktır. Başarısızlıkların hesabı başkalarından sorulacaktır. Eksik kalanlar, geliştirilmeyen, tamamlanmayanlar başkalarının sorumluluğunda kalacaktır. O sınırlı ve hesaplı davranmanın “güvenilir” sularında “başarısız olma kaygısı ve çarpıntısı” duymadan hareketin saflarında kalmaya devam edecektir. Bu eğilim daha çok “eskiler” de ortaya çıkan bencilliğin bir türüdür (veya onlara bakıp bunu benimseyen yenilerde de olabiliyor tabii). Bu tavır kaynağını kendini tanımamak, örgütü tanımamak gibi nedenlerden (ki kendini de örgütü de iyi tanıyordur) çok “hata yapmak, başarısızlık korkusunu zaafa dönüştürmek”ten, bireycilikten, “kolayı tercih etmekten” alır.
Kendine Mi, Yoksa Örgüte ve Devrime Güvensizlik Mi?
Hangi gerekçelerle olursa olsun devrimcinin kendine güvensizliği; örgüte, savaşa ve devrime güvensizliği içinde taşır. Kendine güvenmeyen insan, örgütünün de kendine güvenmediğini düşünmeye başlar. Kendine harcanan emeğe, uzanan ele gözlerini kapatarak, alttan alta “bana güvenilmiyorsa ben de güvenmem” düşüncesine savrulur. Güven kaybı, inançsızlaşmayı büyütür. Bu güvensizlik ve onun içinde taşıdığı inançsızlık, önemli dönemeçlerde, düşman karşısında ortaya çıkar. Kendine güvensizlik işte en çok da böylesi durumlarda hem kişiyi, hem örgütü çok daha fazla yıpratan, tahrip eden yenilgileri, hatta çözülmeleri, ihanetleri ortaya çıkarır. İkili ilişkilerde de çoğu kez aynı şeyle karşılaşmaz mıyız? Bir kimse eğer birinin kendisine güvenmediğini düşünüyorsa, çok büyük bir ihtimalle, kendisinin açık veya örtük olarak karşısındakine güvensizliği vardır. Örgütün kişilere güveni soyut, sınırsız, belirsiz değildir. Çok çeşitli eksikliklerimize, zaaflarımıza rağmen örgütümüz bizi kabul etmiş, örgütün şurasında veya burasında istihdam etmişse, örgütün bize belli bir güveni var demektir. Bu asgari bir güvendir. Bundan sonrasını ise tamamıyla bizim pratiğimiz belirleyecektir. Örgütün güveninin ölçüsü o noktada bizim pratikte, neyi, nasıl, ne kadar yaptığımız, ilişkilerimizde nasıl davrandığımız, disiplini, kollektivizmi ne kadar hayata geçirdiğimizdir. Hiç kimse bunun dışındaki ölçüler veya kaygılarla yorumlar yapmamalı, kendi kendine yorumlar geliştirmemeli, bu tür güven-güvensizlik sorunlarını kafa bulandırıcı bir düşünüş tarzı olarak beyninde taşımamalıdır. Sonuç olarak sorunun özü şudur; biz örgüte ne kadar güveniyorsak, örgüt de bize o kadar güveniyordur.
Güç Ve Güvenin Kaynağı Örgüt ve Mücadeledir;
Kapitalist toplum insanı bireyleştirirken, esasında bireyi de güçlendirmez; tersine birey sistem karşısında, daha da kendine güvensiz olur. Bu nedenledir ki, mevcut sistem, kendine güvenli olma duygusunu, sınıfsal olarak, kültürel olarak insanlarımızın elinden alınmıştır. Güç ve güven egemen sınıfların tekelindedir. Sistem içindeki yeri sadece sömürü nesnesi durumunda olan emekçi kesimlerin “güvenli olmalarına” gerek yoktur, hatta böyle bir duygu tehlikelidir. Bu nedenle ekonomiden eğitime tüm kurumlar hem toplumsal, hem de kişisel güvensizliği körükler. Düzen içinde “kendine güvenli”, “güçlü” görülen insanların pek çoğu gerçekte güçlü değildir ve sarsılmaz bir güven taşımazlar.
Bu güç ve güven ancak devrimci saflarda kazanılabilir. Ancak belli bir örgütlülük ve mücadele içinde olmak bu güç ve güveni kazandırabilir. Örgütlülük ve mücadele güçlü, eğilip bükülmeyen kişilikler yaratır. Tabii bu örgüt içinde yer almakla kendiliğinden gelişen bir şey değildir; öyle olsaydı, örgüt saflarımız içinde bir kendine güvensizlik duygusundan söz ediyor olmazdık. Böylesi bir kişiliği oluşturabilmek için devrim saflarında yer almanın nedenlerini çözümlemek, tercihlerinde netliğe ve saflığa ulaşmak gerekir. Örgütün iradesine tabi olmak, onun düşünce ve kültürüne göre şekillenmeye gönüllü olmak, kendini tamamen bu iradeye bırakmak gerekir. Örgüt iradesini içselleştirmek, bu iradeyi, ideolojisiyle, değerleriyle, kişinin üzerindeki otoritesi ve yönlendiriciliğiyle tanımak, örgütün kültürüne, ahlakına, kişiliğine göre şekillenmeyi “zoraki” veya “öylesine” tarihsel, siyasal bir gereklilik olarak kabullenmek, kendine güven ve güç kazanma noktasında atılacak en önemli adımdır.
Özlemlerin, duyguların, iç dünyaların kapılarını örgüte açmak, bir anlamda “örgütü içeri almak” önemlidir. Örgütle ayrı düştüğümüz yerleri bulup çıkarmak, örgütü tanırken kendimizi de tanıyıp yardım istemek, örgütün aynı zamanda “ben”den, “sen”den, “ondan”, yani “bizden” oluştuğunu, her insanın kollektif iradenin bir parçası olduğunu anlamak, hissetmek, görmek, kollektif iradenin bir yanıyla da kendinde cisimleştiğinin bilincinde olmak, kişiyi güçlendirecek, güven kazandıracaktır. Güçlü ve güvenli adımlar, ortak yaşamı, paylaşmayı artıracak, yabancılığı ortadan kaldıracaktır.
Kendine güvenip güvenmemek, kollektif iradeyle bütünleşmek, yalnızca bir duygu, his meselesi değildir. Yani bütün bunları kavrayıp “artık kollektif iradenin bir parçasıyım, artık kendime güveneceğim” demek yetmez. Bunu hayatın içinde somutlamamız gerekir. Gerçek güven de oradan gelir. Pratikte iradiliği ve kollektivizmi geliştirerek, görev alarak, yalnız verilen görevlerle yetinmeyip yeni görev ve sorumluluklar üstlenerek, her işimizde sonuç almaya yönelik plan yaparak, kendimizi eğiterek, işlerimizdeki ısrarcılıkla, azimle başlangıçta küçük küçük, ama giderek büyüyen adımlar atılacaktır. Önümüze önemsiz gibi görünen küçük hedefler koymak, bu hedefe ulaştıktan sonra elde ettiğimiz sonuçlan, tecrübeyi kalıcılaştırmak ve içselleştirmek adım adım kendimize güvenimizi sağlayacaktır. Yapma noktasındaki sıkıntı çekilen bir iş, aşma noktasında zorlanılan bir eksiklik veya zaafın ortadan kaldırılması, bize gerekli olan cesareti kazandıracaktır. Çok küçük şeyler de olsa, karar altına aldığımız, planladığımız şeyleri yaptıkça, kendimize güvenimiz gelecek.
Üzerine iradi bir programla gidilen her eğilim, her eksiklik ve yetersizlik aşıldıkça, örgüt iradesiyle, örgütle, yoldaşlarımızla yardımlaşarak sonuç alındığı görüldükçe, güvensizlik güvene, ben bize, tekil çoğula, bireycilik kollektivizme dönüşecek, o insan güç ve güven kazanacaktır.
DÜŞÜNCEDE VE EYLEMDE YOĞUNLAŞMALIYIZ BIRAKILAN HER BOŞLUĞU DÜŞMAN DOLDURACAKTIR
Oligarşinin saldırıları hemen her alanda sürüyor. Düşman bu saldırıda teknolojinin olanaklarıyla, kitle iletişim araçlarıyla, kontrgerilla merkezlerinde eğitilen uzmanlarıyla, ordusu, polisi, özel timleri vs. ile tüm gücünü seferber ediyor. Terör ve demagoji tüm yaygınlığı ve yoğunluğuyla halkın ve devrimcilerin üzerine yöneliyor. Saldırı, genel bir baskı ve sindirmenin ötesinde “teslim alma”yı hedeflemekte. Kısacası, savaş her mevzide açık bir irade çatışması halini almıştır. Saldırıları göğüslemek, boşa çıkartmak, devrimcilerin hayatın her alanında doğru bir direniş ve savaş hattını hayata geçirebilmelerine bağlıdır.
Devrimciler, bunun için egemenlerin her alanda geliştirdikleri politikalara karşı uyanık olmak, alternatif olanı, devrimci olanı geliştirip güçlendirmek durumundadırlar. Bunu, sorunlara ve çözümlere yoğunlaşmadan, deyim yerindeyse devrimle, örgütle yatıp kalkmadan başarmak zordur.
Süreç tahlilleri, politika tespitleri kuşku yok ki, salt teorik bir çalışma olsun diye yapılmazlar. Pratikle bağı kurulmayan soyut politikaların politika olarak adlandırılabileceği de tartışmalıdır zaten. Politika, hayata müdahale edebildiği, yön verebildiği noktada politikadır. Politikanın hayatla buluştuğu yerde ise kadrolar, militanlar, savaşçılar vardır. “Doğru bir direniş ve savaş hattı”nın başarısının, gelişmesinin güvencesi de kadrolar, savaşçılar, militanlardır. Sıradanlık, kendiliğindencilik, iddiasızlık, inisiyatifsizlik, tembellik, kendine güvensizlik, bugünkü sürecin altından kalkamaz.
Net Bir Hedef ve Yere Sağlam Basan Adımlarla Öne Atılmalıyız
Düşman teslim almak istiyor diyoruz. Somut göstergeleri önümüzde. Demokratik hiç bir mevzide barındırmak istemiyor bizi. Yayınlarımızı, sesimizi boğmak istiyor. Tek bir eylem bile yaptırmak istemiyor. Cepheliler, hep ön öndedirler, bugün daha da fazla öne atılmak durumundadırlar. Bu misyon, bugün daha fazla omuzlarımızdadır. Geride kalmak, direniş hattında gedikler açılması demektir. Öne atılmak, düşüncesiz, plansız, hedefsiz bir öne çıkış değildir. Doğru politikanın ışığında, ne yaptığımızı, nereye ulaşmak istediğimizi, hangi engellerle karşılaşacağımızı ve o engelleri nasıl aşacağımızı bilerek öne atılmaktır. Hiç bir şeyi hiç kimseden beklemek durumunda değiliz. Bölgemize, birimimize, herhangi bir mevzimize saldırı mı var; evet tüm demokratik kurumlara, sola çağrılarımızı yaparız, ama ne yapılması gerekiyorsa, önce biz yapacağız. İlk adımı da, bitirici adımı da biz atacağız.
Kendi gücümüze güveneceğiz. Bu güvenle inisiyatif koyacak, müdahale edeceğiz. Bu son derece önemlidir. Kendimize güvenimiz ve inisiyatifimiz, kitleye de güven verecektir ve kitlenin bugün en fazla ihtiyacı olan şey de budur. Bir eylem mi yapacağız. Her olasılığı düşünecek ve onu mutlaka yapmayı planlayacağız. “Polis şöyle yaptı da ondan olmadı” gibi gerekçeler, kabul edilemez.
Polis elbette engellemeye çalışacak. Esasında tam bu noktada düşmanın saldırısındaki ciddiyeti, tüm güçlerini yoğunlaştırmasını çok somut olarak görebiliriz; diyelim ki bir 6 Kasım Boykotu gündemdedir. Polis, YÖK, basın, kısacası oligarşi tüm güçlerini seferber ediyor. Yoğunlaşıyor. Psikolojik savaş merkezlerinde 6 Kasım’ın muhtevasını nasıl çarpıtabileceğim tartışıyor, basım devreye sokup yayına başlıyor. Polis merkezlerinde olası kitle gösterilerini nasıl dağıtacakları üzerine pratik eğitim de içinde olmak üzere günlerce çalışıyorlar. Devrimcilerin geliştirmesi muhtemel eylem biçimlerine göre önlemler üzerine kafa yoruyor, önlemler almaya çalışıyorlar. Hangi polis birliğinin alanda nereyi tutacağına kadar planlıyorlar kısacası.
Devrimciler de aynı biçimde, hatta daha büyük bir yoğunlaşmayla hazırlanmak zorundadırlar. Olanaklarını yaratabildiğimiz ölçüde temel kitle veya militan gücümüzle pekâlâ biz de 6 Kasım’ın provasını neden yapmayalım! Bunun başka yolu, biçimi yoktur. Bu ciddi bir savaştır. Kazanılacak şeyler de, kaybedilecek şeyler de büyüktür.
Örneğin bir Galatasaray eylemine bakalım. Devrimciler açısından önemli, etkili bir mevzi haline gelmiştir. Karşı-devrim bunu önemsiyor. Ve başlıyor karşı saldırıya. Ama saldırıyı sadece polisin son haftalarda Galatasaray önündeki işgali olarak görmemeliyiz. Hayır. Oturma eyleminin olduğu sahaya “Kayıp otobüsü” getirmekten, kayıplarla ilgili bültenler çıkarmaya kadar her şey bu saldırının ön adımlarıydı. Önce saldırısına meşruluk kazandırmaya çalışmış, ardından saldırmıştır. Sonuç olarak tespit etmemiz gereken şudur; mücadeleye, tek bir eyleme dahi en az düşman kadar, karşı-devrim kadar yoğunlaşmalıyız. Düşman kaybedeceği şeyin bilincinde olarak, yani tüm bunların eninde sonunda iktidar savaşının bir parçası olduğunu bilerek yoğunlaşıyor. Bizim açımızdan da yoğunlaşmanın ölçüsü, esasen bu bilincin, yani iktidar bilincinin gelişimidir. Eğer bir “eylemde herhangi bir başarısızlık, yetersizlik söz konusuysa, demek ki önce bakacağımız yer burasıdır. Ama elbette burada bırakmayacağız. Buna bağlı olarak nasıl bir plan yaptık, nasıl bir inisiyatif veya inisiyatifsizlik gösterdik, neden öyle oldu, nasıl olmalıydı, diye düşünmeyi, sonuçlar çıkarmayı sürdüreceğiz.
Hepimiz devrimci mücadelenin zorluklarını, olanaksızlıklarını, savaşın bedellerini, ortaya çıkacak yüzlerce, binlerce sorunu ve tüm bu sorunların çözülmesinde hiçbir şeyin gökten zembille inmeyeceğini, hiçbir şeyin hazır olarak bulunmayacağını öğrenmişizdir. Ancak sorun, bunu bilmekte değil, nasıl kavradığımızdadır. Bu sorunları çözecek olan bizden başkası değildir. Devrimci, herhangi bir alanda, birimdeki sorunlardan, savaşın gelişimi ile ilgili daha büyük ve genel sorunlara kadar her şeyi düşünmek, bütün enerjisini bu sorunların çözümü için harcamak zorundadır. “Yöneticilerimiz, kadrolarıma, tüm yoldaşlarımız düşünecekler, öyle ki beynimiz çatlayacak hale gelecek, başınıza ağrılar girecek, gerektiğinde birbirinizle kavga edeceksiniz, düşüncelerinizi birbirinize kabul ettiremeyeceksiniz. Ama gerçek olanı bulacaksınız. Ne sorun varsa çözümlerini bulacaksınız.” (Kolektivizmde Israr Edeceğiz, Devrimci Sol, Sayı: 10, Mart’98)
Savaşın acımasızlığını ve hiçbir boşluğu affetmediğini, birçok acı örneğini yaşayarak gördük. Kimi zaman yapılan küçük bir hata, ihmal edilen bir iş, zamanında yerine getirilmeyen, ertelenen bir görev ya da hesaba katılmayan, önlemi alınmayan bir gelişmenin çok ağır sonuçları olabileceğini biliyoruz. Bunlar bilindiği halde bir devrimcinin “düşünemedim, böyle olacağını tahmin etmemiştim” deme hakkı yoktur. Devrimci düşünmek zorundadır. Ancak düşünen insan sorunların, olumsuzlukların, olumlu- olumsuz gelişmelerin farkına varabilir. Ancak böylelikle gelişmelerin mücadeleye zarar vermesini engelleyebilir. Veya olumlu gelişmeleri devrim lehine kullanabilir. Ancak düşünerek öngörülü olabilir, sorunlara çözüm bulabilir. Bunları, devrimin sorunlarını düşünmeyen, çözüm üretmeyen bir kimse o zaman başka şeyleri, devrimci olmayan şeyleri düşünüyor demektir. Sorun yalnızca ciddi zarar veren sonuçlara yol açmak da değildir. Devrimciliğin içini doldurmak, devrimciliği emek ve çabayla somutlamaktır. Yerine getirilmeyen bir görevde, aşılmayan, çözüm üretilmeyen bir sorunda, asıl olarak milyonlarca emekçinin bu zulüm düzeninde daha fazla acı çekmesine neden olmak vardır. Elbette hiç kimse bunu istemez, içine sindiremez. Ancak sorun, niyet sorunu değildir. Savaşın en temel kurallarından biri; bırakılan bu boşluğun düşman tarafından, kendi lehine doldurulduğu gerçeğidir. Devrimci, bu gerçeğin ne uzağında, ne de dışındadır, aksine tam da ortasındadır.
Düşünmek Ne Yapacağını Bilmektir, İradi Olmaktır
Savaşı kazanabilmek için, hatta tek bir eylemde başarılı olabilmek için neyi nasıl yapacağımızı bilmek, bilmiyorsak öğrenmek ve yapmak ve sonuç almak zorunludur. Yine hep biliriz ki, devrimci çalışmanın en temel gereklerinden biri, belki de en önemlisi plan, programdır. Devrimci, çalıştığı alanda, birimde halkı örgütlemekten, savaşa hazırlamaktan insan ilişkilerine, eğitimden mali sorunlara, kısaca alanın, birimin gelişip güçlenmesi ile ilgili her şeyi, belli hedeflere göre planlamak programlamak ve uygulamak zorundadır. Uygulamada ortaya çıkabilecek yeni onlarca, yüzlerce sorunun çözümü ise yine kafa yorarak, yeniden planlayarak mümkündür.
Oligarşinin ağır baskı koşullarında, çok çok uzun vadeli ve çok ayrıntılı planlar yapmanın, bunları hiç aksaksız hayata geçirebilmenin koşullan yoktur. Ama devrimci çalışmada belirsizliğe de yer yoktur. Belirsizlik, “ne olacaksa olsun”ya da en azından “nasıl olsa bir yolu bulunur” diye düşünüp gelişmeyi kendiliğindenciliğe bırakmaktır. Tecrübelerle sabittir ki, kendiliğindencilik bizi asla sonuca götürmez. Rastlantısal sonuçlar ise belki an’ı kurtarır ama kalıcı gelişmeler sağlamaz. Devrim, iradi bir süreçtir. Ve devrimci savaş, devrimci İrade ile düşman iradesi arasında süren bir savaştır. Belirsizliğe bırakılan her nokta düşman iradesinin belirleyiciliğine terkedilmiş demektir. Bu, günlük gelişmelerin peşinde sürüklenilen, düşmanın her türlü müdahalesine açık bir çalışma ortamı demektir. Tabii sorun yalnızca pratikle de ilgili değildir.
Devrimci ideolojinin belirleyiciliğinde, iradesinde olmayan her noktada, her alanda düşman ideolojisi cirit atıyor demektir. Belirsizliğin oluştuğu ortamda düşman iradesi bünyenin geri kalanına da hâkim olmak için var gücüyle saldıracaktır. İster bir birimin faaliyetlerinin topla mı olsun, ister birimdeki tek tek işler, ister eğitim çalışmaları olsun, ister günlük yaşam, hiçbir şey belirsizliğe bırakılamaz. Büyük- küçük, önemli önemsiz demeden, tek tek her faaliyet, belirlenmiş bir plan ve anlayış çerçevesinde geliştirilmeye çalışılmalıdır. “En kötü karar bile, kararsızlıktan iyidir” veya “en kötü plan bile plansızlıktan iyidir” sözlerinde ifade edildiği gibi, ne yapacağımızı bilmek durumundayız.
Hata yapmaktan korkmamalı, eksik olma ihtimali bulunsa bile kendiliğindenciliğe bırakmak yerine plan yapmalı, karar almalı, iradi olmalıyız. Tabii bunu “ideal” bir durum olarak öngörmüyoruz. Çünkü bu biçimdeki bir planlılık devrimci için yeterli değildir. “Eksik karar”ların, hatalı planların kaynağını tespit etmek, bu kaynağı kurutmaya yönelmek ve daha sonraki karar ve planlarda eksikleri, yanlışları engellemek de görevimizdir.
Yanlışlıkların, hataların kaynağı elbette sorunun, konunun niteliğine göre değişir. Bu bazen kararsızlıktır, bazen alınmış karar olduğu halde onu hayata geçirmedeki inisiyatifsizliktir, bazen de cesaretsizlik. Bazen plansızlıktır, bazen bir plana sahip olunduğu halde onu uygulamada gösterilen disiplinsizliktir. Bazen, her şey ortada ve açık olmasına rağmen, devrimde yoğunlaşmama, yeterince düşünmemedir Savaşın geldiği aşamada hata yapma, yanlış yapma veya geride kalma lüksünü hiçbir devrimci kendisine hak göremez. Hiç hata yapılmayacak değildir elbette. Ancak, bugüne kadar yaratılan deney, tecrübe birikimimiz, ideolojik gücümüz, tarihimiz karşılaşacağımız hemen her sorunda doğru çözümü, doğru yaklaşımı üretmemizde en değerli kaynağımız, öğretmenimizdir.
Tarihimizin her anında, halkla birlikte yaratılan değerlerimiz, geleneklerimiz, bugünümüze, yarınımıza ışık tutan, belirsizliği ortadan kaldıran bir birikim vardır.
Hal böyleyken, bilmemek de asla geçerli bir gerekçe sayılamaz. Bilmediğimizi öğrenmenin bu denli güçlü imkânlarına sahipken, bunları değerlendirmemek kabul edilemez. Bilmiyorsak araştıracak, sorup soruşturacak, öğreneceğiz.
Neyi Düşüneceğiz, Nasıl Düşüneceğiz?
Devrimi düşünmek, devrimde yoğunlaşmak dediğimiz şey, birçok şeyi anlatıyor olsa da soyut ve genel bir ifade olarak algılandığında yol gösterici, sorunları çözücü olmayacaktır. Devrimi düşünmek veya devrime yoğunlaşmak, asıl olarak gündelik yaşamımız, çalışmalarımız, davranışlarımız içinde somutlanmalıdır.
Bir devrimcinin neyi, nasıl, ne kadar düşündüğü asıl olarak sözlerinde, lafızlarında değil, yaşamda ifadesini bulur. Karşılaştığımız her durumda, ele alacağımız her sorunda devrimci olanı bulup çıkarmalı, buna uygun davranmalıyız. Olumlu sonuçlar aldığımız her işte devrimci tarzı bilince çıkarıp, bunu karşılaşacağımız her sorunda birer deneyim olarak ele almalıyız. Ama öte yandan, yaptıklarımızı yeterli görüp, yapmadıklarımızı bunların ardına gizleyip “bu kadar yeter”, “bunları yapıyoruz ya işte” gibi yaklaşımlar içinde olmamalıyız. Bu, sorunlar karşısında kendimizi rahatlatmaktır ve tabii devrimci tarzda bir düşünüş değildir. Devrimcinin işi sorun çözmektir. Başarılarımız bizler için eksikliklerimize örtü değil, yapmamız gerekenleri yerine getirmiş olmanın coşkusuyla, yeni sorunları çözmek, daha büyük görevleri omuzlayabilmek için motive edici bir etken olmalıdır.
Böyle yapmamak kendini sunmamaktır, yetinmeciliktir veya rehavettir. Devrim için daha fazla düşünmekten ve emek vermekten kaçıştır. Savaş geliştikçe, oligarşiyle halk arasındaki çelişki derinleşip oligarşinin kuşatması yaygınlaştıkça, savaşın sorunları ve üstlenilmesi gereken görevler de büyüyor. Devrimle karşı-devrimin birlikte gelişmesi esprisinin bir sonucu olarak, devrimciliğin son derece özgün bir yanı vardır; devrimcinin işi yaptıkça bitmez çoğalır, görevleri yerine getirdikçe artar. Mücadele ve örgütlenme gelişip büyüdükçe, devrimciyi daha fazla görev ve sorumluluk, daha fazla iş, daha fazla emek ve yoğunlaşma bekliyor demektir. Bu anlamda, devrimcilik, belli bir süre emek verdikten ve sonuçlarını aldıktan sonra “rahatlanacak”, daha az emek harcanacak bir iş değildir. Bu olsa olsa düzenin “emeklilik” bekleyen memur yaklaşımıdır. Devrimcilik yaşam boyu ve her koşulda hep daha ileri, daha büyük görev ve sorumluluklara hazır olmayı gerektirir. Bu, düzenin yaşam tarzına karşı da alternatif olan yaşam tarzıdır. Düzen, insanları yalnızca kendi ihtiyacı çerçevesinde tek boyutlu şekillendirir, düzende çalışmanın temelinde asla gönüllülük yoktur. Nasıl çalışılacağını, hangi yeteneklerin değerlendirileceğini düzen kendine uygun tarzda belirler. Bu verili ortamdan başka bir seçenek bırakmaz. Düzen içinde “iyi bir işi” olduğunu düşünen, “şevkle” çalışanlar tam da düzenin çizdiği sınırlara en iyi uyum sağlamış olanlardır. Dünyaları kendileriyle ve “işleriyle” sınırlıdır. Oysa bir devrimci yaşamı bütünlüklü kavrar. Düşüncesi ne kendiyle, ne de hatta birimiyle, bölgesiyle sınırlı değildir. Emeği tüm örgüt, tüm halk içindir. Belirlenmiş görevlerini yaparken bu bütünlükten kopmaz, aksine bu bütünlük onun çalışmasında en büyük motivasyon kaynağıdır. Devrimcinin en olanaksız koşullarda dahi sürekli üreten, yaratan olmasının özü buradadır. Düzenin belirlediği yaşam tarzından, ideolojisinden koptuğu oranda devrimcinin çalışmasının, üretmesinin, yaratıcılığının önündeki engeller de ortadan kalkar. Bizi daha fazla üretmekten, daha fazla çalışmaktan alıkoyan şey “düşünememiş olmak, bilememek” değildir. İnsan beyni bir biçimde sürekli düşünür, üretir.
Sorun ne düşündüğümüz, nasıl düşündüğümüzdedir. Devrimin çıkarlarını, devrime hizmet etmeyi, nasıl daha yararlı olunacağını düşünmediğimiz anlarda, düzenin belirlediği tarzda düşünmekle meşgulüz demektir. “Düşünmedim, düşünemedim demek bir açıklama olamaz. Niye düşünmedim, niye düşünemedim sorusunun cevabı bulunmalıdır… Yirmi dört saatini devrim için harcayan, devrimden başka bir işi olmayan bir insanın düşünmemesi mümkün değildir. Düşüncede ve eylemde yoğunlaşan insan soru sormaya başlayan insandır. Sorular cevapları ortaya çıkartacak, cevaplar eksik ve yanlışları gösterecektir. Soru sormayan yönetici, düşünmeyen, üretmeyen, yasak savan gerçekte profesyonel devrimci olmayan insandır. Devrimci yaşam biçimini gerçek anlamda uygulamayan, bir yanıyla düzende yaşayan insandır.” (DHKP Kuruluş Kongresi Kararları, Karar No: 12)
İdeolojimizi ve stratejimizi doğru kavramak, bu doğrultuda örgütlenmelerimizi yaygınlaştırmak, devrimimizi zafere taşıyacak olan silahlı savaşı büyütmek, hangi alanda, birimde olursak olalım, savaş kültürünü içselleştirilmesiyle, savaş gerçeğimizin, güncel anlamda mücadelenin zorluklarının bilincinde olmayla mümkündür. Kitlelere gitmede, onları örgütlemede, çalışma tarzında, eylemde, akla gelebilecek hemen her konuda, Cephelinin başarısının ön koşulu, bütün düşünce ve davranışlarımızı devrimin, Parti-Cephenin hizmetine sunmaktır. İşte o zaman “Her şey Parti-Cephe için, Her şey Zafer İçin” şiarı somutlanmış olacaktır.
DAHA ÇOK SORUMLULUK DAHA ÇOK DİSİPLİN VE DENETİM
Sömürü ve zulüm düzenini yıkıp yerine halkın iktidarını kurmak için örgütleniyor ve savaşıyoruz. Düşman da savaşımızı engellemek için her yolu deniyor. Bugün de düşmanın saldırılarını pervasızca yoğunlaştırdığı bir süreci yaşıyoruz. Susurluk pisliğinin içinde her geçen gün battıkça batan oligarşi geleceğini kurtarma, biz ise geleceği kazanma savaşı veriyoruz. Şüphesiz baskı ve terörün böylesine azgınlaştığı bir dönemde her Cepheli’nin omuzlarına binen yük daha da fazla olacaktır. Yükü omuzlamak ise, daha sorunum davranmak, daha çok görev üstlenmek, daha inisiyatifli olmak, daha disiplinli davranmak ve denetimin gereklerini daha özenli yerine getirmekle mümkün olacaktır.
Bunlar birbirine bağlıdır ve bu anlamda da esasında Cepheli’nin tek bir hamlesiyle omuzlanabilir. Halk kitlelerinin gözünde giderek daha çok meşrulaşan bir Parti-Cephe ve giderek halklaşan bir savaş, halkın iktidar ufkunun aydınlanması demektir. Gelecek devrimdir, iktidardır. Geleceği kazanmak, iktidarı istemek, iddialı olmak demektir. İddiamız büyüdüğü oranda, kaldırmamız gereken yük gözümüzde küçülür. Her insanımızın yakalaması gereken temel halka, önüne koyması gereken hedef budur. Bu hedefle hareket edildiğinde sorumluluk, inisiyatif, disiplin ve denetim, bu iddiaya somutluk ve güç kazandıracak gereklilikler olarak, yaşamımızda, devrimci faaliyetimizde gereken yeri alacaktır.
İşlerin Düzelmesi, Toparlanması İçin Birilerini, Daha Fazla Sorumluluk Üstlenmek İçin Görev Verilmesini Beklemeyelim
Bir mahallede, fabrikada, köyde veya okulda; işçi, memur, köylü, öğrenci ya da işsiz olabiliriz. Bulunduğumuz yerde, alanda örgütlü yapımız hiç olmayabilir veya yetersizdir. Veya düşmanın saldırılarıyla bir dağılma yaşanmış, boşluklar oluşmuş olabilir. Burada birilerinin gelip çalışma yapmasını, kendimizin de bu çalışmaya katılmasını beklemekle, toparlanmayı hep örgütün müdahalesinden beklemekle mücadeleyi sahiplenmiş, üstümüze düşen sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız. Daha önce önemli görevler, sorumluluklar üstlenmemiş olabiliriz. Deney ve tecrübemiz yetersiz, eksik olabilir, ama buna rağmen birilerinin gelmesini beklemeden orada inisiyatif koyarak örgütleyen, ilişkileri toparlayan, mücadeleyi geliştiren biz olmalıyız. Sorumluluğunun bilincinde olan her Cepheli, mücadele ettiği alanda Cephe’nin ve düşmanın gücünü, yaşanan eksikliklerin, aksamaların neler olduğunu en azından genel hatlarıyla tahlil edebilir. Bunları kafamızda netleştirip, ne kadar insanımız var, düzeyleri ne, neyi ne kadar yapabilirler, kimi nereye ne amaçla istihdam etmek gerekir sorularını da cevaplayarak, örgütlenme veya müdahale görevini üstlenebiliriz.
Yaptığımız her çalışma, her faaliyet somut örgütlenmelere dönüşebiliyorsa başarılıdır. Çalışmalarımız sadece propaganda yapmak ya da kendi kendimize eylemden eyleme koşmak üzerine şekillenmemeli. Çalışmamızın sonuçlarını toplamasını, örgütlemesini bilmek gerekiyor. Kitlelerin, halkın bulunduğu her yer bizim örgütlenme alanlarımızdır. Kitleleri örgütlü bir güce dönüştürmek istiyorsak, halkla iç içe olmak, halkın gündemiyle, talepleriyle devrim ve halkın iktidarı hedefini çok daha somut biçimlerde birleştirebilmeliyiz. Asgari bir örgütlenmenin olduğu, asgari düzeyde ilişkilerin kurulduğu bir yerde mutlaka kadrolaşma faaliyeti de olmalı. Herhangi bir alanda, birimde devrimci bir duyarlılıkla sorumluluk üstlenmiş insanlarımız, kadrolaştırma açısından kendilerini yetersiz görebilirler. Ama bu yine de yeni insanlar yetiştirmelerine veya kadrolaşma mekanizmasının çalıştırılmasına engel değildir.
Öğrenirken öğretmek esprisinde olduğu gibi, kadrolaşırken kadrolaştırabiliriz de. Bu noktada pratiğimize sistemli bir şekil vermek önemlidir. Yürüttüğümüz çalışmada yeni insanları görevlendiriyor, onları çalışmanın, mücadelenin bir parçası haline getirebiliyor muyuz? Yoksa her işi kendi başımıza mı yapmaya çalışıyoruz? Unutmamak gerekiyor ki yaptığımız çalışmalar kendimizi tekrar tekrar yeniden örgütlemek için değil, yeni insanları devrim mücadelesine kazanmak içindir. Görev ve sorumluluk üstlenmek yeni insanların kendi özgüçlerinin farkına varmasının, kendilerine güvenlerinin artmasının bir yoludur. Aldığımız her görevle, başardığımız her işle, başarmak için olağanüstü olmak gerekmediğini anlarız, kendimize güvenimiz artar. Bu nedenle yeni insanlara görev vermekten korkmamak gerekiyor. Onların eksik bırakabileceği yerleri önceden görüp desteklediğimizde, yanlarında örgütlülüğün gücünü gördüklerinde gelişimin ne kadar hızlı olduğunu göreceğiz.
Disiplin ve Denetime Daha Sıkı Sarılmalıyız
Düşmanın engellerini aşmak, hedefe ulaşmak için devrimci örgütlenmenin kendi içinde titizlikle uyulması gereken bir takım ilke ve kuralları olması kaçınılmazdır. Bunlar içi boş, yasakçı bir mantığın ürünü değildir ve maddi temelleri vardır. Savaş içinde yaşanan olumlu-olumsuz deneyimlerin sonucunda, savaşın ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. İlke ve kurallar savaşan örgütün yaşamasını, hareket edebilmesini, iktidara ulaşmak için ilerlemesini sağlar. Bunlar içinde her koşul altında asla vazgeçilemeyecek ve titizlikle uygulanması gerekenlerden biri de disiplin ve denetimdir. Düşmanın yoğun gözaltılarla, baskınlarla amaçladığı şeylerden biri de çok çeşitli örgütlülüklerin disiplin ve denetimini gevşetmektir. Sık sık insanların, komite ve benzeri yapıların değiştiği bir örgütlülükte, disiplinin ve denetimin daha gevşeyeceğini hesaplar düşman. Disiplinin, denetimin gevşediği, buna bağlı olarak plan ve programın zayıfladığı yerde ise, örgütlülük gelişmekten çok ancak kendini korumaya hapsolur. Demek ki düşmanın tüm saldırılarına rağmen, disiplinin, denetimin gevşemesine izin vermemek, saldırıları püskürtmenin vazgeçilmez gerekliliklerinden biridir.
Dağınıklık düşmanın işine yarar, düzenlilik ise devrimi geliştirir. Devrimcilik bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı düşmana açık kapı bırakmayacak şekilde katı bir disiplinle sürekli kendini geliştirmeyi ve zorluklar karşısında iradeyle onları aşmayı gerektirir. Devrimci iradenin güçlenmesi, çelikleşmesi, disiplinli olmak, denetimi elden bırakmamak ve bunları geliştirmekle mümkündür. Disiplinle güç olunur, disiplinle irade sağlamlaştırılır. Disiplin, örgütsel işleyişin gereklerine uymak, ilkeli ve kurallı yaşamaktır. Programlarımızın hayata geçmesini, belirlediğimiz hedeflere ulaşmamızı sağlayacak olan temel araçlarından birisidir. Sonuç almaktır.
Denetim, erişilmesi amaçlanan hedefler, durumumuz, eksiklikler, sürdürülen örgütsel faaliyetler hakkında sürekli ve sistemli olarak bilgi almak, gözlemek ve örgüte bilgi aktarmak ve bunlar ışığında yerinde zamanında müdahalelerde bulunmaktır. Bu da en başta hayatın, mücadelenin içinde olmakla, kimin nerede ne iş yaptığını bilmekle ve yazılı-sözlü rapor sistemini süreklileştirmekle sağlanabilir.
Her devrimci, her savaşçı disiplin ve denetimin gerekli olduğunu kavramak ve bunun gereklerini mutlaka yerine getirmek zorundadır. Ancak bu şekilde savaş ciddiye alınarak, düşmanın darbe vurmasına yol açabilecek boşlukların önüne geçilebilir. Yapılacak işlerin zamanında, eksiksiz, doğru olarak gerçekleştirilebilmesi sağlanabilir. Ya da yapılan yanlışların, eksiklerin zamanında görülebilmesi mümkün olabilir.
Kendini denetleyen, denetlettiren; eksikliklerini gideren ve disiplinli olan her devrimci bu konuda mesafe almaya başlamış demektir. Denetim ve disiplinin olmadığı koşullarda ise örgüte, yoldaşlarına zarar veren, devrimin gelişimini engelleyen bir sonuç gündeme gelir ki, bu bir devrimcinin asla istemeyeceği bir durumdur.
Disiplinsizlik ve Denetim Boşluğu Düşman Saldırılarına Açık Kapı Bırakmaktır
Kurallar ihlal edildiğinde, rehavetin, boş vermişliğin pençesine düşüldüğünde, işler zamanında yapılamaz; çeşitli gerekçelerle ertelenir ve mekanizmalarda ciddi bozulmalar ve hatalar yaşanmaya başlar. Denetimin olmadığı yerde doğan boşlukta disiplinsizlikler yaygınlaşır. Üstelik böyle bir durumda müdahale şansı da büyük oranda ortadan kalkmış demektir. Hatalar, eksiklikler, kimin ne iş yaptığı, nerelerde yanlış yaptığı görülmez. Herkes kendi başına buyruk davranmaya başlar ve düşmana açık kapı bırakılmış olur. Böylesi durumlarda örgütsel işleyişe/gizliliğe gereken önem verilmez. Ödenecek bedeller de bununla orantılı olarak artar, kayıplarımız büyür. Devrimci, yaşamının her anında tüm dikkatini mücadeleye yoğunlaştırmalıdır. Aldırmazlık, dikkatsizlik devrimcinin hem kendisi için, hem de yoldaşları için son derece tehlikeli sonuçların doğması demektir. Bu sonuçları engellemek, özellikle günlük pratik faaliyette düşmana karşı dikkati yoğunlaştırmayı, kendini kontrol etmeyi süreklileştirmeyi gerektirir. Deneyimlerimizden de çok iyi biliyoruz ki, disiplin ve denetim, ajan, muhbir sızmalarına karşı da devrimci bir örgütün en etkili silahıdır. Polisin yöntemlerini, amaçlarım takip etmek, operasyonların nedenlerini araştırmak, sonuçlarını değerlendirmek, deneyimleri aktarmak kuşkusuz önemli ve gereklidir. Ancak disiplin ve denetimin olmadığı bir birimde bu tecrübe ve bilgiler de bir işe yaramaz. Mesele her devrimcinin kurallı bir yaşam sürmesi, bütün faaliyetlerin belli bir disiplin ve denetim içinde örgütlenmesidir. Kurallar ihlal edilmediğinde düşmanın, başarı şansı da oldukça zayıflar.
İllegalitede, illegal yaşamın, illegal ilişkilerin gereklilikleri, disiplin ve denetimin temel ayaklarıdır. Sokağa vakıf olmak, randevulara temiz, kontrollü gitmek, randevularda buluşacağı kişinin takip getirip getirmediğini denetlemek vazgeçilmez kurallardır. “Zorunluluklar”, bunları asla engellememelidir. Örneğin bir günde üç-dört saatlik aralarla yapılması gereken birkaç randevuyu iki-üç saate sıkıştırmak; kendini yeterince kontrol etmeden, sağını solunu denetlemeyerek polisin takibine açık kapı bırakmak, ardısıra nelerin gelişeceğinin kestirilemeyeceği kuralsızlıklardır. Suçtur. Bunun yol açabileceği sonuçlar, gereksiz tutsaklıklar, deşifrasyon ve hatta katliamlardır. Evlerin, işyerlerinin, ilişkilerin, kurumların kullanımından giyim kuşama kadar her şey bu yaşamın kurallarına uygun olmak zorundadır. Disiplin ve denetim kurallarındaki ihlal, çok rahatlıkla “polisin başarısı”na dönüşebilir. Bu noktada özellikle yeni insanları kurallara uymaları için eğitmek ve denetlemek son derece önemlidir. Nasıl olsa biliyordur veya yok ya, öyle yapmaz tarzı düşünceler, daha baştan eğitimden, emek vermekten kaçmak ve disiplinden, denetimden vazgeçmektir. Sorumluluğun özü öncelikle halkım, örgütünü, yoldaşlarını düşünmektir. Bu sorumluluk, daha fazla özveri ve özeni gerektirir. Gizlilik kurallarına uymak, bu özenin temelidir. İster illegal alanda, ister legalitede olunsun, gizlilik kuralları açısından davranış tarzımızın özü aynıdır. Bu gizlilik sadece polise karşı değil, aynı zamanda arkadaş, akraba çevremiz, ailemiz karşısında da kontrollü olmaktır. Devrimin bir sıra neferi için, özellikle düşmanın dikkatini çekmemek, alçak gönüllü olmak, birçok kişisel istekten vazgeçmek, özverili davranmak, en çok sevdiklerinden ayrı kalmayı göze almak hiçte zor olmayan şeylerdir. Bunun aksi, son derece tehlikelidir. Savaşan, savaşın içinde yer alan biri açısından, dostlarıyla, tanıdıklarıyla örgütsel faaliyetine ilişkin gevezeliğin sakıncalarının sözünü bile etmeye gerek yok. Özellikle illegal koşullarda rahatına düşkünlük, uluorta konuşmalara girmek, kendini açığa vurmak demektir. Bu ise hem kendisinin hem de yoldaşlarının tehlike altına girmesidir.
Örneğin, ailesinden ya da eşi ve çocuklarından ayrı illegal faaliyet yürütmek zorunda olan devrimcinin, bu konuda “zaaf” göstermeye hakkı yoktur. Örgütün inisiyatifi ve bilgisi dışında ilke ve kuralları ihlal ederek ailesini bir kerecik, kısacık da olsa görme arzusu çoğu zaman tutsaklıklara, hatta ölümlere yol açmaktadır. Devrimci, iradi hareket eder. Kişisel istekleriyle, bireysel duygu ve arzularıyla hareket etmemeyi savaşın doğal bir parçası olarak görür. Ne olursa olsun, yoldaşlarını ve örgütünü tehlikeden uzak tutmak, özverili olmak zorundadır. Bu aynı zamanda kendi güvenliği için de gerekli olandır.
Düşmanı da Denetlemeliyiz
Denetim, sadece örgüt içi işleyişle sınırlanmamalıdır. Düşmana karşı da uygulanmalıdır. Düşman, devrimci faaliyeti engellemek için kendi açısından her türlü denetim faaliyetini sürdürmektedir. O zaman biz de düşmanı denetim altında tutmalıyız. Bu, “istihbarat” amacıyla olabileceği gibi, belli bir alanda yürüttüğümüz çalışmanın güvenliğini, düşmanın, boşluklarının yakalanmasını da amaçlayabilir. Devrimci faaliyet yürütülen bölgenin coğrafi yapısı, düşmanın konumlanışı, yoğun denetim alanı, sabit noktalan ve kurumları ilişkide bulunduğu ya da ulaşmak istediği kişiler, polis araçlarının geliş gidiş saatleri, izlediği yol, ilişkide bulunduğu muhbir, ajan vb. durumu gibi bilgileri gözetleme ve denetleme sonucunda elde ederiz. Gözlemlerimize ve denetimimize dayanarak birçok noktada netleştirebiliriz. Bu netlik bulunduğumuz alanda düşmanı az çok denetimimiz altında tutabilmemiz demektir. Bu da faaliyetimizde bize büyük avantaj sağlayacaktır. Düşmandan daha çok alana hâkim olmamızı sağlar. Daha rahat hareket etme ve örgütlenme olanağı sağlar. Örgütsel güvenliğin alınmasını kolaylaştırır. Bunun bir ileri adımı örgütlenmenin gücüne bağlı olarak düşmanın hareket alanını daraltarak üzerindeki denetimimizi yoğunlaştırmaktır.
Kollektivizmi Güçlendirelim; Disiplinsizliğe, Denetim Boşluğuna İzin Vermeyelim
Disiplin ve denetimin sağlanmasını mümkün kılacak tek yol kolektif bir işleyiştir. Bunun olmadığı yerde, ancak belli ölçülerde ve belli işlerle sınırlı kalır. İnsanlarımızın niteliklerini tam olarak görmek, eksik, zaaf ve hatalarını ortaya çıkarmak, bunların neden olduğu olumsuzlukları birlikte önleyebilmek, kolektif bir işleyişle sağlanabilir. Kolektif çalışma bir faaliyetin her yönüyle kontrol edilmesini mümkün kılar. Çünkü orada iradi bir şekilde iş yapılıp yaptırılmaktadır. Yapılan her işin, kollektif mekanizma tarafından, her aşamasında kontrol edilip, gözden geçirilmesi ve doğru bir şekilde sonuçlanması çok daha kolay sağlanır.
Kolektif çalışma aynı yapı içerisinde yer alan insanların birbirini denetlemesi, görevlerini tam olarak yerine getirip getirmediğinin kontrol edilmesi açısından büyük avantaj sağlar. Olumsuzluklar, eksiklikler çok daha kolay görülür, bunları gecikmeden doğru ele alıp hızla çözümler üretmek kolaylaşır. Ortak düşüncenin, ortak çözüm üretmenin, birlikte iş yapma alışkanlığının, yoldaş sıcaklığının en güzel yanım birlikte iş yaparak yaşarız. Savaş bedelsiz kazanılmaz. Bu bedelleri ödemeyi göze alarak devrimci oluyoruz. Birlikte savaşıp, birlikte toprağa düşüyoruz, düşman tarafından tutsak ediliyoruz. Ama bunların birçoğunun da bizim dikkatsizliğimizden, zaaflarımızdan, disiplin kurallarını ihlal etmemizden ve denetimi istenilen düzeyde sağlayamadığımızdan kaynaklandığını da görmezden gelemeyiz. Bunların kaynaklarım, nedenlerini bulup ortadan kaldırmak her Cepheli için vazgeçilmez bir görev; halkımıza ve Partimize karşı sorumluluğumuzdur.
HEM TEORİ, HEM PRATİK HEM TEORİSYEN, HEM SAVAŞÇI
Devrimci Sol’cular, Cepheliler asan, kesen, vuran kıran devrimciler olarak tanındılar çoğunlukla. Bu, devletin “terörist” demagojisinin yanısıra, bir yanıyla da oportünistlerin, revizyonistlerin yaymak istediği bir imajdı. Çünkü bu onlar için bir “teselli” olacaktı. Pratikteki eksikliklerini güya “teorik üstünlükleriyle” kapatacaklardı. Ama tabii işin gerçeği böyle değildi. TKP’li revizyonistlerin de, “sosyal emperyalizmci” oportünistlerin de Türkiye devriminin teorisine on yıllardır hemen hiç bir ciddi katkıları yoktur. En başta devrim teorisi konusunda zaten Sovyet veya Çin devrim modellerini tekrar ettikten başka bir şey yapmamışlardır. Aynı kısırlık, güncel politika alanında da geçerliydi. Yıllar yılı SBKP’nin, ÇKP’ nin, AEP’in söylediklerini tekrar etmekten başka bir “üretim”leri olmadı. Teorisyenliklerinin asıl nişanesi ise Lenin’den bol alıntı yapmaları ve alıntı yaptıkları yerlerin sayfa numaralarını da “ezberden” bilmeleriydi.
Cepheliler bir devrimcinin kendini hem teorik hem pratik açıdan eğitmesinin gereğine EN BAŞTAN beri önem vermiş ve bir yanıyla da bunun sonucu olarak sürekli bir teorik üretkenlik içinde olmuşlardır. Birazdan Mahir’den bunu örnekleriyle göstereceğiz.
74 sonrasında da o yokluk, olanaksızlık koşullarında Kesintisizlerin basımı ve dağıtımını yapan yine Cephelilerdir. Bunu sürecin ilk ve en önemli görevlerinden biri olarak kabul etmişlerdir. Ama tabii teoriyi kavrayışımız, revizyonizmden ve oportünizmden çok farklıydı. Biz teoriyi savaşmak, devrim yapmak için okuyorduk. Marks’ı, Lenin’i ve diğer ustaları ezberlemek, çeşitli tartışmalarda onlardan gösterişli alıntılar yapmak için değil, devrimin mantığını kavrayıp devrimci görevlerimizi doğru tespit etmek için okuyorduk. Yayın faaliyetine verdiğimiz ağırlık da süreçle ve görevlerimizle bağlantılıydı, illa her koşulda bir sürü yayın çıkarmayı savunmadığımız gibi, yayını küçümseyen sol bir anlayışın sahibi de değildik. Dergi çıkarmayı siyasi faaliyetinin odağına koyan, hayata, pratiğe tüm “müdahalesi” dergide yazdıklarıyla sınırlı olanların bunu kavraması zordu. Kavrasa da pratikte gereğini yerine getirmesi mümkün değildi. Hemen her dönem, mücadelenin, sürecin ihtiyaçlarına cevap olabilecek bir yayın faaliyeti sürdürülmeye çalışılmıştır. Gerek yayın faaliyetimiz, gerekse de eğitim çalışmalarımız, en geniş kesimleri devrimcileştirmeyi, sempatizanları, taraftarları kadrolaştırmayı, kadrolara politika götürmeyi amaçlar. Elbette, amacımız Marksizm-Leninizm üzerine bir çuval laf eden ama pratikten uzak, savaşmayan “teorisyenler” yetiştirmek değildi. Hayatın kızgın pratiğinin elverdiği kadar okuyorduk. Görevlerimizi askıya alıp eğitim çalışmaları yapmıyorduk. Doğrusu bunları karşı karşıya getirmemekti, anlayışımız buydu, eksikliklerine rağmen pratikte de bunu hayata geçirmeye çalışıyorduk.
Marksizm-Leninizm, başka deyişle devrimci teori, ideolojik sağlamlıktır. Emperyalizmle halklar arasındaki bir saflaşmada emperyalist medyanın kolayca etkisinde kalabilenler, şu veya bu ülkede revizyonist iktidarların yıkılmasıyla kıblesini şaşıranlar, karşı-devrimin komplolarını “halk ayaklanması” diye kabul edebilenler, binlerce, on binlerce sayfalar yazsalar da, Marks’ın, Lenin’in kitaplarını hatmetmiş olsalar da, devrimci teoriyle aralarındaki uçurumu kapatamazlar. Cephelilerin teoriyi kavrayışındaki kilit nokta budur. Eğitim çalışmalarımız, okuma çabalarımız da bu temelde biçimlenmelidir. Yani, ezber değil, olayın özünü, mantığını kavramaya yönelik olmalıdır. İdeolojiyle donanmak, karşımıza çıkan ve görünüşü, oluş şekli, koşulları birbirinden farklı onlarca, yüzlerce olayı, devrimci bakış açısının penceresinden çözümleyebilecek birikimi edinmektir. Devrimci eğitimin, teorinin amacı budur. Bakın Mahir ne diyor? Dönemin gençliğindeki çeşitli yanlış eğilimleri sıralıyor ve devam ediyor: “Bu yanlış eğilimlerden birincisi, Marksist Leninist teoriyi küçümsemektir.
Proleter Devrimci Aydınlık oportünizminin pratikten kopuk entelektüel gevezelikleri, yaratmaya çalıştığı teori fetişizmi ve Mihri Belli’nin ‘Türkiye’nin şartları başkadır’ diyerek marksizm-leninizmin evrensel milli demokratik devrim tezini tahrif etmesi, marksizm-leninizmin en temel ilkeleri üzerinde tutarsız, birbiriyle çelişkili, günden güne değişen saçma sapan beyanlarda bulunması bazı genç arkadaşların teoriye şüpheyle bakmalarına, teoriyi küçümsemelerine sebep oldu. Teoriyi bilmek, pratikte doğru tavırlar takınabilmek, Marksist Leninist teorinin kılavuzluğundan şaşmadan zafere yürüyebilmek için gerekli değil de, sanki entelektüel teorik tartışmalar ve demagojik spekülasyonlar yapmak için gerekliymiş gibi düşünceler uyandı. ‘Bırakın işin teorisini teorisyenler yapsın. Önemli olan pratiktir. Biz eyleme girelim, eylem içinde doğru yolu her zaman buluruz…’gibisinden yanlış düşünceler, teoriyi pratikten metafizik şekilde ayıran düşünceler ortaya çıktı.” Teorinin kavranışı veya kullanılışındaki dört yanlış eğilimi ortaya koyuyor Mahir.
1- Oportünizmin pratikten kopuk entelektüel gevezelikleri Teori fetişizmi Marksizm Leninizmin tahrifi Teoriyi teorik tartışmalar ve demagojik spekülasyonlar yapmak için gerekliymiş gibi görmek. Hepsi bugün de şu veya bu biçimde oportünizm tarafından sürdürülen yanlışlardır. Mahir, bu yanlışların dönemin militanlarında teoriyi küçümsemeye yolacağını söylüyor. Teoriyi küçümseyen bir militanın ruh halini de şöyle tarif ediyor: “Birkaç başarılı gençlik hareketinden sonra, kişilerin hemen kahraman ilan ediliverdiği bu küçük burjuva ortamında, Marksist Leninist teorinin eylem kılavuzluğunun azıcık küçümsenmesi, kişiyi kendinde keramet aramaya götürür ve kişi üstün yetenekleriyle (!) pratik içinde en doğru yolu bulacağını zanneder” (…) Önemli olan, gençlik hareketi içindeki kişilerin ucuz kahramanlar yaratmaya pek meraklı bu küçük burjuva ortamın sahte büyüsüne kapılmadan küçük burjuva kişiliklerinde devrim yapmaya, kendilerini yenilemeye, örgütlü bir çalışma içinde proletaryanın davasına gerçekten hizmet etmeye kararlı olmalarıdır. Eyleme giren, bu düzene karşı gerçekten savaşmaya kararlı olan kişiler, “teori, teorisyenlerin işidir” demeden asgari bir Marksist Leninist formasyona sahip olmaya çalışmalıdır ki, oportünizmin yapışkan balçığı bacaklarını ağırlaştırmadan, proletaryanın zaferi için emperyalizmin üzerine koşar adım saldırabilsinler!”
Marksist-Leninist teori eylemimizin kılavuzudur. NASIL SAVAŞACAĞIMIZIN cevabı da, NE İÇİN SAVAŞACAĞIMIZIN cevabı da onun içindedir. İNANÇ onun içindedir. Onun olmadığı yerde inanç zayıftır, yüzeyseldir. Düşmanın ideolojik bombardımanından etkilenmemek için de, oportünizmin sağa-sola çekiştiren “teorilerinden” etkilenmemek için de, bize o lazımdır. Mahir, bütün bunları da içerecek tarzda devrimciyi şöyle tanımlıyor: “Bir yanlış da, bazı kişilerde lümpen eğilimlerin ortaya çıkmasıdır. Ve bu kişiler, kendilerine ‘profesyonel devrimci’, devrimci sıfatını yakıştırabilmektedirler.
Profesyonel devrimciliğin şartları şöyle özetlenebilir: 1-Diyalektik ve tarihi materyalizmi dünya görüşü olarak kabul etmek ve kavramak.
2- Bilimsel sosyalizmin klasiklerini, yurt ve dünya meselelerini, yurt ve dünya pratiğini okuyup öğrenmekle kendini yükümlü görmek.
3- Devrim işinin dışında bu düzenin şu veya bu kurumu ile bütün ilişkileri ya kesmiş olmak, ya da bir işaretle kesebilecek düzeyde sürdürmek.
4- Her çeşit ‘tantana’ ve eyyamcılıktan uzak, yaptığı işleri ilan etmeden çekirdekten yetişmiş olmak, hareket içinde pişmek.
5- Parti üyesi olmak. Eğer parti derecesinde bir örgütlenme yoksa, belli bir devrimci mihrakın disiplinine tabii olmak.” (THKPC Dava Dosyası-Yazılı Belgeler, s. 327-330) Kısa, özlü bir tanım.
Bu tanımda teorinin önemsenmemesi tekrar da olsa, cevabın altını çizelim; hayır diyor Mahir, devrimci olacaksak eğer;
– Diyalektik ve tarihi materyalizmi bileceğiz.
– Bilimsel sosyalizmi kavrayacağız.
– Kendimizi dünya pratiğini okuyup öğrenmekle yükümlü sayacağız…
– Ama Mahir burada bitirmiyor tanımı. Bunları yapmış, teorinin, bilginin “alemi cihan”ı olmuş olsanız da, devrimci sıfatını kazanmadınız henüz. Peki, daha ne gerekiyor? Pratiğin içinde olacaksınız.
Hem de öyle fazla “tantana” yapmadan, mütevazılıkle.
– Teori tamam, eylem de var, ama bu da yetmiyor; bir de bir örgütlenmeye tabii olacaksınız, yani ÖRGÜTLÜ olacaksınız.
Henüz örgütlü bir devrimci geçmişin çok kısa olduğu, pratiğin Türkiye Devriminin Yolunun netleşmesine paralel olarak ağırlıkla barışçıl gösteriler içinde şekillendiği, savaş gerçeğinin henüz yeni yeni görülmeye başlandığı bir dönemde yapılmıştır bu tanımlamalar. Sürecin o günkü niteliğine rağmen, son derece isabetlidirler, yalnız o günün devrimcisini değil, bütün dönemlerin devrimcisini tanımlayacak yetkinliktedir.
Peki bu “isabetlilik” nereden geliyor?
Birincisi, henüz ülkemiz pratiği çok yenidir ama dünya devrimlerinin pratiği vardır. Parti- Cepheliler bu pratiği ve teoriyi ülkemiz devrimini ve devrimciliğini netleştirmek için öğrenmişlerdir.
İkincisi, bu, savaşmaya kararlı bir önderliğin devrimcilik tanımıdır. Bu tanımın ister teoriyi küçümseyerek, ister pratiği küçümseyerek veya örgütlülük ve disiplin yanını yadsıyarak çarpıtıldığına tanık olduğumuz yerde çok iyi biliyoruz ki, orada savaşma kararlılığı yoktur. Şekilsiz, ilkesiz devrimcilik tanımları bu noktada ortaya çıkar.
Daha önce de bir vesileyle vurgulamıştık; gerçekte örgütsüz devrimcilik olmaz. Devrimcilik adı üstünde devrim yapmaya soyunmaktır. Kimse de tek başına, örgütsüz olarak devrim yapmaya soyunamaz, böyle bir iddiayı taşıyamaz. Taşırsa gülünç olur. Biraz dil alışkanlığıyla zaman zaman “bağımsız devrimciler” falan deniyor ama, gerçekte onlar ancak demokrat olabilirler. Çünkü kafalarında taşıdıktan fikirlerden bağımsız olarak onların hayatın içinde, mücadele içinde olabilecekleri konum en fazlası odur. Veya örgütlü gibi ama örgüt disiplini yok ortada. Orada da devrimcilikten çok “demokratlık” tan söz edilebilir. Bugünün başta ÖDP olmak üzere reformist, legalist partilerinin ve üyelerinin konumu da budur.
Devrimciliğin çarpıtıldığı şekillenmeler çoktur daha. Adamın pratikle hiçbir ilişkisi yoktur. Buna bir engeli de yoktur ama gerekçesi çoktur. Sözde söyledikleri ne olursa olsun, onun devrimciliği de tartışmalıdır. Ve diğer bir çarpık tanımlama Mahir’in en başta belirttiği eylem yapan, ama teoriyi, inancı küçümseyen devrimcilik tarzıdır. Bunların hiç birinin bizimle, Cephe tarzıyla ilgisi yoktur. Parti-Cephe önderliği, devrimcilikten ne anladığımızı, teoriyi ve pratiği nasıl bütünleştirdiğimizi çok net ortaya koymuştur. Cepheliler böyle devrimciler olmaya çalışırlar hep. Bu tanımın şurasını veya burasını yumuşatmaya, önemsizleştirmeye çalışmazlar. Çünkü Cephelilik savaşma kararlılığını taşımak demektir.
Cepheli, en teorisyen, en savaşçı, en ajitatör, en örgütleyici olmayı hedefleyendir. Görevimiz, bulunduğumuz alan hangisini gerektirirse, onu öne çıkarır, onda uzmanlaşmaya, yetkinleşmeye öncelik veririz, ama diğer hedeflerimizi de asla unutmayız.
KOMUTANIN ROLÜ
Sınıflar savaşı, askeri, politik, ideolojik çok çeşitli mevzilerde sürdürülen bir savaştır. Haklının hakkını almak, haksızın da kendi çıkarlarını korumak için girdikleri kıyasıya bir mücadeledir. Sömürü düzenlerinde haksız olan devlettir. Egemenler kendi iktidarlarını korumak için, devleti ellerinde bulundurmanın da olanaklarını kullanarak askeri, polisi, ordusu ve diğer tüm kurumlarıyla halka saldırır, onları baskı altına alarak sömürmeye çalışırlar. Halk ise örgütlenir, bu güçlü düşmana karşı savaşır. Egemenlerin iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurmaya çalışır. Biri diğerinden üstün gelene kadar bu çatışma sürer ve bazen çok kanlı biçimde geçer.
Düşman, düzenli orduları ve elinde bulunan teknik olanaklarla bugün için teknik bakımdan halktan güçlüdür. Halkın bu savaştaki gücüyse haklılığı ve bu haklılık üzerinden yarattığı Parti-Cephe örgütlülüğüdür. Parti-Cepheliler bu savaşta halkın Öncüleri olarak yer alırlar. Her savaşta olduğu gibi, oligarşiyle halk arasındaki bu savaşta da, savaşın öncüleri ve komutanları, son derece önemli bir yere sahiptirler. Öyle anlar gelir ki, tek tek çeşitli çatışmaların sonucu, komutanların iradeleri, yeterlilikleri, fedakârlıkları ve cesaretleriyle belirlenir. Komutan askeri bir kavramdır. Silahlı güçleri yöneten, yönlendiren bir konumdadır. Ülkemiz solunda, tüm siyasi hayatları boyunca düşmana tek kurşun çıkmamış siyasi hareketlerin de, çeşitli kadrolarını “komutan” olarak adlandırması gibi garipliklere de rastlanmıştır. Bu tarz, nasıl ki, bir zamanlar, parti, merkez komite gibi kavramların dejenerasyonuna yol açmışsa, aynı şekilde komutan, savaş kavramlarını da dejenere edecek bir tarzdır. Bu nedenle elbette bu sıfat kullanılırken özenli kullanılmalı, yalnızca bu sıfatı hak eden, bu konumda bulunan yoldaşlarımız için kullanılmalıdır.
Ancak bunun ötesinde, bir komutan için söylenecekler, büyük ölçüde mantık olarak, anlayış olarak tüm yönetici, sorumlu yoldaşlarımız için kavranması gerekli yanlardır. Bu üretimi taktik anlamda “bir komutanın savaştaki rolü nedir ve bir komutan hangi niteliklere sahip olmalıdır?” sorularının cevapları, halkın öncüsü olma iddiasındaki Cephelilerin sahip olması gereken özellikleri de anlatır.
Halkın bu savaşta yer alması, halkın örgütlenme ve bilinçlenmesinin sağlanması, politika üretimi, taktik belirleme, halkı eğitmek, savaşa hazırlamak, halkın İçinden savaşçı ve önder kadrolar yetiştirmek, eylem planlamak, yapmak yaptırmak komutanın görevleridir. Çünkü sadece haklı olmak, bu savaşa halkın katılması için yetmiyor. Doğru devrimci çizginin başarısı, halkın kendi davasına sahip çıkması için sürece özgü doğru politikalar üretmeyi, üretilen politikalarla halkı örgütlemeyi, örgütlenen halkı savaşa göre mevzilendirmeyi gerektirir. Bu başarıldığında yığınların şiddeti devrimci tarzda düşmana yönelecektir.
Komutan savaşan ve savaşırken örgütleyendir. Savaşta doğru düşünme sistematiğini yakalayıp doğru politika ve taktikler üretmek, üretilen politika ve yapılan eylemlerle halka sorunlarını ve bu sorunları çözecek gücü göstermek, halkın devrimci politikaları sahiplenmesini ve politikleşmeşini sağlayacaktır. Devrimin asıl gücü de politikleşmiş halktır. Halk politikleştiği zaman herkes bir askerdir artık.
Halkın sahip olduğu her araç, savaşta bir silahtır. Komutanlar, politika üretirken, eylem kararı alırken bunları hedefledikleri ölçüde, bulundukları alana, birliğe doğru önderlik yapabilirler. Doğru düşünme ve hareket tarzını yakalayan her komutan aynı zamanda bir önderdir. Bulunduğu bölgede kitleleri
Örgütler, kitle içinde kadro yetiştirmeyi ve savaşı daha geniş bölgelere yaymayı başarabilir. Komutanlık bu bütünde düşünülmesi gereken bir görev ve konum olduğu için, komutanın İşi, sadece eylem planlamak, vurmak, çekilmekle sınırlı kalmaz. Kendini politik olarak da geliştirmek görevidir. İyi bir politika ustası, iyi bir taktisyen, öngörülü, cesur ve yaratıcı bir komutan olmak, ancak politik ve askeri olarak kendini geliştirmeyle mümkün olur.
Komutan düşmanı ve savaşçılarını tanıyandır. Savaş, strateji ve taktikleriyle, çeşitli örgütlenme biçimleriyle ve disiplini, ilkeleri ve kurallarıyla bir bütündür.
Bir komutanın savaşı bu bütünlüğü içinde yürütebilmesi, savaşçılarını tanımaktan düşmanı tanımaya, güç ve hareket kabiliyetlerini bilmeye, politika ve taktiklerini çözmeye, halkın ruh halinden yaşadığı koşullara kadar her şeye vakıf olmaya bağlıdır.
Düşmanı bu yönleriyle tanıyan bir komutan kendi gücünü biliyor ve savaşçılarını da tanıyor olmasından dolayı ne yapacağını da bilir.
Eksikliklerini görür, gücünün farkına varır. Ona göre savaş taktikleri belirler.
Düşmanı tanımayan, savaşçılarını tanımayan, gücünü bilmeyen bir komutan ne yapacağını da bilmiyordur. Bu, onu belli bir kısırdöngü içine sürükler. Kendini plansız, programsız bir pratiğe hapseder. Kendiliğindencilik hakim hale gelir, yenilgi kaçınılmaz olur.
Oysa planlı programlı çalışan bir komutan eksikliklerini giderir, gücünü büyütüp, birimindeki güç fazlasını savaşı geliştirecek biçimde istihdam eder. Her seferinde farklı bir vuruş tarzıyla, farklı örgüt ve mücadele biçimleriyle düşmanı şaşırtır.
Komutan bulunduğu bölgeyi, bölgenin taktik ve stratejik açıdan konumunu ve düşmanın mevzilerini de en iyi bilen insan olmak zorundadır.
Doğal ve coğrafi koşullardan, halkın olanaklarından nasıl yararlanılabilir, düşman saldırısında nasıl, nerelerden geri çekilinir, kuşatma nasıl yarılır, operasyonlar nasıl boşa çıkarılır, bir komutan tüm bunları bilmek zorundadır.
Komutan, karamsarlıktan, yeterlilik duygusundan, zafer sarhoşluğundan kendisini ve birliğini uzak tutar.
Düşmanla girdiği çatışmalarda, yenilgilerde bir komutan asla karamsarlığa kapılmaz. Kararsızlığa düşmez. Yenilgiden dersler çıkarır.
Hatâsını bulur ve hesabını vermekten çekinmez. Düşünür, düşünülmesini sağlar ve üretir. Yeni kararlar alır, aldığı kararları tartışmasız uygulatır.
Bir komutan asla yeterlilik duygusuna kapılmaz. Yeterliliğin çürümek ve yok olmak anlamına geldiğini bilir. Çünkü savaşta düşman yok edilip nihai zafer kazanılmadıkça yapılan her şey yetersizdir. Bunun için doymak bilmeyen bir zafer inancına ve azmine sahiptir. Ve hep kazanacağına olan inançla hareket eder. Zaferler kazandığında sarhoş olmaz, ihtiyatı elden bırakmadan yoldaşlarıyla yeni zaferler kazanmanın planlarını kurmaya başlar.
İyi bir komutan büyük silaha ve güce, teknik imkânlara tapmaz. O, gücünün ideolojisi, yoldaşları ve onların yaratıcılıkları, cesaretleri, feda bilinçleri olduğunu bilir. Bunun için yoldaşlarına değer verir. Bunun için kolektif bir işleyişi temel alır.
O, parti kararlarının ne demek olduğunu bilir. Kararlan hayata ilk o geçirmeye çalışır. Parti kararlarını hayata geçirememeyi kendisine yediremez, onursuzluk sayar. Partisini tanır. Haber alamazsa bile, sahip olduğu ideolojiyle gözlemleyip düşünmesi, süreci yakalamasını sağlar.
Partiyle tüm ilişkileri kopsa da, gücü oranında kararları hayata geçirir.
Komutan, savaşta tayin edici gücün insan olduğunu bilir.
Bir komutanın önemle üzerinde durması gereken en önemli faktörlerden birisi insandır. Komutan, savaşta tayin edici gücün insan olduğunu bilir ve İnsan eğitimine önem verir. İyi kadro ve savaşçı yetiştirmenin eğitimle olacağını bilir.
Silahlara yön veren politikalardır. Bu politikaları üretecek olan, uygulayacak olan ise sadece insandır. Bu anlamda iyi, cesur, feda bilinci gelişmiş ve sınıf kiniyle savaşacak iyi bir askerin yetişmesi ancak ideolojik, politik zenginliği yakalamakla mümkündür. Çünkü sorunumuz sadece attığını vurmak ya da başarılı eylem yapmak değil, kalıcılaşmak, süreklileşmek ve yeni alanlara açılmak sorunudur da aynı zamanda. İyi bir savaş yönetimi, disiplinli, dinamik, sonuç alıcı bir faaliyet ancak politik ve ideolojik olarak gelişkin kadrolarla çıkar ortaya. Bu da, insana değer, eğitime önem vermeyle mümkündür.
Bu eğitimin en önemli unsuru, komutanın kendisidir. Ancak yaşamı, davranışları, paylaşımıyla, okumasıyla, iş yapma ve savaşma tarzıyla örnek olan bir komutan kendisi gibi kadro ve savaşçılar yetiştirebilir. Bulunduğu birimde, emrinde bulunan insanların gözü, kulağı, ondadır.
Komutan nasıl davranırsa savaşçıları da öyle davranacaktır. O, nasıl çalışırsa, altında bulunan savaşçılar da öyle çalışacaktır. O, nasıl yaşarsa, savaşçılar da öyle yaşayacaktır.
Bugün içinde bulunduğumuz savaşın koşulları hiçbir ilke-kural ihlalini affetmiyor. En küçük hata ölümle sonuçlanıyor. Düşmanla ölümüne girilen bu savaşta savaşçıların gözünü kırpmadan ölümün üstüne yürümesi, güçlü bir inancın, davaya bağlılığın kazanılmış olmasını gerektiriyor. Bugün devrimci saflara gelen hemen her insanımız bu düzenin içinden çıkıp geliyor. Bu, gelenlerin hepsi inancı pekişmiş ve davaya tam anlamıyla bağlanmış olarak gelmiyor.
Bu düzenin pisliklerine karşı olmaları, antifaşist özellikler taşımaları, devrimci saflara katılmaları için yetiyor. Ama gelenlerin çoğu bu savaş İçinde neyle, nerede, nasıl karşılaşacaklarını yeterince bilmiyor.
Zorluklarla ya da ölümle karşılaştıklarında olumsuzluğa düşmeleri olmayacak şeyler değil. Ama aşılmayacak şeyler de değil. Savaşçılara bu bilinci verecek, onlara korkularını, kaygılarını aştıracak, düzenden taşıdıkları zaafların olumsuz sonuçlara yol açmasını önleyecek, onları düşmanın özellikleri konusunda uyaracak olan komutandır.
O, ne kadar inançlı olur, geleceğe umutla bakar, kendine ve davasına olan güvenle hareket ederse, savaşçılar da öyle yapar. Kısacası şudur; savaşçılar komutanlarında inancıyla, yaratıcılıklarıyla, yaşam biçimleriyle devrimi görmeliler. Komutan bunu başaramazsa komutan olma özelliklerini kaybeder.
Komutan, yaratan, kendini yenileyen ve çevresine güven veren insandır.
Komutan kendini çözümlemiş, neyin devrime hizmet edeceğini, neyin etmeyeceğini bilince çıkarmıştır.
Devrimciliğini ve savaşçılığını, dünyayı ve insanı çözümleyerek bilimsel temeller üzerine oturtmuş ve devrimi, devrim için üretmeyi, devrim için insan yetiştirmeyi kendine görev edinmiştir.
Bunu başarabilmesi, onun, zor şartlarda öne atılmasını, komutandan beklenen cesaret ve fedakârlığı gösterebilmesini de mümkün hale getirir. Onun varlığı, çevresine güven verir. Zor şartlarda öne çıkacak, yoldaşlarına yardım edecek, en ağır yükün altına girecektir.
Güven vermek, her koşulda savaşçılarını sahiplenmektir. Komutanlarımız bunun en güzel örneklerini sergilemişler, sahiplenmeleriyle halkın ve yoldaşlarının düşmana olan kinini, öfkesini arttırmış, savaşma isteğini geliştirmişlerdir. Sabo, Sibel, Adalet yoldaşlarımız çatışırken, kuşatılmışken gösterdikleri sahiplenmeyle her komutan için manifesto değerinde mükemmel örnekler yaratmışlardır.
Komutan olmak, en zor koşullarda halka inanç, moral ve coşku aşılamaktır. Sayısız operasyonda düşman saldırmış, katlederek korku salmaya çalışmıştır. Ama yoldaşlarımızın cesaretle çatışmaları, bayraklarımızı gökyüzünde dalgalandırmaları, tilililer çekmeleri düşmanın bu amacını boşa çıkarmış, tersine onlar en zor koşulda halka ve devrimcilere moral ve coşku taşıyan olmuşlardır. Bu coşku, silahı ve hiçbir istihbarat hazırlıkları olmayan milisleri… Harekete geçirmiş, onların cenazelerine binleri toplamıştır. Bu moral ve coşku, yeni insanları Cephe’nin saflarına çekmiştir.
Savaşımız ve örgütlülüğümüz her koşulda bu tavrı gösterebilen, kendi konumlarının ve misyonlarının gereğini yerine getirebilen komutanlarımızın yarattıkları üzerinde gelişmiştir. Her
Cephelinin görevi, kırda ve şehirde savaşın da, yoldaşlığın da, disiplinin ve sahiplenmenin de destanını yazan Komutanlarımızın yol gösterici pratiklerinin ışığında, komutanın savaştaki rolünü bilince çıkarmak, onlar gibi olmayı hedeflemektir. Bunu başardığımız ölçüde, savaşımız büyüyecek, zaferimiz yakınlaşacaktır.